Bir Pablo Larrain filmi olan Hayır
(No, 2012) genellikle, ya iyimserlik ve umudun tiranlığa karşı zaferinin bir
temsili olarak yorumlandı, ya da örtüşmediği/aykırı olduğu veya atladığı tarihsel
gerçekler sıralanarak eleştirildi.[1]
Cannes’da ödül alan filme gösterilen ilgi, filmin konusunu teşkil eden gerçek
olaya (Şili’deki 1988 Hayır kampanyasına) duyulan ilginin de bir yansımasıydı (Cronovich, 2013). Anayasa değişikliği referandumu süreciyle
birlikte film Türkiye’de de yeniden hatırlandı/gündeme geldi.[2]
Film gibi, filmin konusunu teşkil eden tarihsel olayla da ilgilenildi, örneğin Şili’deki ‘Hayır’ kampanyasının yaratıcısı olduğu belirtilen Eugenio
Garcia Ferrada deneyimlerini paylaşmak için Türkiye’ye davet edildi, kendisiyle
röportajlar yapıldı.[3]
Film, konjonktürün de etkisiyle Türkiye’de,
“seçimlerde pozitif mesajın olumlu rol oynadığı” teziyle adeta özdeşleştirilerek
kampanya yürütücüleri tarafından örnek alınması gereken bir konuma yükseltildi
ve hakkında ağırlıklı olarak övgüye varan değerlendirmeler yapıldı. Bununla
birlikte, hem filme hem de filme yönelik ilgiye dair eleştirel bakışı yansıtan yazılar
da kaleme alındı. Bu bakış açısına göre No,
“her ne kadar bir dönemi anlatmaya soyunmuş politik bir film gibi dursa da ana
teması reklamcılık ve reklamların toplum psikolojisi üzerindeki etkileri” olan
bir filmdi ve filmde “başarıya giden yolun kapitalizmin en kuvvetli silahı olan
reklamı kullanarak mutluluk vaat etmek olduğunun altı net olarak” çiziliyordu.[4]
Diğer bir ifadeyle, bir reklamın siyasette tercihleri ne kadar etkilediği ile
ilgili pozitif algı hem de apolitik bir film kahramanı üzerinden yerleştirilmeye
çalışılıyordu: “Bugün Türkiye’de referandum sürecinde Türkiye solu içerisinden
pazarlanan film, toplumsal mücadeleleri parlak bir reklamcının yarattığı
kampanyaya indirgiyor; Pinochet’nin faşist rejiminin uzun yıllar verilen büyük
mücadelelerle değil de “solun geleneksel kalıpları” ile hesaplaşmayı başaran
bir reklamcının fikirleri ile yenildiğini iddia ediyordu.”[5]
Filmin gerçekleri yansıtmadığını
iddia eden Kaan Gündeş’e göre, “1998 senesinde dahi
Şili’de bin kişiye düşen
TV sayısının yalnızca 205” olması; referandumdan önceki 27 gün boyunca
15 dakika şeklinde yayımlanan reklamların, Şili nüfusunun ezici bir çoğunluğunu
oluşturan “televizyonsuz” sınıfları “Hayır” oyu vermeye ikna etmiş olamayacağını
gösteriyordu. Filmin iddia ettiğinin aksine Pinochet’yi deviren dalga,
muhaliflerin seneler süren siyasal çalışmalarının ve platformlar aracılığıyla
ortak düşmana karşı bir araya gelişlerinin bir sonucuydu. Şilili devrimcilerin
en büyük başarısı, referandumdan önce seçmen olarak resmi kayıtları bulunmadığı
için yasal olarak oy verme hakkı olmayan 7,5 (yedi buçuk) milyon işçiyi teker
teker seçmen olarak kaydettirmeleri olmuştu. Ayrıca yönetmen sınıfsal aidiyeti
nedeniyle, Şili varoşlarında verilen
“Hayır” mücadelesinin stratejik doğasını kavrayamamış ve
anlamlandıramamış olmalıydı. Gündeş, 5 Ekim 1988’de referandum olacağı kesinleştiğinde
