Perşembe, Ağustos 27, 2015

Bir Soyutlama Çabasını Somutlayarak Okumak



Bir Soyutlama Çabasını Somutlayarak Okumak
I.
 “Kamu düzeniyle” başlanır politik lakırdıya... Lakırdı deyip de geçmemeli, iyi biline ki, o iktidarın elinde vazgeçilmez bir avadanlıktır”...
Negatif güç ve çifte meşruiyeti
İktidar aygıtı negatif güç olarak tanımlanan; sindirici, yıkıcı askeri teknolojileri şüphe duymadan işe koşar. Yaslandığı burjuva askeri sınaî kompleksi, şu ya da bu toplumsal gruba karşı kıyım gerçekleştirmek için yardımına başvurulan bir unsur olma niteliği gösterir. Negatif güç adı verilen böylesi bir güç aparatı, küçük burjuva entelektüellerinin ulvi yardımları olmaksızın düşünülemez. Askeri müdahaleler söz konusu olduğunda; sistemik yeniden üretimin fikir cambazları halk kitlelerinde ideolojik konsesüsün üretilmesi amacıyla harekete geçmekte, uluslar arası hukukun “zorlayıcı müdahale” [coercive bombing] adını verdiği operasyonel tasarruflara yönelik meşruiyet ve haklılığın sağlanmasında gerekli argümanları üretebilmektedir. Her ne kadar teknik bilgi ve uzmanlık gerektirse de, bu argümanların formülasyon ve çerçevelenmesinde siyasi olduğu kadar kültürel ve ahlaki yorumlamaların da etkili olduğu bilinmektedir. Zorlayıcı müdahale adı verilen askeri tasarruflar ve bu tasarruflar kapsamında kullanılan yıkıcı teknolojilerin insani boyutlarında bakıldığında ise, iktidar aygıtının- hayali de olsa- sınır ötesi olarak tanımladığı koordinatlara bombalar yağdırdığı, bu koordinatlar altında yaşamlarını sürdüren sivil halklar açısından ontolojik güven[1] bunalımına yol açtığı görülmektedir. Bu durum kamuoyuna “iç güvenliğe” karşı yapılan tehditlerin kahramanca bertaraf edildiği şeklinde izah edilmektedir. Sınır boyunun hemen ötesinde hava bombardımanı yoluyla yaşanan “sterilleştirme”, ortaya çıkardığı psikolojik/fizyolojik içerimlerin ötesinde ideolojik olarak suni dengeyi bozan bir etkiye yol açmakta, sivillerin ontolojik güvenliğine yönelen tehditler, bu tehditler karşısında önlem alması beklenen- proto devlet ya da değil- yönetsel aygıtlara karşı oluşacak kitlesel itiraz ve kalkışmaların önünü açabilmektedir[2]. Bunun sonucunda, hedef alınan yönetsel erkin kurumsal olarak mayalanmakta olup olmadığına bağlı olarak, ayrıştırıcı/çözücü bir etkiye ya da toplumsal anomi ve ucu açık bir müphemlik sarmalına neden olabilmektedir.                 
Güç formu ve öldürme hakkı bağlamında, iktidar aygıtının kamusal söylemi dilsel açıdan ne tür anlatılarla kurduğuna baktığımızda ise, yıkıcı kurumsal tasarrufların yumuşak çekirdek altında formüle edildiği gerçeğiyle karşı karşıya kalırız. Bu çekirdeği oluşturan bileşenlerden ilki, ikincisine göre görece araçsal rasyoneldir. Bu durumda, devletin öz tasarrufu altında toplanan güç formu hukuk ideolojisi altında olabildiğince seyreltilerek cilalanır. Kurulan meta dil, söz konusu yaşatma hakkı olduğunda, kolaylıkla aseptikleştirilerek yok-insanileştirilmektedir. Çifte meşruiyetin diğer yüzü ise, bu olgunun kitabi olmayan ve değer rasyonel veçhelerle kurgulanan boyutundan oluşmaktadır. Bu noktada men edicinin bilişsel ve ahlaki örüntüleri öne çıkmaktadır. Simge üreticisi siyasal elit, logos yetisini manipülasyonla seferber etmekte, olgu ve olaylar sözde haklılaştırıcı bir kamusal retoriğe doğru dönüştürülmektedir. Bu noktada, pek de alışılmadık biçimde, bir yanıyla kültürel bir konstrüksüyona işaret eden; acı, sevgi ve merhamet benzeri öğeler kullanılmakta, pathos yani kamuoyu olarak dinleyicilerin duygulanımlarına ve ahlaki yorumlarına seslenilmektedir. Bu sırada, birey ya da grupların biyo-kapasite ve kendiliklerini yok etme hakkı; eldeki tekil durumlar karşısında bir kez daha tanımlanarak uygulamaya konulmaktadır. Ardında yatan argümanlar ise görelidir; egemenin anlatısı olağandışı bir tablo çizer gibi görünse de olabildiğince olağandır. Benimsenen söylemsel çerçeveler yok hükmündedir veya yok-anlamlıdır. Rasyonel olmakla birlikte anti-düşünceyi çağırır; mantıksal olmaktan uzaktır, bütünün parçaları cımbızlanır, bütün ise mistifiye edilir ya da gözden kaçırılır. En nihayetinde konjonktürelizme saplanılmıştır.  
