Pazar, Ağustos 02, 2015

Leyla ile Neşet ile Leyla


“Leyladan geçme faslındayım,
Mevlayı bulma yollarında” [1]

Leyla ile Neşet’in aşk hikayesi, ozanın “Niye çattın kaşlarını, bilmiyom yar suçlarımı” seslenişine ve Leyla’nın “Çatmadım ki kaşlarımı, biliyorsun suçlarını” cevabına yansıyan bir “suç” ve ayrılık hikayesidir aynı zamanda. Neşet Ertaş o türküde, “ben ölürsem saçlarını yolma gayrı” ve “mezarıma gelme” dese de, eski eş Leyla Ertaş, 74 yaşında hayata gözlerini yuman Türk Halk Müziği sanatçısı Neşet Ertaş’ın mezarını ziyaret eder ve ozan için gözyaşı döker. Basına yansıyan bu haber vesilesiyle[2] Ferda Yıldırım, en çok ozanın uğruna türküler yaktığı Leyla'sını merak etiğini yazar. “Nasıl ağlamasın ki Leyla!” der, “Yazımı kışa çevirdin, bak gözümde yaşa Leylam, viran oldu evim yurdum ne söylesem boşa Leylam diyen adamı kaybetmişti.” Yazının devamında Yıldırım, “Dinlediğinizde beşeri bir aşkı anlatıyor gibi gözükse de içinde daha derin anlamlar barındıran, onun nasıl bir arif olduğunu ortaya koyan 'Zorumuş Meğer' türküsü” nün de en sevdiği Neşet Ertaş türküsü olduğunu belirtir: “'Derde düştüm, dermanımı aradım, derdimin dermanı yarimiş meğer, yari ararken yârden ıradım, yardan ayrı kalmak zorumuş meğer' diye başlar ve sonunda sizi mest eden sözlerle nokta koyar usta türküye. 'Turab olup yare varayım dedim, ayağına yüzüm süreyim dedim, o yârin sırrına ereyim dedi, arifler keşfeder sırımış meğer…'”[3]


Felek

Neşet Ertaş kadere inanmadığını çünkü kaderin teslimiyet olduğunu savunur ama, aynı kader, aynı zamanda bireyin şekillenmesinde birinci dereceden sorumlu etkendir. Beş yaşından on iki yaşında cümbüş çalana kadar, utandığı halde babası çalarken ozanı oynatan kaderdir ve kendi ifadesiyle yapacak bir şey yoktur, çünkü bütün bunların hepsi geçim sağlamak içindir. İlk başlarda Neşet Ertaş’ın hayatına dair kararlar başkaları tarafından alınmış, daha yedi yaşında iken dilenmesi, babası tarafından oynaması istenmiştir. İşte bu bütün olan bitenden sorumlu olan “başkaları”, ozanın şiirlerinde “dediler” sözcüğüyle dile gelmekte, ona bu şekilde işaret edilmektedir (Balkaya, 2013).

“Zalım kader devranını dönderdi
Tuttu bizi İbikli’ye gönderdi
Babam saz çalarken bana zil verdi
Oynadım meydanda köçek dediler

“Zalım kader tebdilimi şaşırttı
Haabe verdi dalımıza deşirtti
Yardım etti Yerköyü’ne göçürttü
Biraz da burada kalın dediler

Kadere inanmadığını söyler Ertaş ancak onu nitelemek üzere “zalım” ifadesini kullanır. Bu aslında Ertaş’ın hayata dair bütün olumsuz okumalarını ifade etmek ve bütüncül bir tutumla tek elde toplamak üzere seçtiği bir art gönderimdir. Ertaş’ın “Biz erkekler olarak insanoğluyuz. İnsan bizim analarımızdır. Onların canı yaratan can, bizim canımız yaratılmıştır. Biz erkekler insanoğluyuz ve insana benzeriz. Onların yüzü suyu hürmetine biz de insanız (Akman 2006’dan aktaran Balkaya)” sözleriyle değerler zincirinin belki en üst sıralarında yer verdiği “anne” bile, “anadır buldun dedilerdenilir ve bulunmuş olur (Balkaya, 2013).

