Pazartesi, Ocak 25, 2016

Azer Bülbül Şarkılarında “Sevgili”



Şarkıcının Ölümü

Kırk üç yaşında hayatını kaybeden Azer Bülbül’ün (Subutay Kesgin, 1 Şubat 1969-7 Ocak 2012) “bir otel odasında ölü bulunması” olayı, ölümün nerede ve nasıl gerçekleştiğine ilişkin detaylara ilgi gösteren haberlerle duyuruldu.

"O gece yine saat 01.00 gibi otele geldik. Azer saat 14.00 gibi kalkardı. Biraz geç kalınca cep telefonuyla aradım. Cevap vermeyince resepsiyona geçip otel görevlisine arattım. Ancak, cevap vermeyince yedek anahtarla odasına girdim. Yorgan üstündeydi. Hemen açtım yüzünü, morarma başlamıştı. Hemen ambulans çağırdık. 112 görevlileri, ilk inceleme ardından kalp krizi sonucu öldüğünü bildirdi. Zaten Azer’in ritm bozukluğu vardı. İstanbul’a dönüşte bir kalp operasyonu geçirecekti. İlaç ya da uyuşturucu kullandığı yönündeki iddialara ihtimal vermiyorum. Azer Bülbül, 2 yıldır alkol bile almıyordu. Savcılıktan çıkacak rapor bunu doğrulayacaktır."[1]

Yıldız Tilbe, bir anısını paylaştı.[2] Radikal'den Ayça Örer, sanatçıyla 2009 yılında yaptığı röportajdan alıntılar içeren bir yazı kaleme aldı:

Rivayetin muhtelifliğine göre, karısı için ‘ayakları kokuyor’ diyen, devrimcilere sempati duyan, sahnede selam verdikten sonra hiç konuşmayan bir garip adamdı. “Müslüm dede oldu, artık baba benim” diyecek kadar iddialıydı, biraz küskündü ve ikinci, üçüncü sınıf yerlerde sahne almaktan gocunmuyordu. Çok büyük şöhretlere ulaşıp, çok küçük paralara çalışmanın verdiği mütevazılıkla uyuşturucu operasyonunu anlatırken, hayatının özetini de anlatmış aslında. İpi bir ucundan yakalamaya çalışıyordu: “Tükenmişlik, bunalım, hayatın bölümlerinden birisi işte. O kadar insanın içinden geliyorsun odanda tek başınasın, bu bir yalnızlık değil mi sizce?”[3]

Şarkıcının ölümünün ardından, Ahmet Yıldız’ın (Azer Bülbül bir sanatçı gibi yaşadı. Bakunin’in yanına göçtü, 8 Ocak 2012, oda.tv[4]) ve Mustafa Kemal Erdemol’un (Dardayım Aney, 13 Ocak 2012, sol haber[5]) birer yazıları yayımlandı. Yıldız’ın yazısı, daha çok beğeni toplamış olmalı ki, 31 Temmuz 2015’te İzdiham[6], Ocak 2016’da İştiraki’de[7] aynen/yeniden yayımlandı.

Kendini bitirmenin ilmini yapmanın nasıl olduğunu görmek için Bülbül’e bakmak” gerektiğini düşünen Erdemol’a göre “memlekette çoğunluk Azer Bülbül gibi” yaşıyor, onun gibi “içinde bulunduğu “dar”dan çıkmak için kılını kıpırdatmak yerine, “feryat” etmeyi” seçiyordu:

Sonuçta bu “damar” arabeskçi, kendi “damarının” ihanetine uğrayıp gitti bu dünyadan. “Dardayım aney” diyen o büyük koro, çabalarsa bir şeyler başaracağını hiç düşünmeden, “başaramadım” diye çığlık atmaya devam edecek. Arabesk budur işte. Sevenleri bağışlasın ama arabesk işte budur. “Damardan” girer, damardan çıkar. Ama yolu asla “akıldan” geçmez. Huzur içinde uyusun Azer Bülbül.

