Pazar, Eylül 27, 2015

F.Joseph Haydn, Klasik Müzik ve Kapitalizm



Klasik müziğin geliştiği ve folk müzik de dahil bütün dünyada dönüşüme uğradığı zaman dilimi, esas olarak kapitalizmin her yeri kuşattığı bir tarihsel döneme tekabül eder. Ancak müzik ve onun kapitalizmle ilişkisi üzerine yapılan çalışmalar hem sınırlıdır hem de çoğunlukla popüler müzik ve kültür endüstrileri konularına odaklanır. Bunun arkasında yatan, Adorno’nun da etkisiyle, “yüksek” ve “düşük “ sanat kavramlaştırmaları ile “ticari” müzik ve “sanat”ı birbirinin karşısına yerleştiren iki kutuplu bakış açısıdır (Morcom, 2015). Bourdieu sosyolojisinden hareket eden ampirik çalışmalar, konunun “dinleyici” yönüne odaklanır ve iyi eğitimli-yüksek mevkileri işgal eden kişilerin klasik müziğin asıl tüketicisi olduğunu bulgularlar. Bu tespit, klasik müziğin tarihsel olarak “yüksek-üst” sınıflarla ilişkili olmasıyla da uyumluluk gösterir (White, 2001).

Klasik müziğin, bu “yüksek” sanatın kimler için üretildiği sorusuyla başlayan ve bestecilere odaklanan John Halle (2013) ise, geçmişte ortaya çıkan ve Marksizmden etkilenen girişimleri bize anlatır. Bu kapsamda öne çıkan iki figür, iki ayrı yaklaşımı temsil etmektedir. Birinci yaklaşım, Komünist Parti üyesi olan Alman besteci Hanns Eisler tarafından geliştirilir. Birinci Dünya Savaşı sonrası, önce Berlin’deki Kasım Grubu (November Group) üyesi olan, 1993’te zorunlu olarak New York’a göç etmesinden sonra Besteciler Kolektifi’ne (the Composers’ Collective) katılan Eisler, bir dönem örgütlü solun genel yaklaşımı da olan klasik müziği "iyi" müzik olarak kabul eder ve “işçi sınıfının kültürünü yükseltme”yi savunur. Bir yandan işçi sınıfının kültürü yükseltilecek diğer yandan işçi sınıfına uygun eserler üretilecektir. Bunun karşısında yer alan bakış açısı Charles Seeger (Pete Seeger’ın babası) tarafından temsil edilmekte ve Seeger temelde “iyi-kötü müzik ayrımı”nı değil “kimin için iyi müzik?” sorusunu öne çıkarmaktadır. Elitlerin ve yüksek burjuvanın bu “yüksek” sanatını demokratik olmadığı ve otoriter olduğu gerekçesiyle reddeden Seeger, “yataycılığı” savunur ve folk müziğe yönelir. Önemli olan zengin proleter müzik kültürünün geliştirilmesidir ve bunun için de en iyi yöntem müzik gruplarıdır.

Birinci yaklaşım, işçi sınıfı kültürünü yükseltilmesi gereken bir kültür olarak görmekte, işçi sınıfı içinde bulunan “yüksek” sanat izleyicisi olmayı bir sınıf atlama olarak görme anlayışıyla örtüşmekte, hatta onu beslemektedir. Sadece müzikle kalmayan, burjuva kültürüne genel bir özentiye yol açan anlayış, o dönemlerde bir sendikanın yaz kampını tanıttığı broşürde kendini gösterir. Broşürde kullanılan fotoğraflarda, bir sandalda kürek çeken güneş gözlüklü erkek ve karşısındaki mayolu kadın, elit burjuva moda dergilerinden alınmış gibidir. İkinci yaklaşım için sorun teşkil edense kapitalizmin her şeyi metalaştıran, ticarileştiren koşulları olur. Folk müzik, Rock müzik gibi, kapitalizmin koşullarına ister istemez teslim olur, çıkış motivasyonlarına bağlı kalamaz. Halle, eleştirileri dikkate alarak her iki yaklaşımdan da yararlanılabileceği, yeni kültürün eski kültür üzerinde yükseleceği sonucuna varır.

Franz Joseph Haydn (1732-1809)

Haydn, klasik müziğin gelişiminde aristokrasi ve “aydınlanma”nın rolünü gösteren önemli bir bestecidir. İlk eserlerini 1760’lı yıllarda bestelemeye başlayan Haydn’a, Macar Prens Paul Anton Eszterházy tarafından Kapellmeister ünvanıyla saray müzik idareciliği teklif edilir. Haydn, neredeyse 30 yıl boyunca hayatının en üretken dönemini teşkil edecek olan sözkonusu teklifi kabul eder ve 1761’de Macaristan’ın Eisenstadt’taki Eszterházy Şatosuna yerleşir. Bu dönemde Haydn, çok katı ve tutucu asalet kurallarının kısıtları altında, son derece yoğun bir tempoda yıllarca çalışmak zorunda kalır. Saray kuralları gerekçe gösterilerek, çok istediği halde, dini müzik besteleme istekleri bastırılmıştır. 1779‘dan başlayarak bazı yayın şirketleriyle anlaşmalar yapan besteci, birçok yapıtını bu dönemde bastırmıştır. Prens Nikolaus (Nicholas) 1790 yılında vefat edip, yerine görsel sanatlara daha çok önem veren oğlu Prens Anton gelince, saray müziğinin masrafları kısılır ve sorumlulukları iyice azaltılan Haydn görevinden ayrılır. Johann Peter Solomon’un daveti üzerine Londra’ya gider, orada kaldığı süre içinde soyluların davetlerine katılır ve Oxford Üniversitesi tarafından “fahri doktora” ünvanına layık görülür. Bu arada, ölen babasının yerini alan yeni Eszterházy Prensi II. Nikolaus, sarayındaki müzik kurumunu canlandırmaya niyetlenerek Haydn’ı eski görevine çağırır. 1795 yılında Adadan temelli ayrılmayı seçip 60 yaşlarında Eisenstadt’a geri gelen Haydn, II. Nikolaus’un hizmetine girerek görevini 72 yaşına değin sürdürür ve 77 yaşında yaşama veda eder (Yarman, 2013).