“Hayır” kampanyasını desteklemek üzere onlarca yeni müral (duvar resmi) tugayı
ortaya çıktığına işaret ediyor ve televizyonları olmayan ve “Hayır” oyu
kullanan milyonlarca işçiye, bu cesur devrimci duvar ressamlarının ulaştığını
savunuyordu.[6]
Gündeş’in bu yazısına karşı; “filmin ana
fikri olan ‘solcular kampanyalarında olumlu bir dil kullanmalılar’ argümanına
karşı bir alternatif göstermediği, bunun yerine filme “yalancı”, “basit”,
“yüzeysel”, alıntı yaptığı yazarı ve filmin yönetmenini “burjuva” olarak
adlandırmaktan başka, şu yöntem doğru bir kampanya yöntemidir diye bir argüman
sunmadığı” eleştirisi yöneltildi. Gündeş’in kişi başına düşen televizyon
sayısının azlığı tezine karşı da, Vizontele
filmine referansla, “televizyonu olan evlerde toplanıp birlikte izleme”
argümanı ileri sürüldü: ”Televizyon ve video yayını eskiden bu kadar yaygın
değilken bütün köy, bütün ilçe televizyonu olan eve toplanıp önemli programları
ve haberleri izlerler. Hatta Vizontele filmi bu konuyu işler.”[7]
Her ne kadar Gündeş’i eleştiren yazıda değinilmese de,
belki de Gündeş’in yazısındaki en önemli kısım “seçmenlerin kayıt altına alınması
çalışması”nın önemiydi; zira Şili’deki kampanyanın önemli bir aktörü olan Genaro
Arriagada’ya göre de reklam kampanyanın en önemli parçası değildi. Kampanyanın
başarısındaki dönüm noktası, seçmenlerin kaydedilmesine/kayıtlı seçmen
sayısının artırılmasına yönelik çaba ve bu çabanın sonucunda ulaşılan %92
oranıydı. Arriagada ayrıca, sloganın, filmde gösterildiği gibi bir reklamcının
eseri olmadığını, Amerikan politik danışmanların da katkısıyla oluşturulan odak
gruplarının sloganı oluşturduğunu ifade etti. [8]
Bütün bunlar, hem kampanyayı hem de filmi değerlendirebilmek için, Tv sayısı
etrafında dönen tartışmayı aşan daha detaylı bir incelemeye ihtiyaç olduğunu
gösteriyordu.
Kampanya
1970-73 yılları arasında başkanlık görevini yürüten sosyalist Salvador
Allende Gossens’in ölümünün ardından askeri cuntanın 11 Eylül 1973’te hükümeti (Popular
Unity) devirmesiyle birlikte Şili’de diktatörlük dönemi, cuntanın başındaki
Augusto Pinochet’nin anti-demokratik iktidarı başlar. Pinochet’nin otoriter
yönetimi, 1978 ve 1980 plebisitleriyle sağlamlaştırılır; ihracatı destekleyen
serbest piyasa ekonomisi ve özelleştirme politikaları devreye sokulur (LASA,
1988). Darbenin yedinci yılındaki plebisitle (11 Eylül 1980) halkın %67’sinin
onayıyla yürürlüğe konulan 1980 Anayasası’na göre Pinochet 1989 yılına kadar
başkan olacak, 1988 yılında yapılacak plebisitte eğer ordu Pinochet’yi aday
gösterir ve halk da “evet” derse, başkanlığı 8 yıl daha sürdürecektir (NDI,
1988). Ancak 1988’e gelindiğinde hem içeride hem dışarıda dengeler değişmiştir.
Ekonominin kötüye gidişi ve diktatörlük karşıtı protestoların yanısıra artık
muhalefet de 1980 yılındaki kadar sessiz değildir; az sayıda da olsa radyo
istasyonuna ve iki gazeteye sahiptir. Latin Amerika’daki diktatörlüklerin birer
birer demokrasiye geçmesiyle, Pinochet’nin/rejimin destekçisi ABD de,
demokratikleşmenin yanında saf tutar (LASA, 1988).