“Yozgat’ın Kırıksoku Köyü’ne vardık
Bize ana yok mu diyerek sorduk
Adı Arzu dediler bir ana bulduk
İşte bu anadır buldun dediler

Bulunan ana çocuklu bir adamla evlenen genç bir kızdır. Birden fazla çocuklu ve kendisinden büyük birini itirazsız almak başka bir mecburiyettir ve bu durumu düzeltme veya karşı çıkma şansı olmadığını düşünen Ertaş da şiiri/türküyü kullanarak sitemini dile getirir (Balkaya, 2013). Sonuç olarak Neşet Ertaş’ta “felek, kader”, gerek onun “dediler“ ifadesinin gerekse “Yazımızı felek yazdı Mevladan değil, Senin dediklerin a dost evladan değil” sözlerinin gösterdiği üzere, insan yapısı bir düzene, insanların yarattığı çevreye ve o çevrenin koşullarına işaret etmektedir. 

Aşk

Aşk bir kadın ihtiyacı değildir” diyen Ertaş, ilk âşık olduğu kızın genç yaşta öldüğünü duyunca çok içlenir ve ona bir türkü yakar (Vay Vay Dünya). Daha sonra röportajlarında belirttiği üzere hiçbir zaman ağlamadan bitiremediği bir türküdür bu (Anzerli ve Fedakar, 2013). Bu türküde “felek”, sevenlere mani olan “babalar”olarak çıkar karşımıza.

Sevdiydik birbirimizi
Açamadık sırrımızı
Babalar haldan anlamaz
Duysa öldürürdü bizi

İnsanoğlu hiç mi idi
Öksüz sevmek suç mu idi
Biz de murada erseydik
Garip olmak suç mu idi”




Leyla

Neşet Ertaş “köylerimizde insanlar birbirleriyle göz göze gelince saatlerce bakışır, ama burada –şehirde- hiç kimse kimsenin yüzüne, gözüne bakmıyordu. Bakıyordum. Hiç birbirinin yüzüne bakan, gözüne bakan hiç kimseyi bulamamıştım. Büyük bir şaşkınlık içindeydim, büyük bir değişiklik içine girmiştim. Büyük bir yalnızlık içine düşmüştüm…” derken şehirdeki yalnızlığını, köydeki ilişkilere/aşklara özlemini dile getirmektedir. Şehir gibi köy de uzaklaşmıştır ondan, arada kalmıştır. Köyde çocuklar, kasketsiz oluşu nedeniyle taşlarlar onu (Balkaya, 2013).

Ankara’da pavyonlarda çalar/söylerken Neşet, gönlünü pavyonda çalışan Leyla’ya kaptırır ve babasının karşı çıkmasına rağmen Leyla ile evlenir. On yıl süren bu evlilik sonunda, üç çocukları olan Neşet ve Leyla yollarını ayırır.
“Leyla, Ankara’da yaşayan, kaşları kara kara, simsiyah saçları herkesin dilinde bir kadındır. Türkücü olmak derdindedir, bağlama çalar, türküler söyler, çevresindekiler severler onu dinlemeyi. O, “parsel parsel eylemişler dünyayı” dedikçe dinleyenlerin içini titretir. Altmışlı yıllarda kaset yapmanın yolu kimi pavyonlarda, lokantalarda sahne almaktan geçer. Leyla da, Ankara’nın bazı pavyonlarında sahneye çıkıp türkü söylemektedir. O pavyonların birinde kara suratlı bir adam da program yapar. Kendine kara suratlı der, çocukluğunda düğüne gittikleri bir köyde, güzel bir kadın seslenmiştir böyle, çok hoşuna gider. Gülüşü gülden güzel Leyla’ya vurulur kara suratlı. İçi içine sığmaz, ardı ardına yaptığı türküler Leyla içindir, ikisi de birbirine tutkundur. Babası itiraz eder, olmaz der. Bize bu gelin uymaz der; Neşet dinlemez. Babasıyla küsüşmeyi göze alıp, Leyla’sına Mecnun olur. Gelin getirir büyük aşkını evine. Leyla, Ertaş olduktan sonra, ünlenir kasetler yapar, türküler söyler. Ancak bir türlü mutlu olamamaktadırlar. Neşet’le on yıla yakın evli kalırlar, ta ki Neşet askere gidip dönene kadar. Askerlik sonrası âşıklar ayrılır.” [4]