Erdemol’un yazısındaki Azer Bülbül’ün yaşamı, şarkıları ve dinleyicilerine dönük eleştirel ton, Yıldız’ın kaleme aldığı yazıda “yoksulları tanımayan” “biz”lere, onları görünür kılmayan “medya”ya  yöneliyordu. Yıldız, Azer Bülbül’ü “ötekilerin şarkıcısı” olarak nitelendiriyor, “sınıf bilinci olmayan milyonlarca ezileni, yoksulu” temsil ettiğini dile getiriyordu. Ona göre Bülbül, sistemin bir türlü ele geçiremediği, düzenin bir parçası olmuş ve yoksulları kullanıp satmış diğer bazı arabesk şarkıcılar gibi “uyum göster(e)meyen” biriydi ve ezilenlere çaresizliğin bilincini öğretiyordu:

Ezilenlere çaresizlikten başka hiçbir şey önermiyordu. Onu dinleyenler gerçekten çaresiz insanlardı. Ama çaresizliğin de bir bilinci vardır. Çaresizliğin bilincini Azer Bülbül’den öğreniyorlardı. Birahanelerde, kuytu kahvelerde, konfeksiyon atölyelerinde, ucu bucağı belirsiz küçük sanayi sitelerinin rutubetli, beton çatlaklarında sızıldayan bir ses o kadar umutsuzdu ki teslim oluşu önererek aslında direnmeyi öneriyordu.

Özetle, feryadı, “kılını kıpırdatmamanın” karşısına koymak yerine, ondan “çaresizlik bilinci” ve “teslim olarak direnme” çıkaran Yıldız’ın yazısı, belki daha olumlayıcı bir bakış içeriyor olması/görülmesi nedeniyle, yeniden paylaşılıyor/yayımlanıyor ve bu yazı üzerinden Azer Bülbül yeniden hatırlanıyor/hatırlatılıyordu.

Bu yazıda, Erdemol ve Yıldız’ın farklı bakış açılarını hatırda tutarak, Azer Bülbül şarkılarında “sevgili” temasına bakacağız. Bu yolda, önce arabesk müzik hakkında söylenenlerle başlayıp, aşk ve toplumsal cinsiyet ile arabesk şarkılar arasındaki ilişki üzerinden ilerleyecek ve Bülbül şarkılarında “sevgili”ye dair neler söylendiğine odaklanacağız.

Arabesk Müzik

Yapılan kimi çalışmalarda arabeskin, bir “problem müzik türü” olarak algılandığı, -bu müzik ve dinleyenlerine ilişkin tanımlamalara bakılarak- hem türe hem de dinleyicisine önemli oranda “olumsuzluk” yüklendiği belirtilmektedir. Arabesk müzik eleştirilerinde genellikle; eleştirel yetenekleri uyuşturma, sorunları aşk olgusuna indirgeme, tüm suçu kadere yükleyerek politik bilinci ve sorumluluğu köreltme, dinleyicilerini umutsuzluğa ve alkole sürükleme argümanlarına dayanıldığı görülmektedir. Rap ve metal müzikte olduğu gibi arabesk şarkılarda da “şarkı sözleri”nin verdiği mesajlara odaklanılmakta ve bu mesajların “olumsuz tavırlar ifade ettiği, saçma ve belirgin bir konudan yoksun olduğu” iddia edilmektedir. Diğer bir ifadeyle arabesk müzikte de daha çok sözlerle ilişkilenen bir olumsuz ifade biçimi söz konusudur (Şenel, 2014).

Erdemol’un yazısında izlerini gördüğümüz bu olumsuzlayıcı, arabesk şarkılardaki temaları politik değil “melankolik” olarak gören bakışın yanında, arabesk müziğe bir “karşı/alternatif kültür” olarak yaklaşan çalışmalar da bulunmaktadır. Arabesk müziği “bir karşı kültür imgesi” olarak konumlandıran Emek Erez’e göre, “arabesk şarkıların felsefesi, egemen kent kültürünün ortasından yükselen dayatmacı kültüre karşı oluşan kendi özgün ve içsel acılarını, ait olamamayı, yalnızlığı, işsizliği, uzaklığı, kavuşamamayı konu edinir.” Bu müzik, üretim sürecinden dışlanmış, sorunlarını yabancılaşmanın ve kaderciliğin dili olan arabesk diliyle ifade eden insanlar için bir ifade biçimidir ve “acı, çatışma, antogonizma halindeki birey arabesk müzik kültürü içerisinde kendisini yeniden üretir.” Şarkılardaki isyan, umut, acı, keder; umutsuzluk, mutsuzluk, tükenmişlik içindeki bireyin kendisi için kullandığı bir panzehire dönüşür.[8]

