Yalnızca
bir kırıntıydın içime ilk düştüğünde,
vakitsiz anda
Bilmediğim bir neden beni alıp götürdüğünde,
vakitsiz anda
Bilmediğim bir neden beni alıp götürdüğünde,
o
yerlere
Keder ve budalalıktan başka yaşamın anlamı
Keder ve budalalıktan başka yaşamın anlamı
var
mıydı, var mıydı?[1]
Yönetmen
Lucas Belvaux, Philippe Vilain’nın aynı adlı romanından (2011)
uyarlanan filmde (Pas
Son Genre, 2014),
Kuzey Fransa’nın işçi sınıfı kenti Arras’ta geçen bir aşk
hikayesini anlatmaktadır. Jennifer (Émilie
Dequenne)
bir kuaförde işçi olarak çalışmakta, Paris aşığı bir
entelektüel olan Clement (Loïc
Corbery)
yeni atandığı Arras’taki bir lisede felsefe öğretmeni olarak
görev yapmaktadır. Seyirciyle ilk olarak tanıştırılan
karakterin (Clement), öğretmenliğin yanısıra, aşk üzerine
kitabı olan bir yazar olduğunu, Paris’ten, sadece ailesiyle
birlikte katıldığı zengin kültürel ortamı değil, bir kadınla
yaşadığı ilişkiyi de bırakarak/bitirerek Arras’a geldiğini
öğreniriz. Duygusal ilişki yaşadığı partnerinden, kadının
çocuk sahibi olmak istemesi üzerine ayrılan Clement, taşındığı
kentte, saçını kestirmek için gittiği kuaförde Jennifer ile
karşılaşır.[2]
Jennifer,
en büyük eğlencesi kuafördeki iki arkadaşıyla birlikte, yerel
bir gece kulübünde karaoke şarkı söylemek olan, magazin
dergileri okumaktan hoşlanan, eşinden/sevgilisinden ayrılmış,
neşeli bir karakterdir. Küçük oğluyla birlikte yaşamakta,
annelik ve işi arasındaki koşturmaca görüntüleriyle perdeye
yansıtılmaktadır. Bu noktadan sonra izleyicinin ilgisini ayakta
tutan gerilim, sosyo-kültürel farklılıkları neredeyse zıtlık
derecesine varan bu iki karakter arasında gelişen ilişkinin nasıl
bir seyir izleyeceği sorusu olacaktır. Aşk; Paris’te opera
izleyerek, sanat galerilerine giderek vakit geçiren Clemente ile TV
izlemeyi, magazin dergileri okumayı seven Jennifer arasındaki
entelektüel/kültürel farktan, diğer bir ifadeyle yaşam tarzı
uyuşmazlığından kaynaklanan engeli aşmaya yetecek midir?[3]
Kitaplar:
Budala…
İlişki
sürecinde Clement, Jennifer’a okuması için Fyodor Dostoyevski,
Emile Zola, Marcel Proust ve Charles Baudelaire’den kitaplar verir.
Dostoyevski’nin romanlarından Clement’in tercih ettiği, gelmiş
geçmiş en büyük aşk romanlarından biri olarak görülen Budala
(The
Idiot)
olur.[4]
Budala
romanının kahramanı Prens Mışkin, yaşamı kendi iç dünyasını
seyre dalmakla geçiren, insanlarla her türlü alışverişi kesmiş,
budalalık derecesinde iyi/dürüst olan, elinden sevmekten başka
bir şey gelmeyen birisidir. Ancak, Stefan Zweig’a göre, “niyeti
bütünüyle güzel bir insanı anlatmak" olan Dostoyevski için
aşk, bir mutluluk hali, bir denge değil, daha yüksek bir düzeye
çıkarılmış bir çatışmadır: Dostoyevski'nin
insanları sevildikleri kadar sevmek istemezler. Onlar sadece sevmek
ve kurban olmak isterler, hep daha fazla veren, hep daha azını alan
olmak isterler ve karşılıklı olarak duyguları çılgınca
artırırlar, yumuşak bir oyun olarak başlayan şey adeta bir
boğulma, bir inleme, bir kavga, bir ıstırap olana kadar. O
çılgınca dönüşüm içinde, ancak reddedildikleri, alaya
alındıkları, aşağılandıkları zaman mutludurlar, çünkü
ancak o zaman onlar veren, sınırsızca veren ve karşılığında
hiçbir şey istemeyen kişi olurlar. Dostoyevski'nin
kahramanları ararlar, ama gerçek hayatla hiçbir ilişki kurmazlar.
