Gramsci
Edward
W. Said’e göre (2013) Gramsci’nin organik entelektüelleri,
onları kendi çıkarlarını örgütlemek, daha fazla
iktidar/denetim gücü elde etmek için kullanan sınıflarla ya da
kuruluşlarla doğrudan bağlantılı oldukları düşünülen
entelektüellerdir. Günümüzde reklamcı ya da halkla ilişkiler
uzmanı gibi, olası müşterilerin rızasını kazanmaya, tüketici
ya da seçmenin düşüncelerini yönlendirmeye çalışan biri,
Gramsci’ye göre bir organik entelektüeldir (s.21). Özellikle
yirminci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan birçok yeni meslek
(radyo televizyoncular, akademisyenler, bilgisayar analistleri, spor
ve medyada uzmanlaşmış hukukçular, işletme danışmanları,
siyasa uzmanları, hükümet danışmanları, özel pazarlar hakkında
rapor hazırlayanlar, hatta bütün bir modern kitle gazeteciliğinin
kendisi) Gramsci’nin bakış açısını haklı çıkarmıştır.
Günümüzde bilginin üretilmesiyle ya da dağıtılmasıyla
bağlantılı herhangi bir alanda çalışan herkes, sözcüğe
Gramsci’nin verdiği anlamda bir entelektüeldir (s.25).
Gramsci’nin entelektüel çözümlemesinin gerçeklerle daha çok
uyuştuğunu düşünen Said, yine de, entelektüelin toplumda sadece
kimliksiz bir profesyonel, salt kendi işine bakan bir sınıfın
yetenekli bir üyesi olmaya indirgenemeyecek özgül bir kamusal role
sahip bir birey olduğunda ısrar eder. Said’in Gramsci okuması
hem eksik hem de araçsal bir kullanım izlenimi verir. Said,
Gramsci’nin organik entelektüel kategorisini kurumsal bağlılığa
indirgemekte ve kendi kurumsal entelektüel-bağımsız entelektüel
ayrımına dayanak yapmaya çalışmaktadır.
Entelektüeli,
büyük oranda bilişsel, zihinsel ve düşünsel etkinlikle uğraşma
üzerinden tanımlama, uğraşın kendisine yüklenen özellikler
üzerinden yapılan genellemeler, yani düşünce temelli etkinliğin
göreceli olarak eylem temelli etkinliğe oranla üstün kabul
edilmesi nedeniyle, üstünlük duygusu ve muhtemelen daha “ileri”
kültürel beğeniyi çağrıştırır. Gramsci’ye göre, belli bir
görevin veya bireyin entelektüel olarak sınıflandırılmasının
temeli, bazı etkinliklerin doğası gereği daha bilişsel olmasına
dayanmamalı, bunun yerine temelinde toplumsal pratik içinde yerine
getirdikleri göreceli işlev olmalıdır. Çünkü her etkinlikte az
ya da çok yaratıcı düşünsel bir etkinlik vardır. Dolayısıyla
bütün insanlar entelektüeldir fakat bütün insanların toplum
içinde entelektüel işlevi yoktur (Ransome, 2011). Gramsci’nin
entelektüellere ilişkin sınıf analizi, temel olarak politik bir
doğaya sahiptir. Entelektüeller, ilk kertede (ancak son derece
dolaylı bir formda) üretim ilişkilerindeki konumlarıyla
belirlenebilirler, fakat onların toplumsal işlevleri üzerinden
sınıf konumları, sınıfsal kökenlerinden çıkarılmaktan
ziyade, ancak bir sınıfın siyasal özlemleriyle “organik”
biçimde kaynaştıkları ölçüde anlaşılabilir. Benzer biçimde
Gramsci, örtük olarak, entelektüelin düşünsel emekle değil, bu
düşünsel emeğin (politik ilişkiler de dahil) toplumsal
ilişkilerdeki konumuyla nitelendirilebileceğini söyler (Thomas,
2013).
Hugues
Portelli (1982), Gramsci‘deki entelektüellerle ilgili yaklaşımın,
tarihsel blok dolayımında ele alındığının altını çizer.