Fethi Açıkel’in “Türk-İslam Sentezi”ni incelediği makalesinde “kutsal mazlumluk” için söyledikleri genel olarak “mazlumluk” söylemine genelleştirildiğinde, arabesk müziği anlamak bakımından farklı bir perspektif sağlayabilir. Bu bağlamda mazlumluk/eziklik söylemi, bir “savunma, karşı çıkma ve eklemlenme stratejisi” olarak ortaya çıkar. Açıkel mazlumluğu, acı çeken öznenin, acısını mazoşistik biçimde seven ve bunu baskıcı biçimlerde yeniden ancak bu sefer öteki üzerinde üreten, “meşruluğu “acısından” menkul –Nietzscheci anlamda– bir tinsel patoloji” olarak tarif eder ve bu söylemi dinsel söylemlerden milliyetçiliğe, yurtseverlikten çevreciliğe, sosyalist siyasetten ve feminizmden etnik söylemlere kadar pek çok siyaset alanının kurucu ögesi olarak görür. Bu kapsamda, mazlumluk-eziklik söylemleri kaba bir teslimiyet olarak değil de, potansiyel bir iktidar istemi olarak değerlendirildiğinde, güçsüz ve zayıf olma durumundan türemekle birlikte kendisi için mutlak iktidarı amaç edindiği görülecektir (Açıkel, 1996).

Buraya kadar, hem Erdemol’ü hem de Yıldız’ı destekleyebilecek yaklaşımların olduğu, arabesk müziği “problem müzik” olarak görmenin yanında, ona “alternatif/karşı kültür” çerçevesinde yaklaşılabildiği görülmektedir. Açıkel’in “mazlumluk” perspektifinden yararlanıldığında arabesk, bir savunma/karşı koyma stratejisi olduğu kadar, bir potansiyel iktidar talebi ve eklemlenme stratejisidir, aynı zamanda. Bunun yanında, genel olarak müzik ve dinleyici üzerindeki etkisi söz konusu olduğunda, bir diğer önemli kavram da “katharsis”tir ve aşağıda bu kavrama değinilecektir.

"Katharsis" ve/veya "Uyarım"

Müzik, gerginliğin azaltılmasına dayanan yaklaşıma göre (drive reduction),  ifade edilmesi zor duygular olan bunaltı, öfke ya da düşmanlığın ifade edilmesi için bir imkan sağlayarak dinleyicinin rahatlamasını sağlar. Bu yolla müzik, basıncı boşaltarak patlamayı engelleyen bir vana görevi görmekte, dışa vurumu zararsız bir şekilde gerçekleştirmekte ve kişiyi rahatlatmaktadır. Heyecan transferi (excitation-transfer) yaklaşımındaysa, kaynağı ne olursa
olsun belli bir zamandaki psikolojik durumların daha sonraki bir zamana taşınarak buradaki hisleri körükleyebilmesi esas alınır. Örneğin metal ve rap müziğin sebep olduğu uyarım, mevcut psikolojik durumları daha sonra yeniden canlandırarak antisosyal davranışı (saldırgan veya depresif) destekleyebilir (Şenel, 2014).

Arabesk şarkılarda sıkça geçen sözcükleri/kavramları kathartik etkileri açısından inceleyen Banu Mustan Dönmez (2011), “acı” ve “acıdan kaçış” olmak üzere iki kategori önerir. Buna göre, “acı, aşk, ölüm, kahır, isyan vb.” sözcükler “acıyı ifade eden sözcük” gurubuna; “kader, dinsel kavramlar ve çözüm öneren (çare, derman, teselli, ilaç gibi)” kavramlarsa “acıdan kaçışı ifade eden sözcük” gurubuna girer. Arabesk şarkı sözlerinde yer alan karşı çıkışların çoğu ya Tanrıya ve kadere yöneliktir veya felek denilen sanal bir kavram yaratılarak deşarj yoluna gidilir. “Tanrı’ya direk olarak isyan etmek” insanları korkuttuğu için, bu varlık (felek) duygusal boşalım aracı olarak kullanılır. Başka bir deyişle, sanal olarak yaratılan felek, arabesk türünde kullanılan kathartik bir kavramdır. Mustan Dönmez, şarkı sözlerindeki karşı çıkışların; “Tanrıya, kadere ve sanal olarak yaratılan feleğe değil de, yönetim biçimine ve sosyal adaletsizliğe yapılsaydı ya da şarkı sözlerinde halka çağrı ileten mesajlar bulunsaydı, başka bir deyişle sorunların gerçek nedenleri ve gerçek çözümleri aransaydı”, bu türleri “kathartik” değil, “protest” olarak tanımlamanın daha doğru olacağını savunur.