Onların farkı budur. Onlar kesinlikle realiteye girmek istemezler,
tersine başından itibaren onu aşmak, sonsuzluğa ulaşmak
isterler.[5]
Dostoyevski’yi
Fransa’da tanıtan kişi
olan
André Gide,
onun için “kendi düşüncelerini dile getirdikten hemen sonra bu
düşüncelere sırtını dönen onun gibi bir yazar az görülür”
der: Onun
düşüncelerinde hemen hiç kesinlik yoktur; bu düşünceler
kişilerine göre değişir demek de yetmez, onların bir anından
bir anına göre de değişir; her jeste göre değişiklik
gösterebilir.”[6]
Gide
için, insanlık komedyasının olağanüstü zenginliğine rağmen,
Dostoyevski’nin kişileri hep aynı düzeyde, alçakgönüllülük
ve gurur düzeyinde toplanır ve sıralanırlar: Dostoyevski’nin
kadın kahramanları, erkeklerden de fazla kararlıdırlar gururlu
olmaya, onları gurur harekete geçirir hep.[7]
Yönetmene
göre Jennifer ve Clement’in aşkı imkansızdır, çünkü Clement
bir kadına bağlanmanın başka kadınları sevmeyi yasakladığını
düşünen, bu nedenle bir kadına bağlanamayan, bağlanmaktan
korkan bir filozoftur. Bu yönüyle Clement, Dostoyevski’nin
budalasına, sevmeye aşık karakterine benzer. Benzer biçimde,
Marcel Proust romanındaki kahramanın (Swann) son sözleri de,
filmle ilişki kurularak okunabilir. Şöyle der Swann: Hayatımın
onca yılını hasrettiğim, uğruna ölmek istediğim, en büyük
aşkımı yaşadığım kadın, aslında hoşuma gitmeyen, tipim bile
olmayan bir kadınmış meğer![8]
Üç
Şarkı
Aradığım
aşkı bulduysam, sendedir
Ya bu benim içimde dolaşan da kimdir?
Ya bu benim içimde mekan tutan da kimdir?
Adem evvelinden beri bir yanımız noksandır,
neylersin...
Beni bu alemde divane gibi gezdiren sen değil misin?
Geriye kalan yalnızca tanımadığım bu tendir
Ya bu benim içimde dolaşan da kimdir?
Ya bu benim içimde mekan tutan da kimdir?
Adem evvelinden beri bir yanımız noksandır,
neylersin...
Beni bu alemde divane gibi gezdiren sen değil misin?
Geriye kalan yalnızca tanımadığım bu tendir
Yönetmene
göre Jennifer’ın şarkı söylediği karaoke sahnelerinin farklı
dramatik işlevleri vardır. Birinci şarkı (You
Can’t Hurry Love),
Jennifer ve arkadaşlarının karaoke performansını çok ciddiye
aldıklarını gösterir. Evde provalar yapıp hazırlanırlar bar
performansına. Müzikle uğraşmak onları mutlu eden, bir çeşit
hayattan zevk alma yöntemidir. İkinci şarkıda (Live
is Life)
bir kadının bir adama olan romantik tutkusu anlatılır. Üçüncü
şarkıysa (I
will survive)
adeta bir manifesto, bir vedanın ilan edilmesidir. Dolayısıyla üç
şarkı da, Jennifer’ın o anda içinde bulunduğu duygusal durumu
izleyiciye gösterme işleviyle yüklüdür.[9]
Şarkıların
sözlerine bakıldığında, birinci şarkıda, aşkın sabırla
beklenmesi gereken bir şey olduğu, aceleye getirilemeyeceği ve bir
alma-verme oyunu olduğu anlatılır. Bu, Budala için söz
edilen sadece verme veya almaya odaklı bir anlayıştan farklıdır
ve aşkı, karşılıklılık içinden kavrar.
Annem
söylemişti hatırlıyorum
Aşkı aceleye getiremezsin
Hayır sadece beklemek zorundasın
O dedi ki aşk kolayca gelmez
Bu bir alma-verme oyunu
Aşkı aceleye getiremezsin
Hayır sadece beklemek zorundasın
O dedi ki aşk kolayca gelmez
Bu bir alma-verme oyunu
Bu
üç şarkıdan yalnızca ikincisinde Jennifer’ın yanında aşık
olduğu adam (Clemente) bulunmakta ve şarkıya eşlik etmektedir. Bu
şarkıyla Jennifer, aşkını, aşkın ona verdiği mutluluğu
ortaya koyar.