Aristokrasi, bestecinin müziği için önemli bir belirleyendir. Baron Fürnberg, Haydn’dan, kendisinin ve arkadaşlarının çaldıkları enstrümanlar için beste yapmasını ister. Daha sonraları minör tonları deneyen Haydn’ın bu denemesinden Nicholas Eszterházy hoşlanmaz, yeniden majör tonlara dönmek zorunda kalır. Aydınlanma ise, edebiyattaki yansımaları gibi müziğe de “tolerans prensibi” olarak girer. Müzik de diğer sanatlar gibi, artık seküler olarak tanımlanan “ahlak”a hizmet etmelidir. Shaftesbury için ahlak, estetiğe eşdeğerdir ve sanat, “arınma”yı sağlamak yoluyla ahlaki hedefe hizmet etmelidir. Haydn bunu, ahlaki karakterler vasıtasıyla senfonilerine uygular ve müzik diliyle ifade eder. Önce çatışan güçler, günahkar ve Tanrı arasındaki gerilim verilmekte, sonra bu çatışma “tolerans” kavramına uygun biçimde giderilir. Karşıtların birlikte mevcudiyeti kabul edilir ve gösterilir, finalde bu çatışma yeni ve daha yüksek bir prensiple aşılır (Schroeder, 2010).


John Halle , “Nothing is Too Good for the Working Class”: Classical Music, the High Arts and Workers’ Culture, 2013

FULL TEXT (PDF)


Music and Capitalism

Editors: Anna Morcom & Patrick Neveling

Contents

Anna Morcom-Music and capitalism – an introduction

Tom Wagner-Music, media, evangelical Protestantism: A very short history

David Diallo-“Every day I’m hustlin’”: Rap music as street capitalism

Jayson Beaster-JonesMusic, labor, and value in Indian music stores

Mark Berry-Richard Wagner’s revolution: “Music drama” against bourgeois “opera”

Leah O’Brien Bernini-Capitalism and resistance in professional Irish music

Andrew Green-Negotiating musical and capitalist divides in San Cristóbal

Ruard Absaroka-Alienation and ethnomusicology – revisited

Alan Bradshaw-Marxist music studies

Joseph Trapido-Music, ritual, and capitalism in west central African history

Rajalakshmi Nadadur Kannan-Copyright, capitalism, and a postcolonial critique of Karnatic music

Tim Anderson-Theorizing the social musician



Kaynakça

Christine G.White, The Effects of Class, Age, Gender and Race on Musical Preferences: An Examination of the Omnivore/Univore Framework, 2001

David Schroeder, Joseph Haydn Two Centuries Later, Logosjournal, 2010, 9-1

Ozan Uğraş Yarman, Geç Barok Döneminden Klasik Döneme Geçişte Rokoko

www.ozanyarman.com, İSTANBUL 1999-2013

Cuma, Eylül 18, 2015

Pierre-Auguste Renoir: Burjuvanın Keyfi Yerinde (Bourgeois Pleasure)


Luncheon of the Boating Party/Le déjeuner des canotiers

Excerpt from “Renoir: Impressionism as Bourgeois Pleasure (1998)” by Robert Baldwin (see the Excerpt below)

Bu resmin; endüstri devrimi, liberalleşme ve açık fikirli yeni orta sınıfı yansıttığı, yeni teknoloji ve kültürün orta sınıfın hayatını nasıl değiştirdiğini gösterdiği konusunda, önemli ölçüde bir uzlaşı söz konusu [1]: Modern hayat, değişen orta sınıf ve değişmeyen “güzellik, neşe ve eğlence”. Denildiğine göre, hiç kimse modern hayata bakıp da, sadece eğlence ve neşe görmeyi Renoir kadar becerememiş. O, iki savaş görüp de, sanatın savaş veya politika üzerine olması gerektiğini aklına getirmeyen nadir kişilerden biri.

Biraz deşildiğinde, bu bakış açısının karşısında yer alan bir perspektifin de olduğu görülüyor. Bu yaklaşım, empresyonistlere, Renoir’a ve bahsi geçen resme; 1871 Paris Komünü’yle ilişki kurarak ve sınıf ekseninden bakıyor. Birinci pozisyonun kusurlarını da ortaya döken bu yaklaşımı, genelden özele, yani empresyonistler, Renoir ve resme bakarken takip edebiliriz. Bu, bir teknik olarak empresyonizmi değil, onun üzerinde yükseldiği “politika”yı anlamaya yardımcı olabilir.   

Empresyonistler

Charles Baudelaire’in sanatçılara yaptığı çağrının (1863) bir benzeri, yıllar sonra (1880) Émile Zola tarafından dillendirilir. Ressamlara “modern hayatın ressamı olma ve kendi zamanlarının sanatını yaratma”yı tavsiye eden Baudelaire’den sonra, bu kez Zola, empresyonistleri, “yavan/kuru” olmakla eleştirmekte ve “modern hayatın, daha komplike resimlerini” yaratmalarını istemektedir. Bunun için, öncelikle, uzun ve özenli bir hazırlık yapmayı göze almaları gerekir (Potter, 2006). Bu eleştiri bize, empresyonizme iki açıdan yaklaşılabileceğimizi hatırlatır. Bir başka deyişle empresyonizmin, teknik (üslup, stil, tarz)  ve politik  olmak üzere iki boyutu vardır. Teknik boyutta empresyonistler, kabaca, “ışığı kendi başına bir konu olarak alıp, doğadaki her şeyi ışık görüntüsü olarak göstermekle”  nitelendirilmektedir (Terlikli, 2013). Bu yazı için daha önemli olan politik boyut ise, teknik yanla da ilgili/ilişkili olmakla birlikte, asıl olarak tasvir edilene odaklanmayı ve “ne?” ve “neden?” sorularını sormayı gerektirir.

