Cuma, Şubat 13, 2015

Ahmet Erhan: “Sevgililer Günü”




Haydar Ergülen, “Acının son şairi: Acısının peşinde gezen şair” der Ahmet Erhan için:

Ahmet’in şiiri mi daha acılaştırıyor dünyayı yoksa Ahmet Erhan acıyı yazmak için mi bu dünyaya gelmiş, belki de Nilgün Marmara’nın onun bedeni bir tımarhanedizesi gibi, Ahmet Erhan için de bu dünya büyük bir ‘hastane’dir: Müebbet hastane. Bir ceza gibi. Şifası da şiir olan zehri de.[1]

Arabesk şair de diyenler olur Ahmet Erhan hakkında, övgü olarak alır bunu ve Müslüm'e de, Orhan’a da bayıldığını söyler.[2] Babasının ölümünde yaralanır ve eşi Hacer Erhan’ın söylediği gibi, Sivas katliamında tükenir [3]:

Sivas' olduğunda, bütün mahallemin çocuklarını kaybettim. Ve bütün İsmet Özel kitaplarını attım çöpe. Orada ölenler 37 kişiyse 30'unu tanıyordum. Sadece şairleri- romancıları değil ki, orada ölen 14 yaşındaki çocuğu da... Onunla da oturuyordum, çay içiyordum, aynı sokağın çocuklarıydık.

Şiirlerinde bolca söz etse de intihardan, hiç intiharı düşünmez. Ama insan yaşayarak da intihar eder. O konuda biraz hızlı koştuğu inancındadır.[4] Solculara da, sağcılara da yaranamadım diyen şair, Karşıyaka Mezarlığında (Ankara) 3 no’lu kapıdan girdiğinizde ve ilk sola döndüğünüzde uzaktan karşılar sizi. Ahmed Arif’in sevgili oğlu Filinta Önal’ın yaptığı Akdenizli bir kayık heykeli orda durur sonsuz.[5]

Aşk şiirlerine de sızar acı.  Sanki bir şeyler hep eksik kalacak (Aşk Kesikleri), yalnızlıktan gelip yalnızlıklara gidecektir (Öylesine Bir Aşk Şiiri) sonunda.  Hiçlikte buluşup yağmurla sevişmek istenen sevgilinin yokluğu, sevdaların sonu hatırlanır. Ve Irak'ta bir çocuk onsuz ölmektedir (Su):

Ben yalnız bir adamım tırnaklarım uzamaz. Pencerene kar buğusu bıraktım. Belki adımı yazarsın diye. Belki beni çizersin diye. Pencerene kar buğusu bıraktım. Belki beni seversin diye. Kar soludum sanki, kar açtım (Pencere). Beni kimseler sevmez... (Buluşma). Burada bitiyor bir sevda, kaldım işte yine dağlar, uçurumlar arasında birbaşıma (Sevda Şiirleri). Yalnızlık mıydı, hiç değildi. Çünkü yalnızlık bile çoğulluk ister (Bekar Gece). Yaşamak dünyayı ödüllendirmektir artık (Öylesine Bir Aşk Şiiri) ”




Sevgili, dallarda olgunlaşan ağzıyla, saçlarıyla köpüklenen denizin, gelir. Ardısıra sokaklar da gelir. Çığlıklar, acılar da gelir, düşler sanrılar da öylece. Bir kuş birdenbire tüylerini döker sanki. Gözyaşları eşlik eder sevişmeye (Aşk) :

Hayatım temsili bir yenilgi gösterisidir. Sararmış bir devrimci fotoğrafıdır hayatım. Sevgilisi yoktur ve artık sevgisi de yoktur. Radyoda söylenmeyen bir ölüm sessizce kepenklerini kapatır (Akşam Güneşi). Sensin, sevgilimsin, beni bilirsin. Usandım artık dünyayı sorgulamaktan. Yardım et bana, kendimle barışayım. Kanıtlar devşirerek taştan, topraktan (Şiir XI).

