Pazar, Şubat 01, 2015

Yoksul ya da Yoksun Olan Merve mi?



Aşağıdaki metnin sahici bir anlamlandırma yoksun/yoksul-luğuna sahip olduğunu iddia edebilir miyiz? Bunu öğrenmek için bu- sentetik ve bir o kadar da mekanik- ifade şeklini noktalı virgül tırnaklarla yeniden tadil edelim. Sonuçta, yapı söküme uğratılmış kitsch bir retorikle karşı karşıya kalacağımız kuvvetle muhtemel…

İsmi lazım gelmeyen bir çevrim içi gazete haberi, Elazığ Ağın’da bir oyuncakçı dükkânının vitrinine bakan (“K”üçük) Merve’nin yaşadıklarını şöyle bir girizgâhla özetlemeye çalışmış;

“Keban'ın dağ köylerinden Topkıran'da yaşayan Merve, ailesinin peynir, çökelek ve tereyağ gibi ürünler satmak için geldiği Ağın'da bir  oyuncakçı dükkânının vitrinine bakarken Ağın Belediyesinde memur olarak çalışan  Suat Uyanık'ın (35) dikkatini çekti”[1] diyerek kurguladı pratisyenimiz (;) “tam da o çok bilinen “vah vahcı” burjuva konuşma ekonomisinin içinden”…  

[O sırada] oyuncaklara bakan Merve'nin fotoğrafını çeken Uyanık, "Bir süre önce gezerken, Merve'yi gördüm. Merve'nin oyuncakçı dükkânının önünde masum  bakışlarını gördüm. Fotoğraf makinem yanımdaydı ve hemen fotoğrafını çektim. Daha  sonra dedesiyle tanıştım. Adının Merve olduğunu öğrendim. Çok masum bakışları  vardı" diyerek zikretti Uyanık (;) kökleri “toprak temelli şiddeti örgütleyen bir örgütlenme” (Weber, 1978, s.56)  olarak karmaşık devlet aygıtının süre giden yürüyüşüne eşlikçilik eden- eşlikçiliği failin kimliğini bağlantı verilerek vurgulanan- kurumsal şahsiyet.

Biliyorum metne yapılan müdahaleler okuyucuların keyfini kaçıracaktır… Doğaldır da. Fakat bu küçük müdahalelerin süre gelen bayağı ve “servise/kullanıma hazır” göstergelerin ipliğini pazara çıkarma gayreti taşıdığını belirtmeliyim. Merve’nin bir bir görselleştirildiği onca medyuma takılı kalmanın, görme fonksiyonuna karşı alınacak mesafeli konumun önemini ortadan kaldıracağına da inanmaktayım. Ayrıca, görme ve görülenle olan iştigal, bizi temsil ve vekâlet temelinde yaşamaya iterken, söz söyleme ve hatırlama derdinden de kurtarmakta. Bu sebeptendir ki, metne odaklanmanın çok daha faydalı olacağı kanısındayım. Takibi başlık altında, her biri birbirine gönderme yapan bu ve benzeri anlatıların, olay/olguları kişiselleştirerek sistemik defoları gözden uzaklaştırma kaygısı güttüğünü iddia etmekle, lafı gediğine oturtabileceğimizi umut ediyorum.

