“Battal
çalışmaz, çay içer, kesme şeker yer. Onu besleyen, soğukta donup ölmesin diye
ısıtan; çayı, şekeri ve kömürü üretenlerdir. Battal ise, günümüzün dervişidir, ajitasyon
yapmaz, sorunla karşılaşınca kaçar. Değişmesi
gereken maneviyattan uzaklaşmış bireydir. Bu dönüşüm sayesinde, kadraj
dışındaki de değişir belki. Ne üretenden yana olup “bozuk düzen”den dem vurur,
ne de zora/baskıya direnir. Ve yağmur çiseler Serez’in esnaf çarşısında.
Bedreddin bir ağaca asılıdır, bir bakırcı dükkanının karşısında.”
İnanç
ve Kültür: Kosmos
Halil
Çelik
şeker
de yiyemeyenlere …
Giriş
Özellikle 2000’li yıllar sinemada, “din ve/veya
inanç” teması rüzgarının estiği bir dönem olarak
nitelendirilmektedir (Yorulmaz, 2012:19). Bu dönemde, gerek Dünya
gerekse Türkiye Sineması’nda, dini temalı filmlerin sayısında
önemli derecede artış olduğu, Türkiye bakımından, sinemada
dinin ele alınış biçiminde de değişiklikler yaşandığı,
“dışlanmış” ve “daraltılmış (halk dindarlığının
yozlaşmış karakteri olarak)” din adamı tiplemesinin, 2000’li
yıllardan sonra “kabullenilmiş” din adamı tiplemesine doğru
değiştiği öne sürülmektedir (Yenen, 2011:113-118).[1]
Mistik temaların dikkat çektiği “Yumurta,
Süt, Bal Üçlemesi”ne
ilişkin Semih Kaplanoğlu, bir söyleşide kendisine yöneltilen
"Üçlemede din referans olarak nasıl bir yer tutuyor"
sorusu üzerine, dine sadece tek tanrılı din algısı ile
bakmadığını ve daha geniş bir alandan beslendiğini belirterek,
maneviyatın olmadığı bir sanatın biraz eksik kaldığını
düşündüğünü söylerken; Reha Erdem, dini inanç anlamında
kullandığını, içinde maneviyatı barındırmamak anlamında
inançsızlığın insanı insanlıktan uzaklaştıran bir şey
olduğunu ve inançsız insanın film yapmasının da çok zor
olduğunu ifade eder. Yönetmen’e göre Kosmos filmi bir inanç,
daha doğrusu bir inançsızlığa ağlama filmidir.[2]
Bir görüşe göre, Erdem’in “inanç” teması ile
ilişkilenmesi Kosmos
(2010) filmine özgü değildir, Yönetmen bütün filmlerinde “inanç
ve aşk”ı anlatmaktadır. Hayat
Var’ın
hikâyesindeki aşksızlık, Kosmos’ta
aşk olarak anlatılmaktadır (Kütükçüoğlu, 2012:14-19).
Muhafazakar ya da “İslami/İslamcı” bir çerçeveden
filme yöneltilen eleştiriler de, Erdem’in sözünü ettiği
“inanç/inançsızlık” konusuna odaklanmakta, meseleye din, daha
doğrusu İslam üzerinden bakmakta, Kosmos tiplemesinin
dervişliği/dini İslam ölçü alınarak sorgulanmaktadır.[3]
Reha Erdem, filmin, inançsızlığa ağıt olduğunu
söylerken, Gülengül Altıntaş, yönetmenin kültür nedir
sorusunun peşinde olduğunu belirtmektedir. Aslında filmin ana
temasının, her iki düşünceyi de kapsayacak biçimde, “inanma
ve kültür ilişkisi” olduğunu savunmak daha doğru
görünmektedir. İnanma meselesi, yerli ve yabancı ayrımı
üzerinden, Doğu ve Batı kültürleri ekseninde sunulmaktadır.
İnanma ile bağı kuvvetli olan, içinde Şamanik öğeler de
barındıran gelenekselleşmiş bir din anlayışını yaşamlarına
katan yerliler Doğu’yu; şifacılık yerine modern tıbba güvenen,
şehre görevli olarak gönderilen yabancılar ise Batı’yı temsil
eder. Ana karakter (Battal/Kosmos) vasıtasıyla, hem kültürlerarası
karşıtlığın görülmesi sağlanır hem de her iki kültüre,
farklı düzeylerde de olsa, eleştiri getirilir.
Bu çalışmada, Kosmos filminde ana temanın
“inanç ve kültür ilişkisi” olduğu, bu ilişkinin Doğu-Batı
kültürleri ekseninde kurulduğu savunulmaya çalışılacak, bu
bakış açısıyla filmin neyi ve nasıl söylediği anlaşılmaya
çalışılacaktır. Nasıl sorusu yönetmenin sinema diline işaret
eder ve Reha Erdem’in sinema dilindeki ortak özelliklerin, Kosmos
filmi için de geçerli olduğu düşünülmektedir. Öncelikle
bu ortak özellikler üzerinde durulacak, bu özelliklerden en
önemlisi olan “montaj sineması”na ayrıca değinilecektir.
1.Reha
Erdem Sineması ve Kosmos
Gülengül
Altıntaş’a göre Reha Erdem’in filmleri, “insana dair uzun
süreli bir sorgulamanın tutarlı ve birbiriyle konuşan parçaları”
olarak okunabilir (Altıntaş, 2009’dan aktaran Karabağ,
2012:243). Kanbur’a göre filmlerin tümünde öne çıkan tema,
“birey ve toplum arasındaki ilişki”dir (Yürümez, 2010:59).
Erdem, filmlerinin ortak özelligini; “kendi filmi” olması,
kendi yaşamındaki, o anki yaş ve durumundaki dertler/meselelerden
etkilenmesi ve filmlerde ortak temalar olsa da, ortaklık kurulacaksa
esas olanın filmlerin ritimleri ve ritmi veren kurguları olarak
açıklamaktadır (Çelebi, 2009:104).
Sinema dili
bakımından Reha Erdem filmleri; göstermekten çok, duyumsatmaya,
iç dünyaya yönelik (Erçetingöz, 2009:41), bir nevi psikolojik
filmlerdir (Çağlar Öztürk, 2007:250). Yönetmenin sinema dili
bakımından öne çıkan özelliklerin şunlar olduğu söylenebilir:
1) Kurgu:
Reha Erdem filmlerinin,
hikayelerden çok montaja dayalı bir anlatı olduğu söylenebilir.
Sinemanın hikaye anlatma sanatı olmadığını ve montaj sinemasına
inandığını söyleyen Reha Erdem, filmlerinin gerçekmiş gibi
algılanması için çaba sarfetmediğini, filmlerinde cevabı
vermektense soru sormayı tercih ettiğini belirtmektedir. Yönetmene
göre, sinema yapmak için felsefe okumak, sanatla ilgilenmek
gerekmektedir (Boydak, 2006:143).
