Pazar, Aralık 07, 2014

Bedeni Mıhlayan İktidar Teknolojilerinden “Özgürleştiren” Kontrole: Panopsizm'e Yeniden Bakmak




19. yüzyıl’a gelindiğinde pornografik şiddetin ve kamusal seyrin gözetildiği işkence uygulamaları yerini “daha insani ve evrensel” (Canpolat, 2005, s.128) nitelikte disiplin teknolojilerine bırakmıştır. Dönemin teknolojileri arkasında yatan itici güç “panoptisist” rasyonel ve uygulamalarıdır. 19.yüzyılın henüz başlarında, panoptisist aklın toplumsal nizamı sağlamaya yönelik çabaları,- hayata geçirilememiş olsa da-  “panoptik model” ile vücut bulmuştur. Panoptik model çifte var oluşludur; o, her şeyden önce “çığır açıcı” bir mimari tasarımın ardında yatan, ön görülebilirliği kendine düstur olarak benimsemiş bir kavrayışın yaratımıdır. Ayrıca, tarihsel düzlemde kurgulana gelen sosyo-politik ideolojilerin, epistemolojik çerçevelerin ve toplumsal kontrol ile direnişin ortaya çıkardığı edim bilgisinin bir kümülasyonudur. Kısacası Panoptikon, iktidar mekanizmalarını bünyesinde toplayan şematik modelin ideal formudur” (Foucault, 1977).
Mimari bir tasarımın prototipi olarak Panoptikon, halka şeklinde bir binadan çok daha fazlasıdır;
Merkez[in]de bir kule; bu kulenin halkanın iç cephesine bakan geniş pencereleri vardır; çevre bina hücrelerle bölünmüştür, bunlardan her biri binanın tüm kalınlığını kat etmektedir; bunların, her biri içeri bakan ve kuleninkilere karşı gelen, diğeri de dışarı bakan ve ışığın hücreye girmesine olanak veren ikişer pencereleri vardır. Bu durumda merkezi kuleye tek bir gözetmen ve her bir hücreye tek bir deli, bir hasta, bir mahkûm, bir işçi veya okul çocuğu kapatmak yeterlidir (Foucault, 1992, s.251).
Panoptikon çepeçevre kuşatılmış kapalı devre bir disiplin şebekesini andırmaktadır. Adeta bir kör düğümü çağrıştıran mimarisi, kaçış ya da özgürleşime dönük tüm tahayyülleri ketlemektedir. Öte yanda, Panoptikon’un yaratmış olduğu siniklik duygusu salt kapalı devre tasarımından ileri gelmemektedir. Şöyle ki, Panoptikon’un merkezi kulesi, fallusunu kuşanarak içeridekileri gözetleyen Büyük öteki’nin kadir-i mutlak gözüne ev sahipliği yapmaktadır. Merkezi Göz, dışarıdan bakan göze opak görünen bir ayracın berisinden, içerideki mahkûmların davranışlarını izleyebilmekte, gerek gördüğünde inisiyatif alarak, müdahale edebilmektedir. Fakat camın öbür yakasında yer alan gözetlenenler, üzerlerine çevrilmiş bu gözü göremedikleri gibi, onun ne türden eylemler içinde bulunduğu ya da ne zaman ortaya çıkacağını da bilememektedirler. Bu manada, merkezi göz meçhul olandır, meçhul olansa bilinemeyen, dolayısıyla da, korkulan ve sakınılandır. Ayrıca,
Gözetlenenin izlenip izlenmediğini bilememesinden kaynaklanan belirsizlik, mahkûmu kendi davranışlarını izlemeye sevk edecek, hareketlerini izleniyormuşçasına denetleyerek, orada olduğunu hayal ettiği gözetmenin hiddetini çağırmamak için çaba gösterecektir. Bu sebeptendir ki, mahkûm salt izlendiğini varsaydığı için hizaya gelerek, iktidarın açık ya da örtük kurallarıyla örtüşen davranışlarda bulunacaktır (Simon, 2005, s.5).    
Böylelikle, harici bir düşünce ya da davranış polisinin varlığına gerek duyulmayacak, gözetlenerek nesneleştirilen mahkûmlar kendi polisiye önlemlerini alarak, kendi kendilerinin denetçisi haline gelecektirler. Ayrıca, denetimi bilinçli ya da bilinçsiz şekilde içselleştiren mahkûmlar, zamanla iktidar aparat ve pratiklerinin küçük ötekileri haline gelerek, iktidar ilişkilerinin mikro düzeyde yeniden üretilmesine katkı sunacaktırlar.
Yukarıda özetlenmeye çalışılan panopsisizm ve ona şekil veren panopsist rasyonelin “disiplin” teknolojilerini anlamaya dönük çabaları yadsımak ne mümkün! Fakat kabul etmeli ki, günümüz panoptisizmi bambaşka bir düzlemde cereyan etmekte. Bu yeni işleyişin temel dayanağı Deleuze’ün de ön gördüğü üzere “disiplin” değil, “kontrol” rasyoneli ve bu rasyoneli işlevsel kılan teknolojilerdir. Deleuze’e göre kontrol, bir tür modülasyon sürecini işaretlemektedir. Modülasyon bireyliği sakatlayarak bozan, bireyliği amorf bir oluş haline sokan bir tür eleğe benzemektedir. Bu öylesine bir elektir ki, bireyliği bir uğraktan başka bir uğrağa doğru savurarak, onu şekilden şekle sokabilmektedir. Başını modülasyon stratejilerinin çektiği kontrol mekanizmaları ile disipliner mekanizmaların başatlığı altındaki toplumsal formlar arasında kimi ayrıksılıklar bulunmaktadır. Örneğin