I.
Pratisyenimizin haber örgüsü içerisinde özne-nesneleştirdiği Merve oyuncak yağmuruna tutulmuş olabilir. Fakat “fayda-maliyet” rasyoneliyle kuşatılan günümüz modern ethosu, yoksul/yoksun Merve için bir medya/sosyal medya seyirliği öngörürken, giderek sinikleşen toplumsal refleksleri de, aynı seyirliğin vazgeçilmez bir parçası olarak düşünmekte. Medya kanallarında sahnelenen temaşa ile murat edilen asıl fayda, pek çoklarımızın katı bir belirsizliğin ağırlığı altında yaşadığı “hayatın nefret ve tiksinti yaratan etkilerinin dengelenmesinde yatıyor” (Bauman, s.2011, s.145-146). Medya seyirliği haline dönüştürülen olay/olgular “ürkütülmüş tüketicilerin” (age, s.146) yeniden üretilmesine imkân sağlıyor. Toplumsal değerin paylaşımı içerisinde dar/orta gelirli benzeri söylemsel kompartımanlaştırmalara konu edilen yoksul ve yoksun kesimler[2], “titreşim yutucu” bir etkiyle sakinleştirilmekte. Ana akım burjuva medyası toplumsal kesimlerin gazını alarak okuyucularına nedamet, metanet ve sebat göstermeyi öğütlemekte. Bunu yaparken, gittikçe farklı katmanlara ve alt gruplara ayrılan toplumsal yapının, mevcut polarize doğasına başvurarak, onu manipüle etmekten de geri durmamakta. Gözünü ve sözünü daha yoksul ve yoksun olana çeviren “agonist temizleyici” basınımız, Galileocu argümanları ustalıkla kullanmanın yarattığı hazla dört köşe oluyor. Yoksunluğun getirdiği yaralayıcı hikâyeleri gündeme taşırken, daha az yoksul ve yoksun olan kesimlerden, kendilerini yutan maddi koşulları her ne olursa olsun şükürle anmaları yönünde koşulluyor. Kimi kesimler burjuvazik “sağduyu”nun oyununa gelerek yardım ve bağış benzeri pratiklere girişiyor ve yaraların sağalmasını ümit ediyor. Yardım ve bağışlar kısa süreli de olsa çözüm sunuyor. Fakat yapılanlar “sızlayan vicdanları” yatıştırmanın dışında fayda getirmiyor. Üstelik yardım kampanyaları ne niyetle ve kimlerce yapılırsa yapılsın, “siyasal doğruculuğun” ve politik amaçların ticarileşmesine yol açıyor. Toplumsal birey ve grupları ticari sponsorlardan ayırt etmek güçleşiyor. Pek çoğumuz, Merve’nin yaşadıklarını “pozitif özgürlükler” düzleminde tartışmaktan ya da yasa yapıcılar üzerinde dolaylı bir sivil toplum baskısı kurmaktan bahsetmiyor. İyileştirici de olsa kimi düzenlemeleri talep etme yönüne gitmiyoruz. Her ne kadar özel bir uğrak da olsa, tüm bu yaşananlar karşısında örgütlü bir toplumsal kalkışmaya girişerek burjuvazinin akışlarını ters düze etmeye yeltenmiyoruz. Yeltensek de cılız kalıyoruz, rahatlıkla sindiriliyoruz. Baumann’ın da dediği gibi kapitalizmin muzaffer olduğu, herhangi bir duvarın üzerindeki yazıları artık önemsemediği (ya da bizatihi duvarların önem kazandığı) zamanlarda denebilir ki, insan toplumunun yoksul olmayan kesimi, en yoksul kesimi aşırı yoksulluktan kurtarmadıkça kendi kuşatıcı korkusundan ve güçsüzlüğünden kurtulamayacağının farkına varamıyoruz, varsak dahi çabucak unutuyoruz (age, s.145).     

II.
Medya olay/olguları haber örgüsüyle yeniden yapılandırırken, haberciliğin o biline gelen kodlarından ödün vermiyor. Bu manasıyla ana akım medyaya alkış tutmanın bir borç olduğunun bilincindeyim! Peki, nedir bu kodlar? Medya gündeme taşıdığı olay/olguları öylesi “bıktırıcı tekrarlarla üsteleyerek kafalara işlemekte ki (…), olaylar giderek düşünülebilir olmaktan çıkmakta” (Baker, 2012, s.218). Bıktırıcı olan salt tekrar sayısıyla da sınırlı değil elbet. Çeşitlenen yeni iletişim teknolojileri, izler kitleye her hangi bir zamanda ve hemen her yerde ulaşabiliyor. Ortaya çıkan içerikler akıl almaz bir dansiteye ulaşarak tekdüzeleşiyor. Bu durum, izler kitle açısından “aşırı doyuma” yol açabiliyor. Ayrıca, yaygın bir kamusal kayıtsızlığın tohumlarını da atıyor. Esasında Merve’nin haberleştirilmesinde görülen durum da pek farksızmış gibi gözükmüyor. Merve, olup bitenden bihaber, medya/sosyal medya yüzü olduğu sıralarda, kolilerle yağan oyuncakların ve sosyal medyada kırdığı “tık” rekorlarının altından kalkamaz oluyor. Öylesi bir haber değeri yaratıyor ki, bir mecradan diğer mecraya “ısrar” ve “tekrar” mekanizmalarıyla” (Baker, 2012, s.218) taşınıp duruyor. Kendisine ve hikâyesine defalarca kez göndermede bulunuluyor. Merve kendi olmakta çıkarak, kendine yabancılaştırılıyor. Konu edildiği haber anlatısı ise “somut insan düşüncesi tarafından oluşturulmaktan” (age)  oldukça uzak. Merve öylesine haberleştirildi ki, düşündürtmeyi beceremedi. Tek yapabildiği enformasyon çağına hâkim “anti-düşünce” geleneğini yeniden üretmek oldu. Ne söylediği ya da nasıl göründüğü de mevzu bahis edilmedi, önemsenmedi. Merve’nin imgeler aracılığıyla cisim bulan bedeni tutarsız bir parçalılıkla sunuldu. Üstü başı kör de olsa karalar bağlamıştı; berrak ya da parlak değildi. Fark edilemezdi. Fark edilse de seçilemezdi. Çünkü Merve’nin bedeni amorftu. 

