“Bir
otobüse biniyoruz, sahiden biniyor muyuz
Söyle, nerde “Göğe bakma durakları”, nerde”
Söyle, nerde “Göğe bakma durakları”, nerde”
Edip
Cansever[1]
Turgut Uyar’ın da (1927-1985)
içinde yer aldığı İkinci Yeni; toplumcu-gerçekçi şairler tarafından (1950’li yıllarda)
“Demokrat Parti iktidarının baskıcı ortamında ortaya çıkmış bir kaçış şiiri”
olmakla eleştirilen bir harekettir (Kul, 2012; Caner, 2006). Attilâ İlhan,
“korkak olmakla” itham ettiği Uyar için, ölümünün (1985) ardından, tarihini kaybetmiş/halkından
kopmuş, soyut ecnebiliklerle uğraşan bir alkolik olduğunu yazar.
İçinde
Göğe Bakma Durağı şiirinin de
bulunduğu Dünyanın En Güzel Arabistanı
(1959) başlıklı şiir kitabının ikinci baskısının yapılması yirmi yıldan fazla süren
Turgut Uyar öldüğünde, Ferit Edgü’nün deyişiyle toprağa verilen “yaşayan dört
beş büyük ozandan biri” olmasına rağmen, insanların ilgisini çekmeyen bir
cenaze töreniyle uğurlanır: “[B]ir avuç
yazar-çizer, birkaç eş-dost, belki iki-üç okuru, ola ki iki de garson ve meyhaneci
vardı mezar başında” (Caner, 2006).
Yıllar sonra, Taksim Meydanı’na çıkan yollardaki duvarlarda en çok
tercih edilen şair Turgut Uyar olmuş ve Gezi Parkı protestolarında duvarları/yolları
Göğe Bakalım dizesi süslemiştir.[2] “İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım” diyen
Uyar’ın dizeleri, “Göğe Bakma Durağı” olup Gezi’de vücut bulur ve “bir haziran
uygulayacak/kimse bölemeyecek ve kalbimiz/hızla gelişecek” dizeleri Gezi’nin
özeti olarak kabul edilir.[3] [4] Artık Uyar, şiirlerinin her biri birer “direniş” örneği olan ve sanki direnişe
seneler öncesinden selam veren bir şair olarak tasvir edilmekte ve “Gezi’nin
şairi” olarak anılmaktadır.[5]
Aslında, bu yazının da konusunu oluşturan Göğe Bakma Durağı şiiri hakkında yapılan
incelemeler, yukarıdaki “kaçış” ve “direniş” karşıtlığını yansıtmaz. Bu sefer,
“kaçış”ın karşısına, “direniş” değil, “çıkış” gelir. Uyar şiirlerine yönelik
genel değerlendirmeyle paralel olan “kaçış” yaklaşımına göre şiirde; kentten, insanlardan
ve moderniteden (hatta uygarlıktan) kaçarak doğaya, kadına, aşka (cinselliğe) ve
içkiye sığınan birey tasvir edilmektedir. Bunun karşısında, şiirin dünyevileşmeye
karşı maneviyata yönelme/maneviyatı hatırlatma/öne çıkarma olarak yorumlandığı
“çıkış” iddiası yer almaktadır.
Dünyanın En Güzel Arabistanı
İkinci
Yeni şiirinde merkezî bir konuma yerleştirilen
“birey”in çoğunlukla kentli oluşunun/kent yaşantısı içinde verilişinin, hareketin
doğduğu dönemle ilgili olduğu düşünülmektedir. 1950’li yıllar, Türkiye’de bireyin
yaşam biçiminde, “değer” algısında ve tercihlerinde ortaya çıkan dönüşümlerin
özellikle büyük kentlerde kendini göstermeye başladığı bir dönemdir (Kul, 2012).
Dolayısıyla İkinci Yeni şiirinin de,
yalnızca Garip akımına ve toplumcu-gerçekçi
şiire değil, aynı zamanda modernitenin birey üzerindeki olumsuz etkilerine,
kentleşmeye ve Demokrat Parti’nin baskıcı uygulamalarına bir tepki olarak
ortaya çıktığı savunulmaktadır (Caner, 2006).
