“Bilmelisin ki, bulunduğun halde
merhametini, şefkatini bütün canlılara-hayvanlara ve yaratılmışlara yaymalısın.
Şu bitkidir, bu cansızdır, haberleri yoktur deme. Senin onlardan haberin olmasa
bile, onların senden pekala haberleri vardır. Varlığı bulunduğu hal üzere
bırak, ona Yaratan’ın kendisini var ederken merhamet ettiği üzere merhamet
eyle. O esnada kendisinde fiilen bulunan şey/hale göre varlığa bakma! (Arabi,
2016)”
Gestalt psikolojik danışma kuramında, Zen-Budizm ve Varoluşçuluk’tan da etkilenerek geliştirilen “şimdi ve burada”
yaklaşımı, geçmiş ve gelecek zaman yerine “şimdi”ye vurgu yapar (Topses, 2012).
Bu yaklaşımda, şimdi ile gelecek arasındaki
boşluk olarak tanımlanan “kaygı”nın daima gelecekle ilgili olduğu, şimdi ile
arasındaki boşluğu insanların planlar yaparak beklentiler geliştirerek
doldurmaya çalıştıkları, bugünü yaşamadıkları için kaygı yaşadıkları savunulur.
Dolayısıyla kaygıyı azaltmak için önemli olan “şimdi ve burada” yaşayabilmektir
(Dinç, 2014). Sûfilere göre de zamanın gerçeği “ân”, diğer bir ifadeyle içinde bulunulan
zamandır. Geçmiş hatıradadır; geleceğe ulaşmak imkânı yoktur (Emiroğlu 2002’den
aktaran Orhanoğlu, 2011).
Sûfî
Tasavvufta, geçmiş veya gelecek zaman
yerine şimdiye önem atfedildiğini gösteren “vaktin çocuğu” kavramı, herhangi
bir kişiye, tasavvuf dairesi dışındaki insana değil, sûfîye özgü bir
niteliktir. Dolayısıyla tasavvuftaki “vaktin çocuğu” kavramı ile Gestalt psikolojik danışma kuramındaki “şimdi
ve burada” kavramı, öncelikle, seslendikleri/muhatap aldıkları kimseler
bakımından birbirinden ayrılırlar: İlki “sûfî”ye seslenirken, diğeri problem
yaşayan insana yönelir. Aslında tasavvufun ve tasavvuf eserlerinin genellikle/çoğunlukla
“dışarıdaki” insana hitap etmediği de söylenebilir. Örneğin Fütühat-ı Mekkiyye’de anlatılan
nasihatlerin, “seyr-ü sülûk eden müride ve kemale ermiş kimselere fayda verecek
hikmetli tavsiyeler” olduğu belirtilir (Arabi, 2016). Aynı şekilde Vâridât, “Ey Hak Talibi!” hitabıyla başlamakta ve
bu sesleniş, eserin muhatabının sıradan insanlar (avam, halk) değil; her şeyin
hakikatini, Hakk’ı/Mutlak Hakikati bilmek isteyen kişi olduğuna işaret etmektedir
(Yananlı, 2016).
Bu yazının da konusu olan “vaktin çocuğu
(ibn vakt/ibnü’l-vakt)”
kavramı Vâridât’ta, benzer biçimde, “sûfi”ye
özgü bir niteleme olarak karşımıza çıkar. Bu tamlamanın/ifadenin, orijinali
Arapça olan Vâridât’ın Türkçe
çevirilerinde, “vakit” yerine “gün” ve “zaman” sözcükleri, “çocuğu” yerine
“oğlu” ve “adamı” sözcükleri tercih edilerek tercüme edildiği de görülmektedir:
“Sûfî vaktin (zamanın/günün) çocuğudur
(oğludur/adamıdır).”
Tasavvufta “ebu’l-vakt” kavramı kabaca
vaktin üstünde olma, vakte hükmetme; “ibnü’l-vakt” kavramıysa vaktin tasarrufu
altında olma anlamına gelmektedir (Yıldırım, 2015). Her iki kavram da, esas
olarak tasavvuftaki “yaratmanın sürekli” olduğu fikri
üzerinde yükselen “zaman” anlayışıyla yakından ilişkilidir (Orhanoğlu, 2011). Buna göre, Yaratıcı (Allah) her an yaratmakta, kâinat
da daima tecelli ile her an yaratılmaktadır (Sunar 2003’ten aktaran Ulucan,
2009). Varlık âlemi ve insan, tasavvur dahi edilemeyen küçük bir zaman (ân) dilimi içerisinde sürekli olarak var
olup yok olmaktadır. Bu, o kadar hızlı gerçekleşmektedir ki her şey sürekli
varmış gibi gözükmektedir (Ulucan,
2009).