Gramsci’nin iktisadi “yapı” ile ideolojik “üstyapılar”
arasındaki diyalektik ilişkiyi saptamak amacıyla geliştirdiği
teorik ve pratik keşif, tarihsel blok kavramıdır (Morton, 2011,
s.139). Tarihsel blok, toplam (evrensel) tarihsel durum olarak, iki
karmaşık alanda kurulur. Belli bir üretim biçimine, bir temel
sınıfın egemen olduğu belirli bir toplumsal yapı karşılık
düşer. Bu temel sınıf, etkinliklerini uzmanlaştıran, ona
türdeşlik ve öbür sınıflar üzerinde politik ve ideolojik
yönetim -hegemonya- kazandıran ayrımlaşmış bir yapıyı yavaş
yavaş geliştirir. Toplumun bu yönetimi, çeşitli derecelerinde,
yönetici sınıfa organik olarak bağlı bir toplumsal katman
tarafından, üstyapısal bütünlüğü (kompleksi) çekip çevirmek,
yapıyla üstyapıyı kaynaştırmakla görevli entelektüeller
tarafından yerine getirilir (Portelli, 1982, s.124). Yapıyla
üstyapıyı birleştiren ve diyalektik niteliği olan organik bağ,
süreklilik ve insan yığınlarını örgütleme görünümleriyle
belirginleşir. Belirli bir tarihsel blok içerisindeki her
entelektüel, bu organik nitelikle belirlenir ve işlevleri bu
organik bağı kullanmak olan entelektüel katmanlarında bu organik
nitelik tam olarak yansır. Entelektüellerle temsil ettikleri sınıf
arasındaki bağın organikliği mekanik nitelik taşımaz, yani
entelektüel sosyo-ekonomik yapıya oranla göreli bir özerklikten
yararlanır. Bu özerklik, entelektüellerin toplumsal kökenlerinin
farklı olabilmesi (temsil ettikleri sınıftan çıkmamaları) ve
üstyapının da yapının düpedüz yansısı olmaması yani göreli
özerk olmasından kaynaklanır. Dolayısıyla entelektüellerin
yapıyla aralarındaki ilişki dolayımlı bir ilişkidir.
Entelektüel etkinliğin organik olan ya da olmayan niteliği, ancak
üstyapı içerisinde gördüğü işlev çözümlenerek
saptanabilecektir. (s.100-105).
Kendilerini
doğuran gelişmelerin yerini alan daha ileri gelişmeler olduğunda
(yeni tarihsel blok) organik entelektüeller yok olmaz fakat yeni
işlevler üstlenirler. Bu sınıflandırma içinde kalanlara
Gramsci, “geleneksel entelektüel” adını verir ve bu değişim
sürecine kilise örgütünü örnek gösterir (Ransome, 2011).
Geleneksel entelektüellerin, ekonomik ve politik olarak tarafsız ve
özerk bir kategori oldukları görüntüsü kendiliğinden ortaya
çıkmaz, etkin olarak yaratılması gerekir. Bu entelektüeller, hem
kendilerinin hem kendilerini ifade etmelerini sağlayan kurumların
ve pratiklerin, en karmaşık ve kökten değişimlerin bile
kesintiye uğratamadığı tarihsel bir sürekliliği temsil ettiği
tezine dayanarak kendi görüntülerini kendiliğinden ve ekonomik
gruptan bağımsız gibi haklı göstermeye çalışırlar (Portelli,
1982 ve Ransome, 2011). Geleneksel entelektüel, yönetici sınıfın
dünya görüşünü paylaşmak zorunda olmamakla birlikte,
kaçınılmaz olarak onunla anlaşmaya etkide bulunur; bu kısmen
kurumsal baskı ve iktisadi nedenden dolayı böyledir (Kachur,
2011). Bazı toplumsal gruplar, kendi önder entelektüellerini
(organik entelektüel) yetiştirmek bakımından dezavantajlıdırlar.
Bu göreceli elverişsizlikte, büyük ölçüde geçim derdine
düşmüş olmaları nedeniyle yeterli zamandan ve kendi
eleştirilerini ifade etmenin araçlarına erişmek için gereken
maddi kaynaklardan yoksun olmaları etkilidir. Çelişkili olarak,
muhalefet bilincinin temelini oluşturan şey tam da göreceli
yoksunluk ve adaletsizlikle ilgili olan bu kişisel deneyimdir
(Ransome, 2011, s..246-250).
Gramsci’ye
göre (2011), pratik olarak hareket eden ancak eylemi üzerinde
teorik bilinci olmayabilen, hatta eyleminde karşıt bir dünya
görüşünün izleri bulunabilen kitle insanı, mücadele sırasında
daha üst düzeyde bir bilinç edinir. Bu, teoriyle pratiğin
birleştiği gittikçe artan kendi bilincine varmada (öteki
sınıflardan ayrı bir sınıf olduğu bilinci) ilk aşamadır.