Turgut Uyar da, şiirdeki değişimin bu
süreçle ilişkisini, kendi yaşantısı üzerinden şöyle örneklendirir: “Ben kendi adıma, bir subay olarak Terme’den
Ankara’ya geldiğimde büyük bir sarsıntı geçirdim, bir hesaplaşmaya girme
gereğini duydum. Öbür arkadaşlar da aynı sarsıntıyı yaşamış olmalılar ki şiir
değişti ve değiştiği ortama yerleşti.” (Kul, 2012). Böylece, şairin
sivil hayata geçişten bir yıl sonra yayımladığı Dünyanın En Güzel Arabistanı
(1959) ile başlayan ikinci dönem şiirlerinde merkeze, kente alışamayan
uyumsuz bireyin hayatı girer (Yılmaz, 2011).
Daha önceki kitaplarında özellikle Garip akımının etkisi görülen şair, Dünyanın En Güzel Arabistanı ile birlikte İkinci Yeni hareketinin genel özelliklerine uygun olarak anlamın
geriye itildiği, söz sanatlarının bol kullanıldığı bir şiir anlayışına yönelir.
Bir değerlendirmeye göre bu kitaptaki şiirlerde öne çıkan iki mesele; dinin,
geleneksel ahlâkın ve bunları yeniden üreten kurumların birey üzerindeki
baskısı ve kentleşmenin, büyük kent yaşamının ve modern uygarlığın ürettiği şok
yaşantısı ve rahatsızlıktır (Caner, 2006). Diğer
birçok yorumda da “kaçılan şey/yer” olarak “kent/kentleşme” olgusu üzerinde
durulmakta ve “yapaylık”tan kaçan/kaçmak isteyen bireyin “doğal” olana sığındığı/özlem
duyduğu ifade edilmektedir. Bu tezdeki “doğal” olan, bir yoruma göre “köy
yaşamı”, diğer bir yorumdaysa şairin kurduğu/ütopik bir alemdir.
“Köy yaşamı” yorumuna göre, kentleşmenin
ve modern yaşam standartlarının baskısı/yapaylaştırması altındaki
bireyin huzursuzluklarını ve bunaltılarını şiirlerinde yansıtan Turgut Uyar, kent yaşamını
değersizleştirirken
köy yaşamını
ve doğayı
yüceltir (Kanter, 2011). Diğer yorumda, kent yaşamını eğreti,
örtük, sevimsiz çehresiyle insanı yutan, boğan, “rahatlığın demir kafesi”
olarak gösteren şair, doğallığın kaybolduğu şehir karmaşasında insan olarak
kalabilmenin zorluğuna karşı, kendini umuda taşıyan, gerçekliği yıkan ve ona
yeni anlamlar yüklemeyi deneyen ütopik alemler kurmayı seçer. Adını Dünyanın
En Güzel Arabistanı ya da Geyikli Gece koyduğu bu ütopik alemlerde şair,
aşkı ve umudu, yeniden, el değmemiş doğada ve yabanıl tarihinde yakalamaya
çalışmaktadır (Arslan, 2012).
Bu
“ütopik alemler”, büyük şehrin kalabalığında kendi köşesine çekilmiş, kendini
rahatsız eden durumları sessizce eleştiren, reddeden bir insanın yine kendi
âlemine, zihninde yarattığı dünyasına sığınışı olarak da yorumlanmaktadır. Zira
kişilik olarak militan bir ruha sahip olmayan Turgut Uyar’ın şiiri de hiçbir
zaman kışkırtıcı bir direnişe kaymamış, kentle karşılaştıktan sonraki
eleştirilerinde de daima pasif bir direniş sergilemiştir. Şiirinin iskeletini
söylem açısından tamamen değiştirmesine rağmen şair, ikinci dönem şiirlerinde
de aktif bir isyana yönelmemiştir (Yılmaz, 2011). Dolayısıyla “kaçış”a, toplumsal gerçeklerden
kaçma olarak bakılabileceği ve sığınılan yerin/şeyin “cinsellik ve alkol”
olduğu söylenmektedir. Fakat bu yorumda da şiirdeki “cinsellik”, topluma ve değerlerine
bir başkaldırı niteliğine büründürülmekte; böylece kaçış ve direniş arasında
bir denge tutturulmaya çalışılmaktadır.[6]
Özetle, Dünyanın En Güzel Arabistanı,
genel ifadelerle, kentten/kentleşmeden/moderniteden/uygarlığın “yapaylığı”ndan
doğaya/köye/ütopik aleme/cinsellik (aşk) ve içkiye kaçan/sığınan bireyin
hikayesi olarak görülmektedir. Okunan bu hikayede, “yapaylık” ve “baskı”nın
altı doldurulmadığı için bireyin neyden/neden kaçtığı/kaçmak istediği anlaşılamaz.