“Zaman”ı kâinattaki farklı ölçü birimlerine
verilen mutlak bir ölçü ve düzen unsuru olması açısından Allah’ın bir tecellisi
olarak gören İbn Arabî, bu ölçüye mutlak olarak “zaman” derken, “zaman”ın
insana ve diğer varlıklara bakan yönünüyse “vakit” olarak adlandırır (Küçük, 2002).
Vakitten
kasıt insanın içinde bulunduğu zaman, yani geçmişle gelecek zamanların arasıdır
(Kuşeyri, 2003’ten aktaran Yıldırım, 2015). Allah
için “zaman”; ezeliyet, ebediyet ve zamansızlık anlamında bir gerçekliğe
sahipken insan için zamanın gerçekliği, içinde bulunduğu “vakt”e aittir. Allah’ın
sonsuz zamanındaki gerçeklik, varlığın şimdiki ânında yani “vaktinde” gizlidir.
Zira insan ebediyetle ancak sahip olduğu ânda yani vakitte ilişki kurabilir. Sûfîler
esasen “zamanı” insanın sonsuz, zamansız varlıkla irtibata geçmesindeki rolü ve
mahiyeti açısından ele almışlardır. Bireyin reel olarak zamanın tümüyle bir
ilişkisi olmadığını söyleyen sûfîler ferdin zamanla olan ilişkisini “onun
vakti” şeklinde, genelde bireyin manevi gelişimi ile ilişkisi yönünden kula
hakim olan o anki baskın psikolojik durum şeklinde tanımlamışlardır (Küçük, 2002).
Şimdi
Vâridât’ta, sûfinin “vaktin çocuğu”
olduğu ifadesiyle başlayan paragraf, kavramın ne anlama geldiğini anlatan
cümlelerle devam eder. İlk olarak vaktin çocuğu olmanın, geçmiş ve gelecek
yerine şimdiye odaklanmak, geçmiş ve geleceğin baskısından kurtulmak anlamına
geldiği belirtilir:
“Sûfi vaktini (zamanını) geçmiş hâlleri
(geçmişte olup bitenleri) düşünmekle geçirmez (boşa harcamaz) ve onlar için
üzülmez (tasalanmaz). Geleceği (gelecekte olacak hâlleri) de
düşünmez (tasarlamaz) (Yananlı, 2016; Kanar, 2015; Ketene, 1990; Timuroğlu,
1982; Yener, 2017).”
Sûfîlere göre insanın çektiği acıların
büyük bölümü, “zaman” ile kurulan yanlış (yanılsamalı) ilişkiden kaynaklanmaktadır.
Reel olarak var olmayan geçmiş ve gelecek, insanın içinde olduğu “ân”ı hüzün ve
endişelerle doldurur, ıstıraplı hâle getirir. Oysa vakit pratik olarak var
olmayan iki yokluk (adem) arasında var olan bir gerçekliktir, dolayısıyla geçmiş
ve gelecek varlığını şimdiye borçludur. Geçmiş ve gelecek üzerinde odaklanılması,
“şimdi”nin elden kaçırılmasına yol açar. Bu nedenle sûfîler, kişinin dünle
meşgul olmasını veya yarınla ilgili bir fikri kalbinden geçirmesini, “Hakk’tan
perdelenme” şeklindeki bir dağınıklık olarak yorumlarlar. Bu konuda Mevlânâ
şöyle der: “Geçmiş ve gelecek Tanrı’yı
bizim gözümüzden saklar. Her ikisini de ateşe atıp yakın... Düşünüş, geçmişe ve
geleceğe dairdir, bu ikisinden de kurtulunca müşkül hallolur.” İbn Arabî
de, insanın elde edeceği ilahi tecellinin geçmişte veya gelecekte değil, içinde
bulunulan ânda olacağını ifade eder (Küçük, 2002).