Eleştirel olarak kendi bilincine erişmede asıl rol entelektüellere
düşer, ki bu sınıfın kendi entelektüel grubunun (organik
entelektüel) yaratılması anlamına gelir. Bir kitle, örgütlenmeden
(en geniş anlamıyla) kendisini öteki gruplardan ayırt edemez ve
kendiliğinden bağımsız hale gelemez. Örgütlenmeyse,
entelektüeller yani örgütleyiciler ve yöneticiler olmadan
sağlanamaz. Gramsci için entelektüel, bulunduğu toplumun
koşullarından ve yapısından etkilenmekte ve bu etkileşim
sayesinde dünyayı yorumlama görevinin bir gereği olarak belli
yargılara ulaşmaktadır. Entelektüelin kendisini sadece
düşünceleriyle değil, örgütlenme ve toplumsal hayatın içinde
yer almayla tanımladığını ifade eden Gramsci, entelektüellerin
görevini, örgütlemek, yönetmek, yönlendirmek ve eğitmek olarak
açıklar. Böylece toplumsal grupların lehine rıza ve zoru
örgütleyen entelektüeller, toplumsal düzeni dönüştürebilecek
güce ulaşacaklardır (Forgacs, 2010, Portelli, 1982). Bu kapsamda
kolektif entelektüel olarak parti, teori ve pratiği birleştirme
problemini çözer. Parti, kitlelerin kendi yabancılaşmış
durumlarını aşmalarını sağlayabilir. İşçi sınıfının yeni
organik entelektüeli, sadece bir zihin işçisi değildir, pratik
hayata, organize edici, ikna edici olarak katılır (Herrera-Zgaib,
2009).
Özetle,
dünya çapında tarihsel ve evrensel entelektüellerin pratik
faaliyete anlaşılabilirlik bahşetmekte aracılık rolünü ilk
hesaba katanlar Hegel ve Marx olmasına rağmen, Gramsci’nin önemi,
dünya görüşlerinin, öğretmenler, aktivistler, gazeteciler ve
keşişler gibi ikinci derecede entelektüeller sayesinde nasıl
toplumun geneline iletildiğini ve bu bakışın er ya da geç nasıl
yeni ortak akıl biçiminde cisimleştiğini tanımlamasından
kaynaklanır (Kachur, 2011). Gramsci organik entelektüelleri,
devrimci bir tarihsel bloğun oluşturulması üzerinden devrimci
öznelliğin yaratılması olarak görür. Organik entelektüelin
rolü, madun grupların sağduyusuyla, toplumsal formasyonu kaplayan,
bağlamsal bakımdan özgün ve tarihsel bakımdan konjonktürel
çelişkileri okuyabilecek karşı hegemonik bir bilincin
oluşturulması için aracılıktır (McLaren vd., 2011).
Sartre
Jean
Paul Sartre entelektüele bakarken, her şeyden önce, hem
Gramsci’nin organik entelektüel yaklaşımını olumlamakta hem de
işçi sınıfının organik entelektüelinin olamayacağını
göstermeye çalışmaktadır. Sartre bunu, entelektüelin sınıfsal
kökeninin ve/veya entelektüel iştigalin “küçük burjuva”ya
ait/dahil olması üzerinden gerçekleştirir. Ancak kapıyı tam
olarak kapatmayan Sartre, entelektüele, küçük burjuva konumunu
aşamasa da, konumun yarattığı durumu aşmanın yolunu gösterir.
Sartre
(2015) entelektüelin durumunu, içindeki pratik bilgi (gerçeklik,
evrensellik) ve ideoloji (tikellik) çelişkisiyle tanımlar. (s.71).
Bu, burjuvazinin gelişmesiyle ortaya çıkan pratik bilgi
uzmanlığından entelektüelliğe geçiş aşamasında görülen bir
çelişkidir ve Sartre’ın “rahatsız bilinç” adını verdiği
geçici bir uğraktır. “Rahatsız bilinç”; pratik bilgi
teknisyenini, (mesleğiyle arasına yeni bir mesafe koyması ve
hiçbir politik karşı çıkışın, onun nesnel olarak kitlelerin
düşmanı olduğu gerçeğini hafifletmeye yetmeyeceğini anlaması
koşuluyla) halk güçlerinin radikalleşmiş bir yoldaşına
dönüştüren süreç içinde “geçici bir uğrağı” temsil
eder. Bu rahatsız bilinç (idealizm, yararsızlık) uğrağından
çıkış için, kendi sorunuyla yüzleşmek, entelektüel uğrağı
yadsımak zorundadır. Klasik entelektüel tipi, rahatsız bilincinin
başka alanlarda kendine yaptırdığı edimlerle (genel olarak
yazılar), rahatsız bilincinden rahatlamış/rahat bilinç çıkartan
birisidir.
Sarte’a
göre dünyada varlığın kendini tarih içinde ortaya koymasını
sağlayan şey olan praxis, gerçekliği açığa vuran, onu
aşan, koruyan ve çoktan değiştirmiş olan pratik bilgi uğrağını
içinde barındırır. Modern toplumlarda, iş bölümü farklı
gruplara, bir araya geldiğinde praxis’i oluşturan çeşitli
görevler yükler, pratik bilgi uzmanlarının doğmasına
zemin hazırlar. Sonlar (amaçlar), egemen gruplar tarafından
tanımlanır ve çalışan sınıflar tarafından gerçekleştirilir.
