Aşağıdaki metnin
sahici bir anlamlandırma yoksun/yoksul-luğuna sahip olduğunu iddia edebilir miyiz? Bunu öğrenmek için bu- sentetik ve bir o kadar da mekanik- ifade şeklini noktalı
virgül tırnaklarla yeniden tadil edelim. Sonuçta, yapı söküme uğratılmış kitsch bir retorikle karşı karşıya kalacağımız
kuvvetle muhtemel…
İsmi lazım gelmeyen
bir çevrim içi gazete haberi, Elazığ Ağın’da bir oyuncakçı dükkânının vitrinine
bakan (“K”üçük) Merve’nin yaşadıklarını şöyle bir girizgâhla özetlemeye çalışmış;
“Keban'ın dağ
köylerinden Topkıran'da yaşayan Merve, ailesinin peynir, çökelek ve tereyağ
gibi ürünler satmak için geldiği Ağın'da bir oyuncakçı dükkânının
vitrinine bakarken Ağın Belediyesinde memur olarak çalışan
Suat Uyanık'ın (35) dikkatini çekti”[1]
diyerek kurguladı pratisyenimiz (;) “tam da o çok bilinen “vah vahcı” burjuva
konuşma ekonomisinin içinden”…
[O sırada] oyuncaklara
bakan Merve'nin fotoğrafını çeken Uyanık, "Bir
süre önce gezerken, Merve'yi gördüm. Merve'nin oyuncakçı dükkânının önünde
masum bakışlarını gördüm. Fotoğraf makinem yanımdaydı ve hemen fotoğrafını
çektim. Daha sonra dedesiyle tanıştım. Adının Merve olduğunu öğrendim. Çok
masum bakışları vardı" diyerek zikretti Uyanık (;) kökleri “toprak
temelli şiddeti örgütleyen bir örgütlenme” (Weber, 1978, s.56) olarak karmaşık devlet aygıtının süre giden
yürüyüşüne eşlikçilik eden- eşlikçiliği failin kimliğini bağlantı verilerek
vurgulanan- kurumsal şahsiyet.
Biliyorum metne
yapılan müdahaleler okuyucuların keyfini kaçıracaktır… Doğaldır da. Fakat bu küçük
müdahalelerin süre gelen bayağı ve “servise/kullanıma hazır” göstergelerin ipliğini pazara çıkarma gayreti taşıdığını belirtmeliyim. Merve’nin bir bir görselleştirildiği
onca medyuma takılı kalmanın, görme fonksiyonuna karşı alınacak mesafeli
konumun önemini ortadan kaldıracağına da inanmaktayım. Ayrıca, görme ve
görülenle olan iştigal, bizi temsil ve vekâlet temelinde yaşamaya iterken, söz
söyleme ve hatırlama derdinden de kurtarmakta. Bu sebeptendir ki, metne
odaklanmanın çok daha faydalı olacağı kanısındayım. Takibi başlık altında, her
biri birbirine gönderme yapan bu ve benzeri anlatıların, olay/olguları kişiselleştirerek
sistemik defoları gözden uzaklaştırma kaygısı güttüğünü iddia etmekle, lafı
gediğine oturtabileceğimizi umut ediyorum.
I.