Geçmiş ve gelecek özlemi veya kaygısından
sıyrılıp sürekli “ân”ı
tecrübe etmeye karşılık gelen “vaktin çocuğu” kavramı, aynı zamanda “hâl” kavramıyla da yakından ilgilidir (Orhanoğlu, 2011; Yıldırım, 2015; Küçük, 2002).
Tasavvufta “makam”, ilahlıkta derin sübutu olan her şey anlamına gelirken, bu
özelliği taşımayan, başka bir durumla birlikte gelip kaybolan da “hâl” olarak nitelendirilir
(Arabi, 2017). Başka bir deyişle hâl;
kulun iradesi dışında bir anda kalbine gelen, daimi olmayıp bir süre sonra
değişen durum olarak kabul edilmektedir. Bu bakımdan sûfîler, hâlden hâle girer
(telvîn) ve sonuçta renksizlik makamında sükunete ererek temkîn makamına ulaşma
yolunda ilerlerler (Küçük, 2002).
Sûfi
için önemli olan, en verimli şekilde “an”ı değerlendirmektir (Emiroğlu 2002’den
aktaran Orhanoğlu, 2011). Bundan dolayı Sûfiler, ömrünün ve özellikle fiilen içinde bulunduğu vaktin
kıymetini bilen kişilerdir (Orhanoğlu,
2011).
Her vakit içinde o vakitte yapılması en uygun olan ibadetle meşgul olur, o
vakit içinde kendisinden istenen şeyi yerine getirirler (Kuşeyri, 2003’ten
aktaran Yıldırım, 2015).
Hakk
İbn
Arabi, sûfîye “Her vakitte ve durumda
bütün gayretini Hakk’a yaklaştıran işleri yapmak üzere harcamalısın.”
nasihatında bulunurken, Hakk’a yaklaştıran işlerden kastının, o esnada ve hâlin diliyle Hakk’ın kişiye
söylediği şeyler olduğunu ifade eder: “İçinde
bulunduğumuz durum ve hâl
neyi gerektiriyorsa ona göre Allah’a dönerken bizden istediği hususlarda bütün
gayretimizi sarf ederiz. Bulunduğumuz hâl
günah ve muhalefet hâli
olursa, tövbe ve istiğfar ederek O’na döneriz. Hâlimiz
Hakkın emrine uymak ve itaat etmek ise bu kez şükrederek ve Haz. Peygamber ile
Allah’a itaat fiillerinde sürekli kalmak talebiyle O’na döneriz “
(Arabi, 2016).
Vâridât’a göre de sûfî, geçmiş ve geleceği
düşünmek yerine, içinde bulunduğu anda Hakk’a yönelmekte, Hakk’a tabi
olmaktadır. Bu arınma süreci/tabi olma, belirli bir adeti/geleneği/yolu izleme
veya taklit etmenin gereği olarak gerçekleşmez. Diğer bir ifadeyle tabiyet,
belirli bir yol veya yönteme değil, bizatihi Hakk’a, Hakk’ın isteklerine/istediklerinedir.
“Bunun yerine vaktini; teveccüh ve tasfiyeye, kalbini
(kendini) arındırmaya, Allah’a (Tanrı’ya) yönelmeye sarf eder. Vaktini, şimdiki
hâlde
kendisine uygun ve gerekli (layık) olan şeyleri (Allah için gerekli olanları)
düşünmekle geçirir (bugün yapılması gereken işlere yönelir). Sûfî, bir
tarik (taklit yolu/ibadet yolu), bir adet (gelenek) tutmaz (seçmez), her vakit
Hakk’a tabi olur. Hak’tan başka bir şeye bakmaz. Her zaman ve ne şekilde olursa
olsun Allah’la birliktedir (Hakk’ın yanındadır) (Yananlı,
2016; Kanar, 2015; Ketene, 1990; Timuroğlu, 1982; Yener, 2017).”
Halk
Buraya kadar, Vâridât’taki “vaktin çocuğu”na ilişkin anlatım, kavramın tasavvuftaki
anlamıyla örtüşen/uyumlu bir seyir izler. Başka bir deyişle, “vaktin çocuğu”
olarak sûfînin,
geçmiş ve gelecek baskısından kurtulup vaktini ve bütün
gayretini Hakk’a yaklaştıran işleri yapmak üzere harcayan kişi olduğu anlatılır.