Araçların incelenmesi işiyse; bilginlerden, mühendislerden,
hukukçulardan, yargıçlardan, kanun adamlarından, profesörlerden
vb. oluşan, teknisyenler kesimine bırakılmıştır. Onlara
yüklenen sosyal işlev, olanaklar alanının eleştirel
incelemesinden ibarettir ve hedeflerin değerlendirilmesi veya
gerçekleştirilmesi çoğunlukla onların işi değildir. Her pratik
bilgi teknisyeni entelektüel değildir ama entelektüeller onların
arasından çıkar (s.19-21).
Pratik
bilgi uzmanı burjuvazinin gelişmesiyle ortaya çıkar. Onlar ne bir
sınıftır ne de seçkin bir kesim. Geçmişte filozoflar, bugün
entelektüeller nelerle suçlanıyorsa ondan başka bir şey
yapmamışlardır. Diğer bir ifadeyle, yöntemlerini, ulaşılması
gereken amaçlar dışında, materyalist ve analitik bir bilimcilik
üstüne dayalı bir burjuva ideolojisi kurmak için kullamışlardır.
Dolayısıyla filozoflar, Gramsci’nin bu sözcüğe verdiği
anlamla, organik entelektüeller olarak çıkar karşımıza ve
burjuva sınıfının nesnel ruhunu ifade etme işlevini üstlenirler.
Aralarındaki organik uyumun kaynağı, önce, burjuva sınıfı
tarafından yaratılmaları, onun başarılarıyla ilerlemeleri, onun
gelenek ve görenekleriyle, düşünceleriyle yoğrulmuş olmaları,
sonra ve özellikle, bilimsel, pratik araştırma hareketiyle
yükselen sınıfın hareketinin birbiriyle örtüşmesidir. Sartre,
bu değerler ve düşünceler bütününün adının burjuva
hümanizmi olduğunu belirtir (s.27).
Pratik
bilgi teknisyeni tepeden seçilmekte, ideolojik ve teknik eğitimi de
tepeden oluşturulan (ilk, orta, yüksek), dolayısıyla seçmeci bir
sistemle belirlenmektedir. Egemen sınıf eğitimi, onlara kendi
uygun gördüğü ideoloji (ilk ve orta) ve işlevlerini yerine
getirmelerini sağlayacak bilgi ve uygulamalar (yüksek) verecek
biçimde düzenlenmekte, onları geleneğin bekçileri ve Gramsci’nin
deyişiyle üstyapıların görevlileri olmak için hazırlamaktadır.
Sınıfsal ilişkiler, pratik bilgi teknisyenlerinin ayıklanmasını
otomatik olarak düzenlemektedir. Bunlar daha çok küçük burjuva
çocuklarıdır. Genel olarak orta sınıfların ara katmanlarında
doğan ve kafası çocukluğundan beri egemen sınıfın ayrımcı
politikasıyla doldurulan çocuk, işiyle de orta sınıfta yer alır.
Bu onun genel olarak işçilerle hiçbir yakınlığının olmadığı,
gene de her halükarda artı değerden geçindiğinden, onların
sömürülmesinden patron sınıfına suç ortaklığı ettiği
anlamına gelir (s.27-29). Entelektüel işte bu noktada ortaya çıkan
çelişkinin yarattığı rahatsız bilinçten doğar.
Pratik
bilgi teknisyenlerini hümanist eğitim ve öğretimle işleyen
burjuva ideolojisi, bizatihi bu eğitimin dayandığı araştırma
yöntemleri, sağladığı bilgi ve bu bilginin pratik sonuçlarıyla
çelişir. Evrensel bilgiyi ve evrensel pratikleri arayan pratik
bilgi uzmanları, yöntemlerini, egemen sınıfı ve –kendi
ideolojileri de olan- ideolojisini incelemek için uygulasalar
bile, her ikisinin de sinsi bir biçimde ayrımcı olduğunu
kendilerinden gizleyemezler. Ayrıca teknik adamın işi öncelikle
pratiktir ve falanca ya da filanca toplumsal gruba yararlı olanı
değil, hiçbir ayrım gözetmeksizin ve sınır koymaksızın
yararlı olanı aramaktadır. Ancak çoğu durumda, ayrıcalıklı
toplumsal kesimler, prtaik bilgi teknisyeninin işbirliğiyle,
onların buluşlarının toplumsal faydasını, çoğunluğun
aleyhine küçük bir azınlığın yararına dönüştürür. Bu
noktadan itibaren iki olabilirlik söz konusudur: Bilgi teknisyeni,
egemen ideolojiyi kabul eder ya da onunla uzlaşır. Eğer
ideolojisindeki ayrılıkçılığın farkına varır ve bunu içine
sindiremezse, otorite ilkesini bir özdenetim biçiminde
içselleştirdiğini kabul ederse, rahatsızlığını alt etmek
için, kendisini biçimlendiren ideolojiyi sorgular ve bilmediği ya
da tartışılması kendisine yasaklanmış amaçların aracı ve
hegemonyanın alt düzey görevlisi olmayı reddeder. İşte o zaman
pratik bilgi görevlisi aslında üstüne vazife olan şeylerle
ilgilenen (dışsal olarak, yaşamına yön veren ilkeler ve içsel
olarak, toplum içindeki yeri), başkalarınınsa “üstüne
vazife olmayan şeylerle ilgilenen” dediği bir entelektüel
oluverir (s.35).