Politik boyut kapsamında Albert Boime (1997), empresyonist okulun politik bakış açısının, Komün (Paris Komünü, 1871) ışığında, onunla bağlantı kurularak en iyi şekilde anlaşılabileceğini öne sürer. Bu kapsamda empresyonist okul, Komün’de somutlaşan sınıf mücadelesi ve iç savaş tehditlerine cumhuriyetçi bir cevap olarak düşünülmelidir. Yani empresyonistlerin temsil ettiği politik pozisyon, ılımlı cumhuriyetçiliktir. Orta sınıftan gelmeleri ve geçmişten bugüne taşıdıkları önyargıları nedeniyle empresyonistler, Komün’e hiç de sempatiyle bakmadılar. Boime onların sanatlarının altında yatan politik hedefin, “düzen” ve “güvenlik” duygusunu yeniden tesis etmek olduğunu söyler. Çalışan işçileri, burjuva etkinliklerindeki orta sınıf üyelerini resmederek, parlak renkli, herkesin hak ettiği yerde durduğu toplumsal uyumun “yatıştırıcı” bir resmini sunmuşlardır. Komün öncesinde, Haussman planıyla Paris’in dönüştürülmesini eleştirirler, Komün’ün yıkılması ve şok dalgasının atlatılmasından sonraysa, “yatıştırma” arzusunun yol açtığı farklı bir pozisyona geçerler.Bu pozisyonda Empresyonistler, artık, Komün’ün gündeme getirdiği sorunlara/itirazlara,  resmin sanatsal diliyle bir cevap bulma/verme peşine düşerler.
Empresyonistler, modern ve pozitivist olmayı, ve aynı zamanda Komün öncesi ortak zevk ve eğlence ideallerine geri dönmeyi umut ettiler. Bunu sadece üslupla ve Komün’e karşı olarak tanımlanan ılımlı Cumhuriyetçi  ideolojinin temsil ettiği konularla değil, tasvir için seçtikleri mekanlarla da yaparlar. Seçilen yerler, örneğin Montmartre, Komün sırasında yaşanan çatışmalar ve Komün’ün yıkılması bakımından kilit önemdeki mekanlardır. Yeniden inşa edilen Paris’i tasvir ederek, sembolik olarak, toplumsal uzamların her bir parçasını Komünarların ellerinden alırlar, yeniden zapt ederler ve geçmişin anılarından, hafızadan  silmeye çalıştılar. Böylece, yeniden yapılan köprülerle, inşa edilen mahallelerle, orta sınıfların ihtiyaç duyduğu yeniden tesis edilen “düzen” ve “rahatlama” duygusuna katkı sağladılar.
  
Bunun yanında, başta Renoir olmak üzere empresyonistler, oldukça muhafazakar ressamlardır. Yüksek sınıf izleyiciye, modern hayat ve sanat içinde, güven veren bir geleneksel ahlak ve istikrar retoriği temin ederler. Endişeye gerek yoktur, çünkü geleneksel değerler ortadan kaybolmamış, “modern” olarak yaşamaya devam etmektedir (Baldwin, 1998).

Renoir

İşçi sınıfından bir aileden gelen Renoir, Fransa’nın ince, çin porselenleriyle bilinen Limogese şehrinde doğdu. O henüz çocuk yaşlardayken ailesi Paris’e taşındı ve Louvre bölgesine yerleşti. Renoir, Louvre Müzesi’nin gölgesinde büyüdü. Onun ilk keşfedilen yeteneğiyse sesiydi ve onu müzik kariyerine teşvik eden besteci Charles Gounod’dan eğitim aldı. 13 yaşındayken, yaşadıkları mali güçlükler nedeniyle, uzun dönemli bir iş umuduyla Paris dışındaki bir porselen fabrikasına çırak olarak girer. Resim yeteneği olduğu anlaşılsa da, porselen dükkanında çin porseleni boyamaya devam eder. Louvre’da gördüğü ustaların resimlerini kopye ederek geliştirmeye çalışır. Daha sonra kayıt yaptırdığı güzel sanatlar okulu (École des Beaux-Arts) ona Claude Monet, Frédéric Bazille ve Alfred Sisley ile tanışma fırsatı doğurur. Dördü birlikte çalışır, birbirlerini etkiler ve diğer birkaç ressamla beraber (Paul Cézanne, Edgar Degas, Berthe Morisot, Camille Pissarro) empresyonizmin kurucuları olurlar (Potter, 2006).

Renoir’a ilk başarıyı "Ateşin Çevresinde Geyiğiyle Dans Eden Esmeralda" resmi getirir. 1864'te bu resim Paris'te, Fransa'nın resmi sergi sarayı olan Salon'da sergilenir. Ama Renoir, bilinmeyen bir nedenle sergiden sonra bu resmi yok eder ve bu 1866 sergisinde geri çevrilmesine sebep olur. Ancak, izleyen yıllarda resimleri düzenli olarak kabul edilmeye başlanır. 1870'li yıllara gelindiğinde resimleri ün elde etmeye başlasa da bu uzunca bir süre ekonomik bir başarıya dönüşmez. Tersine sanatçı sık sık resimlerini günlük gereksinimlerine karşılık değiş- tokuş etmek zorunda kalır (Dirim, 2006). Asıl büyük Prusya savaşı (1870) sonrası karşısına çıkar.  Bazille bir çarpışmada ölmüş, Monet, Sisley ve Pisarro İngiltere’ye taşınmıştır. Zırhlı süvarilere katılan Renoir, hiç bir çarpışmada yer almaz. Savaş sonrası Paris’e döner ve Normandiya sahilinde, Seine nehri kıyısında resim yapar (Potter, 2006).

Bir rivayete göre, Paris Komünü döneminde (26 Mart-30 Mayıs 1871), Seine nehri kıyısında resim çizerken komüncülerle başı belaya girer. Nisan 1871’de Renoir, Seine nehri kıyısında resim yaparken ulusal muhafızlarca (komüncüler) yakalanır ve nehir savunmasının krokisini çıkaran bir ajan olmakla suçlanır. Yaşlı bir kadının tanıklığını ciddiye alan muhafızlar Renoir’ı nehre atacaklarını ima ederler. Ancak sonra Renoir’ı, yakındaki, nöbetçi idam mangasının konuşlandığı belediye binasına götürüp teslim ederler. Şans eseri o gün yerel sorumlu Raoul Rigault oradadır. Rigault, birkaç yıl önce, Napolyon’un polislerinden kaçarken aç ve umutsuz bir halde Fontainebleau Ormanı'nda ressamla karşılaşmış, Renoir onu gizlemiş ve birkaç hafta saklanmasına yardım etmiştir. İşte o Riagault, Renoir’ı tanır ve serbest bırakılmasını sağlar.[2]

Afrika, İspanya ve İtalya’ya seyahat eden Renoir’ın nü resimleri 1886’da New York’ta sergilenir (Potter, 2006). Onun İtalya yolculuğu sırasında büyük İtalyan yağlı boya ustalarını keşfettiği, bunun da empresyonizm konusundaki eleştirilerini güçlendirdiği ve o çevreden uzaklaştırdığı ileri sürülmektedir. Sanatçı romatizmaya yakalandıktan kısa bir süre sonra 1897'de Nice yakınlarındaki Cagnes'a taşınmış, ilerleyen yıllarda müzmin romatizması onu iyice zayıflatmış ve 1903'ten başlayarak yaşamını güney Fransa'nın sıcağında sürdürmesi gerekmiştir. 1912'de romatizması o denli ilerlemiştir ki artık koltuksuz gezemez. Buna karşın yaşamının son günlerine dek resim yapmayı sürdürür. 1915'te karısı, dört yıl sonra da Renoir  hayata gözlerini yumar (Dirim, 2006).