Mustan Dönmez’e göre (2011) kathartik süreci sağlayan “düğüm” ve “çözümler”, ezgisel anlamda, tiz ve pes sesler ve makam aracılığıyla kendini gösterir. Müzikte “gerginlik” “tiz” seslerle ifade edilirken, gerginliğin yerini “rahatlama” ya bırakması durumu “pes” seslerle ifade edilir. Özellikle Doğuya ait müzik kültürünün bir parçası olan arabeskte, gerginliği ifade eden sesler genelde duraktan tiz yönde uzaklaşırken, gerginliğin yerini boşalıma, yani katharsise bırakan sesler, “pes”leşerek durağa yaklaşır ve boşalımın tam olarak gerçekleşmesiyle birlikte durakta son bulur. Ezgisel çizginin tizliğinin ya da pestliğinin yanı sıra, kathartik etkiye yardım eden diğer bir öğe de “makam”dır. Makamsal anlatım ve etki, her ne kadar kişiden kişiye ve kültürden kültüre değişkenlik gösterse de, özellikle Doğu müziğinin farklı bir versiyonu olarak doğmuş olan “Türk arabeski”nin makamsal bir yapıya sahip olduğu da göz ardı edilmemelidir.

Mustan Dönmez, arabesk şarkılara katharsis, bir başka ifadeyle dinleyici üzerindeki rahatlatıcı etkisi üzerinden bakmıştır. Aynı şarkılara “uyarım” etkisi üzerinden bakıldığında farklı sonuçlara ulaşılabileceği de düşünülebilir. Mustan Dönmez’in ayrımına göre “kathartik” rahatlatırken, protest “gerçek nedenler ve çözümler”le ilgilenmektedir. Böylece Mustan Dönmez, kathartik olanı sahte neden ve çözümlerle rahatlatma olarak görmekte ve olumsuzlayıcı eleştiride bulunmaktadır.

Arabesk şarkılar genellikle aşk üzerinedir ve Bülbül şarkıları incelenmeden önce bu konuda neler söylendiğine genel olarak bakılması gerekmektedir.

Aşk ve Toplumsal Cinsiyet

Şarkı sözlerini inceleme nesnesi olarak ele alan çalışmalar 1950’li yılların sonunda oldukça artmıştır. Bu çaba, o dönemde araştırmacıların şarkı sözlerinde “aşkın anlamı ve toplumsal cinsiyet ilişkileri”ni bulmasını/keşfini sağlarken, günümüzdeki çalışmalar şarkı sözlerindeki “toplumsal cinsiyet kalıpları”na odaklanır ve bu kalıpların yayılmaya/çoğaltılmaya devam edildiğini bulgular. Popüler şarkılarda aşkın nasıl ifade edildiğinin araştırıldığı bir çalışmadaysa (Dukes vd., 2003), aşktan çok cinselliğin öne çıktığı ve aşkın daha bireycil/bencil bir bakış açısıyla işlendiği savunulmaktadır.