Sonuçta
her bilgi teknisyeni, evrenselci tekniğiyle egemen ideolojinin hiç
bitmeyen mücadelesinden başka bir şey olmayan bir çelişkiyle
tanımlandığına göre potansiyel olarak entelektüeldir. Ama bu
potansiyelin fiiliyata geçmesi, bir teknisyenin entelektüel olması
için yalnızca karar vermesi yetmez. Bunda, onu nitelendiren
gerilimi başlatan kişisel öyküsü rol oynar. Son tahlilde,
dönüşümü tamamlayan etmenler toplumsal yapıdadır. Egemen
sınıfların entelektüele sağladığı yaşam düzeyi, düşük
ücretler, iş bulamama, toplumda ortaya çıkan çelişkiler,
onların kendi çelişkilerinin de bilincine varmalarına yol
açacaktır (s.36). O halde entelektüel, kendi içinde ve
toplumdaki, pratik gerçekliğin araştırılmasıyla egemen ideoloji
arasındaki karşıtlığın bilincine varan insandır. Gerçek
olabilmek için, entelektüelde önce meslek çalışmaları ve
işlevi düzeyinde oluşması gerekse de, bu bilinçlenme toplumdaki
temel çelişkilerin, daha doğrusu sınıf çatışmalarının ve
egemen sınıfın kendi içinde işlerin yürümesi için talep
ettiği gerçeklikle, koruduğu ve hegemonyasını güvence altına
almak için öteki sınıflara bulaştırmak istediği mitler,
değerler ve gelenekler arasındaki organik bir çatışmanın
üstündeki perdenin açılmasından başka bir şey değildir
(s.37).
Sartre’a
göre entelektüel yalnızdır, çünkü onu hiç kimse
görevlendirmemiştir ve çelişkilerinden birisi de budur.
Entelektüel, başkaları da özgürleşmedikçe özgürleşemeyecektir.
İçinde yaşadığı toplumu anlayabilmesi için entelektüelin
önündeki tek yol, toplumu ezilenlerin bakış açısından ele
almaktır. Baskı ve sömürüyle parçalanmış sonsuz çoğunluğun
temsilcisi olarak bu anlamsız parçalanmaya karşı yürüttüğü
mücadele, onları da evrenselliği hedeflemeye sürüklemiştir. Bu,
burjuvazinin değil, ayrıcalıkların ortadan kaldırılmasından ve
sınıfsız bir toplumun kurulmasından doğan bir evrenselliktir.
Dolayısıyla tek çıkar yolu, varoluşlarıyla bile bu ideolojiyi
çürütenlerin (işçi ve köylüler) yanında yer almaktır. Bu
noktada, entelektüelin reform düşlerini elinin tersiyle iterek
köktenciliği benimseyip devrimciye dönüştüğü düzeyde de,
yeni çelişkiler baş gösterecektir (s.52-53).
Temel
çelişki, egemen sınıfların teknik bir kapital yaratıp
çoğaltmaları ancak kapitalin yığılmasıyla sağlandığından,
bu halleriyle yoksul sınıfların entelektüel, organik temsilciler
üretememesidir. Sistemin sömürülen sınıflar içerisinden de
birkaç teknisyen çıkarttığı olsa da, bunlar halk tabanından
gelmekle birlikte, işleri, ücretleri ve yaşam düzeyleriyle bir
anda orta sınıflarla bütünleşmekten geri kalamazlar. Organik
olarak alt kesimlerden gelemeyen entelektüelin, ne olursa olsun
onların nesnel zekasını kendine mal etmek ve kendi pozitif
yöntemlerine halk düşüncesinin formüle ettiği ilkeler
kazandırmak istediğini düşünürsek, aralarına katılmak
istediği insanların tepkisiyle karşılaşacaktır. O halde, küçük
burjuva entelektüeller, kendi çelişkileri nedeniyle emekçi sınıf
için çalışma durumunda olduklarında, ne pahasına olursa olsun,
her şeyi göze alarak onlara hizmet edecek, onların kuramcısı
olacak ama asla onların organik entelektüeli olamayacaklardır. Bu
da, onları kimsenin görevlendirmediğinin bir kanıtıdır
(s.56-57).