Renoir, yaşam giderleri ve resim malzemelerini karşılamada kariyeri boyunca güçlük çekmesine rağmen, yoksul insan olmadığına inandığını söyler ve para yoksunluğunun mutluluk, başarı ve hayal gücüne engel olacağını reddeder (Potter, 2006). Robert Baldwin’e göre (1998) Renoir, modern empresyonist tekniği, epey geleneksel ve hayli popüler olan iki konuyla birleştirmiştir: Kışkırtıcı çıplak kadınlar ve duygulara hitap eden sahneler. Tasvir edilen bu sahnelerde bolca; aile hayatı, çocuklar, evcil hayvanlar, emziren anneler, kitap okuyan veya piyano çalan genç kadınlar, mutlu köylüler ve kent işçileri (seksi çamaşırcılar) resmedilir.  Aynı zamanda Renoir, operadaki kadınlar, şık kafe sahneleri ve yüksek sosyete portreleriyle, daha elegant bir empresyonist tür geliştirir. Renoir’ın empreyonist resim anlayışı, bir taraftan yüksek burjuvazinin modern zamanlardaki zevk ve eğlence dünyasını kucaklarken, öte yandan, geçmişteki Fragonard (erotik tür ve pastoral) ve Greuze (aile hayatı türü) geleneklere de yüzünü dönmektedir. Bu, yüksek sınıf izleyiciye, modern hayat ve sanat içinde, güven veren bir geleneksel ahlak ve istikrar retoriği sağlar. İzleyici açısından Renoir resmi, burjuva aile hayatı, toplumsal cinsiyet hiyerarşisi ve geleneksel ideallerin doğruluk ve gücünün devamlılığını ifade etmektedir. Sözün özü, korkmaya gerek yok, çünkü geleneksel değerler ortadan kaybolmadı, “modern” olarak yaşamaya devam ediyor.

Tekne Partisi ve Eğlenen Burjuvalar

1880-1881’de yapılan Luncheon of the Boating Party (Le déjeuner des canotiers) isimli tablo 1881’de Paul Durand-Ruel’e satılmış, daha sonra, 1923 yılında, Duncan Phillips’in koleksiyonuna girmiştir. Resimde Reoir’ın yakın arkadaşları Seine nehrinde seyreden, otel, restoran ve kürek sporları hizmeti veren bir teknenin terasında yemek yemekte, hoşça vakit geçirmektedirler.  Chatou’daki Maison Fournaise,  Parislilerin kürek çekmek, güzel bir yemek veya gecelemek amacıyla akın ettikleri, aynı zamanda Renoir’ın da çok sevdiği, sıkça vakit geçirdiği bir yer olarak tarif edilir. En yaygın yoruma göre resim, değişen, modern Fransız toplumunu yansıtmaktadır.[3]



1 Aline Charigot (Renoir’ın daha sonra eşi olacak kadın terzi)
2 Alphonse Fournaise, Jr. (restoran sahibinin oğlu)
3 Alphonsine Fournaise (restoran sahibinin kızı)
4 Baron Raoul Barbier (Fransız sömürgesi Saigon’un eski belediye başkanı)
5 Jules Laforgue (Ephrussi’nin sekreteri, şair, eleştirmen)
6 Ellen Andrée (aktris)
7 Angèle (aktris)
8 Charles Ephrussi (sanat koleksiyoncusu, editör)
9 Gustave Caillebotte (Renoir’ın yakın arkadaşı zengin bir işadamı)
10 Maggiolo (İtalyan gazeteci)
11 Eugène Pierre Lestringuez (bürokrat)
12 Paul Lhote (sanatçı)
13 Jeanne Samary (aktris)



Bir yoruma göre, belki başka hiçbir resmi Renoir’ın yaşama sevincini bu tablo kadar iyi yansıtamaz (Potter, 2006). Diğer bir yorumda Renoir’ın bu resminin ebediliği ve ölümsüzlüğü, yüksek-hızlı iletişim, hummalı ve kaotik yaşam çağında, ressamın, varoluşun (veya varlığın) evrensel Hakikatini yakalama yeteneğinin bir göstergesi olabileceği çıkarımında bulunulur. Buna göre, bu resim, ruhu, çocukken bildiğimiz büyüyünce unuttuğumuz “bir olma (oneness)”ya ve güzellik ve ışık alemine yükseltmenin etkisine sahiptir (Papaioannou, 2011). Bir başka yorumdaysa, Renoir’ın 1880 yazında yapmaya başladığı bu resimde insan “ilişkiler”i konu edilmektedir (Russell, 2009).



Ball at the Moulin de la Galette

Ball at the Moulin de la Galette (1876) tablosunu ressamın sınıfsal kökeni ve Paris Komünü bağlamında inceleyen Catherine Southwick (2012), onu diğer empresyonistlerden ayırır. Çünkü Renoir, empresyonistler içinde işçi sınıfından gelen ve mali bakımdan burjuvaya bağımlı olan tek ressamdır ve onun Komün ile ilişkisi zorunlu olarak daha karmaşık/çetrefilli olmalıdır. Southwick’e göre Renoir, bu resimde, işçi sınıfı geçmişine ve kendisini destekleyen burjuvaya bir saygı gösteriyor, adeta minnet duygusuyla hareket ediyor olabilir. Renoir’ın yer olarak Moulin de la Galette seçimi, kompoziyonal ögeler ve figürlerin gruplanması, Komün sürecinde yaşanan olayların Renoir’ın bilincinde hala önemli/belirgin olduğunu akla getirmekte ve bu sembolik olarak bu resimde görülebilmektedir.

Baldwin ise, bu konuda, Southwick’ten farklı düşünmektedir. Renoir’ın her iki resmini (Moulin ve Tekne Partisi) birlikte ele alan Baldwin’e göre gerek Moulin gerekse de Maison Fournaise, Aristokratik eğlence parkının,  modern, burjuvazi parkı olarak yeniden doğuşu anlamına gelmektedir. Müreffeh kent sakinlerinin “masum” zevklerine tahsis edilmiş restoran bahçesi, piknik alanı, kafe gibi bu yerler, Parislilerin yaşadığı iç savaş dehşeti ve kentsel katliamdan uzaktırlar. Renoir şöyle yazar daha sonraları: “Hatırlıyorum da, hayatın bitmeyen bir tatil olduğu Fournaise denilen eğlenceli bir restoran vardı ... Dünya o günlerde gülmeyi nasıl da biliyordu! Makine, henüz hayatın her tarafına sirayet etmemişti. Sizin eğlenmek/rahatlamak için boş zamanınız vardı ve kimse bu bakımdan daha kötü durumda değildi.”