ABD, önce Allende’nin
seçilmesini önlemeye çalışmış, sonrasında Allende yönetiminin başarısız olması
için elinden geleni yapmış ve Allende’yi yerinden etmesi için orduyu,
dolayısıyla darbeyi desteklemiş, finanse etmiştir. ABD’nin Allende karşıtlığı
ve Pinochet’yi desteklemesi, öncelikle Sovyetler Birliği faktörü, başka bir
deyişle “soğuk savaş”la ilgilidir. Öte yandan 1976-1981 döneminde Şili, -ve
Güney Amerika-, petrodolar akışıyla bağlantılı olarak gelişen küresel kredi
patlamasından yararlanmış ve ekonomisini geliştirmiştir. 1979-80 petrol
krizinin ardından gelen 1982 yılındaki borç krizi sonrası Şili’de, ilk
toplumsal protestolar ve grev dalgası (1983 başlarında) ortaya çıkar. ABD ve
Avrupa medyası bu protestoları, ekonomik yönünden ziyade rejimin insan hakları
ihlalleriyle ilişkilendirerek verir/gündemleştirir. 1983 yılından 1988
plebisitine kadar artık ABD ve Avrupa Birliği’nin politik, teknik ve finansal
desteği Şili’deki muhalefete yönelir. SSCB’nin gerilemesi ve neoliberal
politikaların gündeme gelmesiyle ilişkili olarak 1988’e giden beş yıl boyunca,
Şili’deki muhalefetin konsolide olması, uzlaşması ve birlikte hareket etmesi
için her türlü yardım ve destek yapılır. Dolayısıyla hayır koalisyonunun
oluşmasında dış faktörün/uluslararası aktörlerin önemli rolü olmuştur. Örneğin
ABD’nin iki önemli örgütü (National Endowment for Democracy- NED ve National Democratic Institute- NDI) koalisyonu hem finansal hem de
politik danışmanlık bakımından destekler, ayrıca referandum sürecine gözlemci
olarak da müdahil olur (Ortega, 2010).
ABD’de Reagan döneminin dış politikasındaki söylem değişikliğiyle artık “demokrasi
ve demokratik hareketleri destekleme” öne çıkarılır ve bu söylem değişikliğine
uygun olarak 1983 yılında NED kurulur. Kongre, NED’e 1988- 1989’da iki özel
görev verir. Buna göre NED; 1988 Şili plebisitinde hayır kampanyasına ve 1990
Nikaragua seçimlerinde demokratik muhalefete destek verecektir. Gerek NED,
gerekse Freedom House, ABD’nin Pinochet rejimini destekleme politikasındaki
değişiklikle uyumlu olarak Hayır kampanyasını destekler.[9]
1988 Plebisitine doğru Şili’de, 1987 yılında, çeşitli partilerin
oluşturduğu üç farklı “çok adaylı serbest seçim” komitesi ortaya çıkar ve
bunlar birleşerek bir konsey meydana getirirler. 1988 başında cunta, plebisitin
çok adaylı bir seçim olmayacağını kesinleştirince, konsey artık “hayır”
koalisyonuna dönüşür ve No kampanyasını
yürütmeye başlar. 17 bileşeni olan, koordinasyonu Genaro Arriagada tarafından,
sözcülüğü Hristiyan Demokrat Parti başkanı Patricio Aylwyn tarafından yerine
getirilen No koalisyonunun hayata
geçirilmesinde Hristiyan Demokrat Parti’nin lideri Edgardo Boeninger ve tarihçi
akademisyen Sofía Correa önemli rol oynar ve plebisitten dört yıl önce
hazırlıklara başlar. Uluslararası
örnekleri inceleyecek bir grup kurulur ve yapılan çalışmalar pozitif mesaj
içeren bir slogan bulunması gerektiğini gösterir. TV programlarının üç
yönetmeninden biri olan Ignacio Agüero’nun (diğerleri Eduardo Tironi ve Juan
Enrique Forch) ülkenin önde gelen ajanslarının reklamcılarını bir araya
getirdiği yaratıcı ekipte; José Salcedo, Eugenio García, Geraldine Walker ve
diğerleri bulunur. Kendisi de reklamcı olan José Manuel Salcedo tarafından
yönetilen reklamcı ve iletişimcilerin oluşturduğu grubun eseri olan gökkuşağı
amblemi ve slogan (Chile, la alegría ya viene/Chile, happiness is coming)
politik komitece kabul edilir. Koalisyon ayrıca, toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenler, 15’er
dakikalık Tv spotlarını hazırlatır ve bağımsız/gönüllü ekiplerle oy sayımı
sürecini denetler/gözetler (Cronovich, 2013; NDI, 1988).