2)
Zaman:
Yönetmen
filmlerinde belli bir zaman dilimini vermemekte, gündelik olan
yerine “her zamana ait” olan şeyleri kullanmaya çalışmaktadır
(Boydak, 2006:200). Erdem bunu, zaman dışılık değil de
filmin kendi zamanının olması olarak yorumlar: “Sadece
filme ait bir zamandan bahsediyorum. 1962 de olabilir 2067 de
olabilir. Filmin figürleri, filmin mekânları, filmin tarihi
anlattığım. O tarih yalnızca filmde var. Bunun nedeni de, ben
sinemada yapay olanı, yani yaratılmış olanı seviyorum. Bence
sinemanın düşmanı realizm, natüralizm denilen şeydir.(…)
Gerçek olan, ama gerçekçilikle kendi kurduğu anlamıyla var
olabilen bir sinemanın peşindeyim ve böyle filmleri seviyorum.
Tarihler de dolayısıyla gündelik değil. Gündelik olmamasına
çalışıyorum. Bu bazen kıyafetten mekân seçimine dek
zorluyor.”[4]
3) Ses ve Müzik:
Yönetmen, film
içerisindeki bazı sahnelerde kurgusal geçişleri ses ile
sağlamakta, farklı olan iki sahne arasında bağlantı kurulmakta,
bu geçişlerde kullanılan ses göstergeleri gelecek olan sahnenin
anlamına katkı sağlamaktadır (Çelebi, 2009:183). Yani Erdem
sinemasında müzik ve ses bir anlam yaratma ve süreklilik unsuru
olarak kullanılmaktadır. Ayrıca Reha Erdem’in müzik seçimi,
film için üretilmeyen, varolan müzikler arasından filmin ruhuna
en uygun olanların seçimi ve montaj yoluyla filme yerleştirilmesi
şeklinde gerçekleşmektedir (Erçetingöz, 2009:47). Bir diğer
husus da ses ve müziğin diegetic/non-diegetic
kullanımıdır. Filmde bir çekimde duyduğumuz sesler sonraki
çekimde devam eder ya da bir sonraki çekime ait sesleri
görüntülerden önce duyarız. Bir sahnede diegetic olan müzik,
takip eden çekimde film müziğine dönüşerek non-diegetic olur
veya bunun tersi biçimde non-diegetic olarak başlayan müzik
sonraki sahnede diegetic müzik olur (Karabağ, 2012:247-248).
4) Oyuncu:
Reha Erdem’in oyuncuya plastik
bir malzeme olarak yaklaştığı söylenebilir. Olaylardan çok
durumların ön planda olduğu filmlerinde Erdem, tarafsız bir bakış
açısı yaratmak, bütünün görünebilmesini sağlamak amacıyla
karakterlerden çok figürleri kullanır. Figürler eylemsel bir
tutarlılıktan çok imgesel bir karşılığı olan, kalıp
tiplerdir. Figürlerin oluşması oyuncunun saçından, duruşuna dek
tüm görsel özelliklerine yönetmenin müdahalesi sonucu
gerçekleşmektedir. Bu anlamda oyuncunun salt varlığı, duruşu,
yürüyüşü, bakışı, sahne içindeki konumlanışı anlam
yaratan bir unsur olarak değerlendirilir (Erçetingöz, 2009:46).
5) İmge:
Reha Erdem, filmlerini yaparken
çok fazla şu neyi sembolize ediyor, bu neyi sembolize ediyor diye
düşünmeyi sevmediğini belirtse de (Boydak, 2006:135), sinema
dilinin, imgelerin kullanıldığı sembolik bir dil olduğu da
söylenebilir. Yönetmenin bir durum olarak saptadığı gerçekliği
izleyiciye aktarırken kullandığı şiirsel bir ifade biçimi olan
imgeler, duyular alanına girmeyen, somut gerçekligin içinde tespit
edilemeyen bir gerçekliği duyular alanına sokmakta ve yönetmen
olguları imgeler aracılığıyla ifade etmektedir (Erçetingöz,
2009:89). Örneğin Erdem’in, Hayat Var filminde, diyalogların
değil görüntünün ve sesin imge yaratma gücüne yaslandığı
söylenebilir (Karabağ, 2012:244).
Bunun yanında, Reha
Erdem’in iki filminin (Korkuyorum Anne, Beş Vakit) Brecht estetiği
açısından incelendiği bir çalışmada (Çağlar Öztürk,
2007:209-220), filmlerin Brechtiyen özellikler taşıdığı,
yabancılaştırma öğeleri içerdiği savunulmaktadır.
Kosmos filmi, Erdem
sinemasının yukarıda sayılan ortak özellikleriyle uyumludur.
Yani; görüntü ve sesin imge yaratma gücünden yararlanılır,
kurguya dayalı bir anlatıdır ve belirli bir zaman dilimi verilmez.
yoluyla anlam . Montaj sinemasıKosmos’ta ana karakter Battal’ın
sözleri, söylevleri ve iç içe geçen birden çok olayın
kullanılması; yönetmenin diğer filmleriyle diyalog ve hikaye
anlatma bakımından bir farklılık yaratmaktan ziyade, söz ve
olayın da kurgunun bir bileşeni olarak ve ancak o ölçüde
kullanıldığına işaret eder.
2.Montaj
Sineması ve Propaganda
Kurgu tekniği,
genelde biçimsel açıdan sinemanın temel malzemesi olarak kabul
edilen görüntünün düzenlenmesidir. Özelde ise yönetmenin
gerçekleştirmek istediği amacı, anlatmak istediği sorunsalı ele
alış şeklidir. Kurguyu sinemada ilk uygulayan Edwin S.Porter ve
David W.Griffith (koşut/paralel kurgu), geliştiren ve yaratıcı
anlamda kurguyu uygulayanlar da Rus yönetmenlerdir denilebilir.
Kurguyu özel bir sanat biçimi olarak geliştirenler Sergei
M.Eisenstein, Vsevolod Pudovkin, Lev Kuleshov ve diğer Rus
yönetmenlerdir (Macit, 2007:3-9).
Eisenstein montajın
“çatışma (conflict)
olduğunu söyler (Eisenstein, 1957:37). Çatışma, her sanat eseri
ve biçiminin varoluşu için temel ilkedir (Eisenstein, 1949:2).
Eisenstein, resimle gösterilen iki öğenin birleştirilmesi ile
resimle gösterilemeyen soyut kavramların görüntülerine
ulaşabileceğini ortaya koymuştur. Bazın, çarpıcı kurguyu,
şöyle tanımlamıştır: “Bir görüntünün anlamının, mutlaka
aynı olaya bağlı olması gerekmeyen, başka bir görüntü ile
yaklaştırılarak pekiştirilmesidir” (Bazın 1966’dan aktaran
Macit, 2007:10-12). Eisenstein ise, çarpıcı kurguyu; “kısa-yakın”
çekimlerin izleyicilerde şok etkisi yaratacak biçimde kurgulanması
olarak tanımlamış ve bu kurguya “Strike”
(Grev–1924) filminin “yakalanarak öldürülen işçileri”
gösteren çekimlerine karşıt konan, “mezbahada boğazlanan
öküzler” çekimini örnek vermiştir. Böylece işçiler
mezbahadaki öküzler gibi boğazlandılar metaforu yaratılmak
istenilmiştir. Dolayısıyla çarpıcı kurguda amaç, izleyicinin
anlığına, çağrışımcı görüntüler gönderip tepki
oluşturmaktır (Eisenstein 1985’den aktaran Macit, 2007:11-12).