Baldwin’in işaret ettiği gibi, Renoir’ın bu tuhaf, sorunsuz ve fantastik “daimi tatil” dünyasında, bütün sınıflar mutludur ve sonsuz eğlencenin tadını çıkarmaktan memnundur. Hiçbir yerde biz, yaygın toplumsal bölünme/tabakalaşma ve gündelik kaygılardan bir şey görmeyiz. Ne çirkin kentleşme, proleter mahallelerin yıkılması, derinleşen işsizlik ve ne de yaygın fuhuş. Renoir’ın sanatı, hem geçmişteki sanata, muhteşem çıplak kadınların resmedidiği yüce zamana, hem de  tarih ve sınıfın dışında olduğu varsayılan modern, yani burjuvanın “ebedi”, “doğal” zevk ideolojisine yüzünü dönmektedir. İşte bu “masum” zevk, Boucher ve Fragonard’ın On sekizinci yüzyıl aristokratları için olan "masum" pastoral zevkinden daha az bir gizemleştirme değildir. Renoir’ın sanatı, modern, burjuva zevki, en net biçimde formülleştirdi. Renoir’ın bu doğanın ve bedenin olağanüstü dünyası etkili biçimde tüm tarih, politika ve ekonomiyi silip attı ve toplumsal gerçekliğin yerine yeni tür bir "evrenselleştirilmiş" zevk, "daimi tatil"i koydu.

İşçiler

Gördük ki, “masum” zevk diye yola çıkmak göründüğü, iddia edildiği kadar masum değil. Renoir’ın işçi sınıfına mensup bir aileden gelmesi durumu kurtarmaya yetmiyor. Sınıfsal köken kadar, sınıfsal duruş/pozisyon alma da hesaba katılmalı.

Yorumlarda, Renoir’ın iki resmindeki iki ayrı mekan da, o dönemde her sınıftan insanın gittiği/gidebildiği yerler olarak gösteriliyor. Böyle olduğu varsayılsa bile, her iki resimdeki figürler, bir sınıf farklılığından çok türdeşliği ima ediyor. Aslında bu hemen hemen bütün yorumlarda, “orta sınıf” ifadesiyle kabul ediliyor bir anlamda. Yani resimlerin, orta sınıfı tasvir ettiği tezi bunun kanıtı olarak kabul edilebilir. Yalnızca orta sınıf mı?

Tekne partisi resminde, Renoir’ın arkadaşlarının kimler olduğu ve ne işle meşgul oldukları birer birer sayılmış. Oradan anlıyoruz ki, hepsi orta sınıf değil. Restoran sahibi, kızı ve oğlu ve bir de Renoir’ın yakın arkadaşı bir iş adamı da mekanda bulunuyor ve resmedilmiş. Öyleyse orta ve üst sınıf. Diğerlerini, yani aktris, yazar, gazeteci, bürokrat vb., orta sınıf olarak kategorileştirilebilir. Şöyle de deneilebilir: Burjuva ve küçük burjuvalar birlikte eğleniyor.

Empresyonistlere yönelik, çalışan insan resimleriyle, herkes hak ettiği yerde anlayışını somutlaştırdıkları tezi de önemli. Çalışan insanlarla, eğlenen insanların resimleri arasında bir geçişlilik/geçirgenlik yok. Yani eğlenen dünya tasvirlerinde çalışan insanları görmüyoruz. Bu, en azından, Renoir’ın iki resmi için doğru görünüyor. Teknede eğlenen insanların gösterildiği sahnede, çerçevenin içinde çalışan, örneğin bir garsona dahi rastlayamıyoruz. Keza, dans resminde de, onca figür arasında çalışanlar yok, sadece eğlenenler, dans edenler var. Renoir, yoksul insan olmadığına inandığını söylediğine, herkesin eğlenebildiği o zamanlardan nostaljiyle bahsettiğine göre olması bir çelişkiye işaret ederdi zaten.

Yoksa Renoir, veya empresyonistler tam da bu çelişkiyi göstermek için mi böyle yapıyor, eğlenenlerle çalışanları ayırıyor? Ya da çelişkinin farkında ve bunu bizden gizlemeyi mi yeğliyor?

Son olarak, Renoir’ın, hem işçi sınıfına hem de burjuvaya hürmetlerini sunduğunu söylemek de zor görünüyor. Belki daha çok, kendisini destekleyen, onsuz yaşayamayacağını düşünen bir küçük burjuvanın, burjuvaya minnet gösterisi olarak düşünülebilir.

Kaynakça

Baldwin, Robert, “Renoir: Impressionism as Bourgeois Pleasure, 1998

Boime, Albert, Art and the French Commune: Imagining Paris After War and Revolution, Princeton University Press, 1997

Dirim, Ekim-Kasım-Aralık 2006

Papaioannou, Evangelia L.,  On the Beautiful and the Abject: A Study of Artistic Creativity and Madness, 2011, Y.Lisans tezi

Potter, Polyxeni,Everything flows. Nothing stands still”, Emerging Infectious Diseases, Vol. 12, No. 10, October 2006

Russell, Ruth V., Pastimes, The Context of Contemporary Leisure, Sagamore Publishing, Champaign, Illinois, 2009

Southwick, Catherine, “The Complexity of Class in Renoir’s Ball at the Moulin de la Galette,” M.A., Art History, 2012

Terlikli, Serap, 1850 ve 1950 Yılları Arası Batı Toplumlarında Sanat, Toplumsal Yapı ve Moda Etkileşimi, Yüksek lisans tezi, 2013


Excerpt from “Renoir: Impressionism as Bourgeois Pleasure (1998)” by Robert Baldwin (see the Excerpt below)

At one end of the Impressionist spectrum stood more conservative artists, above all Renoir. Renoir started out as a painter of porcelain decorated with beautiful women. Renoir combined modern Impressionist technique with two very traditional and highly popular subjects: titillating female nudes (many set into quasi-arcadian landscape settings) and sentimental genre scenes such as domestic interiors, children and pets (especially sweet little girls), nursing mothers, young women reading or playing the piano, rustic families, and a few happy peasants and urban workers (sexy laundresses). He also developed a more elegant Impressionist genre painting in scenes of ladies at the opera, elegant cafe scenes and swish picnics and in high society portraits where sumptuous Impressionist colors went well with silk dresses, jewelry, and box seats.