Bu
durumda, temel çelişkisinin bilincine varış olarak tanımlanan
entelektüelin, proleteryanın bilinçlenmesine yardım etmesi,
diyalektik yöntemi uygulamasıyla, evrensel talepler arasından
özeli yakalamak ve evrenseli, bir tekilliğin evrenselleşme
hareketine indirgemekle olabilir. Bununla birlikte, sınıf özelliği
onun kuramsal çabalarını durmadan bozabilir. Bunun için aynı
anda başvurması gereken iki çare vardır: Sürekli özeleştiri
ve ezilen sınıfların eylemlerine somut ve koşulsuz katılım.
Küçük burjuva olduğunu kabulle özeleştiriye başlayan
entelektüel, küçük burjuva olmaktan çıkamayacağı bilinciyle,
kendi kendini sürekli eleştirme ve radikalleşmeyle adım adım
küçük burjuva koşullanmalarını reddedebilir ve işçilere
ulaşabilir. Bunun yanında, entelektüel için söz konusu olan, bir
eylemin başlatılmasında etkili olmak ya da bu eylemin aşamalarını
belirlemek değil, tersine, onu harekete geçerken (aniden patlak
veren ya da önceden örgütler tarafından yönlendirilen grevler)
yakalamak, fiziksel olarak katılmak, sadece gerekli olduğunu
düşüdüğünde kimliğini açıklamak ve eylemin anlamı ve
olanakları hakkında aydınlatmaktır.
Entelektüel,
başlatılmış eylemi radikalleştirmek için acil hedeflerin
ötesindeki uzak hedefleri göstermeli, mücadelede herkes için
ulaşılacak gerçek bir hedef, yani insanın geleceğini görerek
kendi hedefine (bilginin evrenselliği, düşünce özgürlüğü,
gerçeklik) sahip çıkmalıdır. Bunun dışında Sartre
entelektüele, halkın kültürünü yükseltmek için egemen sınıfın
verdiği bilgi sermayesini kullanmak ve ezilen sınıflar içinden
pratik bilgi teknisyenleri yetiştirmek görevlerini yükler. Ama
aynı zamanda entelektüel her türlü iktidara karşı çıkmalıdır.
Entelektüelin politikaya katılımında sıkıntı yaratıyor gibi
görünen bu görev, Sartre tarafından şöyle çözülür:
Entelektüel partilerde ve halkçı örgütlerde, maksimum disiplin
ve minimum eleştiri, parti dışı entelektüel olaraksa minimum
disiplin ve maksimum eleştiri konumunda kalmalıdır.
Sonuçta
entelektüelin yazgısı yalnızlıktır, çünkü kendi
çelişkisinden doğmuştur; organik entelektüeli olamadığı
sömürülen sınıflarla iç içe yaşadığında nasıl bu
çelişkiden sıyrılamıyorsa başarısızlık anında da,
entelektüel statüsünden sahte entelektüel statüsüne düşmeden,
aldatıcı ve boş bir yadsımayla onu terk edemez. Entelektüelin
işi, herkes adına çelişkisini yaşamak ve herkes için bu
çelişkiyi köktencilikle (yani gerçek tekniklerinin yanılsama ve
yalanlara uygulanmasıyla) aşmaktır. Tam da bu çelişkisi yüzünden
entelektüel, demokrasinin bekçisidir: Burjuva demokrasisinin
haklarını, bu hakları ortadan kaldırmak için değil, ama her
demokraside özgürlüğün işlevsel gerçekliğini koruyarak, bu
hakların soyut karakterini, sosyalist demokrasideki somut haklarla
tamamlamak amacıyla sorgular (s.57-67).
Poulantzas
Nicos
Poulantzas için de entelektüeller ayrı bir sınıf teşkil
etmezler, küçük burjuva sınıfa mesnsupturlar. Poulantzas (2010),
Marksizmin belli toplulukları tanımlamak için “katman,
fraksiyonlar ve kategoriler” terimlerini kullansa bile bunların
her zaman bir sınıfa bağlı olduğunu vurgular. Bunlar, sınıfların
dışındaki veya yanındaki gruplar değildirler. Toplumsal
kategoriler esasen tek bir sınıfın üyesi değildirler, üyeleri
genellikle çeşitli toplumsal sınıfların üyeleridirler.