Kentleşme/modernleşme, bireyi hangi özellikleri/değerleri/yönleriyle bunaltır/huzursuz
eder sorusu yanıtsız kalır. Kitap değerlendirmelerindeki bu bulanıklığın, tekil
şiir incelemelerinde belki biraz daha netleşeceği, açıklığa kavuşacağı beklenebilir.
Gökyüzü
Göğe Bakma Durağı için Mehmet Kaplan’ın
şiir tahlili önemlidir, çünkü yapılan incelemelerde ya bu tahlilin yanında
durulmakta ya da karşı çıkılmaktadır. Kaplan,
bu şiir için “...kadına ve aşka sığınış, onu adeta tanrı yerine koyuş şiiridir”
ifadesini kullanır (Issı, 2004). Şiirde
görülen kaçış arzusu uygarlıktan kaynaklanan cinsel baskılarla ilgili bir arzudur
ve Geyikli Gece’de olduğu gibi bu
şiirde de uygarlık-doğa karşıtlığı söz konusudur. Şehir, “medeniyet (uygarlık)”
ile, aşk da “doğa” ile ilişkilidir ve şehir hayatı insanları ezmekte,
içgüdülerini tatmine engel olmaktadır. Şairin arzu ettiğiyse, şehirden,
insanlardan kaçmak, kadına ve tabiata ulaşmaktır (Caner, 2006). Buna karşı, şiirdeki
arzunun “kaçış/sığınma” olarak görülemeyeceği, şairin, ‘ideal aşk’ı yaşayamamanın ıstırabını
duyduğu ve sevgiliye sığınma arzusunu değil, onunla daima beraber olma arzusunu
şiirleştirdiği belirtilmektedir (Issı, 2004).
Kaplan’ın tahlilin karşısındaki asıl tez,
“gök” sözcüğü ve onun çağrıştırdığı “göksellik” temel alınarak inşa
edilmektedir. Buna göre Kaplan, şiiri, “kaçış, kadına ve aşka
sığınış, onu adeta Tanrı yerine koyuş” diyerek sekülerleştirmektedir. Oysa şiir
“gök” terimi ile tanrısal olana açılmaktadır.[7]
Şairin kente tepkisi dünyevîleşmeye, dünyaya çakılmaya ilişkindir ve şiir
metafizik bir “gök” ile maddi dünya arasındaki gerilimi anlatmaktadır.
Şiirdeki, Musa’nın eşiyle birlikte Tanrı ile buluşmaya gitmesi hadisesini andıran
“otobüs” imgesiyle verilen “yolculuk” fikri, “göğe bakmayı başarmış” oldukları
için Mısır’dan çıkarılacak insanları almak için olduğu izlenimini verir. Bu
nedenle şiirin temel imgesinin “kaçış” değil, “çıkış” olduğu savunulur.[8]
Diğer bir versiyonda da, “durma kendini hatırlat/durma göğe bakalım” dizesinin, Tanrı’nın insana
bir anı kırıntısı (réminiscence/tahattur-ı mübhem) olarak aşkı bırakarak göğe
çekildiğine dair inancın içten bir anlatımı olduğu ifade edilir (Atiker, 2006).
Bu tezin seküler olarak nitelendirdiği
tahlillerde “gökyüzü”, “göksel” olanın aksine, sonsuzluğu/özgürlüğü, masmavi rengi ile de mutluluk
ve huzuru temsil eder (Caner,
2006; Issı, 2004). Pürüzsüzlüğünden
dolayı sevgilileri baktıkça birbirlerine yansıtan bir ayna gibi olan “gökyüzü”nün,
insanların hürriyetini kısıtlayan, onu ezen somut gerçekler dünyası olan yeryüzünün
tam zıddı bir imge olarak şiirde kullanıldığı düşünülür (Issı, 2004). “Göksel”
yaklaşıma göreyse Turgut Uyar’da
“gökyüzü” her şeyi içine
toplayan yansıtımsız bir ayna, olmuş ve olacak her şeyin/olayın yazılı olduğu hakikat
birikiminin takvimidir. Bu yüzden şair, olmuş ve olacak her şeyi asıl yüzünden
okumak/bilmek istediğinden sürekli göğe bakmakta, sevgilisine de sürekli göğe
bakmağı önermektedir. Hakikatin özü aşktır ve sevgili, şaire bu özü
hatırlatabildiği sürece şair gökyüzüne, hakikatin içeriğine bakabilecek, daha
doğrusu dalabilecektir (Atiker, 2006).