In many ways, Renoir offered an Impressionist painting which looked back to the traditions of Fragonard (erotic genre and pastoral) and Greuze (domestic genre) while embracing the modern world of high bourgeois leisure and pleasure. Given the conservative, anti-modern imagery of Renoir's art, one might see his "modern" surface as more of a veneer than a reality. Nonetheless, this veneer, and Renoir's art as a whole, was extremely successful in so far as it breathed new life into traditional scenes of blissful family life, utopian nature, and "carefree" eroticism. These mythologies offered upper-class audiences a reassuring rhetoric of stability and traditional morality within modern life and art. From an audience perspective, Renoir's modern, Impressionist brushwork was less a veneer than a profoundly appealing expression of the continuing vitality and truth of traditional ideals, gender hierarchies, and bourgeois domesticity. It proved that "traditional" values could live on, reassuringly, as the "modern". By developing a hybrid Impressionism, Renoir erased the troubling, widespread sense of historical rupture between past and present, traditional and modern.

 

Luncheon of the Boating Party (1881) and La Moulin de la Galette (1870s)


The Moulin was a cafe frequented by Parisians of all classes. Here and in his Luncheon of the Boating Party was the perfect subject for Renoir's brand of Impressionism, an arena of leisure free from social, political, and economic divisions, as unreal for its bourgeois audiences as Boucher and Fragonard's world had been for aristocratic patrons. The aristocratic pleasure park was reborn as the modern, bourgeois park, restaurant garden, cafe, and suburban picnic devoted to the "innocent" pleasures of prosperous city dwellers, far from the recent Parisian horrors of civil war and urban massacre. Late in life, Renoir himself described the cafe leisure found in these works.

“I remember an amusing restaurant called Fournaise's, where life was a perpetual holiday ... The world knew how to laugh in those days! Machinery had not yet absorbed all of life; you had leisure for enjoyment and no one was the worse for it.”

In Renoir's peculiar, trouble-free, fantasy world of "perpetual holiday," all social classes were happy and content in their endless leisure. Nowhere do we see any of the widespread social divisions and anxieties of the day: the ugly urban sprawl and demolition of proletarian neighborhoods, deepening unemployment, and rampant prostitution. In Renoir's art, the squalor of urban love – the modern prostitution explored by Degas, Lautrec and Manet - was reborn as a "timeless" eroticism. It looked both back in time to a lofty artistic past of grand female nudes and forward to a peculiarly modern, bourgeois ideology of an equally "timeless," "natural" pleasure supposedly outside history and class, an "innocent" pleasure no less mystified than the "innocent" pastoral pleasure of Boucher and Fragonard was for eighteenth-century aristocrats.

If much Impressionism makes sense as the artistic expression of new notions of pleasure, Renoir's art gave modern, bourgeois pleasure its most clear formulation. For his art offered a relentlessly "natural" world of bodily pleasure, nudity, and simple delights. Here eating, drinking, sexuality, dancing, music, leisure, flowers, sunlight, sensual landscape, urban cafes, and suburban gardens all mingled in an imaginary pictorial space set outside and beyond all social boundaries and conditions. Indeed, Renoir's remarkable world of nature and the body effectively erased all history, politics, economics, and social reality and replaced it with a new kind of "universalized" pleasure, his "perpetual holiday". Here was the Rococo pleasure world of Boucher and Fragonard reconfigured for modern bourgeois viewers eager to look away from all things disturbing. Here, art itself offered what real life could never offer: a "perpetual holiday" from the problems of modern life. Here, the Renaissance villa ideal of a temporary retreat from nature first achieved what can be called a truly middle-class formulation (without the usual vestiges of court culture seen in earlier bourgeois villa culture). And in Renoir's later works, this pleasure grew increasingly unreal as all traces of temporary retreat frequently disappeared. Instead of picnicking in the suburbs, many of Renoir's late works depicted "timeless" naked women set into "timeless" landscapes, the "pure" color now lifted freely into equally pure settings.  

PDF
https://www.academia.edu/15839940/Pierre-Auguste_Renoir_Burjuvan%C4%B1n_Keyfi_Yerinde_Bourgeois_Pleasure




[2] https://quintessentialruminations.wordpress.com/2015/06/12/renoir-escapes-being-executed-by-firing-squad/ 

[3] https://tr.scribd.com/doc/130362261/Luncheon-of-the-Boating-Party-Analysis

Pazar, Eylül 13, 2015

Fahişelikten Seks İşçiliğine: Örgütlenme Deneyimi ve Güncel tartışmalar



Köle emeği ve serf emeği gibi ücretli emek de geçici ve aşağı düzeyde bir biçimdir ve istekli bir el, hazır bir zihin ve sevinçli bir kalple ter akıtan birleşik emek karşısında yok olup gidecektir.
 Karl Marx[1]
Giriş
            Helen Ward’a göre (2006), fahişeliğe yönelik hukuksal düzenleme yapılırken esas alınması gereken, fahişelere örgütleme olanağı tanınıp tanınmayacağı meselesidir. Savunulduğu gibi örgütlenme konusu merkeze alınsa da, bunu öncelemeyen ve fahişeliği farklı bağlamlar içinde değerlendiren yaklaşımlardan yararlanılıp yararlanılamayacağı, bir başka deyişle, bu yönde bir katkı için genel olarak fahişeliğe nasıl bakıldığı sorusu da önem taşımaktadır. Bu konuda Karl Marx’ın yöntemi bize yardımcı olabilir.

            Marx, genel ve belirli soyutlamalarla çalışır ve iç bağlantıları bulmak için biçimleri analiz ederek başlar (Fraser, 2008, s.55-57).[2] Bir konunun (genel bir kategori, genel soyutlama olarak) tarihsel gelişimi incelendiğinde karşılaşılan ortak özellikler, tarihsel evreler arasındaki birliği (sürekliliği) gösterir, ancak belirleyici unsur genel ve ortak özellikler değildir. Örneğin emek sürecinin basit/genel öğeleri, tüm toplumsal gelişim biçimlerinde ortak olmayı sürdürürken, bu sürecin belli tarihsel biçimleri arasındaki farkı ortaya çıkaran belirleyici eleman, verili içeriklerinden ayrı olarak (ve biçim-içerik diyalektiğini ihmal etmeden), toplumsal biçimlerdir (Marx, 2002; Rosdolski, 2012, s.93-95). Tarihsel evreler arasında, sonrakinin öncekini tamamen ortadan kaldırdığı bir dönüşüm ilişkisi değil, eskinin bir ölçüde yeninin içinde yaşamaya devam ettiği bir ilişki bulunmaktadır (Fuchs, 2013).