Ancak paragraf, daha sonra, “vaktin çocuğu olmak” ile “halk ile ilgilenmek“
arasında bağlantı kurarak devam eder. Buna göre, vaktin çocuğu olarak sûfînin her daim/vakit Hakk’a
bakması/ilgili olması gerekmektedir, fakat sûfî
bu sırada/aynı zamanda diğer insanlarla/halkla da ilgilenebilir ve bu bir
çelişki olarak görülmemelidir. Zira sûfî,
halkla ilgilenirken de, aslında Hakk’a yakın, Hakk’la birliktedir. Sûfînin gayreti diğer insanların gönüllerini hoş etme, Hakk’a
karşı yumuşatma veya Hakk’a bağlamaya yöneliktir. Ameller niyetlere göre
ölçüleceğinden, sûfînin halkla ilgilenmesi, vaktin çocuğu olmasına
bir tezat teşkil etmez:
“Bazen gönüllerini Hak’ka
karşı yumuşatmak (gönüllerini hoş etmek/gönlünü
süslemek/gönüllerinin Allah’a bağlanması) için halk (insanlar) ile meşgul (alakadar)
olup çaba harcarsa bile, bu sırada veya (ve belki/bazen de) her türlü işinde (uğraşısı
sırasında, her hâl ve karında) Hakk’a (Tanrı’ya) yakınlık içindedir
(Allah’la/Hak’la alakadar olur/bütünleşir/birliktedir). Her ne kadar bu iki iş
(kişi/alakadarlık) arasında zıtlık (çelişki/fark) bulunursa da ameller (işler)
niyetler iledir (niyet ile yapılır/niyetlere bağlıdır/niyetlerle ölçülür).
Kısaca sûfî, vaktin çocuğudur (Yananlı, 2016; Kanar, 2015;
Ketene, 1990; Timuroğlu, 1982; Yener, 2017).”
Vâridât’taki bu paragrafta, sûfînin
vaktin çocuğu olduğu veya vaktin çocuğu kavramının ne anlama geldiğinden ziyade,
sûfînin
halkla ilgilenmesinin vaktin çocuğu olmasıyla çelişmediği izah edilmeye
çalışılmaktadır. Barış Çoban (2007), bu paragrafta geçen “gönülleri
Hakka karşı yumuşatmak için halkla ilgilenme” ifadesini, toplumun çıkarlarını
savunan bir düşünüşü bir ideolojiyi toplumsala yaymak için topluma yakınlaşma olarak
değerlendirir. Buna göre, öncü, bu bağlamda ermiş (dai) güncel terimlerle
ajitasyon ve propaganda yapmak için toplumsalın içine giren bir örgütçü olarak
görülebilir.
Neden sûfînin halkla ilgilenmesinin vaktin çocuğu olmasıyla
çelişmediğinin gösterilmeye çalışıldığının yanıtı Vâridât’ta bulunmaz. Keza, sûfînin “ajitasyon ve propaganda” amacıyla halkla ilgilendiği iddiasına Vâridât destek sunmaz. Böyle
bir değerlendirmeye Çoban’ın (2007), bir tarihsel figür olarak
Şeyh Bedreddin’i merkeze alarak ulaştığı düşünülebilir. Bununla
birlikte, sûfînin halkla ilgilenmesinin tasavvuf bakımından
aykırı bir durum teşkil etmediği de söylenmelidir. Örneğin İbn Arabi (2016), “cahile
öğüt verip bilgi ve saadetini aramak üzere uyarmakla; gafile de kendisini gafletten
uyandıracak öğütlerle hakkının verilmesini” tavsiye eder. Dolayısıyla Vâridât’ta,
sûfî olmakla çelişen bir davranışın
meşrulaştırılmaya çalışıldığını söylemek de güçtür.
İnsan
Vâridât’ta sûfînin herhangi bir geleneği taklit/takip
etmeyip tabiyetinin Hakk’a olduğunun söylenmesi, tarikatı veya mürşid-mürid
ilişkisini dışladığı anlamına gelmemektedir. Çünkü Vâridât’ta bu ilişkiye ve ilişkidekilere yönelik çok sayıda
olumlayıcı ifade bulunmaktadır. Eserin, zaten, tasavvuf dairesi dışındaki
insana değil, içeridekilere seslendiği de unutulmamalıdır.