Özetle, şiire, uygarlık-doğa ve
dünyevi-manevi (göksel) karşıtlığı olmak üzere, iki farklı temelde
yaklaşılmaktadır. Birinci yaklaşımda kentin/modernitenin/uygarlığın birey
üzerinde başta cinsellik olmak üzere kurduğu baskıdan kadına/aşka/cinselliğe
sığınma veya sevgiliyle engelsiz/sürekli beraber olma arzusu söz konusudur.
İkinci yaklaşım, kenti/ moderniteyi/uygarlığı “dünyevileşme” olarak okur ve
“göğe bakmak” sözünden hareketle, şiirin manevi/göksel olana yönelmeye
göndermede bulunduğunu savunur.
Göğe Bakma Durağı
“İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım”
Birinci yaklaşıma göre (seküler) bu bölümde şairin, seslendiği
kişiden, kendisini kurtarmasını talep ettiği şeyler yer-gök karşıtlığının
birinci öğesi olan “yer”e aittir (Caner, 2006). İkinci yaklaşımdaysa (göksel), şairin
kentteki “kapalı ve sıkıcı mekânlara” dair kelimeler seçmediği, aksine kırın
yaban otlarını, çiftçinin şeker kamışını, ailelerin göz sevinci bebelerin dişlerini
aşan, onlardan göğe sıçrayan bir korku-kaygıdan bahsettiği dile
getirilmektedir. “Göz” uğraşında tükenmekte ve “hakikat” olana
yükselememektedir. Göz, kentteki değişime takılmakta ve ufukta beliren
yükseltiler, neonlar, sıra sıra evler insan tekini yabancılaştırmaktadır.[9]
“Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumıyalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım”
Şairin herkesin uyumasını istemesi, esasında iki sevgiliyi birbirinden
ayıracak, birbirlerine duydukları alâkayı azaltacak unsurlardan uzak
kalma arzusunu ifade eder (Issı, 2004). Buna karşı, şairin
“yeryüzü, kent, insanlardan kaçayım” gibi bir tasası olmadığı, tam tersine
kendini “uykudan uyanmışlık” içinde tanımlamak istediği iddia edilir.
Herkesin uyuduğu toplumda şair sevdalısını uyumaktan korumakta
ve kendisi de uyumaya direnmektedir. Ayrıca bu bölümde şairin
sokağa (hürriyete) vurgu yaptığı ve sevdalısı ile sokakta sevişmekten
bahsettiği iddiasına karşı, “sarhoş”un “Allah aşkıyla uyanan, derviş”
anlamında kullanıldığı, “nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda” deyişininse “
sokaklarda öpüşelim” anlamına gelmediği savunulmaktadır.
Şair “istesek nasıl olsa öpüşürüz, ama sen beni bırak göğe bakalım” ikazı ile
bakışı kentin hay-huyundan uzaklaştırmak istemektedir. [10]
Göksel yaklaşımın “hakikatin özü olarak aşk”ı kabul eden versiyonu,
çeşitli eylemlerin içinde kendini bütünleyen bir süreç olarak aşkın bir durak
olduğunu vurgular.
Bu sürece zarar verecek olanlar karanlığın büyüsüyle uykuya dalınca
sahne/yeryüzü âşıklara kalacak, herkes yokken biz olan “aşk” ortaya
çıkacaktır (Atiker, 2006).
“Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım”
Üçüncü
bölümdeki şairin sevgilisinin pencerelerini bir bir kapatması psikolojik
bakımdan dikkat çekici bulunur.[11] Şair,
“dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka
türlüsü güç” dizesiyle yine sonsuzluğa yönelme isteğini
yansıtır. Kadın, şairin sonsuzluk yolculuğunda
kendisine eşlik etmesini istediği
yalnızlığını
bölüşeceği,
huzurunu paylaşacağı kişidir. Turgut Uyar için kökten yalnızlıktan
kurtulmanın yolu, sevgilisiyle birlikte yeryüzünden uzaklaşmaktır (Kanter,
2011). Göksel yaklaşımdaysa bu bölümdeki otobüs ve yolculuk fikri,
“kurtuluşa/çıkışa” atıfta bulunmaktadır.