            Bu çalışmada, Marx’ın bu yaklaşımı genel bir kategori olarak ele alınan “fahişeliğe” uygulanarak, dünyanın en eski mesleği olduğu yaygın biçimde dillendirilen fahişelikten (Sieberg, 2005) seks işçiliğine evrilen tarihsel sürecin ortak ve özgül/ayırıcı özelliklerinin tespitine yönelik bir izlek takip edilecektir. Konunun süreklilik arz eden yönünün “kadın üzerindeki erkek egemenliği”, tarihsel biçimlerine yön veren öğenin ise “üretim biçimi” olduğu öngörüsüyle fahişelik, toplumsal cinsiyet ve ekonomiyle ilişkisi bağlamında incelenecektir. Dolayısıyla bu çalışmada güdülen temel amacın, fahişelikten seks işçiliğine değişen, bir başka deyişle emek  eksenine kayan söylem ve örgütlenmenin dünyadaki ve Türkiye’deki durumuna, örgütlenme düzeyine ve önündeki engellere bakmak olduğu söylenebilir. Bu doğrultuda, söylem değişiminin nasıl gerçekleştiği ve emek eksenli örgütlenmenin karşılaştığı güçlükler ile Türkiye’deki seks işçiliği konusunda faaliyet yürüten örgütlerin talepleri ve örgütlenme deneyimleri anlaşılmaya çalışılacaktır.

            Genellikle fahişeliğin hukuki olarak düzenlenmesi, model/rejim sınıflandırması yapılarak incelenmeye çalışılmakta, tartışmalarda hangi modelin daha etkin olduğu sorusu birincil konuma taşınmaktadır. Bu çalışmada modellerin ve model tartışmasının ayrıntılarına girilmeyecek, aksine bu sınıflandırma çabasının sınırlılıkları üzerine yoğunlaşılacaktır. Türkiye’deki mevzuat ve güncel bir tartışmaya konu olan İsveç Modeli, bu kapsamda, öne çıkan yönleri ve kendisine yöneltilen eleştiriler düzeyinde ele alınacaktır.

            Özetle, çalışmanın iki ekseni bulunmaktadır. Birinci eksende fahişelik, erkek egemenliğinin tarihsel süreklilik arz eden ve kapitalizm koşullarında “meta”laşan bir formu olarak ele alınmaktadır. Bunun için, fahişeliğin kapitalizm öncesi biçimleriyle günümüzdeki biçimi karşılaştırılacak, fahişeliğin sürekliliği sağlayan ve üretim biçiminin temelde bir değişiklik yaratmadığı yönünün kadın üzerindeki erkek egemenliği olduğu savunulacaktır. Fahişelikten seks işçiliğine doğru değişen söylem değişikliğinin belirlediği ikinci eksen, esas olarak örgütlenme meselesiyle ilintilidir. Bu bağlamda, seks işçiliği söyleminin hangi koşullarda geliştiği ve neyi hedeflediği konusuna odaklanılacak; fahişelerin hakları temelinde başlayan hareketin “seks işçiliği” söylemine evrilmesinin arkasında, toplumsal desteği sağlama, bu kapsamda “ittifak” zeminini genişletme çabasının yattığı öne sürülecektir.  
Toplumsal Cinsiyet ve Fahişelik
Bir “İş” Olarak Seks
Fahişeliğin Düzenlenmesi: Modeller
Türkiye’deki Mevzuat
İsveç Modeli Tartışması
Söylem Değişimi ve Sendikalaşma
Sendikalaşmanın Önündeki Olanaklar ve Engeller
Sonuç




Rethinking the Politics of “Sex Work”

Ninotchka Rosca: Colonizing the Body
Nancy Holmstrom: Sex Work and Capitalism
Michael Kimmel et al. : Buying Sex on Company Time 
Harriet Fraad: Sex Work





[1] Uluslar arası Emekçiler Birliği’nin açılış konuşmasından (aktaran Steven Lukes, Marksizm ve Ahlak): “and that, like slave labor, like serf labor, hired labor is but a transitory and inferior form, destined to disappear before associated labor plying its toil with a willing hand, a ready mind, and a joyous heart.”  https://www.marxists.org/archive/marx/works/1864/10/27.htm

[2] Genel soyutlama, somut toplumsal koşullardan soyutlamaya işaret eder ve fenomenler arasında ortak bir unsura odaklanma imkanı verir. Belirli soyutlama genelden özele veya somuta doğru bir harekettir (Fraser, 2008:46).

Salı, Eylül 08, 2015

"Aylan Kurdi" Çizimlerine Bakış




FOTOĞRAF

Aylan Kurdi’nin fotoğrafıyla karşılaşıldığında, gazeteciler arasında yaşanan bildik tartışmanın fitili yeniden ateşlenir. Fotoğraf hiç üzerinde oynanmadan/değişiklik yapılmadan mı kullanılacaktır? Ian Dale, bakmak kolay olmasa da bu fotoğrafın yayımının, neler yaşandığının anlaşılması bakımından gerekli olduğunu düşünür. Nitekim Independent gibi birçok gazete fotoğrafı değiştirmeden, yani çocuğun herhangi bir yerinin netliğiyle oynamadan yayımlar. [1]



Görseller üzerinde sansürün faydasına inanmayan Ian Jack’e göre, Aylan Kurdi’ninki gibi doğal fotoğraflar, bizim dünyaya dair algılarımızı değiştirebilir.[2] Jack, Aylan fotoğrafının iki gazete hariç değiştirilmeden verildiğini, fotoğrafla oynayanların bunu çocuğun baş veya gövdesini bulanıklaştırmak suretiyle gerçekleştirdiğini fakat bunun çok da işe yaramadığını savunur. Net olmayan yerler de sonuçta tahayyül edilebilir. Ona göre asıl önemli olan bu tür sanatsal (estetik) olmayan, doğal görsellerin, bizim dünyaya dair algılarımızı, geçmişte olduğu gibi, değiştirebilme potansiyeli taşımasıdır. Geçmişte, kafası kopan genç erkek fotoğrafları birinci dünya savaşının daha erken bitmesinde nasıl etkili olduysa, bu fotoğraf da belki öyle bir etkiye sahip olacaktır.