Bu
kapsamda, Kosmos filminde, araya giren kesimhanede bekleyen
hayvanların gözlerine ait görüntüler hem ifadeyi güçlendirmekte
hem de acı çeken insanlarla, “kurban” imgesi arasında bağlantı
kurulmakta, yazgının ortaklığı düşüncesine kapı
aralanmaktadır. Reha Erdem, insanların bazı durumlarının en iyi,
onları hayvanlarla karşı karşıya getirince, örneğin karşılıklı
eğitimi ya da insanın hayvana cefa çektirmesini göstererek
anlatılabildiğini ifade eder.[5]
Eisenstein için
montaj, aktif bir politik enstrüman olmuştur (Reid, 2005:61).
Sovyet montaj sinemasıyla ilgili birçok çalışmanın, onun
estetik ve teknik yönlerine odaklandığını, aslında montaj
sinemasının estetikten çok bir retorik olduğunu savunan Russell
(2009:229-233), montaj sinemasına “propaganda” açısından
yaklaşır. Sovyet yönetmenler (Eisenstein vd.), farklı yöntemlerle
olsa da, politik propaganda amacıyla sinemayı kullanmışlardır.
Ancak Russell propagandayı, montaj veya Sovyet montaj sinemasına
özgülemez, klasik sinema (Hollywood) da propagandadan azade
değildir. Aralarındaki fark, propaganda çeşidinden/tipinden
kaynaklanır: Entegrasyon (Integration) propagandası ve Ajitasyon
(Agitation) propagandası. Montaj sineması, ajitasyon tipi
propaganda; klasik Hollywood sineması (özellikle ABD sineması),
entegrasyon tipi propaganda için örnek teşkil eder. Entegrasyon,
toplumsal gövdenin/bütünün istikrarını amaçlar, birleştirici
ve güçlendirici rol oynar/oynama hedefi güder. İzleyiciyi pasif,
kabul eden ve mücadele etmeyen bir özne haline getirmeye çabalar.
Bu yüzden, hükümetlerin çok tercih ettiği bir enstrüman olur.
Ajitasyon ise; izleyiciyi önemli değişikliklerle sonuçlanabilecek
bazı amaçlar için harekete geçirmeye girişir.
Reha Erdem’in
Kosmos filmi bu bağlamda, entegrasyon ve ajitasyon arasında, nerede
durmaktadır? Filmin genel bir değerlendirmesi yapılırken bu
sorunun da dikkate alınması gerekmektedir.
3.
Kosmos’ta İnanç ve Kültür
Herşeyden
önce, Reha Erdem’ göre film, karşısında
rahatça uzanılabilecek, istenilen kapısından girilip, istenilen
kapısından çıkılacak bir masal evi gibidir ve anlaşılmaz
değildir. Çünkü anlaşılacak hiçbir gizli anlamı yoktur,
herşey açık ve ortada ve her şey olduğu ve göründüğü
kadardır.[6]
[7]
Bu
açıklama, filmin, simgesel düzeyinin olmadığı, metaforlara yer
verilmediği anlamına gelmemekte ve filmin semboller aracılığı
ile kurulan anlam katmanlarının araştırılmasını
engellememektedir.
Filmde ilk dikkat çekici ayrım, isimler konusunda
ortaya çıkar. Filmde adı olan ve olmayan figürlerin olması ve
ismi olanların azlığı, bu konuya eğilmeyi gerekli kılar. Ana
figür, Mavi Atkılı Genç Kadın’ın kendini Neptün olarak
adlandırması üzerine “Kosmos” ismini kendine yakıştırır,
ancak diğer sahnelerde adının Battal olduğunu söylemeye devam
eder. Mavi Atkılı Genç Kadın’ın ismini (Neptün)
varsayma/takma isim olarak alırsak, resmi kayıtlara göre isim
anlamında gerçek ismi olan/verilen ikinci figür Neptün’ün
kesimhanede çalışan babası Yahya’dır. Diğer figürler ise öne
çıkan özelliklerine göre bir betimleme olarak kalırlar: Astımlı
Terzi, Koltuk Değnekli Kadın, Sürgün Öğretmen vb.
Yahya, vaftizci Yahya’yı çağrştırırcasına,
Battal’ın “hikmet”ine (elinde söndürülen sigaranın yanık
izinin hiç olmamışcasına kaybolması) tanıklık eder[8].
Battal ismi, hem cesur, kahraman, büyük hem de işe yaramaz,
hantal, işsiz güçsüz anlamına gelmekte, renginin de mavi olduğu
söylenmektedir.[9]
Neptün ise bir gezegendir ve atmosferinin
üst katmanlarında bulunan metan, gezegene mavi görüntüsünü
vermektedir. Eski
Yunan mitolojisindeki denizlerin ve depremlerin tanrısı Poseidon,
Roma mitolojisinde Neptün olarak adlandırılır (Berens, 2007).
Filme ve ana figüre (Battal’a) ismini veren
Yunanlıların evreni ifade etmekte kullandıkları Kosmos sözcüğü;
dizmek, düzenlemek, hazırlamak, ama özellikle savaşta birliklerin
düzenlenmesi, bir hükümet/rejimin kurulması anlamına gelen
kosmeo fiilinden türetilmiştir.
Yunanlılar için kosmosun ilk anlamı sadece düzen değil, yüksek
dinsel saygınlık, onur, yücelik, devlet düzeni, süsleme
anlamlarını da içerir. Günümüzde ise sözcük, bilinen ve
yerleşilen dünya, yaşadığımız evren olarak da
kullanılmaktadır; ancak evrenin bir kosmos olduğu ana düşüncesine
Anaximandros, Anaksimenes gibi doğa filozoflarında da rastlanır.
Pythagoras’a göre de evren, bir kosmostur; çünkü matemetiksel
bir “harmonia”sı uyumu vardır (Estin ve Laporte, 1987:112).