Özetle, şiirde olumlanan öğelerin gök, sevgili/cinsellik,
karanlık,
sarhoşluk ve gidip geri dönülmeyecek
herhangi bir yer olmasından hareketle şairin, “yer (kent)-gök (doğa)”
karşıtlığı biçiminde görünen uygarlık-doğa karşıtlığında doğa tarafına daha
yakın durduğu sonucu çıkarılmaktadır (Caner, 2006). Buna karşı, şiirin, dünyevîleşmeye,
dünyaya çakılmaya ilişkin olduğu ve metafizik bir “gök” ile maddi dünya
arasındaki gerilimi anlattığı belirtilmektedir. Aslında şiir tek başına ele
alındığında, her iki yaklaşımı da açık ve somut biçimde ne destekler ne de
engeller. “Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda” dizesinden, ne “cinselliğe
sığınma” ne de “Allah aşkıyla sarhoşluk” çıkar. Şairin biyografisine veya diğer
şiirlerine referansla savunulan bu tür yorumlar, zorlama çıkarımlardır.
Sonuç
“Çoğumuz
böyle; gazete haberlerini yaşayan, sandviç yiyen, sevişmesini övünçle anlatan,
sinemalara giden ve en önemlisi korkan insan. Kendini bütün gerekleri yerine
getirdiği halde bir türlü olanlara uygulayamayan adam. Eksik, rahatsız bir
adam.” (Turgut Uyar’dan aktaran Yılmaz, 2011).
Her şeyden önce, bir şiir kitabının ikinci baskısının
gecikmesi ve/veya cenaze töreninin sadeliği, Turgut Uyar’ın okura
ulaşamadığını/değerinin bilinmediğini göstermeye yetmez. Bunun gibi, Gezi
protestolarındaki paylaşımlar da, Uyar’ın geçmişte veya en azından iki binli
yıllarda okurla buluştuğu sonucunu çıkarmak için yeterli değildir. Zira Turgut
Uyar dizelerinin ilk olarak Gezi Parkı ve çevresinde kullanılmaya başlandığı
anlaşılmakta, bunun, genişleyen protesto alanı boyunca yaygınlaşıp
yaygınlaşmadığı bilinmemektedir. Kaldı ki, böyle bir yaygınlaşmanın
gerçekleştiği varsayılsa dahi, bunda ilk kullanımın/çıkış noktasının ne derece
etkili olduğu da ayrıca dikkate alınmalıdır. Daha da önemlisi, kullanılan
dizelere bakıldığında, protesto hareketinin tarihi ve gündemiyle örtüşen şiir
parçalarının seçildiği görülmektedir:
“Turgut Uyar’ın Dizeleriyiz”
“bir haziran uygulayacak
kimse bölemeyecek ve kalbimiz
hızla gelişecek. “
kimse bölemeyecek ve kalbimiz
hızla gelişecek. “
“Biçen her kimse yıllardır yanlış biçiyor. Bir elbise ki, alabildiğine
dar”
“Her şey naylondandı o kadar”
“ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı”
“Benim dengemi bozmayınız”.[12]
Gezi’de de kullanılan Göğe Bakma Durağı şiirine gelindiğinde, şiire ilişkin incelemelerin/yorumların,
meseleyi uygarlık-doğa veya dünyevileşme-manevi olan (göksel) karşıtlığı
temelinde ele almaları bakımından farklılaştıkları anlaşılmaktadır. Turgut
Uyar, Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda insanın kendi kurduğu ve kendisini
sıkıştıran/baskı altına alan düzenden kurtulmasının doğal bir hayat içerisinde
mümkün olduğunu düşündüğünü, aşkı/cinselliği bu bağlamda ele
aldığını/değerlendirdiğini söylemektedir. Fakat sonra meselenin sadece Dünyanın En Güzel Arabistanı’ndaki anlayışla çözülemeyeceğini anladığını
belirtmekte, Arabistanda da
hazırlanan şeyin de, kişiyi mutluluğa götüren şeylerin cinsel ilişkilerle
açıklanamayacağı ve hatta giderilemeyeceği olduğunu dile getirmektedir:
Turgut Uyar:“Çağımızın
insanını türlü baskılar, türlü düzenlerle sıkıştırılmış, basbayağı bir köşeye
sıkıştırılmış düşünüyorum. Bu sıkıştırılma, onun dışında, ondan çok ayrı bir