Arabesk türünde aşk, genelde karamsar açıdan, başka bir deyişle ulaşılamadığında verdiği acıyla ve ağır bir şekilde işlenir (Mustan Dönmez, 2011). Orhan Gencebay şarkılarını inceleyen Meral Özbek (1998), sözlerde ağır basan temanın aşk olduğunu ve bütün diğer temaların ya aşkla ilgili sözler içinde eridiğini ya da aşkın hükmü aracılığıyla dile getirildiğini yazar. Yaygın aşk teması, sözlerin birinci tekil şahıs (ben), sevgili (sen) ve bunların birleşmesinin (biz) dünyadaki benzersiz önemi etrafında dönmesine yol açar. “Ben”, yalvaran taraftır, sevgili olan ve çoğunlukla çok soyut bırakılan “sen”den sevgi ve teselli dilenir. Fakat “sen”, mutluluğun yanı sıra cefa, sevginin yanında aşağılanma, teselliyle birlikte ıstırap da verebilir. Kendisini her zaman masum kişi olarak gören ben, aşkını yaşamasına fırsat vermediği için ötekini suçlar. Ancak, böyle karşılık görmeyen bir aşkın acısı bile bir parça teselli vermektedir: Çünkü aşkın kendisi nihai denklemdir, aşkı yaşama hakkını engelleyen bu dünyadaki acıların çaresidir.

Özbek için şarkılardaki erkeksi etosun sınırları bulanıktır: Kabadayılık, bir tür kendine karşı kuşku duygusunu, insanları toplumda saldırıya açık bir konuma iten baskın “öteki”nin gözünde değeri düşen bir kişiliği gizlemektedir. Dolayısıyla boynu eğik bir kişiliğin duygusal hali bu erkekleri diğer dışlanmışlarla yan yana getirmekte, bir bakıma cinsiyet sınırlarının aşıldığını ve kimliklerin iç içeliğini kabul etmektedir. Ayrıca, arabeskle ilgili egemen söylem “pasif”, “ezik” ve “feryat eden” gibi cinsiyet çağrışımlı sıfatlarla doludur; bu da arabesk kültürünün duygusallığındaki kararsızlığa işaret eder.

Açıkel’in “mazlumluk yaklaşımından bakılırsa, mazlum özne, ben-merkezlidir, alıngandır, kıskançtır ve tepkisini kaderci veya kızgınlık/öfke biçiminde dışavurabilir: Ezik öznenin sevgi gereksinimi o denli yüksektir ki en küçük bir ilgisizlik dahi kırılgan yapısını tehdit eder. Kendine ve kutsal addettiği şeylere karşı aşırı duyarlıdır, kıskançtır ve ihmal edilmeye tahammülü yoktur. Çelişkili görünmekle beraber, bu alınganlık abartılı özdeğer duygusunun bir sonucudur ve ezik öznenin sevgi gereksinimi karşılanmadığında tepkisini kırgınlığın yanısıra kızgınlık ve öfke şeklinde gösterir. Mazlum kendisinden başka herkesi ve her şeyi sorumlu tuttuğu, mazlumluğunu sevdiği ve meşruiyetini kendi acıları üzerinden söylemleştirdiği için ben-merkezlidir. Bu ben-merkezli narsistik yapı içinde ezik özne, edilgenliğini sinik ve kaderci bir biçimde dışa vurabileceği gibi, kırgınlık, yakınma, şüphe ve alınganlık biçiminde de ortaya serebilir.

Sevgili

Azer Bülbül şarkılarında[9] aşk, elde olmayan/başa gelen, uğrunda harcanan emek ve zamanı (özellikle gençliği) ziyan eden, sonrasında bir “yalan” olduğu anlaşılan bir olgudur.

Amansız bir sevda”
Amansız bir sevda geldi başıma
Yürek yandı gönül yandı ben yandım
Ziyan oldu aktı gitti boşuna
Ömrüm yandı dünyam yandı ben yandım

Bir güzele gönül verdim”
Bir güzele gönül verdim
Ona canım ömrüm derdim
Gençliğimi aldı gitti
Perperişan etti beni

Neye yarar”
Cahil ömrüm ey bir kuş gibi, uçtu gitti neye yarar?
Yazık oldu da gençliğime, boşa gitti neye yarar?
Yazık oldu da gençliğime, senle geçti neye yarar?

Seven özne her daim “masum”, Leyla’sı olmayan bir Mecnun’dur. Kıymetini, onun sevgisine mazhar olan hiç kimse (aşık olduğu kişi de, dostları da) bilmez/anlamaz.

Ayrılık ölümden zormuş”
Papatyalar kadar saf ve temizdim,

Bir güzele gönül verdim”
Mecnun misali düşsek de çöle.
Leylayı yolumuz buldu mu bizim.