Hayır kampanyasının başındaki
Hristiyan Demokrat Parti üyesi Genaro Arriagada; politikacılar, teknik
komiteler ve reklamcılar arasındaki bağlantıyı/koordinasyonu sağlar. Koalisyonun hayati organı, hem iyi
stratejiler geliştirmek hem de bu stratejileri uygulayacak koalisyona dahil kişiler
üzerinde meşruiyet ve saygı yaratmak açısından, teknik komitelerdir. Ana teknik
komite ve bu komiteye bağlı alt teknik komitelerde, koalisyon bileşenleri
temsil edilmekte; kararların bu
komitelerde karşılıklı saygı ve uzlaşmayla alınması, bileşenlerce
benimsenmesini kolaylaştırır. Aynı zamanda uluslararası toplumdan da finansal,
moral ve danışmanlık düzeyinde yardım akar. Uluslararası deneyimlerden
faydalanılarak ilk etapta, -uluslararası finansal destek alınarak-, seçim
sonuçlarını izleme/gözlemeyi sağlayacak elektronik/bilgisayar sistemi kurulur.
Teknik komiteler, en son reklam ve seçim teknolojileriyle birlikte araştırma ve
odak gruplarını kullanır. Reklamcılar; teknik komitelerin
hazırladığı nicel ve nitel çalışmaların verileriyle donatılır. Yapılan araştırmalar insanların
şiddet ve korkudan yorulduğunu göstermekte; sağ-kanat seçmen, Allende döneminin
kargaşa ve şiddet ortamına dönüleceğinden ve özel mülkiyetlerini kaybedeceklerinden
korktuğunu, sol-kanat seçmen, diktatörlük dönemi deneyimlerinden kaynaklanan
sürgün edilme, işkence görme ve öldürülme korkusu yaşadığını ifade etmektedir.
Dolayısıyla kampanya, öncelikle, bu korkuları umuda dönüştürmek hedefine
odaklanmalıdır (Williams, 1996).
Cunta, 30 Ağustos’ta, hem Pinochet’nin adaylığını hem de kampanya
dönemini kesinleştirir. Buna göre plebisit, 5 Eylül-2 Ekim tarihleri arasındaki
27 günlük kampanya dönemi sonunda 5 Ekim günü yapılacaktır (NDI, 1988). 15’er
dakikalık TV yayınlarının hafta içi akşam 10.45-11.15 (hafta sonu gece
12.00-12.30) saatleri arasında yapılacağı ilan edilir. Tv spotlarının geç
saatlerde yayımlanması, izlenme oranının düşük olacağı beklentisi yaratsa da,
anketler, spotların halkın %90’ı (başka bir kaynaktaysa %65’i) tarafından izlendiğini
gösterir (LASA, 1988; NDI, 1988; Boas, 2009). Her ne kadar 1988 yılı boyunca Tv’lerde
yayımlanan tartışma programlarında iktidar ve muhalefet temsilcileri görülmeye
başlamış olsa da, iktidar, henüz resmi kampanya dönemi başlamamış olmasına
rağmen reklamları kullanarak propaganda yaparken muhalefete bu imkanı tanımaz. Ayrıca
muhalefetin Tv’de görünürlüğü ile iktidarın görünürlüğü arasında çok büyük fark
bulunmaktadır (Boas, 2009).
Evet kampanyası, darbe öncesi kaos ve darbe sonrası dönemde yaşanan
ekonomik gelişmelere vurgu yaparken, Hayır kampanyası, öncelikle Şili halkını, “Hayır”ın
zaferinden korkulmaması gerektiğine iknayı amaçlar. Hayır spotları, geleceğe
odaklanan kampanya temalarını haber formatında, müzik ve parodiyle
destekleyerek verir; doğrudan hükümeti eleştirmez-hedef almaz. Eylül ayındaki
bir anket (CEP ), kampanyaların seçmenlerle iletişimini %70’ler oranında Tv ile
kurduklarını ve hayır kampanyasının seçmenler tarafından açık ara daha başarılı
bulunduğunu ortaya koyar. 1 Ekim günü hayır koalisyonunun düzenlediği mitinge
bir milyon kişi katılmış, sonrasında ilan edilen sokağa çıkma yasakları halkta
plebisitin erteleneceği korkusu doğurmuştur. Yine de, Ekim ayına doğru yapılan bir
ankette hayır %52, evet %32 oranında çıkar (NDI, 1988).