Toplumsal kategorilerin belirleniminde egemen olan politik ve
ideolojik ölçütlerdir ve terim, esas rolü devlet aygıtlarında
ve ideolojisinde kendi işlevini yerine getirmek olan bir failler
topluluğuna işaret eder. Bu, asıl rolü ideoloji telkini olan ve
entelektüel terimiyle tanımlanan grup için de geçerlidir
(s.283-285).
Poulantzas’ın
(2010) yaklaşımında entelektüeller, belli bir toplumsal
kategoridir ve burjuva ya da küçük burjuva sınıfa mensupturlar.
Entelektüellerin ayrı bir sınıf meydana getirdiğini ileri süren
görüş genellikle bilimin rolünü üretken bir güç ve
entelektüelleri bilimin taşıyıcıları olarak değerlendiren
fikirlere dayanır. Bu anlayışlar, sınıf mücadelesinin veya bu
mücadelede işçi sınıfının öncü/temel rolünün yadsınmasıyla
birleştirilir ve ideolojik işlev görürler. Poulantzas (2006)
uzmanlaşmış ve profesyonelleşmiş bir tabaka olarak
entelektüellerin, modern devlet tarafından işlevselleştirilmeleri
ve asker haline getirilmeleri doğrultusunda oluştuklarını
düşünür. Bu entelektüelleri (üniversiteler, enstitüler,
akademiler, çeşitli bilim kurumları) devlet memurları haline
getiren aynı mekanizma bu devletin memurlarını da entelektüel
kılmaktadır. Poulantzas’a göre kapitalist devletin genel
örgütlenmesinde beden işçiliğinden ayrılmış bir fikir
işçiliğinin gerçekleştirilmesini gören Gramsci, bundan dolayı
devletin aygıtlarında görevli uygulamacıları, baskı
aygıtındakiler de dahil olmak üzere, geniş anlamıyla
entelektüeller (organik ve geleneksel) arasına yerleştirir
(s.62-63).
Entelektüellerin
ve kamu hizetinin ara ve alt katmanlarının, çoğunlukla mensubu
oldukları küçük bujuvazinin genel çıkarlarına indirgenemeyen
özel çıkarları da vardır. Örneğin düşünsel, bilimsel ve
sanatsal üretime ilişkin özgürlük garantisi, ifade özgürlüğü,
enformasyon dolaşımı entelektüeller açısından önemlidir.
Fakat toplumsal kategoriler ve toplumsal sınıflar arasındaki
ilişkiye dair bakış açısı kaybedilmemelidir. Zira toplumsal
kategoriler toplumsal sınıfların üyesidirler ve içsel
birliklerine rağmen, toplumsal kategorilerde açığa çıkan
kopuşlar ve çelişkiler çoğunlukla farklı üyelerin farklı
sınıf aidiyetleriyle uyuşur. Entelektüeller çoğunlukla küçük
burjuvazinin temel özelliklerini sergilerler (politik kararsızlık
ve sağcı öportünizme eklenen solcu aşırılık vb.). Ancak
sınıf aidiyetlerinin önemini gereğinden fazla büyütmek de,
küçümsemek gibi yanlış ve tehlikeli iki aşırılıktır.
Entelektüelin pratik tavrının ve onun politik ve ideolojik
tercihlerinin önemi yadsınamayacağı gibi, bunlara sınıfların
dışında ve yanında homojen birimler olarak da yaklaşılamaz
(s.287-288).
Sonuç
Gramsci’nin
geleneksel-organik entelektüel tiplemelerinden ziyade,
“geleneksel-organik entelektüel rolleri”nden söz ettiğini
söylemek daha doğru olur. Burjuvazinin hegemonya mücadelesi
sırasında organik rol verilen/üstlenen entelektüeller,
hegemonyanın kurulmasıyla geleneksel role çekilerek, tikel olanı
evrenselleştirmeye çalışırlar. Bunu yaparken de, kendilerine,
tarafsız, bağımsız ve özerk yani sınıflar üstü konum
atfederler. Bu geleneksel rol, sınıflar arası aracı olma
iddiasıyla, görünüşte tarafsız bir konumdan, tıpkı devletin
gizemleştirilmesinde olduğu gibi, sınıf mücadelesine doğrudan
müdahale etme olanağı yaratır. Dünün organik entelektüelleri
bugün de burjuvazinin organik entelektüelleridir, ama rolleri
değişmiş, şimdi geleneksel role intikal etmişlerdir. Bunların
karşısındaysa, işçi sınıfının organik entelektüelleri yer
alır. Sartre’ın ilgilendiği de, bu entelektüellerin ortaya
çıkıp çıkamayacağıdır.