güç tarafından olmuyor. Sırf onun kendi kurduğu düzenin sonucu [...] [İnsan,
c]insel güçle bu çeşit sıkıştırmaya baş kaldırdığını sanıyor, yahut o baskıdan
kurtulduğunu... Yetmiyeceğini çok geçmeden anlıyor. Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda,
aslında cinsel ilişki gibi görünen meseleleri şiire koymak isteyişim, aşkı
basbayağı bir saflıkla (pür dedikleri saflık, bönlük değil) ve bütün
ilintileriyle söyleyerek, insanı tabiattaki yerine indirmekti. Şöyle bir şey
söyleyebilirim: İnsanın kurtulmasının çok doğal bir hayat içerisinde mümkün
olduğunu düşünmüştüm. Dünyanın
En Güzel Arabistanı’ndaki cinsel ilişki, zampara cinsel
ilişkisi değildir. En azından çoğalma ile insanı,—bütün insani faaliyetlerini
tabii halinde düşünmek suretiyle—gelişmiş uygarlığın baskısından
kurtarabilmekti. Tütünler
Islak’ta cinsel şeyler, ilişkileri çok gelişmiş, hatta dağılmış
insanın hayatındaki cinsel ilişkilerin yeri kadardır. Meselenin sadece Dünyanın En Güzel Arabistanı’ndaki
anlayışla çözülemiyeceğini de anladım. Arabistanda da hazırlanan şey, kişiyi
mutluluğa götüren şeylerin cinsel ilişkilerle açıklanamıyacağı ve hatta giderilemeyeceğiydi.” (Turgut Uyar’dan aktaran Caner, 2006).
Turgut Uyar’ın bu sözleri,
uygarlık-doğa karşıtlığını temel alan yaklaşımı desteklemektedir. Buna karşın, özellikle
“göğe bakmak” sözcüğüyle bağlama yerleşen “gök/gökyüzü” sözcüğünün çağrışımları
ve şairin diğer şiirleri temel alınarak, “göksele yönelme” biçiminde bir okuma
da yapılmaktadır. Şairin sözlerine rağmen, tek başına ele alındığında şiir, bu
okuma biçimini engelleyecek veya açık biçimde destekleyecek bir yapıya sahip
değildir. Keza, şiirde, ne uygarlık-doğa ne de maddi ve manevi dünya karşıtlığı
açık ve somut biçimde vücut bulmaz. Kaçılan da sığınılan da soyut ve belirsiz
bırakıldığında, okuyucu kendi sıkıntısı ve arzusu, başka bir deyişle kendi
cehennem ve cennetiyle bu boşluğu doldurur. Şairin sözleri dikkate alınırsa,
amacının bu olmadığı söylenebilir. Fakat tarzı, şiirdeki “kaçamak bakışlardan”
kurtulma arzusunun hilafına, yeni/yine bir “kaçamak” bakış olur.
Kaynakça
Ahmet
Cüneyt Issı, TURGUT UYAR’IN “GÖĞE BAKMA DURAĞI” ŞİİRİNDE TEMA’YA (MATRİS) ULAŞMA
SERÜVENİNİN ‘ONTOLOJİK ANALİZ METODU’YLA TAKİBİ, GAZİ ÜNİVERSİTESİ KIRŞEHİR
EĞİTİM FAKÜLTESİ, Cilt 5, Sayı 2,(2004), 137-146
Beyhan KANTER,
TURGUT UYAR’IN ŞİİRLERİNDE MODERN İNSANIN YALNIZLIĞI VE SONSUZLUK ÖZLEMİ, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt: 21, Sayı: 2, Sayfa: 26-38, ELAZIĞ-2011
Erdoğan KUL, EDİP CANSEVER’İN “ÇAĞRILMAYAN YAKUP”
ŞİİRİNDE BİREY ALGISI, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi 19, 2 (2012)
45-65
Fatih
Arslan, Yitik Kentin Huzursuz Şairi: Turgut Uyar, ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ, Yıl : 5 Sayı:2012
Fırat Caner,
Turgut Uyar’ın Huzursuzluğu, Bilkent Üniversitesi, Doktora Tezi, 2006
Mehmet
Yılmaz, KENTE ALIŞAMAYAN UYUMSUZ BİREYİN ÖYKÜSÜ: TURGUT UYAR’IN GEYİKLİ GECE
ŞİİRİ ÜZERİNE BİR TAHLİL DENEMESİ, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011, p.1893-1906 TURKEY
Mustafa Atiker, EDEBİYATA GİRİŞ: TANZİMAT VE CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ: OLAY VE
AKIL I, Ada Üç Aylık Edebiyat-Kültür Dergisi Yaz
2006, https://mustafaatiker.com/category/edebiyata-giris-2/