Düzen
ve uyumu simgeleyen, Neptün karşısında Kosmos olan Battal; göreli
ve görünürde bir denge ve uyuma sahip olan bir sınır kentine
gelir, evrensel düzen ve uyum karşısındaki uyumsuzluğun
gösterilmesinin vesilesi olur. Sınır kentinde, hem sınırın
ötesindekiler hem de sınırın aynı tarafındakiler arasında
karşıtlıklıklar/farklılıklar vardır. Erdem’e göre;
ötekilerin varlığına işaret eden sınır başlıbaşına bir
tehdittir ve Kosmos
böyle iki boyuta inmiş bir yere, o kuru dünyaya bir üçüncü
boyut, bir umut olarak gelir. İnsan, üçüncü boyutunu maneviyatla
oluşturmaktadır.[10]
3.1.Kar ve Ay
İlk çekimde,
karanlık bir gökyüzü ile birlikte yağan karı görürüz. Sonra
gökyüzü açılmış, bembeyaz, karlı bir manzara kalmıştır
geriye. Sanki filmin sonraki bir bölümünde dendiği gibi: “Pisliği
kar götürür, su temizler.” Öncesinde kötü bir şeyler olmuş,
ama geçmiştir. Gelen kişinin gideceği yeri, kardan ayrılıp
(aşağıdan yukarıya kamera hareketiyle) şehre bakan kamera
göstermektedir. Çerçeveye giren nehir, sonra gerçekleşecek
olanın uzamını bildirir. Yönetmen, filmde daha sonra
izleyeceğimiz Battal’ın parasının alınması çekiminde benzer
bir örneğini göreceğimiz şekilde, sonra gerçekleşecek olanı
şimdide odaklandığı görüntüyle önceden haber vermektedir.
Film, açılıştakine benzer bir sahneyle biter. Geliş, gidişe
dönmüştür.
Ay, film boyunca
altı kez görünür. Aydınlık bir ay, film içinde gölgeli,
karanlık bir aya döner. Finalde ise yeniden aydınlık bir ay ile
karşılaşırız. Kamera, bir süre peşinden hareketsizce Kosmos’u
izler ve ardından ağır bir pan hareketiyle gökyüzüne, dolunaya
çevrilir. Bir süre görünen dolunay, birden küçülür (Kabadayı
ve Çağlıyan, 2013:175), kos ile mos arasında parlak bir nokta,
bir yıldız olur.
Kosmos filminin
gerisinde Hermes miti ve ondan türemiş bir kültürel mitolojik
alanın durduğunu savunan bir yoruma (Güçbilmez, 2013:6) göre;
Kosmos, filmin sonunda tıpkı geldiği gibi ağlaya ağlaya
giderken, rüzgârda savrulan siyah paltosu, karlı ovada
uzaklaştıkça çırpınan bir kuş gibi görünmekte, bakanları
Hızır’ın kuşa dönüştüğüne inandırmakta, filmi kapatan
son kamera hamlesi ile adeta Hızır/Kosmos göğe, yıldızların
katına yükselmektedir. Kosmos bu kasabaya ağlayarak, karlara bata
çıka ürkütücü bir kar fırtınasının içinden geçerek
gelecek ve sanki hiç gelmemiş gibi aynı biçimde gidecektir. Genel
olarak “aynı olanın sosnsuz dönüşü”nü işaret eden “bengi
dönüş (eternal
recurrence)” kavramı
üzerinden yaklaşıldığında (Kabadayı ve Çağlıyan, 2013:176)
ise bu kaçış, aynı olanın dönüşü olarak görülmekte,
filmdeki tüm karakterlerin aynı olanın dönüşünden başka bir
yaşamı yaşayamayacakları değerlendirmesi yapılmakta ve
kaçış, Kosmos’u anlamlandıramayan “geleneksel olan tarafından
suçlanma” nedenine bağlanmaktadır.
Pisliği
götüren kar gibi beyaz olan ay imgesi de dikkate alınmalıdır.
Ay, tıpkı ezan gibi, İslam’a işaret eder. Işığın kaynağı
olmayan ay, karanlık çöktüğünde bir umut ışığıdır ve
kaynağı, yani ışığın sahibini hatırlatandır. Ayrıca,
geleneksel olan onu anlamlandırmakta yetersiz kalmış olsa da,
Kosmos’un kaçmasına neden olan geleneksel olan değil yabancı
olan/modern tarafından yöneltilen suçlamadır.
3.2.Figürler ve
Olaylar
Yönetmen,
öykülerini anlatacağı karakterleri yavaş yavaş, dağınık
biçimde ve önceden tanıştırır bizimle. Filmde, karakterler ve
öyküleri anlatılmaz. Figürler, simgeye dönüşmüş
soyutlamalardır. Bağlam ve anlam ile kurulan
ilişkileri/bağlantıları ölçüsünde yer alırlar.
Kardan gelen adamın
isminin, bir diyalog vesilesiyle, Battal olduğunu öğreniriz. Henüz
bizim gözümüzde Battal olmadan, sonra kendisine Neptün adını
verecek olan Mavi Atkılı Genç Kadın ile karşılaşır. Boğulup
nehirde sürüklenen çocuğun cansız bedenine can verir. Bu olayın,
can verenin güç kaybetmesine ve acı çekmesine yol açtığı,
figürün yerde yatan görüntüsü ve görüntüye eklenen müzik
eşliğinde verilir. Müzik devam ederken “hayvan gözü” ve
“saat” imgeleri devreye girer.
Zaman,
ölçülen bir şey olarak saat imgesiyle gösterilir ve filmde,
belirli bir zaman/dönem vermekten kaçınılır. Saat çoğunlukla
teklemekte, bazen de akmaktadır. Şehrin meydanındaki saatin
olduğu yerde takılı kalması, Kosmos’un beraberinde taşıdığı
zamanın, bitmeyen ve zamanın devinimine izin vermeyen “şimdiki
an”ı işaret etmesine göndermedir. Zaman devinebilmek için
“önce” ve “sonra”lara ihtiyaç duymaktadır. Kosmos’un
beraberinde getirdiği o an, -yani çocuğun kurtarılışı- aslında
bir şeyin başlangıcı değildir, muhtemelen daha önce de yaşanmış
bir şeyin tekrarı, yinelenmesidir (Kabadayı ve Çağlıyan,
2013:173). Tekleyen saat imgesine yönelik soruya Reha Erdem şu
yanıtı verir: “Kosmos’un
hangi zamanda geçtiği belli değil ancak bugün olmaması için bir
neden de yok. Kosmos o kasabada ne kadar kaldı, bununla da
ilgilenmiyoruz ya da anlamıyoruz çünkü gün gün akmıyor hiçbir
şey. Duran saatlere gelince, işte mucizevi durumlar olabiliyor
çekimlerde. Film de Kosmos’a yardım ediyor. Her zaman teklemiyor
o saatler, bazen de akıyor.”[11]
3.2.1.Hayvanlar
ve Sesler
Hayvanların kendi
hikayeleri vardır. Kesimhanede bekleyen hayvanların yakın çekim
göz görüntüleri başka görüntülerin arasında verilir. Böylece
acı çeken insanlarla, “kurban” imgesi arasında bağ kurulur.
Battal’ın “İnsanların
da, hayvanların da başlarına gelen şey aynıdır. Topraktan gelip
toprağa giderler.”
sözlerini destekler biçimde, komutanın baldızı yalnız yürürken
tek başına, Battal polis tarafından kovalanırken, sürü halinde
kaçışmalarına dair görüntüleri girer araya hayvanların.
