Bir Soyutlama Çabasını Somutlayarak Okumak
I.
“Kamu düzeniyle” başlanır politik lakırdıya...
Lakırdı deyip de geçmemeli, iyi biline ki, o iktidarın elinde vazgeçilmez bir
avadanlıktır”...
Negatif güç ve çifte meşruiyeti
İktidar aygıtı negatif güç olarak
tanımlanan; sindirici, yıkıcı askeri teknolojileri şüphe duymadan işe koşar. Yaslandığı
burjuva askeri sınaî kompleksi, şu ya da bu toplumsal gruba karşı kıyım
gerçekleştirmek için yardımına başvurulan bir unsur olma niteliği gösterir. Negatif güç adı verilen böylesi bir güç aparatı, küçük burjuva entelektüellerinin ulvi yardımları
olmaksızın düşünülemez. Askeri müdahaleler söz konusu olduğunda; sistemik
yeniden üretimin fikir cambazları halk kitlelerinde ideolojik konsesüsün
üretilmesi amacıyla harekete geçmekte, uluslar arası hukukun “zorlayıcı müdahale” [coercive bombing] adını
verdiği operasyonel tasarruflara yönelik meşruiyet ve haklılığın
sağlanmasında gerekli argümanları üretebilmektedir. Her ne kadar teknik bilgi
ve uzmanlık gerektirse de, bu argümanların formülasyon ve çerçevelenmesinde
siyasi olduğu kadar kültürel ve ahlaki yorumlamaların da etkili olduğu
bilinmektedir. Zorlayıcı müdahale adı verilen askeri tasarruflar ve bu
tasarruflar kapsamında kullanılan yıkıcı teknolojilerin insani boyutlarında
bakıldığında ise, iktidar aygıtının- hayali de olsa- sınır ötesi olarak
tanımladığı koordinatlara bombalar yağdırdığı, bu koordinatlar altında
yaşamlarını sürdüren sivil halklar açısından ontolojik güven[1] bunalımına
yol açtığı görülmektedir. Bu durum kamuoyuna “iç güvenliğe” karşı yapılan
tehditlerin kahramanca bertaraf edildiği şeklinde izah edilmektedir. Sınır
boyunun hemen ötesinde hava bombardımanı yoluyla yaşanan “sterilleştirme”,
ortaya çıkardığı psikolojik/fizyolojik içerimlerin ötesinde ideolojik olarak
suni dengeyi bozan bir etkiye yol açmakta, sivillerin ontolojik güvenliğine
yönelen tehditler, bu tehditler karşısında önlem alması beklenen- proto devlet
ya da değil- yönetsel aygıtlara karşı oluşacak kitlesel itiraz ve kalkışmaların
önünü açabilmektedir[2].
Bunun sonucunda, hedef alınan yönetsel erkin kurumsal olarak mayalanmakta olup
olmadığına bağlı olarak, ayrıştırıcı/çözücü bir etkiye ya da toplumsal anomi ve
ucu açık bir müphemlik sarmalına neden olabilmektedir.
Güç formu ve öldürme hakkı bağlamında,
iktidar aygıtının kamusal söylemi dilsel açıdan ne tür anlatılarla kurduğuna
baktığımızda ise, yıkıcı kurumsal tasarrufların yumuşak çekirdek altında formüle edildiği gerçeğiyle karşı karşıya
kalırız. Bu çekirdeği oluşturan bileşenlerden ilki, ikincisine göre görece
araçsal rasyoneldir. Bu durumda, devletin öz tasarrufu altında toplanan güç
formu hukuk ideolojisi altında olabildiğince seyreltilerek cilalanır. Kurulan
meta dil, söz konusu yaşatma hakkı olduğunda, kolaylıkla aseptikleştirilerek yok-insanileştirilmektedir. Çifte
meşruiyetin diğer yüzü ise, bu olgunun kitabi olmayan ve değer rasyonel
veçhelerle kurgulanan boyutundan oluşmaktadır. Bu noktada men edicinin bilişsel
ve ahlaki örüntüleri öne çıkmaktadır. Simge üreticisi siyasal elit, logos yetisini
manipülasyonla seferber etmekte, olgu ve olaylar sözde haklılaştırıcı bir
kamusal retoriğe doğru dönüştürülmektedir. Bu noktada, pek de alışılmadık
biçimde, bir yanıyla kültürel bir konstrüksüyona işaret eden; acı, sevgi ve
merhamet benzeri öğeler kullanılmakta, pathos yani kamuoyu olarak
dinleyicilerin duygulanımlarına ve ahlaki yorumlarına seslenilmektedir. Bu
sırada, birey ya da grupların biyo-kapasite ve kendiliklerini yok etme hakkı;
eldeki tekil durumlar karşısında bir kez daha tanımlanarak uygulamaya
konulmaktadır. Ardında yatan argümanlar ise görelidir; egemenin anlatısı
olağandışı bir tablo çizer gibi görünse de olabildiğince olağandır. Benimsenen
söylemsel çerçeveler yok hükmündedir veya yok-anlamlıdır.