Babasının karşı çıktığı zamanlarda Neşet babasına darılmış ve “İki Büyük Nimetim Var” türküsünde annesini ve yârini övüp, babasına biraz da sert bir mesaj vermiştir. Leyla ile ayrılığın ardından Muharrem Ertaş, Neşet’e “Evvelde Tutmadın Neşet Sözümü” bozlağını havalandırır (Anzerli ve Fedakar, 2013). Bu türküde Muharrem Ertaş, “Ata sözü” tutmayıp Leyla ile evlenen Neşet’e “Almasaydın Boluların kızını” şimdi “döver”sin “dizini” der. Ama asıl suçlu olarak  “Aslı bozuk alma dedim evladım” diyerek Leyla’yı gösterir. Leyla’nın sahneye çıkıp şarkı söylemesi de kabul edilemez bir şeydir baba Ertaş’a göre: “Leyla çıkmış konsere takmış pozunu, Bu da bize bir zuldür evladım.” Neşet Ertaş ise babasına cevap olarak “Aslı Bozuk Deme” türküsünü yakar. Babasının sözlerinden en çok, Leyla’yı “aslı bozuk” olarak nitelendiren sözleri etkilemiştir ozanı.

“Aslı Bozuk Deme
Söz- Müzik: Neşet Ertaş
Aşkı kimden aldın sevgiyi kimden
Aslı bozuk deme gel şu insana
Soracak olursan eğer ki benden
Aslı bozuk deme gel şu insana

Yazımızı felek yazdı Mevladan değil
Senin dediklerin a dost evladan değil
Her hata suç bende Leyla'da değil
Aslı bozuk deme gel şu insana

Ulu arıyorsan analar ulu
Sevmişiz gönülden olmuşuz kulu
Analar insandır biz insanoğlu
Aslı bozuk deme gel şu insana

Seni beni kim getirdi cihana
Her oğulu doğurmuştur bir ana
Senin fikrin başka dostluk bahane
Aslı bozuk deme gel şu insana”

Daha sonra yaptığı, Leyla’yı ve ayrılığı konu alan türkülerin çoğunda Neşet, hatanın kendisinde olduğunu kabul etmiş, Leyla’ya toz kondurmamıştır. Bu türkülerden bazıları şunlardır: “Amanın Leyla, Hata Benim, Kendim Ettim Kendim Buldum, Evvelim Sen Oldun Ahirim Sensin” (Anzerli ve Fedakar, 2013)

Amanın Leyla
Söz- Müzik: Neşet Ertaş
Merhamet eyle yarim eyle yarim eyle
Suçum nedir bilmiyom da amanın Leyla...
Ne ise söyle yarim söyle söyle yarim söyle

Hata Benim
Söz- Müzik: Neşet Ertaş
Bilemedim kıymatını kadrini
Hata benim günah benim suç benim
Eliminen içtim derdim zehrini
Hata benim günah benim suç benim

Birgünden bir güne sormadım seni
Körümüş gözlerim görmedim seni
Boşa mecnun eylemişim ben beni
Hata benim günah benim suç benim

Kendim Ettim Kendim Buldum
Söz- Müzik: Neşet Ertaş
Kendim ettim kendim buldum
Gül gibi sarardım soldum eyvah
Bilmez yar halımdan bilmez akan gözyaşlarım silmez
Bir kere yüzüme gülmez eyvah