II.
Sandık (the Magic Box) ve Devlet İktidarının Ayrıksılığı
Güç formu bir başka kamusal anlatıya işaret eden sandık olmaksızın düşünülemez. Sandık, ne de olsa, gücü var eden ve onu yeniden üreten sembolik zeminin sabit değişkenlerinden biridir. Burjuva temsili demokrasilerinde devlet iktidarı güç istenci doğrultusunda sandığa sarılır. Sandık uğrunda kamusal tasarrufların kurularak belirlendiği bir sınır taşı olma niteliği görür. Dört köşeli, gücü kendinden menkul sandık, yönetsel aygıtı idaresi altına alan resmi kurum ve bu kurumların başında yer alan memuruslar (memurlar) açısından siyasal rantı müjdeler. Sandık mekanizmasıyla iktidar ilişkilerini yeniden kuran devlet iktidarı resmi kurumlarıyla birlikte en önemli kaynak toplayıcısıdır. O, bir aktör olarak, simgesel (medyaya erişim, siyasi bağlar, nüfuz, iltimas vb.) ve ekonomik kaynakları düzenli ve “yasal” olarak temellük eder, kaynakları yeniden tanzim ederek belirleyici olur. Bu kaynakları içsel yapı ve işleyişini sürdürmek için kendi meşruiyetine ve finansmanına tahvil eder. Diğer yandan, yönetici elitler ve egemen ideolojinin büyük papazları yani memurlar[3], sivil toplumun ürettiği kaynakları, kişisel fayda sağlayacak şekilde soğururlar (bu çoğunlukla soğurabileceklerinden çok daha fazlasıdır). Sağlanan siyasal ve ekonomik rant, yönetsel aygıtı kontrol ve denetim altında bulundurmayı önemli kılar; bu durum en yalın haliyle kendi içinde teşvik edicidir. Yönetsel erk, tam da bu noktada özerk olduğunu ortaya koymakta, sivil topluma batmadan, sivil toplumun kapladığı çatışmacı alanda boğulmadan var olmak istemektedir[4]. Devlet aygıtına hükmeden egemenler, kötülüğü olağanlaştıran fiil setleriyle öne çıkarken; salt bir komite olarak egemen sınıfın üretim-bölüşüm-değişim ve fiziki yayılımına aracı olan bir örgütlenme formu olmanın ötesine geçerler[5]. Devlet iktidarı doğası gereği kendisini yeniden üretmek ister. Bu onun güç istenciyle[6] doğrudan ilişkilidir. İktidar, rakipleri/hasımları olduğu kadar kendisini de alt ederek güç formunu konsolide ettiğini görmek ve göstermek isteyecektir. Bu istenç, kimi zaman yurtlulaşarak yerele yani mikro kozmosa uzanırken, kimi zamansa, kendi güç sınırlarını sınarcasına sınır aşırılaşmak istemektedir. Bu bakımdan, devlet iktidarı kendisini Marx’ın çizdiği monolit varoluşa ek olarak; kurmuş olduğu sözde nötr kamu dili ve yönetsel yetkesinden kaynaklanan simgesel ve ekonomik kazanımlar dolayısıyla egemen sınıf ve çıkarlarından ayrıksı bir yerde konumlandırır. Althusser’in de belirttiği gibi devletin farkı toplumsal güç ilişkilerini değişik güç bileşkelerine dönüştürmesi veya kerteler arasında aktarımda bulunması devletin, tek yönlendirici gücün tesir kapasitesi dışında konumlanmasını sağlamaktadır. Bu durum devlete şahsiyetsiz olma özelliği kazandırmaktadır[7].





[1] Giddens, A., Modernity and Self-identity, 1991
[2] Douhet, The Command of the Air, 1942
[3] Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, 2014, s.41
[4] Eroğul, Devlet Nedir?, 2014, s.101
[5] Harvey, Limits to Capitalism, 1999, s.422
[6] Nietzsche, The Will to Power, 1968
[7] Althusser, Kriz Yazıları, 2009, s.124-125