Rasyonel olmakla birlikte anti-düşünceyi çağırır;
mantıksal olmaktan uzaktır, bütünün parçaları cımbızlanır, bütün ise mistifiye
edilir ya da gözden kaçırılır. En nihayetinde konjonktürelizme saplanılmıştır.
II.
Sandık (the Magic Box) ve Devlet İktidarının Ayrıksılığı
Güç formu bir başka kamusal anlatıya
işaret eden sandık olmaksızın düşünülemez. Sandık, ne de olsa, gücü var eden ve
onu yeniden üreten sembolik zeminin sabit değişkenlerinden biridir. Burjuva
temsili demokrasilerinde devlet iktidarı güç istenci doğrultusunda sandığa
sarılır. Sandık uğrunda kamusal tasarrufların kurularak belirlendiği bir sınır
taşı olma niteliği görür. Dört köşeli, gücü kendinden menkul sandık, yönetsel
aygıtı idaresi altına alan resmi kurum ve bu kurumların başında yer alan memuruslar (memurlar) açısından siyasal
rantı müjdeler. Sandık mekanizmasıyla iktidar ilişkilerini yeniden kuran devlet
iktidarı resmi kurumlarıyla birlikte en önemli kaynak toplayıcısıdır. O, bir
aktör olarak, simgesel (medyaya erişim, siyasi bağlar, nüfuz, iltimas vb.) ve
ekonomik kaynakları düzenli ve “yasal” olarak temellük eder, kaynakları yeniden
tanzim ederek belirleyici olur. Bu kaynakları içsel yapı ve işleyişini
sürdürmek için kendi meşruiyetine ve finansmanına tahvil eder. Diğer yandan,
yönetici elitler ve egemen ideolojinin büyük papazları yani memurlar[3],
sivil toplumun ürettiği kaynakları, kişisel fayda sağlayacak şekilde soğururlar
(bu çoğunlukla soğurabileceklerinden çok daha fazlasıdır). Sağlanan siyasal ve
ekonomik rant, yönetsel aygıtı kontrol ve denetim altında bulundurmayı önemli
kılar; bu durum en yalın haliyle kendi içinde teşvik edicidir. Yönetsel erk,
tam da bu noktada özerk olduğunu ortaya koymakta, sivil topluma batmadan, sivil
toplumun kapladığı çatışmacı alanda boğulmadan var olmak istemektedir[4].
Devlet aygıtına hükmeden egemenler, kötülüğü olağanlaştıran fiil setleriyle öne
çıkarken; salt bir komite olarak
egemen sınıfın üretim-bölüşüm-değişim ve fiziki yayılımına aracı olan bir
örgütlenme formu olmanın ötesine geçerler[5].
Devlet iktidarı doğası gereği kendisini yeniden üretmek ister. Bu onun güç
istenciyle[6]
doğrudan ilişkilidir. İktidar, rakipleri/hasımları olduğu kadar kendisini de
alt ederek güç formunu konsolide ettiğini görmek ve göstermek isteyecektir. Bu
istenç, kimi zaman yurtlulaşarak yerele yani mikro kozmosa uzanırken, kimi
zamansa, kendi güç sınırlarını sınarcasına sınır aşırılaşmak istemektedir. Bu
bakımdan, devlet iktidarı kendisini Marx’ın çizdiği monolit varoluşa ek olarak;
kurmuş olduğu sözde nötr kamu dili ve yönetsel yetkesinden kaynaklanan simgesel
ve ekonomik kazanımlar dolayısıyla egemen sınıf ve çıkarlarından ayrıksı bir
yerde konumlandırır. Althusser’in de belirttiği gibi devletin farkı toplumsal
güç ilişkilerini değişik güç
bileşkelerine dönüştürmesi veya kerteler arasında aktarımda bulunması devletin,
tek yönlendirici gücün tesir kapasitesi dışında konumlanmasını sağlamaktadır.
Bu durum devlete şahsiyetsiz olma
özelliği kazandırmaktadır[7].
[1]
Giddens, A., Modernity and Self-identity,
1991
[2]
Douhet, The Command of the Air, 1942
[3]
Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik
Aygıtları, 2014, s.41
[4]
Eroğul, Devlet Nedir?, 2014, s.101
[5]
Harvey, Limits to Capitalism, 1999, s.422
[6]
Nietzsche, The Will to Power, 1968
[7]
Althusser, Kriz Yazıları, 2009,
s.124-125