Benzer biçimde, ağaç dallarına tünemiş kuşlar, çalıştırılan
atlar bir önceki çekimle ilişkili olarak verilir. Anıt heykeldeki
at, kişneme sesi ile birlikte detay çekim olarak girer çerçeveye.
Kaderleri insanların elinde olan hayvanların yanında,
evcilleşmemiş hayvanlar da vardır. İnsanlar gibi boğuşurlar,
düşen uyduyu izlerler uzaktan. Boğuşma görüntüsü, insanların
kavga ettikleri sahneden sonra verilerek anlam güçlendirilir.
Hayvanların hikayeleri ile insanlarınkinin ortak olduğu teması,
kurgu ile sağlanır.
Sesler, kimi zaman
mevcut görüntünün üzerine eklenerek kendisinden sonraki çekime
geçişi sağlarken, bazen de görüntüye eşlik eden ifadeyi
güçlendirici öğeler olarak kullanılır. Hayvan sesleri ve film
müziği yanında, görüntülere eşlik eden bir de “top ve silah”
sesleri vardır. Bu sesler, çerçeve dışına, komutanın telefon
konuşmasından öğrendiğimiz kadarıyla, devam eden tatbikata
işaret eder. Erken bir zamanda tanışılan “elektronik” ses,
çok sonra, kendisine eşlik eden görüntüyle birlikte verilir ve
düşen uydu/roket parçası ile bağlantı kurulur.
Ayrıca, hayvan
görüntüleri ve seslerine eşlik eden kadraj dışı “militer bir
ses kuşağı” ile, nerede ve kime karşı yürütüldüğü filmde
belirsiz bırakılan ama seyircinin zihninde belirgin olan, kör
alanda bırakılmış bir savaşın, hayvanların öldürülmesinde,
yani mezbahada görünür kılındığı (Güçbilmez, 2013:8) yorumu
da yapılmaktadır.
3.2.2.Yerliler
Yerel/yerli
figürlerin, kahveci dahil olmak üzere, Battal’a inandıkları,
hikmetinden sual etmedikleri görülür. Yabancı değil, tanrı
misafiridir Battal. Öğretmenle konuşurken, Battal da tanrı
misafiri olduğunu kabul eder. Yabancılardan şüphelenen “sınır
açılmasın” taraftarının gözünde Battal ilk başta yabancı
iken, kendisiyle yapılan konuşma sonunda, tanrı misafirine
dönüşür. Tanrı misafiri, kendinden kabul etmektir ve
yabancılıktan farklıdır.
Battal’ın sözleri
de, kerametleri de yabancı değildir aslında yerel/yerli halka.
Şamanik öğeler, yaşadıkları din içinde, geleneksel/yerel
inançlarında bulunduğundan olağandışı/olağanüstü görülse
de, “garip” karşılanmaz. Battal’ın nehirden cansız
çıkardığı çocuğu canlandırdığını duyarlar ve inanırlar.
Battal’ın elinde söndürülen sigara izinin geçmesini de bizzat
görmeleri gerekmez. Bir kişi görür, gören kişinin söylediğine
inanılır. Aşinalık, inanmaya hazır olmayı beraberinde getirir.
Hırsızlık olayları duyulduğunda, bunun kondurulmadığı,
kendisinden şüphe edilmeyen kişi, Battal’dır.
Yerliler inançsız
değildir. Boş olarak görüntülenen cami bununla bir tezat
oluşurur gibi görülebilir. Ezan sonrası çerçeveye giren caminin
boşluğu, yaşayan din anlayışına bağlı olarak dinsel
pratik/ritüellere gösterilen ilgi yokluğu olarak yorumlanacağı
gibi, yönetmenin göstermek istediğini kalabalıklar içinde riske
etmemesi olarak da anlaşılabilir.
Hikayeler
veya olaylar, birbiriyle içi içe geçerek, üst üste binerek
serimlenir. Araba üzerindeki tabut ile başlayan, bir cinayet
öyküsüdür. Dört kardeşten en küçük olanı, kardeşlerince,
karısına “uyarak” babalarını öldürmekle suçlanmaktadır.
Küçük kardeş ise, Battal’a, karısıyla babasını birbirlerine
dokunurken gördüğünü ve babasının ölmesini istediğini
söyler.
Tabut, cinayetin
çözülmesinin ölünün defnedilmesinden önemli hale geldiği bir
dünyada, sürekli gezer durur film boyunca. Güçbilmez (2013:9)
filmin, her şeyden çok “daha iyi ölmeyi” öğretiyor
olabileceğini söyler. Buna göre; insan kendini yekpare geniş bir
anın içindeki bir zerre olarak hissettiğinde, özgüvenli merkezî
pozisyonundan kurtulduğunda, anın kalıcılığına tutunup kendi
geçiciliğinin telaşından sıyrıldığında sadece daha iyi
ölmeyecek, daha iyi de yaşayacaktır belki.
Sınır açılsın
kampanyasına imza veren, babasını öldürmekle suçlanan küçük
kardeşin kaçmasına, para vermek suretiyle Battal yardım eder.
Ancak kaçsa da yakalanır. Kardeşlerden biri, o değil ben öldürdüm
dese de, yabancının (asker) dikkate almadığı görülür. Vicdan
azabı da inançtandır. Ama itiraf, konunun muhatabı olmayan
merciinin önünde dile getirilmiştir. Yerlinin yatkın olduğuna,
yabancı ilgisizdir. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasında etkin
olabilen, biçimsel adaletin gölgesinde kalır.
Ninesinin
anlatımıyla, annesi doğumda ölen, babası gurbete giden ve bu
yüzden konuşmayan/huysuzlaşan çocuğu, köprüde dururken görürüz
iki kez. Bu görüntü, astımlı terzinin oğlunun sözleriyle
açıklığa kavuşur. Nine’nin inandığı gibi değildir gerçek.
Çocuk, bir kediyi köprüden atarak ölümüne sebep olmuştur. Bu
olayın getirdiği vicdan azabı ile kafasında hayali bir mahkeme
yaratmış, kendini yargılayarak suçlu bulmuş ve cezalandırmıştır.
Cezası, bir işaret gelene kadar konuşmamaktır. Düşen uydunun
gökyüzündeki yıldız kaymasına benzeyen görüntüsünün işaret
olduğuna inanır ve dili çözülür. Bu olayda Battal’ın bir
kerameti olmasa da, nine olduğuna inanır. Çocuk, uyduyu görmeye
götürülürken (Battal tarafından) hastalanır ve ölür. Battal’ı
suçlayan, “sensin değil mi çocuğumu hasta eden” diyen
hastalık üzerine gurbetten dönen babadır. Çocuk ölür, cenazeye
giden Battal, çocuğun arkadaşları tarafından taşlanır.
Sürekli öksüren
görüntüsüyle astımlı terzi Battal’ın verdiği şifa ile
iyileşir. Battal’ın kapısında şifa arayanlar kuyruğu oluşur.
Hepsinin derdine derman olamayacağından olsa gerek, şifa
vermediklerine şifa niyetine para verir Battal.