Sonuçta plebisit, anketlerle uyumlu olarak; %54,71 hayır, %43,01 evet
oranıyla neticelenir. Plebisit sonuçları, “hayır”ın büyük şehirlerde ve orta ve
düşük sınıfların yaşadığı yerlerde daha yüksek, “evet”inse, kırsal kesim ve üst
sınıfın yaşadığı yerlerde yüksek olduğunu gösterir (NDI, 1988). Kadınların
erkeklere oranla daha fazla evet oyu kullandığı, ancak büyük şehirlerde tam
tersine erkeklere göre kadınların daha çok hayır oyu kullandığı anlaşılmaktadır.
Evet oyu kullananlar üzerinde istikrar/düzen, terörizm ve grevler; hayır oyu
kullananlar üzerinde daha çok ekonomik konular etkili olur. Hayır diyenler,
ekonomik durumdan ve kendi gelirlerinden memnun olmadıklarını dile getirirler. Nihayetinde
“Evet” kampanyasının geçmişin kötülüğüne dayalı korkutma stratejisi çoğunluğun
üzerinde etkili olmamıştır. Bu sonuçta; 1983 yılında başlayan protestoların
halktaki korkunun seviyesini düşürmesi, ayrıca seçmenlerin belli bir kısmını
oluşturan gençlerin geçmişin korkularından bihaber olması da etkili olur (LASA,
1988).
Özetle Şili’deki 1988 plebisitinde; ulusal ve uluslararası düzeydeki
özgül koşullar etkili olmuş, hayır kampanyası uluslararası aktörler tarafından finansal
ve teknik olarak desteklenmiştir. 1988 yılında yapılacağı 1980 yılında belli
olan plebisit için dört yıl öncesinde hazırlık yapılmaya başlanmış, bu hazırlık
sürecinde Pinochet’nin diktatörlüğünden kurtulma temelinde birleşen/uzlaşan
geniş bir koalisyon yaratılmıştır. Koalisyon, yapılandırdığı teknik komiteler
marifetiyle amblem, slogan ve Tv spotlarını hazırlatmış, bunların etkili olması
için veri temin etmiş, kayıtlı seçmen sayısını artırmış, mitingler düzenlemiş
ve seçim sürecini denetleyecek sistem kurmuştur. Bütün bunların ekip
çalışmasıyla başarıldığı görülmektedir. Evet kampanyasının “korku”yu esas
almasına karşın, hayır kampanyası, halkın büyük kesiminde var olan korkuyu alt
etmeyi hedeflemiş; bu hedefe ulaşmak için belirlenen/yapılan amblem, slogan ve
Tv spotları hep uzmanlardan oluşan grupların kolektif çalışmasının eseri
olmuştur.
Film
1988 Şili plebisitini ele alan No
filmi; hayır kampanyasını aşırı basitleştirerek ve gerçeği bozarak ele aldığı,
adeta “hayır”ın zaferini, esas olarak reklam kampanyasının bir sonucu olarak
gösterdiği eleştirisine maruz kalır. Film tarihsel olaya dair bütün hikayeyi
anlatmamak ve/veya yanlış sunmakla suçlanır (Jung, 2013). Ancak bütün bu
eleştirilere; geçmiş ve
bugün arasındaki sürekliliği görsel olarak ifade eden filmin temel sorusunun,
“gerçekten ne değişti?” olduğu belirtilerek karşı çıkılır. 2013 araştırmasına
göre Şili halkının yüzde 55’i diktatörlük yıllarını kötü, yüzde dokuzu iyi
olarak değerlendiğini belirtirken, geriye kalan üçte birlik kesim iyi ve kötü
karışımı cevaplar verir. O dönem, muhtemelen ekonomik başarı nedeniyle iyi,
insan hakları ihlalleri nedeniyle kötü görülmektedir. İşte Larraín’in filminin
bu üçüncü kategoriye, apolitik olarak nitelendirilebilecek kesime seslendiği
belirtilmektedir (Jung, 2013).