Evvelim Sen Oldun Ahirim Sensin
Söz- Müzik: Neşet Ertaş
Cahildim dünyanın rengine kandım
Hayale aldandım boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım
Ölürüm sevdiğim zehirim sensin

Veda Şiiri
Söz: Neşet Ertaş
Tükendi ömrümün çoğu gidiyor
Cahil ömrüm geldi geçti yel gibi
Sevdiğim uzaktan seyir ediyor
Beni görüp bakınıyor el gibi

Abdal

Abdallık geleneği, yaratıcı hariç her şeyden vazgeçmeyi, görünüşe (zahir) değil görünüşün ardındaki öze (batın) kıymet vermeyi, gönül kırmamayı, can incitmemeyi ve insan ruhuna zarar verecek her türlü olumsuz duygu, düşünce ve davranışlardan kaçınmayı merkeze alan bir düşünce sistemi ve yaşam biçimi olarak tanımlanmaktadır (Keskin, 2014).

Neşet Ertaş: “Yani vücut ölür, ruh ölmez. Biz bir ruhuz ve bu beden içinde. Bu canlı canın içindeyiz. Herkes kendinden sorumludur… insan doğan yenide insan olarak ölebilseydi, belki de dünyada hayvan kalmazdı. Her ruh, herkes ettiğini çekiyor. Hepimiz eşit birer ruhuz. Karıncadaki de aynı, sendeki, bendeki de aynı. Etrafımızdaki dallarda, gelip geçen kedi de köpek de aynı can, aynı ruh var. Demek istediğim bu canı sen yapmadın. Elmayı, üzümü insan mı yaptı? Biz Allah’ın sofrasındayız. Bu Allah’ın bize ikramıdır. O neyi var neyi yok misafirini memnun etmek için sofrasına kor (Akman 2006’dan aktaran Balkaya).

Mehmet Davut Göksu, “Canlılardan Allah’a nefes alan canlar sayısınca yol vardır” sözünün, sufilerin meşhur bir sözü olduğunu söyler. [5] Tasavvuftan devşirilen bir yol, bir şarkıda, “leyladan geçme faslı” olarak çıkar karşımıza. Cismani olanı, dünyeviyi, nefsi, dolayısıyla aşılması gerekeni simgeleyen Mecnun değil de Leyla olur, bu seçimde. Yani bir kadın. Çünkü Mecnun tarafından yazılmakta ve Mecnunlara seslenmektedir şarkı. Yani erkek tarafından erkeklere bir sesleniş. Erkek bir figürdür Abdal nihayetinde. Ve böyle bir yaşam biçiminde beşeri aşk, ilahi aşka giden yolda bir vesile, bir uğraktır abdal için.

Yaradılanı, Yaradandan ötürü mü sever abdal, yoksa tam aksi, yaradılandan ötürü mü sevilir Yaradan? Leyla ile Neşet’in aşkında ve ayrılığında bir etkisi olmuş mudur, bu “merhaleler” anlayışının? Bu sorular, tasavvuf anlayışının teorik yönünden çok, pratikteki karşılığı ve taşıyıcılarına ilişkin olarak görülmeli. Örneğin Neşet, suçlu/hatalı olduğunu kabul eder, Leyla’nın söylediği gibi biliyordur suçunu: “Birgünden bir güne sormadım seni, Körümüş gözlerim görmedim seni, Boşa mecnun eylemişim ben beni, Hata benim günah benim suç benim” Öyleyse, “Leyladan geçme faslı”nın bir etkisi olmuş mudur bu beşeri hataya? Bir başka açıdan, “abdal” olarak görülen/görülebilecek baba Muharrem Ertaş’ın ve onun temsil ettiği çevrenin sözleri/müdahaleleri nasıl yorumlanmalıdır?