Çiçekçiden istenen gül, sevgiliye değil, içine gözyaşları sığdırılarak, bir arkadaşın/kardeşin tabutuna iliştirilecektir (Ağıt): “İzmit'te bir sevgili, ölüm oruçlarında iki çocuk yitirdim. (Ne Balık Ne de Kuş)” Keşke buz üstüne yazılabilse şiirler. Üç beş gün öyle kalıp eriyip gitse. Çekilen bunca acıyı, varsın bilmesin çocuklar (Buz Üstüne Yazılan şiir):

Koynumda dürerek güllerimi. Ürkek bir durak gibi bekledim. Bugün ‘sevgililer günü’- kimbilir kaçıncısı. Kalbim yorgun bir kısrak, itici kakıcı. Olgun bir yılkı gibi köşeme saklandım (Sevgililer Günü). 

Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü (Gülşiir). Halbuki evi gibi bir şeydir insanın yarattıkları, yazdıkları... Mahremiyetidir.[6] Ve ölüm gelir, gün akşama kavuşur.



Koro Her Zaman Haklıdır


Koro 
Yaşamdan başka ölüm yoktur 
Mutluluk çocuklara mahsustur 
Onların da ölümleri damla damla
Birikir aylarla, yıllarla 
Yürüdükleri yollar bir tabuta dönüşür 

Her insan kendi tarihiyle başbaşa

Boyuna dünyayla ilgili kitaplar okur 
Sokağa bir ilmek gibi açılan camlarda 
Bir katılma isteğinin acısını dokur 
Kendi ayakizlerine basar oysa 
Kendi kendine konuşarak büyür 

Ben 
Keşke yeniden doğmak gibi bir şeylere inansam 
Biri önümdeki şu bira bardağını yenilese 
Ben söylemeden, çağırmadan 
Bacalardan yükselen duman 
Bir deniz köpüğüne dönüşse... 
Değişsin diyorum, her şey değişsin 
Hiçbir şey kalmasın ayakları üstünde 

Sen 
Ne güzeldin, uzayan hep uzayan ellerin vardı 
Bütün çocukların ağzıyla konuşur gibiydin 
Duraklarda hep kendini bekledin
Herkesin indiği otobüslere bindin usulca 

Biz 
Kuşların teyellediği bir göğün altında 
Birdenbire sökülen dikişler gibiyiz 
İplerimiz uçuşup duruyor havada 
Takacak yerimiz yok, boynumuzdan başka 

Siz 
Uzaksınız, niye böylesiniz, çoğul ve sessiz 
Tarihinizi kitaplara alınmayacak olaylardan seçersiniz 
Kapılarınızda çiçeksiz girilmez yazıları 
Sizin kanınızda aynalar dolaşmaz mı 
Kendi ölümünüzü gazete ilanlarından öğrenirsiniz 

Onlar 
Susmaktan yosun bağlamış ağızlarıyla 
Bir gün konuşmaya başlarsa, ne oldu 
Demeye kalmadan bir fotoğrafçı çağır 
Ve havada yakala seslerinin resmini 
Altına ayı, günü, saat, yazmasan da olur 

Ben 
İktidar akıyor nereye elimi atsam 
Irmakları deniz boğuyor, denizi toprak 
Ben de bir gün şair olursam 
Dersem ki artık enel hak 
Dünya beni gönderlere çekersen 
Ne olur, ne olur rüzgarsız bırak 

Sen 
Kirpiklerin tozlu dünyaya bakmaktan 
Çamurlar üstünde tüten buhur gibisin 
Yalnızsın, üzgünsün ve kederlisin 
Yaşam akmaya başlıyor tırnaklarından 
Toprağın ve suyun bütün gizlerini belledin 
Seni gökyüzüne gömecekler bunun için 

O 
Bedeninin kaleleri, burçları var 
Geçilmez, yazıyor duvarlarında 
Ve bir çift meme ucu mazgallarında 

Biz 
Sevgilerimiz de rastlantısal, nefretlerimiz de 
Hep kendimize çarpıyoruz en olmadık yerlerde 

Siz 
Bir sabah postal sesleriyle uyandınız 
Diyelim ki akşamdan kalmaydınız- misal 
Önünüze kızarmış ekmek, bir bardak çay 
Radyodaki marşlara kulak kabarttınız 
Hapishanelerde dediniz yerimiz var münhal 

Onlar 
Ölülerini hep kefenlere sararlar 
Bir yaşam boyu sıkılı duran yumrukları 
Toprağın üstüne çıkmasın diye 

Koro 
İnce yazıyla yazılan bu şiir 
Kalın duyarlıklara seslenecektir 
Kimse yaşarken bir şey okumasın artık 
Ölümün şiiri herkese yetecektir...[7]
Ahmet Erhan