Sartre,
bu meselede kapıyı ne açar ne kapatır. Aralık duran kapıda, ki
geçici bir uğraktır (uğrak, geçiciliği de barındıran bir
sözdür aynı zamanda), isim vermekte zorlanılan Sartre’ın
entlektüelleri durur. Sınıfsal köken veya yaptıkları iş
(meşguliyetleri) dolayısıyla küçük burjuva olan entelektüeller,
küçük burjuvalığı aşmak değil, bunun bilincinde olarak
kendilerini aşmak durumundadırlar. Bu bütün entelektüeller için
söz konusu değildir ve salt bir “iradi karar”a indirgenmeyip
arka planda çalışan “toplumsal koşullar”a da göndermede
bulunulur. Kimi klasik entelektüel olarak geleneksel rolü rızasıyla
veya zorunlulukla üstlenirken az da olsa bir kısım entelektüel
işçi sınıfının organik entelektüeli olmaya çabalar. Gramsci,
organik entelektüele önderlik rolünü verirken, Sartre, bu rolün
de oynanabilmesi için gerekli ara roller/görevler üzerinde
durmaktadır.
Halil
Çelik
KAYNAKÇA
Said,
Edward W., Entelektüel: Sürgün, Marjinal, Yabancı, Çev.Tuncay
Birkan (Representations of The Intellectual: The 1993 Reith Lectures,
Vintage Books, 1994, Londra), Ayrıntı Yayınları, Beşinci Basım,
2013, İstanbul
Ransome,
Paul, Antonio Gramsci: Yeni Bir Giriş, Çev.Ali İhsan Başgül
(Antonio Gramsci: A New Introduction, Harvester Wheatsheaf, 1992),
Dipnot Yayınları, Birinci Baskı, 2011, Ankara
Portelli, Hugues, Gramsci ve Tarihsel Blok, Çev. Kenan Somer, (Gramsci y el bloque historico, 1976), Savaş Yayınları, Birinci baskı, 1982, Ankara
Morton,
Adam David, Gramsci’yi Çözümlemek, Çev.Barış Uysal
(Unravelling Gramsci, Pluto Press, 2007), Kalkedon Yayıncılık,
2011, İstanbul
Forgacs,
David, Gramsci Kitabı Seçme Yazılar 1916-1935, Çev.İ.Yıldız,
Dipnot , 2010, İstanbul
Herrera-Zgaib,
Miguel Ángel, The Public Intellectual in Critical Marxism: From the
Organic Intellectual to the General, Intellect Papel Político, 2009,
14: 1, 143-164
Kachur,
Jerrold L., Postmodern Prens: Gramsci ve Anonim Entelektüel Pratik,
Gramsci ve Eğitim içinde, Ed.Carmel Borg, Joseph Buttigirg ve Peter
Mayo, (Gramsci and Education, Rowman&Littlefield Pub.,
Maryland-U.S.A., 2002) Kalkedon Yayıncılık, İstanbul, 2011
McLaren,
Peter, Fischman, Gustavo, Serra, Silvia ve Antelo, Estanislao,
Gramsci Hayaleti: Devrimci Praksis ve Adanmış Aydın, Gramsci ve
Eğitim içinde, Ed.Carmel Borg, Joseph Buttigirg ve Peter Mayo,
(Gramsci and Education, Rowman&Littlefield Pub., Maryland-U.S.A.,
2002) Kalkedon Yayıncılık, İstanbul, 2011
Thomas,
Peter D., Gramsci Çağı: Felsefe- Hegemonya-Marksizm, Çev.İlker
Akçay, Ekrem Ekici (The Gramscian Moment: Philosophy, Hegemony and
Marxism, Brill NV, 2010), Dipnot yayınları, 2013, Ankara
Vacca,
Giuseppe, Aydınlar ve Marksist Devlet Teorisi, Gramsci’ye Farklı
Yaklaşımlar içinde, Der. Anne Showstack Sassoon (Approaches to
Gramsci, Writers&Readers, 1982), Dipnot Yayınları, Birinci
baskı, 2012, Ankara
Sartre,
Jean-Paul, Aydınlar Üzerine, Çev.Aysel Bora (Plaidoyer pour les
intellectuels, Galimard, 1938), Can Yayınları, Yedinci Basım,
2015, İstanbul
Poulantzas,
Nikos, Poulantzas Kitabı: Seçme Yazılar, Hzr.James Martin,
Çev.Akın Sarı ve Selime Güzelsarı (The Poulantzas Reader:
Marxism, Law and the State, Londra, 2008), Dipnot, Birinci Basım,
2013, Ankara
Poulantzas,
Nikos, Devlet, İktidar ve Sosyalizm, Çev.Turhan Ilgaz (L’Etat, Le
Pouvoir, le Socialism, 1979), Epos, Birinci Basım, 2006, Ankara