Vaktin çocuğu kavramı da, tasavvuf
sistematiği içinde belirli bir anlama sahiptir ve yaratmanın sürekliliği, zaman
ve hâl
kavramlarıyla bağlantılıdır. Dolayısıyla anlamı, geçmiş ve gelecek zaman yerine
“şimdi”ye odaklanmanın ötesine uzanmaktadır. Bu bakımdan, dairenin dışındakiler
tarafından anlaşılması, anlamlandırılması ve hayata geçirilmesi önemli
güçlükler barındırmaktadır. Fakat içeriye girme niyeti olmayan dışarıdaki, yer
aldığı bütün içinde belirli bir anlama kavuşan kavramları
devşirmek/bozmak/araçsal olarak kullanmak yerine, kavramların içeriğinden
faydalanmayı tercih de edebilir. Böylece, içerikten aldıklarını kendi
dairesinde belirli bir anlama kavuşturmak suretiyle, hayata geçirme/hayatına
katma olanağına kavuşabilir. Zira “niyet işlerin ve varlıkların ruhudur; herkes
için sadece niyet ettiği vardır (Arabi, 2016)”.
Kaynakça
Ali YILDIRIM, Bir Tasavvuf Düsturu Olarak “Ân-ı
Dâim”, “İbnü’l-vakt”,”Ebu’l-vakt” Düşüncelerinin Klasik Türk Şiirine Yansımaları,
Akra Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi. Tuzla Belediyesi
Kültür Yayınları, Sayı 7 Eylül- Aralık 2015. Ss145-155.
Barış
Çoban, “Şeyh Bedreddin Hareketinin Manifestosu Olarak ‘Vâridât’”.
Tarih, Ütopya, İsyan: Şeyh Bedreddin. (Der: B. Çoban). Su Y. İstanbul. Kasım
2007.
Cengiz Ketene, Vâridât (Tam Metin), Kültür
Bakanlığı Yayınları 1267, 1990
Cemil Yener, Şeyh Bedreddin: Vâridât,
Milenyum yayınları, İkinci Baskı, İstanbul 2017
Gürsen Topses, Davranışçı
ve Varoluşçu–Hümanistik Psikolojik Danışma Kuramlarının Ayırtedici ve Örtüşen Nitelikleri,
International
Journal of New Trends in Arts, Sports & Science Education - 2012, volume 1
issue 3
Hayretti ORHANOĞLU, Aşk Mesnevilerinde
Şimdiki Zaman Algısı , Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 6, İstanbul 2011, 149-176.
H.Rahmi Yananlı (Hzr.), Vâridât
Tercümesi ve Şerhi, Büyüyen Ay, İkinci Baskı, İstanbul 2016
İbn Arabi, Fütühat-ı Mekkiyye: Nefs
Terbiyesinin Esasları, Tercüme: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, 4.Baskı, 2017
İbn Arabi, Fütühat-ı Mekkiyye:
Tavsiyeler Kitabı, Tercüme: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, 2.Baskı, 2016
Mehmet DİNÇ, Gestalt ve Bilişsel Davranışçı
Terapideki “Şimdi ve Burada” İlkesindeki Benzerlik ve Farklılıklar, Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar
Dergisi 3 (2014) 126-127 127
Mehmet Kanar, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin
Mahmud Vâridât,
Tekin Yayınevi, İkinci Basım, İstanbul 2015
Mehmet ULUCAN, NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN ŞİİRLERİNDE VARLIK ANLAYIŞI, Fırat Ü. Sosyal Bilimler Dergisi 2009 19 (1)
Osman Nuri KÜÇÜK, ZAMAN
DÜŞÜNCESİNİN TASAVVUFÎ AÇILIMI, Tasavvuf, Ankara, 2002, sayı: 9,
Selahattin Döğüş, Şeyh Bedreddin ve Rumeli
Gazileri, Osmanlı
Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı 18, 2005
Vecihi Timuroğlu, SİMAVNE KADISI OĞLU ŞEYH
BEDRETTİN VE VÂRİDÂT, YAZKO, İstanbul 1982