Neptün ile
Battal’ın aralarında, oyuna benzer bir ilişki vardır; kimi
zaman kaçar Battal’dan Neptün, kimi zaman onu arar. Karşılıklı
olarak hayvan sesine benzer sesler çıkarırlar. Kemik,
birbirlerinin varlığına delalet eden işarettir. Biraraya
geldikleri son sahnede, Battal kuş gibi hafiflemiş duvarlarda
gezinirken Neptün’ün de ayakları yerden kesilir.
Babası Yahya,
oğlunun kurtarılışından itibaren Battal’a en çok yardım eden
ve inanan figürdür. Battal’ın kızı Neptün için söylediği
sevgi/övgü sözlerinden sonra yine de Battal’a yardım etmeyi
sürdürmüştür. Neptün ve babası Yahya, filmin sonunda da,
Battal’ın kaçışına yardım ederler. Yahya ve Neptün’ün,
fikir beyanı içeren tek diyalogları/konuşmaları, mezbahaya gelen
hayvanların ne hissettikleri üzerinedir. Yahya, öleceklerini
bildiklerini ve bundan dolayı da sevinç duyduklarını söyler.
3.2.3.Yabancılar
Yabancılar, hem
yerlilerden farklı hem de yerlilere mesafelidirler. Upuzun ve büyük
bir masanın ayrı taraflarında dururlar. Komutanın odasına giren
oğlu, karısı ve baldızından, sadece baldızla göz göze gelir
Battal. Baldız’ın hikayesi, diğerlerinin arasına karışır.
Koltuk değneği ile yürüyen baldız, acıyı uyuşturan ilaç
kullanır. Kendi başına gitmeye kalktığında, askerler eşliğinde
ablası tarafından alınır, götürülür. İlaç alımı/kullanımı
önlenmeye çalışılır. Battal, ilaç almasına yardım eder.
Ancak onun karşısında/gözünde şifacı değildir. Hatta
hırsızdır. Para vermiş, ilaç aldırmış, Battal ise o ilaçları
çöpe atmıştır. Yüzünü Allah’a dön der Battal. Şifa
vermeye çalışırken gelen askerler, eylemi farklı algılarlar ve
kaçan Battal’ın peşine düşerler.
Sürgüne
gönderildiğini düşünen yirmi yıllık öğretmenin öyküsü
istasyonda başlar. Kendini “yaban”a gelmiş hisseden bir
yabancıdır. Açım der, ama istasyon görevlisinin artık yemeğini
istemez, meyve ile yetinir. Radyoda dinlediği müzik de, kendisi
gibi yabancıdır geldiği yere. Karşılaşma, gece vakti köpeklerin
onu sıkıştırması ve Battal’ın onu kurtarması sayesinde olur.
Poşetini taşır, baş ağrısını gidermeye çalışır. Çıplak
olarak birbirlerine sarılmaları görüntüsü ile, aralarında
cinsel bir ilişkinin geçtiği anlatılır. Sonra, Battal tarafından
ayartılmaktan utanç duyan öğretmen olur. Hayvanla insanın farkı
ahlaktadır ona göre ve utanç ahlaktandır. Bu diyalog sırasında
yönetmen, utanma duygusunu, öğretmenin yüzünü göstermeyen
çekimlerle güçlendirir. Battal’ın “her şeyin kendine ait bir
yeri var” sözleri ile başlayan yerçekimine dair diyalogda da,
Battal’ın ağaca tırmanışı görüntüsü kullanılarak, sözel
ile görsel olan arasında bağ kurulur, söze güç katılır.
Baldız gibi
öğretmen karşısında da Battal, şifacı değildir. Onların
dünyasında şifa, ilaçtan/tıptan beklenir. Baldız da, öğretmen
de, Doğu karşısında Batı’yı, yerli karşısında yabancıyı
ve bir anlamda inançsızlığı temsil eder ve bu kültürün acı
çeken insanları olarak resmedilirler. Öğretmen dayanamayıp
intihar eder. İntiharı, öğretmenin balkonda görülmesi,
Battal’ın onu görmesi ve öğretmenden kalan ayakkabı
çekimleriyle verir yönetmen.
Meydandaki atlı
heykel/anıt, filmde sıklıkla gördüğümüz bir imgedir.
Meydanda, anıtın çevresinde; polisleri, askerleri, sınır
açılmasın kampanyası yürütenleri, küçük kardeş ve
ağabeyleri arasındaki mücadeleyi görürüz. Anıt ve meydanın,
yabancıyı, “zor”u simgelediği düşünülebilir.
Sınırın açılması
tartışmasının iki tarafı bulunmaktadır. Sınırın açılması
taraftarları, alışveriş, para ve zenginleşme; karşı olanlar
ise yozlaşma, uyumun bozulması ve suç artışı argümanlarını
ileri sürerler. Sınırın açılması kampanyasına, astımlı
terzi ve suçlanan küçük kardeş imza verir. Yerli halk, herşeyin
para olmaması ve geçmişte yaşananlara vurgu yaparken; Battal,
kötülüğün engellenemeyeceğini, eğer bulutlar yağmur yüklüyse
bunun zamanı gelince yağış olarak düşmesinin önüne
geçilemeyeceğini söyler.
Battal’ın
yabancılığı farklıdır. Hem tanrı misafiridir o, kabul
görendir; hem de yakın olsa da kabul gördüğü yere, bir ölçüde
de yabancı olan, ay gibi kökeni, kaynağı işaret edendir.
3.3.Sözler:
Battal
Sözler, daha çok
Battal’ın ağzından dökülür. Battal; insanın hayvana bir
üstünlüğünün olmaması, çalışmanın insanı düşürdüğü
durum ve kader üzerine konuşur. Kerametleri olan figür, hastalanan
çocuk araba ile hastaneye götürülürken, onlardan önce varmıştır
hastaneye.
İnsanla
hayvanın yazgıları ortak ve insanın hayvana bir üstünlüğü
yoktur. Yazgı bakımından insanların da birbirine üstünlüğü
yoktur. Her canlı ölümlüdür ve ölüm sadece canlılar arasında
değil, canlıların nitelikleri arasında da ayrım gözetmez.
Cömert olan da olmayan da, yani iyi de kötü de aynı yazgıyı,
aynı biçimde paylaşır.
Emek, sonuç
odaklıdır ve insanda geleceğe dair beklenti yaratır. Bu da kedere
yol açar. Olacak olan olacaktır, kaçınılamaz ve engellenemez.
İnsanın hayvana üstünlüğü olmadığı gibi, doğaya karşı da
üstünlüğü yoktur. Geleceği düzenleme, belirleme çabası
akamete uğrar. Düşen yapay uydu, demir yığınından ibarettir.
Enes Özdil (Battal
karakterini canlandıran oyuncu)’in söylediği gibi, aşk ne yerde
ne gökte, arada, yerçekiminin olmadığı bir yerde, ölüm ile
yaşam arasında bir yerdedir. Aşk hastasıyım diyen Battal,
kadınları sever, cinsel ilişkiye girer, ama aşk hakkında
konuşmaz.