Jonathan Freedlan[3], bu fotoğrafı görmekle bildiğimiz bazı şeyleri yeniden öğrendiğimizi, insanın güçsüzlüğünü yeniden keşfettiğimizi yazar. Soyut bir problem, hatta büyük sayılar içeren somut bir problem olarak gözümüzde canlandıramadığımız şeyi, bir “birey” bize sağlayabilir. Bu fotoğraf sayesinde, milyonlarca ölümün bir istatistik, tek bir ölümün bir trajedi olduğunu yeniden gördük. Ama Aylan Kurdi’nin açığa vurduğu yeni bir dehşet değildi. Aylardır Avrupa’ya sığınmaya çalışan umutsuz insanlar denizlerde boğuluyor, içlerinde çocuklar da olan binlerce Suriyeli sivil dört yıldan fazla süredir ölüyordu. Yani bilmediğimizi söyleyemeyiz. Ama her nasılsa, bilgiyi özümsememiz, kalbimize ve beynimize nüfuz etmesine izin vermemiz için o küçük ayakkabılar ve çıplak bacakları görmemiz gerekiyordu. Bu küçük hayat bize mülteci sorununun üstesinden gelmenin yolunu gösterdi. Freedlan’in çözümü, bir arkadaşından gelen öneriye dayanmaktadır. Arkadaşı, kendi dairelerini elli mülteciye kullandırabileceğini söyler, buradan hareketle Freedlan sorunun yerel düzeyde ve çabalarla hiç değilse azaltılabileceğini düşünür.

Aylan Kurdi görselinin neden olduğu üzüntünün bir fırsat yaratacağına inanan/inanmak isteyen Sabrina Hersi Issa, hükümetlerimizin de pay sahibi olduğu trajedilerin kurbanlarına üzülmenin ötesine geçip, hükümetlerden politika değişikliği talep etme noktasına ilerleyebileceğimizi düşünmektedir. Aksi halde üzüntü, duygulu/duyarlı bir rötgenciliğin ötesine geçemez. Şimdiye kadar bu olmamıştır ama bu kez farklıdır ve Aylan Kurdi fotoğrafının yarattığı üzüntü, politika değişikliğine neden olacaktır.[4]

ÇİZİMLER

Aylan Kurdi vakasının farklılığı, insanların fotoğrafı değil de, çok yoğun biçimde, fotoğrafın photoshop gibi tekniklerle oynanmış versiyonunu veya fotoğraftan esinlenerek yapılan çizimleri paylaşmalarıdır. Paul Waldman, bu çizimlerin bazılarının “suçlama ve eyleme geçmeye çağırma”, diğerlerinin “rahatlama” anlamına gelmek üzere iki başlık altında toplanabileceğini ima eder. Aylan’ın bedeninin Birleşmiş Milletler toplantı salonuna taşınması birinciye, çocuğun ruhunun göğe yükselmesini gösteren çizimler ikinciye örnek gösterilebilir. [5]

Dünyanın çeşitli yerlerinde üretilen ve yoğun biçimde paylaşılan çizimleri topluca barındıran web sayfasında, şimdilik doksanın üzerinde olan çizime her gün yenileri de ekleniyor. Bu sayfada, öncelikle aldıkları puana göre listelenen on iki resim bulunuyor, diğer resimlere de ayrıca ulaşılabiliyor.[6] Yukarıda Waldman’in yaptığı ikili ayrımdan farklı olarak, bu en çok puan alan on iki resmi, üç başlık altında da toplayabiliriz. Buna göre;

1) MELEK OLMA VEYA RUHLAR ALEMİNE YÜKSELME: On iki çizimden dördü bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu resimlerde Aylan Kurdi, melek kanatlarıyla göğe yükselmekte veya yükseltilmektedir. Yüksek puan alan on ikinin dışındaki diğer resimlerde de bu kategorinin bolca örneği bulunmaktadır.

2) UYUMA VEYA OYUN OYNAMA: Bu kategorideki resimlerde vurgu, çocukluğa/çocuk olmaya yapılmaktadır. Beş resimde Aylan Kurdi, bir çocuk olarak olması gereken yerde, yani yatağında uyuyor veya sahilde oyun oynuyor olarak gösterilmektedir. Diğer resimler arasında bu kategoriye resimlerin sayısı fazla olup, birinci kategoriyle birlikte büyük çoğunluğu teşkil etmektedir.

3) ELEŞTİREL ÇİZİMLER: İki resimde, çocuğun bedeni, ya Birleşmiş Milletler toplantı salonunda ya da Ortadoğulu liderlerin önünde gösterilerek, eleştirellik “liderlere seslenme/liderleri sorumlu tutma” biçiminde tezahür eder. Bir resimdeyse, denizdeki canlılar çocuğa ağlamakta, suçlama/itham herkese yönelir. Listenin dışındaki resimler bakımından da bu kategorideki resim sayısı görece daha azdır ve baskın karakter, BM, AB, ülke liderleri olmak üzere  “liderlere seslenme”dir. Bunun yanında, insani duyarsızlığı/sorumluluğu dikkat çeken resimler de bulunmaktadır.

Waldman’in ikili ayrımıyla birlikte düşünüldüğünde, ilk iki kategori “rahatlama/avunma”, ikinci kategori de “suçlama/eyleme geçin çağrısı”yla örtüşmektedir. Bu kategorileştirme, başka web sayfalarında yer alan çizimler için de geçerlilik taşımaktadır. Aşağıdaki örnekler, farklı ortamlardan alınmıştır. 






Eleştirel olan çizimlerin ağırlıklı olan liderlere seslenme niteliği, Sabrina Hersi Issa’nın belirttiği politika değişikliği talebini anımsatmakta ve eleştiriyi doğrudan liderlere yöneltmektedir. Ian Jack’in kastettiği estetik olmayan görsel kategorisine girmemekle birlikte, politika değişikliğinde veya dünyaya dair algının değişmesinde bir etkisinin olup olmadığı, böyle bir potansiyel taşıyıp taşımadığı ilerleyen dönemde görülebilecektir.

Çocukluk (uyuma veya oyun oynama) ile melek olmaya işaret eden resimler, “rahatlama” başlığı altında birleştirilebilseler de, göksel olanı dahil etme bakımından ayrılırlar. Birincisindeki, ölümü çocuğa yakıştıramama halinin, bir bakıma eleştirellik içerdiği, uyuması-oynaması gerektiği halde ölmüş olmasının dolaylı bir eleştiri olduğu söylenebilirse de, eleştirinin neye-kime yöneltildiği belirgin değildir. İkinci yani gökseli çağıran kategoriyse, bağlamı dünyeviden alıp ruhlar alemine götürmektedir. Bu kategorideki çizimlerin yaygınlığı ve beğeni toplaması, dinin toplumsal hayattaki yeri bakımından neye işaret etmektedir? Bu konu ayrıca incelenmelidir.

PDF
https://www.academia.edu/15512145/_Aylan_Kurdi_%C3%87izimlerine_Bak%C4%B1%C5%9F