Hayat,
yaşamın tadını çıkarmaktır
Hadi
gel sen de
Kalk
ayağa ve dans et işte!
Üçüncü
şarkı filmin finalinde yer alır ve sözleri anlam bakımından,
Ajda Pekkan’ın yorumladığı uyarlamayla (Bambaşka Biri)
genel olarak örtüşür.
Sardı
korkular gelecek yıllar
Düşündüm sensiz nasıl yaşanacaklar
Gözlerimde canlanıca yaptığın haksızlıklar güçlendim...
Herşey bambaşka olacak
Döndün bak geldin şimdi
Bugünü aslında nasıl sabırla bekledimdi
Seni yalvarırken görmek seni ağlatabilmek
Geçmişi senden geri almak bütün ümidimdi
Olmaz artık kapı açık
Arkanı dön ve çık istenmiyorsun artık
Bir zamanlar sen de bana acımadın
Yalnız kaldım yıkılmadım ayaktayım
Düşündüm sensiz nasıl yaşanacaklar
Gözlerimde canlanıca yaptığın haksızlıklar güçlendim...
Herşey bambaşka olacak
Döndün bak geldin şimdi
Bugünü aslında nasıl sabırla bekledimdi
Seni yalvarırken görmek seni ağlatabilmek
Geçmişi senden geri almak bütün ümidimdi
Olmaz artık kapı açık
Arkanı dön ve çık istenmiyorsun artık
Bir zamanlar sen de bana acımadın
Yalnız kaldım yıkılmadım ayaktayım
Bağlanamayan
Clement karakterinin aksine Jennifer için aşk, bağlanmak, geleceğe
dair planları/düşleri olmak anlamına gelmekte, Clement ise
bağlanmadan sevmeye çalışmaktadır. Sürekli “bilmiyorum, emin
değilim” sözcükleriyle şimdiye odaklanan ve geleceğe dair
taahhütler altına girmeyen Clement ile Jennifer’ın cinselliğe
bakışları da birbirinden ayrılır. İlk tanışmadan itibaren
“öpüşme ve sevişme” arzusunu yansıtan Clement, karşısında
sürekli bunları erteleyen bir kadın bulur. İlk başlarda tutkuyla
gerçekleştirilen sevişmeler, süreç içinde Jennifer’ın
kuşkularının sınandığı bir edim haline gelir. Bir sevişme
sahnesinde Jennifer’ın, Clement’in aslında kendisine aşık
olmadığını anlaması şöyle gösterilir.
Clement
sevişmektedir ama bu bir aşığın sevişmesi değildir Jennifer’a
göre. O, aşık olduğu adam olmasına rağmen, kendisinin onu
sevdiği gibi sevilmediğini anladığında Clement’i terk eder.
Adam elinde çiçeklerle kuaför kapısına geldiğinde, o tası
tarağı toplayıp çoktan şehirden ayrılmıştır.
Kutsal
Aşk veya Kararsız Vericilik
Yönetmenin
filmde Jennifer’ın tarafını tuttuğu iddiasına[10]
karşılık, Belvaux, Jennifer’ın Clement’i suçlamadığını,
bunu da “sen bana zarar vermek istemedin, öyleyse unutalım
gitsin” sözleriyle dile getirdiğini savunur. Filmde bu sözler,
iş arkadaşlarıyla karşılaşan Clement’in, onlara yanındaki
Jennifer’ı tanıştırmaktan çekindiği sahnenin sonrasında
söylenmiştir. Bu, sevişme sırasındaki farkına varma kadar
etkili olmuş olsa da, kırgınlık yaratsa da, Jennifer suçlamaz
Clement’i. Ancak kabullenmez de bu durumu. Zarar vermek istememesi
suçlanmasına engel olur ama ilişkinin devamını sağlamaz.
Jennifer, Gide’in Dostoyevski’nin kadın kahramanları gibi
“kararlıdır gururlu olmaya”. Ya da bu durum “gurur”dan daha
çok, aşka yönelik bakışlar arasındaki farklılıkla izah
edilmelidir.