Pablo Larraín, Pinochet taraftarı
Independent Democratic Union (UDI)
partisinin üyesi sağ-kanat bir politikacının oğludur ve ailesinden, Pinochet
dönemine ilişkin acı/gerilim/gerginlik dolu bir olayı/hatırayı devralmaz/miras
almaz. Yönetmenin üçlemesinin ilk iki filmindeki (Tony Manero ve Post
Mortem) “travma geçirmiş özne” kahramanlarına göre No filmi kahramanı, çağdaş Şili’nin distopyasını, diktatörlük
sonrası Şili’ye dönük şüpheyi/şüpheciliği temsil eder. Filmin kahramanı René
Saavedra, Tony Manero ve Post Mortem ana karakterlerine benzer biçimde ülkenin politik ve sosyal durumuna
ilgi göstermeyen apolitik bir tiplemedir ama diğerlerinden temel farkı fantezi
ile kurduğu ilişkidir. René, daha iyi bir gelecek ve umut öneren
“mutluluk geliyor” sloganıyla mutlu bir kampanya tasarlar fakat aynı zamanda
demokrasiye geçişe önderlik eden toplumsal hareketi depolitize eder. Reklam
spotu boş bir hayali vaz etmekte ve film kahramanı, diktatörlük sırasında
tanışılan ve demokratik hükümetlerce sürdürülen neoliberal modeli kendi
şahsında cisimlendirmektedir. Dolayısıyla üçlemedeki kahramanlar, yalnızca
travmatik geçmişi tasvir etmez, bugünü geçmişe bağlayan yaşayan ölüleri
somutlaştırırlar. Dolayısıyla yönetmenin filmleri, politik geçişi, unutma ve
diktatörlük sonrası dönemin tamamlanmamış yas tutma görevi arasında bir gerilim
olarak anlatır (Toledo, 2013).
Sonuç olarak, filme neoliberalizm üzerinden bakan değerlendirmelere göre
yönetmen, aslında ironik biçimde kampanyanın ve kampanya sonucunda kazanılan
zaferin “boş” olduğunu, neoliberal dönüşümün Pinochet dönemi ve sonrasında
devam ettiğini, demokrasiye geçişin bu süreklilikte bir kırılma yaratmadığını anlatmaya
çalışmaktadır. Öyleyse, hem bu tür değerlendirmelerde yönetmenin neoliberalizm
eleştirisine soyunduğu iddia edilmediğine hem de film böyle bir okumaya
elverişli ögeler içermediğine göre, filmin mesajı nedir? Yönetmenin üçlemedeki
filmleri birlikte düşünüldüğünde, mücadele eden özne yerine travma geçirmiş
öznelerin kahraman olarak seçilmesi, keza No
filminde de çarkın içinde görevini icra eden apolitik öznenin sunulması,
mesajın “kapitalizmin karşı konulmaz sürekliliği” olduğu ortaya çıkar. Tarihsel
olay olarak kampanya, yukarıda görüldüğü gibi, ister diktatörlük olsun isterse
demokratik yönetim olsun kapitalizmin sürekliğini doğrular. En azından, ABD’nin
önce desteklediği Pinochet’yi sonra terk edip demokratik geçişin arkasında
durması bu argüman için bir delil sayılabilir. Ancak filmde bu sürekliliğin
vurgulanması ve eleştirilmesinden ziyade, pazarlanabilir bir üründen farkı
olmayan demokrasi için, diktatörlükten kurtulmak için mücadele etmenin “boş”luğu
öne çıkarılmaktadır. Bu nedenle perdeyi diktatörlüğe karşı mücadelede yaşanan
acılar veya politik özneler değil, apolitik öznelerin “boş”luğu doldurur.
Dolayısıyla film için öne sürülen, tarihsel gerçeklerle açıkça çeliştiği tezi
de, toplumsal mücadeleleri parlak bir reklamcının yarattığı kampanyaya
indirgemesi eleştirisi de haklılık payı içermektedir. Ama daha önemlisi, her
iki eleştirilen konunun da asıl nedeni, mesajın “uzlaş/direnme/mücadele etme”
çünkü her şey “boş” olmasıdır.
Pozitif Mesaj
Agüero,
Forch ve Salcedo, “hayır”ın zaferinde belirleyici olanın Tv programları olduğunu düşünmektedir.