Battal’ın
sözleri kutsal kitaplardan (Kur’an, İncil ve Tevrat) ve
kendisinin “dirim kurgu şairi” olduğunu söyleyen Ahmet
Güntan’dan alıntılar içerir.[12]
İnanç ve din, belirli ve mevcut bir din ile sabitlenmez,
evrenselleştirilmeye çalışılır. Bu bağlamda, Kosmos figürünün,
gerçek anlamda metafizik olandan/tasavvuftan beslenen, ehli hikmet
bir derviş tipi olarak ortaya konmadığı, “hayvani yanımıza
dönüş” olarak sunulanı fetişleştiren bir kosmos karakterinin
ortaya çıktığı öne sürülmektedir.[13]
Erdem’e göre,
Kosmos, çalışmak istemeyen, aşk istiyorum diyen, biriktirmeyen,
parçaları toplasa da tutmayan, biraz dağınık basit bir insan
fakat ideal, özenilecek bir insan figürüdür. Erdem, Kosmos’un
örnek bir mesih olmadığını ve filmin de “dini bir önerme”
olarak görülmemesi gerektiğini vurgular. Kosmos’un önerdikleri
değil ama varlığı bir umuttur.
Film, montaj
sineması ve propaganda ilişkisi bakımından, ajitasyon tipi
propagandanın özelliklerini taşımamaktadır. Çünkü insanları,
izleyiciyi, değiştirmeye değil, değişmeye sevk etmekteye
çalışmaktadır. İnsan ve doğa arasındaki bozulan uyum/dengenin
kültürel olduğunu savunmak ve bunu maneviyat eksikliği ile
ilişkilendirmek bakımından, entegrasyon tipi mesaj vermeye daha
yakın durduğu söylenebilir.
Güçbilmez
(2007:259)’e göre ise; reform rüzgarlarının estiği, modern
toplumdan postmodern topluma geçişlerin yaşandığı, yeni
yükselen değerlerin ortaya çıkmasıyla geleneksel değerlerden
kopulduğu günümüz toplumsal yapısı içinde, sisteme eleştirel
bakmanın en iyi yolu Brechtiyen estetiktir ve Reha Erdem gibi mevcut
yapıdan hoşnut olmayan kimi yönetmenler, sisteme eleştirel
bakmak, asıl sorunun sistemden kaynaklandığını göstermek ve
kendilerini ifade etmek için filmlerinde Brechtiyen bir yaklaşım
sergilemişlerdir. Dolayısıyla bu yönetmenler; çektikleri
filmlerle toplumsal bir eleştiri yapmış, seyirciye zihinsel bir
yolculuk yaptırtarak, düşünmeye teşvik etmiş, sarsmış ve asıl
sorunun sistem kaynaklı olduğunu göstermeye çalışmışlardır.
Bahsi geçen
yönetmenler ve filmlerin aynı zamanda bir “eleştiri” olduğu
muhakkaktır. Ancak, “yapı ve sistem” olarak neyin görüldüğünün,
hangi bileşenlerin nasıl bir bakış açısıyla eleştirildiğinin
hem Brecht’in yabancılaştırma anlayışı hem de entegrasyon ve
ajitasyon propagandası ayrımları bakımından daha önemli olduğu
düşünülmektedir.
Sonuç
Filmin ana
temasının, “inanma ve kültür ilişkisi” olduğu söylenebilir.
İnanç, yerli/yabancı ayrımı üzerinden ve Doğu ve Batı
kültürleri ekseninde sunulmaktadır. İnançlı olan yerliler
Doğu’yu; inançsız olan ve şehre görevli olarak gönderilen
yabancılar ise Batı’yı temsil eder. Doğu ve Batı, geleneksel
ile modern, maddiyatçı ile maneviyatçı, bilim ile sezgi/inanç
yani iki kültür ayrımını çizen, netleştiren, gösteren ise
Battal karakteridir. Filmde Battal karakterinin varlığı öncelikle
bu ayrımın ortaya çıkmasına, görülmesine hizmet etmektedir.
Filme, Battal
karakterinin dinsel açıdan uygun olup olmadığı noktasından
yapılan eleştiriler, yani Battal’ın, ortodoks/pozitif din
yaklaşımının derviş/ermiş tipine uymayan özellikler taşıması,
davranışlar sergilemesi, inanma meselesinde, başka bir ayrımın
daha olduğunu, bunun da, pozitif ile tasavvufi din anlayışı
olduğunu gösterir. Ancak Battal karakteri, tasavvufi din
yaklaşımıyla da tam anlamıyla uyumlu olan bir portre
çizmememektedir. Yönetmen’in, “bir üçüncü boyuta/imkana
işaret etmek” olarak nitelendirdiği husus, tam da bu noktada
ortaya çıkmakta, Doğu’ya yakın olsa da tam olarak onunla da
örtüşmeyen Battal, Doğu’daki “inancı” da eleştirmektedir.
Sınırların
açılması tartışması, yerli ve yabancı ayrımının ötesinde,
ama onunla ilişkili olan dost ve düşman ayrımını da filme
dahil eder. Film, bu ayrım üzerinden, dost ve düşman ayrımını
ortaya çıkaran ulus devlet ve Batı kültürünün, yerli ve
yabancı ayrımının da asıl sorumlusu olduğunu ima etmektedir.
Filmin Doğu’ya yönelik eleştirisi de inanç temellidir. Doğu,
Batı kültürünün etkisi/dayatılmasıyla, inancın temel/asli
yönlerinden uzaklaşmış, iki kültür arasında kalmıştır.
Filmin
söylediklerinin tartışılması, bu yazının sınırlarını aşan
derinliktedir ve ayrıca tartışılması gerekmektedir.
Battal
çalışmaz, çay içer, kesme şeker yer. Onu besleyen, soğukta
donup ölmesin diye ısıtan; çayı, şekeri ve kömürü
üretenlerdir. Battal ise, günümüzün dervişidir, ajitasyon
yapmaz, sorunla karşılaşınca kaçar. Değişmesi gereken
maneviyattan uzaklaşmış bireydir. Bu dönüşüm sayesinde, kadraj
dışındaki de değişir belki. Ne üretenden yana olup “bozuk
düzen”den[14] dem vurur, ne
de zora/baskıya direnir. Ve yağmur çiseler Serez’in esnaf
çarşısında. Bedreddin bir ağaca asılıdır, bir bakırcı
dükkanının karşısında.[15]
“Ölüme
eşlik etmek öğretti bize, ölümün sesi olmadığını… Bir
parçayız, bir ada değiliz biz… Demiyoruz, kültürel olarak Doğu
tümüyle Doğu’dur, Batı tümüyle Batı… Bu kavşakta,
eleştiriden yardım almak için bağırıyoruz… Büyüyemez kimse
sekterlik içinde…. “[16]
Kaynakça
Berens,
E.M. (2007). Myths and Legends of Ancient Greece and Rome,
Maynard,Merrill &Co., New York.