Ana akım medya olay/olguları profesyonel bir haber diliyle dolayımlar. Olay/olguların bu dolayımın orta yerinde tutarlılaştırmaya, bu olay/olgulara içrek zıtlıkların gözden kaçırılmaya çalışıldığı da bilinir. Örneğin Merve’nin haberinde geçen şu sözleri tekrar hatırlayalım; “Hediyeleri getiren Uyanık'ı evlerinin kapısında karşılayan Merve Akkavak, kolileri açarak oyuncakları tek tek inceledi. Hediyelerden dolayı mutluluk yaşayan küçük Merve, oyuncak ve kıyafet gönderen herkese teşekkür etti. Merve'nin babaannesi Emanet Akkavak ise torununun ve kendilerinin hediyelerden dolayı çok mutlu olduklarını belirterek, "Merve çok bekledi. Çocuklara 'bugün benim arkadaşlarım gelecek' demiş. Çok sevindi, bugün evden hiç çıkmadı" şeklinde konuştu”. Burada eleştiri konusu edilmesi gereken, bu ifadeleri “haber değeri” olur umuduyla çerçeveleme yoluna giden editoryal düşünce yapısından başkası değil. Aslında- bu ve benzeri- duygulara seslenen/duyguları gıdıklayan ifadelerin aktarımı, “plebisiter” bir medya yaklaşımını güçlendirmekten başka bir işe yaramıyor. Merve hediye kolilerini “tek tek incelemiş”… “Merve bu hediyeleri çok beklemiş”… Bu ifadelerin üzerine yardımda bulunarak Merve’nin sorunlarına palyatif, üstünkörü çözümler bulmaktan başka ne yapılabilirdi ki! “Öyle istenildi ve karşılık buldu!” Bu ifadeler özenli bir dil dizgesinin kimi sarih örneklerinden sadece bir ya da ikisi. Bununla niyet edilen; öncelikle okuyucuda başkalarınca öne sürülen önerme ve sonuçlara dair bir hazırlık durumu yaratmak, sonrasında, bireyleri görece mikro ölçekli konular nezdinde “evet”lemeye ya da “hayır”lamaya alıştırmaktan ibaret. Böylece özgür muhakeme yetisi sakatlanarak farklı/alternatif düşüncenin önü alınacaktır. İzlenen her plebisiter adım, totaliter davranış ve uygulamaların bir adım daha doğallaştırılmasına çanak tutacaktır. Bu durum, kamusal yaşamın konsolidasyonuna zemin sunarken, karşıt kamuların oluşumu siyasal marjinlerinden dışına atılmış olacaktır.

Erhan Özcan

Kaynakça
Baker, U. (2012). “Dolaylı Eylem”, İstanbul: Birikim
Baumann, Z. (2011). “Bireyselleşmiş Toplum”, İstanbul: Ayrıntı
Weber, M. (1978). “Economy and Society: An Outline of Interpretive Sociology”, Vol.1, London: University of California Press





[1]http://www.milliyet.com.tr/minik-merve-nin-bu-bakisi-sosyal-gundem-1994237/
[2] Bu kesimleri işçi sınıfı olarak tabir etmek de mümkün