27 gün boyunca yayımlanan 15’er dakikalık Tv programlarının etkili olduğunun
göstergesi olarak, haziran ve eylül ayları arasındaki anketlerde değişim
gösterilir. Haziranda birbirine yakın olan evet ve hayır oyları, Tv programları
sonrası, eylül ayında hayır lehine değişir.[10] TV spotlarının, haziran ve eylül
arasında, özellikle kararsızlar üzerinde etkili olduğu savunulmaktadır (LASA,
1988). Ayrıca “hayır”ın Tv programları izleyicilerce daha başarılı
bulunmuş ve daha açık/anlaşılır, daha dinamik, daha ilham verici, daha iyimser
ve daha inandırıcı olarak nitelendirilmiştir. Hayır programlarında evde,
sokakta, işyerindeki kadınlar, gençler ve çalışanlarla konuşulur, onlar da
sorunlarını dile getirir. Başka bir deyişle halk kendi hikayesini/dertlerini
korkmadan anlatmaktadır ve bu hem ilgi çekici gelir hem de korkunun aşılmasına
yardım eder (Cronovich, 2013).
Amerikan politika danışmanlarının saldırı tarzı reklam tercihi ve kimse
hoşlanmasa da negatif mesajın etkili olduğuna dair yaygın inanç nedeniyle
araştırmacılar negatif mesaj üzerine yoğunlaşmış, dolayısıyla da siyaset bilimi
literatüründe hipotez genellikle negatif mesajın etkisi açısından kurulmuştur/konulmuştur.
Aksine Şili’de, cuntanın şiddetli saldırı tercihine karşın muhalefet pozitif
mesaj üzerinden bir kampanya yürütür. Şili’deki hayır kampanyasının zaferinde,
Tv spotları üzerinden verilen pozitif mesajın çok etkili olduğuna ilişkin
yaygın bir kanı/bakış açısı gelişmiştir. Her ne kadar Tv reklamlarının “hayır”ın
zaferinin en önemli sebebi olduğu söylenemezse de, yardımcı olduğu kabul
edilmelidir. Tv reklam kampanyasındaki videoları içerik analizine tabi tutan ve
seçim sonuçlarına ilişkin veriyi inceleyen bir ampirik çalışmada, seçmen davranışı
üzerinde mesajın pozitif ve negatifliğinden ziyade, kampanyalardaki iddiaların
makul/akla yakın olmasının etkili olduğu savunulmuştur. Buna göre yalnızca
hayır kampanyasının inandırıcı iddiaları seçmen üzerinde etkili olmuştur. Evet
kampanyasının “korku” ve “kaos”a dayalı mesajları, hayır kampanyasının
sloganını “Şili, Marksistler geliyor” diye değiştirmeleri, seçmen tarafından
inandırıcı bulunmamıştır. Dolayısıyla, pozitif mesajın seçmen üzerindeki
etkisi, mesaj içeriğinin seçmen tarafından inandırıcı bulunmasıyla ilişkilidir
(Boas, 2009).
Özetle özgül koşullar dikkate alınmadan pozitif mesajın genelgeçer bir
kampanya kazandırıcı rolü olduğu söylenemez. Şili örneğinde, slogan ve Tv
programlarının kararsız seçmen üzerinde etkili olduğu, en azından yardımcı
olduğu savunulmaktadır. Ancak slogan ve Tv spotlarının, kampanyanın başarılı
olmasını sağlayan birçok faktörden sadece birisi olduğu da unutulmamalıdır. Keza
slogan ve Tv spotlarının başarısı da doğrudan pozitif mesaja bağlanamaz. Boas’ın
ampirik çalışması, mesajın içeriğinin “inandırıcılığı”nın daha etkili olduğunu
göstermektedir. Ayrıca Tv spotlarının seçmenler tarafından başarılı bulunması, pozitif
mesaj kadar, programlarda halkın bizzat kendi sorunlarını çekinmeden anlatması,
bunun da seçmenler üzerinde korkuyu azaltıcı etkisi olmasıyla da ilişkilidir.
Bu “korku” meselesinde, 1983 yılında başlayan toplumsal protestoların rolü de
ihmal edilmemelidir. Her ne kadar film “pozitif mesajı” abartılı biçimde
vurgulasa da, gerçek kampanyanın başarısı ne tek başına ne de önemli ölçüde
pozitif mesajın sonucu değildir.