Bir aşkın özel alanına müdahale etmeden, “Leyla ile Neşet aşkı” faslından uzaklaşıp, daha genel bir perspektiften, “abdal” açısından bakmak gerekiyor bu sorulara. Mesela, Leyladan mutlaka geçmek mi gerekiyor bulabilmek için Mevla’yı? İlahi aşk peşinde, aşılması gereken bir uğraksa beşeri aşk, beşeri/beşere hatalar yapmayı meşrulaştırıyor mu? Teoride değilse de, pratikte nasıl işliyor bu anlayış? Neşet Ertaş, Leyla’ya seslendiği “Niye Çattın Kaşlarını” türküsünün devamında, bu ilahi aşkı beşeri aşkın karşısına koymakta ve sanki Leyla’ya “benim bir suçum yok, ben ilahi aşkın peşindeyim” demeye çalışmaktadır. Sonraki türkülerinde bu, hatayı kabullenmeye doğru değişir. Ve Yıldırım’ın daha derin anlamlar içerdiğini söylediği “Yar imiş meğer” türküsü, aslında ilahi-beşeri aşk çatışmasını, bunun beşer açısından ortaya çıkardığı gerilimi/zorluğu mu anlatmaktadır yoksa?  

“Ben yandım aşkın narına
Meyletmem dünya malına
Ben ölürsem mezarıma
Gelme gayrı gelme leyli leyli yar

Bir garibim düştüm dile
Gerçeklerde olmaz hile
Zalimler elinden bile
Alma gayrı alma leyli leyli yar”
Yar imiş meğer

Derde düştüm dermanını aradım
Derdimin dermanı yâr imiş meğer
Yâri aranır iken yardanır adım
Yârdan ayrı kalmak zor imiş meğer.

Turab olup yâre varayım dedim
Ayağına yüzüm süreyim dedim
O yârin sırrına ereyim dedim
Arifler keşfeder sır imiş meğer

Coşkun sel gibiydim yoruldum gayri
Çok bulanık aktım duruldum gayri
Nice güzel gördüm hep ayrı ayrı
Hakikatte gönül bir imiş meğer

Gurbet ellerinde garip olanın
Yârin aşkı ile derde dalanın
Yanılıpta yârdan ayrı kalanın
Her günü her anı zor imiş meğer

Neşet Ertaş, kaşlarını çattın ama ben ne yaptım bilmiyorum derken belki gerçekten de anlam veremiyor ve bilmiyordur. Leyla Ertaş cevabında, kaşlarını çatmadığını, Neşet’in kendi hatasını bildiğini söylemekte, ama o hatanın ne olduğuna değinmemektedir. Türküde bunları söylemesi beklenmese de, acaba gerçek yaşamda dile getirmiş midir, yoksa “bilmen gerekir”e dayalı bir inançla, sözsüz iletişimin gücüne mi güvenmiştir? Bunları bilmek mümkün değil. Cevabın önemi de yok sorulanlar bakımından. Kendi bağlamımızdan içine girdiğimiz, kendi çerçevemizden okuduğumuz bu öyküde, sorular - Neşet ile Leyla öyküsü üzerinden kendimize sorduklarımız- belki çok daha önemli.

PDF
https://www.academia.edu/14571284/Leyla_ile_Ne%C5%9Fet_ile_Leyla


KAYNAKÇA
Cihan ANZERLİ – Mustafa Kemal FEDAKÂR, YAŞAM DENEYİMİNDEN SANATSAL KURGUYA: NEŞET ERTAŞ TÜRKÜLERİ VE HİKÂYELERİ, 2013

Yrd. Doç. Dr. Adem BALKAYA, NEŞET ERTAŞ’TA HAYATIN BİLGİSİ, Sempozyum Bildirisi, 2013, Kırşehir

Ahmet KESKİN, GELENEKSEL ABDAL MÜZİĞİNİN TEMSİLİ VE NEŞET ERTAŞ, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 7 Sayı: 34, 2014

Leyla Ertaş





[1] Buselik Makamına şarkısından (Mazhar-Fuat-Özkan)
                                                                                                                          
[5] http://www.milligazete.com.tr/haber/Modern_insana_binlerce_yil_oncesinden_gelen_cevap_Tasavvuf/231328