Yoksa
erkeklerin bir kurgusu mudur dünyevi aşkın içine kutsal aşkı
getirip yerleştirmek, ve böylece kadınlarla yaşanan bir ilişkiyi
araçsallaştırmak? Bir yanda “kutsallık” anlatısı, diğer
yanda budala düzeyinde vericilik/sevmeye aşık olma miti, hiçbir
sorumluluk almaya yanaşmayan, aşkı bir “gönül eğlendirme”
olarak algılayan bakışın kılıfı olabilir. Bağlanmayan
erkekler, almadan verme oyunu adına, genel “verici” olarak inşa
edilen kadınlardan sürekli karşılık beklemeden vermelerini
isterler. Bağlanmamak yüceltilir zira “birçok insanın
genellikle aşkın yüksek ölçütlerine yükseltilmesindense, bu
ölçütler düşürülmüştür. Aşk deneyimlerinin bu ani bolluğu
ve belirgin kullanışlılığı, aşkın öğrenilen bir beceri
olduğu ve bu konudaki ustalığın öğrencinin teşebbüs sayısıyla
ve devamlılığıyla arttığı inancını besleyebilir. Fakat bu
bir yanılsamadır.”[11]
Filmde,
karakterlerin sınıfsal konumu yalnızca kültürel fark bakımından
anlamlıdır ve Jennifer’ın bir işçi olmasının anlamı bu
bağlamla sınırlı kalır. Yönetmenin çizdiği çerçeveye
sınıfsal fark, yüksek-aşağı kültür çelişkisi olarak girer.
Bu da, sosyo-politik bağlamın kültürel boyut düzeyinde
kavranmasına neden olur. Oysa Clement’in Jennifer’ı
arkadaşlarıyla tanıştıramamasında, entelektüel-kültürel
bakımdan “aşağı” olanı temsil ettiği düşüncesi kadar, ve
belki de daha çok, Jennifer’ın “kuaför”de çalışan bir
işçi olması rol oynamış olabilir. Bunun yanında, kültürün
yüksek-aşağı olarak nitelendirilmesi de, bunun sınıflara
özgülenmesi de bir sorun olarak görülebilir.
bazı
gecelerin sabahı yoktur
yalnızca bir karanlık olarak kalırlar
bazı ayrılıkların dönüşü olmaz
giden gider
borçlarıyla yaşar kalanlar
geleceği yoktur bazı kalplerin
aşk uğramaz onlara bir daha
tek bir hatırayla yaşlanırlar
bazı pişmanlıklar uzun sürer
zamana yayılırlar
kendinden kaçanlara
saklanacak yer kalmaz dünyada
gün gelir kendileriyle tanışırlar
asıl yalnızlık o zaman başlar
hayata geç kalmıştır kendinde geç kalan
şairin dediği gibi
bir daha yaşamak zorunda kalır
geçmişini anlayamayan
bazı geceler
bazı insanlar
bazı yerlerde
sahiden karşılaşırlar
bazı insanlar bazı aşklar bazı şarkılar
bu yüzden unutulmazlar
bazı hayatlar hayal tutmazlar
bu yüzden bazı bazı bazı
çabuk yaşayıp
ansızın kaybolmalar
bazı bazı bazı
yalnızca bir karanlık olarak kalırlar
bazı ayrılıkların dönüşü olmaz
giden gider
borçlarıyla yaşar kalanlar
geleceği yoktur bazı kalplerin
aşk uğramaz onlara bir daha
tek bir hatırayla yaşlanırlar
bazı pişmanlıklar uzun sürer
zamana yayılırlar
kendinden kaçanlara
saklanacak yer kalmaz dünyada
gün gelir kendileriyle tanışırlar
asıl yalnızlık o zaman başlar
hayata geç kalmıştır kendinde geç kalan
şairin dediği gibi
bir daha yaşamak zorunda kalır
geçmişini anlayamayan
bazı geceler
bazı insanlar
bazı yerlerde
sahiden karşılaşırlar
bazı insanlar bazı aşklar bazı şarkılar
bu yüzden unutulmazlar
bazı hayatlar hayal tutmazlar
bu yüzden bazı bazı bazı
çabuk yaşayıp
ansızın kaybolmalar
bazı bazı bazı
Murathan
Mungan
[1]
Ahmet Aslan’ın Tanımadığım Ten isimli şarkısından
[6]
Cengiz Ertem, ANDRE GIDE VE DOSTOYEVSKİ'DE İKİLİK TEMASI ÜZERİNE
DÜŞÜNCELER, Turkish
Studies -
International Periodical For The Languages, Literature and History
of Turkish or Turkic Volume 8/10 Fall 2013, p. 281-286,
ANKARA-TURKEY
[11]
Zygmunt Bauman, Akışkan Aşk, Çev.Işık Ergüden, Versus, 2009