Sonuç olarak, çoğunlukla, geniş koalisyon ve şiddet içermeyen yaratıcılığın
Pinochet’nin koltuğundan edilmesine yardım ettiği düşünülmektedir. Buna göre başarıyı
sağlayan; başta bakır madeni işçileri olmak üzere sendikaların grev ve iş
yavaşlatma eylemleri, kilise-temelli şiddet içermeyen/şiddete başvurmayan
direniş eğitimine yönelik örgütlenme (SERPAJ) ve otonom politik alanın
kullanılması (Roman Catholic Church), kamusal dans ve şarkı söyleme, sokak
gösterileri, Tv program ve reklamları, seçim işbirliği ve şiddete başvurmayan
koalisyondur (Kurtz, 2009). TV spotları da, haziran ve eylül arasında,
özellikle kararsızlar üzerinde etkili olmuştur (LASA, 1988).
Kaynakça
Alejandro Ortega, International
Effects on the Democratic Onset in Chile, Stanford
Journal of International Relations, 2010
Berenike Jung, « Imagining the Past. The Politics of Corporeality in
Pablo Larraín’s dictatorship trilogy », in BARBAT, Victor et ROUDÉ, Catherine
(dir), De l’Unité populaire à la transition démocratique : représentations,
diffusions, mémoires cinématographiques du Chili, 1970-2013, actes des
journées d’étude, Paris, 9-10 octobre 2013.
Chile’s
Transition to Democracy, Report by The National Democratic Institute for
International Affairs (NDI), 1988
Denise Williams, Forging A
Successful Political Coalition in Chile, Pp. 115-140 in Kian M. Kwan, editor, Individuality and social control: Essays in Honor of Tamotsu Shibutani.
Greenwich, CT: JAI. 1996
Lester
R. Kurtz, Chile: Struggle against a military dictator (1985 – 1988), International
Center on Nonviolent Conflict, 2009
Paula
Thorrington Cronovich, “The ‘No’ Campaign in Chile: Paving a Peaceful
Transition to Democracy”, Delivered Feb. 22, 2013 at the Conversation on the
Liberal Arts, Westmont College, Santa Barbara, CA
Taylor
C. Boas, Going Positive or Going
Plausible? Campaign Advertising Effects in Chile’s 1988 Plebiscite, Prepared
for presentation at the World Congress of the International Political Science
Association, Santiago, Chile, July 12-16, 2009
The Chilean Plebiscite: A
First Step Toward Redemocratization, Report by The International Commission of
The Latin American Studies Association (LASA), 1988
Vania Barraza Toledo, Reviewing the Present in Pablo Larraín’s
Historical Cinema, Iberoamericana, XIII, 51 (2013), 159-172
[2]
https://gaiadergi.com/eugenio-garcia-once-korkuya-hayir-dedik/ (Bu yazı Evrensel Gazetesi’nin internet
sitesinden aynı şekilde
alınmıştır.)
[9]
Library of Congress, US
Congress House Committee on Foreign Affairs, Authorising appropriations for
fiscal years 1984 and 1985 for the Department of State, the United States
Information Agency, the Board for International Broadcasting, the
Inter-American Foundation and the Asia Foundation, to establish the National
Endowment for Democracy and for other purposes, Bill(98) H.R. 2915 (1983),
p 87 ; National Endowment for Democracy, Annual Report 1988, Library of
Congress, JC421.N37a (1988); Library of
Congress, National Endowment for Democracy Records, Series 2, Box 2, Folder 35,
Summary of Programs for Nicaragua Funded by the Special Appropriation (1989)
[10] 1988 baharında yapılan bir ankete göre halkın %35’i
evet, %32’si hayır diyor ve %33 kararsız görünüyor. 1988 baharında yapılan
FLASCO anketinin televizyonun önemini ortaya koyduğu, TV’den bilgilenen
seçmenlerin %51, gazeteden bilgilenenlerin %41 evet derken, radyodan bilgi
alanların 45 hayır dediği belirtiliyor. Ağustos ayındaki anketlerde hayırın
yükseldiği (%40), kararsızların da azaldığı (%11) gösteriliyor. (NDI, 1988)