disiplin, bedenleri belirli bir değişmezliğe sıkıştırarak, onları ön görülebilen, istifade edilebilen, verim alınabilen “normal” özneler/nesneler haline getirmeyi amaçlar. Kontrol mekanizmalarının şekillendirdiği toplumlarda beden, her zaman bir bitimsizlik içerisinde salınır. Disiplin toplumlarında ise, belirli bir hedefi gerçekleştirmek amacıyla yola koyulan beden’in (öğrenim hayatı, askerlik hizmeti gibi), geride bırakarak savuşturduğu bir safhadan bahsetmek olanaklıdır. Bir diğer farklık ise kod’larda saklıdır. Kontrol toplumlarında önemli olan bireylerin şahsi imzaları ya da numaraları değil, kodlarıdır. Bireyliğin (individuals) yok olarak bölünmüşlüklere (dividuals) tahvil edildiği kontrol toplumlarında kod, şifrenin ta kendisidir. İmza ve numaralar disipline sokulan bedenleri işaretlemek ve tanımlamak için kullanılırken, kodlar bedenlerin dublörlüğüne soyunmakta, yola, bedeni ikame etme iddiasıyla çıkmaktadır. (Deleuze, 1992, s.5). Deleuze’nin kontrol toplumu modelinde kontrol, bireyliği eksik bırakarak, birey olma halini sakatlamaktadır. Bireylik bitimsiz şekilde bölünen, çifte katlanan bir döngüye sürüklenir. Kodların kamusal failliğe soyunduğu kontrol toplumlarında “temsil olmayan temsiller” ve “ben olmayan benlerin” hortladığına tanıklık edilir. İnsani olan ya da insana ait olan “tek seferde” tüketilen öğelermişçesine depolanır. Bedenin “temsili olmayan temsili” artık dijital kodlardan ibarettir. Bedeni temsil eden kodlar, bedenin yalnızca tek seferlik oradalığına ihtiyaç duyar. Dijitalleşen bu klon bedenler, disiplin toplumlarında yürürlüğe konan kapatma pratiklerini de önemsizleştirmektedirler. Artık gözetim ve disiplin teknolojilerinin işletilmesinde bedenin oradalığına ihtiyaç duyulmamaktadır.
Peki, kontrol toplumlarında, bedeni düzenli şekilde güncellenen bir kod havuzunda depolayan bu teknolojilerden ne anlamamız gerekir? Bu teknolojiler esasen, parmak izi, avuç içi damar izi, retina izi ve fizyonomik izler gibi biyolojik verileri okuyan, elektronik ortama aktaran ve manipüle edebilen “parmak izi okuyucular”, “avuç içi damar okuma cihazları”, “retina tarayıcıları” ve “yüz okuma teknolojileri” gibi aparatlardan oluşmaktadır. Yanı sıra, bedenlerin fiziki hareketliliğini denetleyebilen, “boy turnikeler”, “X-ray cihazları”, “bariyer sistemleri”, “CCTV kameralar”, “kızılötesi kameralar”, “giyilebilir teknolojiler” ve “sosyal medya uygulamaları” da aynı teknolojik aparatlara dâhildirler. Tüm bu teknolojik formlar, bedene dair biyolojik verileri geçmiş verilerle karşılaştırmada, bedenleri fişlemede, bedenin gündelik faaliyetlerini takip altına almada, kişisel verilerin güvenilirliğini sınamada, dijital izleri bir araya getirerek anlamlı bir çıkarıma varmada ya da bedenin tüketim davranışlarını ön görmede kilit rol oynamaktadırlar. Bu teknolojilerin devşirdiği ve dijitalleştirdiği kişisel göstergeler, bedenleri artan şekilde ikame etmektedir. Artık her bedenin aynı zamanda bir de klonu bulunmaktadır. Örneğin büyük oranda paranın yerini alan kredi kartları, bir yandan sermayenin çevrimini hızlandırarak ona koltuk değnekliği yapmakta, öte yandan bedenin “temsili olmayan temsili” olarak iş görmektedir. Kredi kartı “ben” olma iddiasını taşıması dolayısıyla “ben”i bana yabancılaştırmakta, “ben”i “ben” olmayana kul ederek, nesneleştirmektedir. Bana ait olan “öz anlatıyı” temelden sarsmakta, “ben”i bana dışsal bir şeye yatırım yapmaya zorlamaktadır. Bedenlerin tüketme motivasyonunu artıran kredi kartları, “ben”i uğruna ağır borçlar ve depresif sarmallara katlanmaya sürükleyen ve bu konuda müsterih olmaya davet eden bir dış ses olarak belirmektedir.
Erhan Özcan
           
Kaynakça
Canpolat, N. (2005). “Bilginin Arkeologu Michel Foucault”, Nurdoğan Rigel vd. (Ed.), “Kadife Karanlık 21.Yüzyılın İletişim Çağını Aydınlatan Kuramcılar içinde”, İstanbul: Su
Deleuze, G. (1992). “ Postscipt on the Control Society”, [Elektronik sürüm]. October, Vol.59, 3-7 
Foucault, M. (1977). “Nietzche, Genealogy, History”, David Bouchard (Ed.), Language, Counter-Memory, Practice: Selected Essays and Interviews by Michel Foucault, New York: Cornell University Press
Foucault, M. (1992). “Hapishanenin Doğuşu”, Ankara: İmge

Simon, B. (2005). “The Return of Panopticism: Supervision, Subjection and the New Surveillance”, [Elektronik sürüm]. Surveillance & Society, Vol.3, No.1, 1-20