Boydak,
S. (2006). Türk Sineması’nda Bağımsız Film Yapım Süreci ve
Reha Erdem, Marmara Üniversitesi, yüksek lisans tezi.
Çelebi,
T. (2009). Reha Erdem Sineması’na Göstergebilim Açısından
Bakış: Beş Vakit Filminin Göstergebilimsel Bağlamda İncelenmesi,
Selçuk Üniversitesi, yüksek lisans tezi.
Eisenstein,
S. (1957). “The Cinematographic Principle and the Ideogram,"
Film Form, New York, Harcourt, Brace, 1949. Reprinted in
paperback by Meridian Books.
Eisenstein,
S. (1949). A Dialectic Approach to Film Form, Essay from “Film
Form”, New York.
Erçetingöz,
A. (2009). Çağdaş Türk Sineması’nda Varoluş Olgusu: Reha
Erdem Sineması’nın Anlamı ve Estetiği, Ege Üniversitesi,
yüksek lisans tezi.
Erdem,
M. (1995). Hristiyanlıktaki Vaftiz Anlayışı Üzerine Bir
Araştırma, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 34 Sayı: 1.
Estin
C., Laporte H. (1987). Yunan ve Roma Mitolojisi, Musa Eran (Çev.)
Tübitak Yayınları, 8.Basım, Nisan 2003
Güçbilmez,
B. (2013). Kosmos’da
Ân Dramaturgisi ve Hayv-ân Oluş, Ve
Sinema , der: Gül Yaşartürk, İstanbul, Doruk Yayıncılık, ss.
51-65.
Kabadayı,
L. ve Çağlıyan, Ç.E. (2013). Felsefeden Sinemaya: “Bengi Dönüş”
Kavramının Kosmos Filmi’nde Anlam Yaratımı Açısından
Kullanımı, Akdeniz İletişim Dergisi, Sayı 20.
Karabağ,
Ç. (2012). “Yaralar İçinde Ancak Umutlu Bir Hayat Var”, Seçil
Büker & S. Ruken Öztürk (Der.), Sinemada
Hayat Var Oğuz Onaran İçin...
içinde (s. 243-254), Ankara: De Ki.
Macit,
K. (2007). Sinemada Kurgu ve Görüntü Estetiği, Erciyes
Üniversitesi, yüksek lisans tezi.
Çağlar
Öztürk, A. (2007). Brecht Estetiği ve Türk Sinemasındaki
Örnekleri, Marmara Üniversitesi, doktora tezi.
Reid,
M. (2005). Cinema, Poetry, Pedagogy: Montage as Metaphor, English
Teaching: Practice and Critique May,
Volume 4, Number 1.
Russell,
M. (2009). Soviet Montage Cinema as Propaganda and Political
Rhetoric, The University of Edinburgh, doktora tezi.
Yenen,
İ. (2011). Toplumsal Tezahürler Bağlamında Türk Sinemasında
Din, Dindarlık ve Din Adamı Olgusu, doktora tezi, Ankara.
Yorulmaz,
B. (2012). Dünya Sinemasında Manevi Değerlere Saygı: Hollywood,
İran ve Türk Sineması Örneği, First International Conference On
Humanities “The Spiritual Quest In Humanities”, Arnavutluk.
Yürümez,
S. (2010). Toplumsal Cinsiyet Kalıplarının Reha Erdem Sinemasında
Kadın ve Erkek Karakterlere Yansımaları: Korkuyorum Anne ve Hayat
Var Filmlerinin Analizi, Beykent Üniversitesi, yüksek lisans tezi,
İstanbul.
[1]
Yorulmaz’a
göre bu süreçte, AKP’nin iktidara gelmesi de etkili olmuştur:
“2002 yılında AK Partinin iktidara gelmesi ve demokratikleşme
çalışmalarına hız verilmesiyle 28 Şubat şokunu üzerinden
atan milli sinemacılar hem yeni filmler yapmaya hem de söylemlerini
yumuşatmaya başlamışlardır.” (s.20)
Erişim tarihi: 27.12.2014:14.34
Tuğba Tekerek’in Reha Erdem
röportajı, 2010
http://www.taraf.com.tr/yazilar/tugba-tekerek/reha-erdem-kosmos-takir-tukur-dunyada-bir/10839/
Erişim tarihi: 28.12.2014:18.30
Erişim tarihi: 29.12.2014:13.15
[5]
Ceyda
Aşar’ın Reha Erdem ile yaptığı röportaj
http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=991725
Erişim
tarihi: 29.12.2014:22.24
Erişim
tarihi: 24.12.2014:21.14
[7]
http://www.bianet.org/bianet/siyaset/153167-reha-erdem-jin-den-sonra-konusmak-zorunda-kaldim
Erişim tarihi: 29.12.2014:22.34
[8]
“Vaftiz
konu edildiğinde akla gelen ilk isim Hz. Yahya'dır. Hz .Yahya,
Yahudilik, HıristiyanIık ve İslam'da peygamber olarak kabul
edilen Hz. Zekeriya'nın oğlu ve Hz. İsa'nın çağdaşıdır.
Hıristiyan inancına göre vaftizi uygulayan ve "Vaftizci
Yahya" adıyla meşhur bir peygamberdir. Mevcut İnciller
ve Hıristiyan ilahiyatçılar, Hz. Yahya'nın insanları
günahlarından temizlenmeleri amacıyla vaftiz ettiğini kabul
etmektedir. Nitekim Hz. Yahya' nın çağdaşı olan Hz. İsa'da
vaftiz edilmek üzere onun yanına gitmiş ve vaftiz olmuştur.
Ancak, İsa'nın vaftiz edilmesi olayı, sonradan, gerek İncil
yazarları, gerek Pavlus ve gerekse bazı Kilise Babaları
tarafından değişik şekillerde yorumlanmış, ileride Hz. İsa'ya
atfedilecek insanüstü özelliklerin temeli, hatta ilanı olarak
değerlendirilmiştir. Hıristiyanlara göre Hz. Yahya'nın yaptığı
vaftiz, Hz. İsa'yı keşfeden, ona giden yolu hazırlayan bir
vaftiz olarak görülmüştür.” (Erdem, 1995, s.136-138)
[9]
http://www.ismininanlaminedirx.com/battal-isminin-anlami-nedir-500/
TDK
sözlüğünde; büyük ve işe yaramaz anlamındadır.
Erişim
tarihi: 29.12.2014:22.21
[10]
http://www.taraf.com.tr/yazilar/tugba-tekerek/reha-erdem-kosmos-takir-tukur-dunyada-bir/10839/
Erişim tarihi: : 28.12.2014:18.30
Erişim
tarihi: 29.12.2014:22.46
[12]
http://sinanyeniceli.blogcu.com/halk-tatile-gitti-ahmet-guntan/5528850
Erişim
tarihi: 29.12.2014:23.22
[13]
http://arsiv.tsa.org.tr/uploads/documents/kosmos_ya_da__her_sey_yarim__228/hayalperdesi_16_18_23.pdf
Erişim tarihi: 29.12.2014:23.20