Pratisyenimizin haber
örgüsü içerisinde özne-nesneleştirdiği Merve oyuncak yağmuruna tutulmuş
olabilir. Fakat “fayda-maliyet” rasyoneliyle kuşatılan günümüz modern ethosu,
yoksul/yoksun Merve için bir medya/sosyal medya seyirliği öngörürken, giderek
sinikleşen toplumsal refleksleri de, aynı seyirliğin vazgeçilmez bir parçası
olarak düşünmekte. Medya kanallarında sahnelenen temaşa ile murat edilen asıl
fayda, pek çoklarımızın katı bir belirsizliğin ağırlığı altında yaşadığı
“hayatın nefret ve tiksinti yaratan etkilerinin dengelenmesinde yatıyor”
(Bauman, s.2011, s.145-146). Medya seyirliği haline dönüştürülen olay/olgular “ürkütülmüş
tüketicilerin” (age, s.146) yeniden üretilmesine imkân sağlıyor. Toplumsal
değerin paylaşımı içerisinde dar/orta gelirli benzeri söylemsel kompartımanlaştırmalara
konu edilen yoksul ve yoksun kesimler[2], “titreşim
yutucu” bir etkiyle sakinleştirilmekte. Ana akım burjuva medyası toplumsal
kesimlerin gazını alarak okuyucularına nedamet, metanet ve sebat göstermeyi
öğütlemekte. Bunu yaparken, gittikçe farklı katmanlara ve alt gruplara ayrılan
toplumsal yapının, mevcut polarize doğasına başvurarak, onu manipüle etmekten
de geri durmamakta. Gözünü ve sözünü daha yoksul ve yoksun olana çeviren
“agonist temizleyici” basınımız, Galileocu argümanları ustalıkla kullanmanın
yarattığı hazla dört köşe oluyor. Yoksunluğun getirdiği yaralayıcı hikâyeleri gündeme
taşırken, daha az yoksul ve yoksun olan kesimlerden, kendilerini yutan maddi
koşulları her ne olursa olsun şükürle anmaları yönünde koşulluyor. Kimi
kesimler burjuvazik “sağduyu”nun oyununa gelerek yardım ve bağış benzeri
pratiklere girişiyor ve yaraların sağalmasını ümit ediyor. Yardım ve bağışlar
kısa süreli de olsa çözüm sunuyor. Fakat yapılanlar “sızlayan vicdanları”
yatıştırmanın dışında fayda getirmiyor. Üstelik yardım kampanyaları ne niyetle
ve kimlerce yapılırsa yapılsın, “siyasal doğruculuğun” ve politik amaçların
ticarileşmesine yol açıyor. Toplumsal birey ve grupları ticari sponsorlardan
ayırt etmek güçleşiyor. Pek çoğumuz, Merve’nin yaşadıklarını “pozitif
özgürlükler” düzleminde tartışmaktan ya da yasa yapıcılar üzerinde dolaylı bir
sivil toplum baskısı kurmaktan bahsetmiyor. İyileştirici de olsa kimi
düzenlemeleri talep etme yönüne gitmiyoruz. Her ne kadar özel bir uğrak da
olsa, tüm bu yaşananlar karşısında
örgütlü bir toplumsal kalkışmaya girişerek burjuvazinin akışlarını ters düze
etmeye yeltenmiyoruz. Yeltensek
de cılız kalıyoruz, rahatlıkla sindiriliyoruz. Baumann’ın
da dediği gibi kapitalizmin muzaffer olduğu, herhangi bir duvarın üzerindeki
yazıları artık önemsemediği (ya da bizatihi duvarların önem kazandığı)
zamanlarda denebilir ki, insan toplumunun yoksul olmayan kesimi, en yoksul
kesimi aşırı yoksulluktan kurtarmadıkça kendi kuşatıcı korkusundan ve
güçsüzlüğünden kurtulamayacağının farkına varamıyoruz, varsak dahi çabucak
unutuyoruz (age, s.145).
II.
Medya olay/olguları haber örgüsüyle yeniden yapılandırırken,
haberciliğin o biline gelen kodlarından ödün vermiyor. Bu manasıyla ana akım
medyaya alkış tutmanın bir borç olduğunun bilincindeyim! Peki, nedir bu kodlar?
Medya gündeme taşıdığı olay/olguları öylesi “bıktırıcı tekrarlarla üsteleyerek
kafalara işlemekte ki (…), olaylar giderek düşünülebilir olmaktan çıkmakta”
(Baker, 2012, s.218). Bıktırıcı olan salt tekrar sayısıyla da sınırlı değil
elbet. Çeşitlenen yeni iletişim teknolojileri, izler kitleye her hangi bir
zamanda ve hemen her yerde ulaşabiliyor. Ortaya çıkan içerikler akıl almaz bir
dansiteye ulaşarak tekdüzeleşiyor. Bu durum, izler kitle açısından “aşırı
doyuma” yol açabiliyor. Ayrıca, yaygın bir kamusal kayıtsızlığın tohumlarını da
atıyor. Esasında Merve’nin haberleştirilmesinde görülen durum da pek farksızmış
gibi gözükmüyor. Merve, olup bitenden bihaber, medya/sosyal medya yüzü olduğu
sıralarda, kolilerle yağan oyuncakların ve sosyal medyada kırdığı “tık” rekorlarının
altından kalkamaz oluyor. Öylesi bir haber değeri yaratıyor ki, bir mecradan
diğer mecraya “ısrar” ve “tekrar” mekanizmalarıyla” (Baker, 2012, s.218)
taşınıp duruyor. Kendisine ve hikâyesine defalarca kez göndermede bulunuluyor.
Merve kendi olmakta çıkarak, kendine yabancılaştırılıyor. Konu edildiği haber anlatısı
ise “somut insan düşüncesi tarafından oluşturulmaktan” (age) oldukça uzak. Merve öylesine haberleştirildi
ki, düşündürtmeyi beceremedi. Tek yapabildiği enformasyon çağına hâkim “anti-düşünce”
geleneğini yeniden üretmek oldu. Ne söylediği ya da nasıl göründüğü de mevzu
bahis edilmedi, önemsenmedi. Merve’nin imgeler aracılığıyla cisim bulan bedeni
tutarsız bir parçalılıkla sunuldu. Üstü başı kör de olsa karalar bağlamıştı;
berrak ya da parlak değildi. Fark edilemezdi. Fark edilse de seçilemezdi. Çünkü
Merve’nin bedeni amorftu.
Ana akım medya olay/olguları profesyonel bir haber diliyle
dolayımlar. Olay/olguların bu dolayımın orta yerinde tutarlılaştırmaya, bu
olay/olgulara içrek zıtlıkların gözden kaçırılmaya çalışıldığı da bilinir.
Örneğin Merve’nin haberinde geçen şu sözleri tekrar hatırlayalım; “Hediyeleri
getiren Uyanık'ı evlerinin kapısında karşılayan Merve Akkavak, kolileri açarak
oyuncakları tek tek inceledi. Hediyelerden dolayı mutluluk yaşayan küçük Merve,
oyuncak ve kıyafet gönderen herkese teşekkür etti. Merve'nin babaannesi Emanet
Akkavak ise torununun ve kendilerinin hediyelerden dolayı çok mutlu olduklarını
belirterek, "Merve çok bekledi. Çocuklara 'bugün benim arkadaşlarım
gelecek' demiş. Çok sevindi, bugün evden hiç çıkmadı" şeklinde
konuştu”. Burada eleştiri konusu edilmesi gereken, bu ifadeleri “haber değeri”
olur umuduyla çerçeveleme yoluna giden editoryal düşünce yapısından başkası
değil. Aslında- bu ve benzeri- duygulara seslenen/duyguları gıdıklayan
ifadelerin aktarımı, “plebisiter” bir medya yaklaşımını güçlendirmekten başka
bir işe yaramıyor. Merve hediye kolilerini “tek tek incelemiş”… “Merve bu
hediyeleri çok beklemiş”… Bu ifadelerin üzerine yardımda bulunarak Merve’nin
sorunlarına palyatif, üstünkörü çözümler bulmaktan başka ne yapılabilirdi ki! “Öyle
istenildi ve karşılık buldu!” Bu ifadeler özenli bir dil dizgesinin kimi sarih
örneklerinden sadece bir ya da ikisi. Bununla niyet edilen; öncelikle okuyucuda
başkalarınca öne sürülen önerme ve sonuçlara dair bir hazırlık durumu yaratmak,
sonrasında, bireyleri görece mikro ölçekli konular nezdinde “evet”lemeye ya da
“hayır”lamaya alıştırmaktan ibaret. Böylece özgür muhakeme yetisi sakatlanarak
farklı/alternatif düşüncenin önü alınacaktır. İzlenen her plebisiter adım, totaliter
davranış ve uygulamaların bir adım daha doğallaştırılmasına çanak tutacaktır.
Bu durum, kamusal yaşamın konsolidasyonuna zemin sunarken, karşıt kamuların
oluşumu siyasal marjinlerinden dışına atılmış olacaktır.
Erhan Özcan
Erhan Özcan
Kaynakça
Baker, U. (2012). “Dolaylı Eylem”, İstanbul: Birikim
Baumann, Z. (2011). “Bireyselleşmiş Toplum”, İstanbul: Ayrıntı
Weber, M. (1978). “Economy and Society: An Outline of
Interpretive Sociology”, Vol.1, London: University of California Press