Borcum bitmedi”
Sevmişim sevdanın çok ötesinde

ciğerparem”
Ben çekerim bu sevdanın yasını
Ben çekerim ciğerparem sana ne
Ben dökerim gözlerinin yaşını
Ben ağlarım ciğerparem sana ne
Seni sevmek günahımdır suçumdur
Sen sevmedin ciğerparem sana ne

Dayanamıyorum”
Kıymetimi bilmediler
Dostu sevdim dosta taptım
Kıymetimi bilmediler
Gözümden gam yaş akıttım
Bir gün gelip silmediler

Ona yanarım”
Sırtımdan vurdular isyan etmedim
Düşmanımı bile düşman bilmedim
Kime ne yaptım kime neyledim
Bir dost bulamadım ona yanarım

Seven için kendi duyguları önemlidir. Aşık özne, kendisi ve içindeki bağlanmayı/bağlanacayı nesneyi arayan aşkı “gerçek” görür, sevgiliden bu “sevdadan da öte” olan aşka “itaat” bekler. Dağları delmeye hazır sevda, sırf bu niteliği nedeniyle bile karşılık bulmayı hak etmektedir. Kaderin oyunu/alın yazısı sayesinde aşkın nesnesi olan sevgilinin/sevilenin davranışlarıysa “naz” olarak yorumlanır, sevmeme ihtimali düşünülmez/kabullenilmez. Sevilen, sevgisini gizleyen, aşık edip kaçan, “fettan, kurnaz” bir kadındır.

Gece mavisi gözlüm”
Geçiverdin yanımdan, bir şey koptu canımdan,
Hiç çıkmadın aklımdan, gece mavisi gözlüm.

Cemile”
Naz usandırır derler
Yalan Cemile
Bin cefa çektirir
Sevdan Cemile
İnsaf eyle Cemile
Seni gidi şeytan seni fettan

Çıtkırıldım”
Baygın baygın bakıyorsun
Yürekleri yakıyorsun
Aşık edip kaçıyorsun
Vay seni çıtkırıldım

Selma”
Biliyorum çok kurnazsın
Sevdim seni yaramaz
Biliyorum benim Selmam
Başkasına yar olmaz

Kız Necla”
Gözlerimde ışıksın
Bugün ne kadar şıksın
Saklama bunu benden
Sen de bana aşıksın

Kimim var”
Neden avuttun beni ümit verdin bana
Anladım sevmeye niyetin yokmuş

Sana yalan gelebilir”
Seni nasıl sevdiğimi
Kalbin nerden bilebilir
Sen hiç aşık olmadın ki
Sana yalan gelebilir
Dudak büküp hor görmezsen
Sevdam dağlar delebilir
Sen hiç aşık olmadın ki
Sana yalan gelebilir

Kimi zaman kıskanılan sevilenin en karakteristik özelliği “vefasız” olmasıdır. Sevilen, kendisini sevenin büyük aşkına karşılık vermemiş, onu acılar içinde bırakmıştır.

Kumralsın”
Dağıtma saçlarını
Gizli örenler olur
Süslenip de dolaşma
Görüp sevenler olur

Ayrılık ölümden zormuş”
Bende herkes gibi bir zalim sevdim

Alıştım”
Kimleri sevdiysem vefasız çıktı
Bir candan sevene düşmedi şansım

Duygularım”
Neden acep, neden acı, neden ihanet ?

Haberin yok”
Bağlamışsın kollarımı
Çıkmaz ettin yollarımı
Ey vefasız ey dallarımı
Kırıyorsun haberin yok

Nazlana nazlana”
Beni ağlata ağlata
Gözlerimde yaş koymadın
Gençliğime doymadın
Ömrümü yedin doymadın

Kendini “mazlum” olarak gören seven özne, önce sevdiğinden aşk dilenir, aşkına karşılık bulmak ister. Bu olmayınca beddua eder, olmadı tehditler savurur. Sevilenin, “kitapsız, vicdansız, kalleş” sıfatlarıyla birlikte “kalemi kırılmakta”, sevilene, sevenin “belalı” da olabileceği, “elini kana bulayabileceği” hatırlatılmaktadır. Güzellikle elde edilemeyen itaat, zora başvurma tehdidiyle kazanılmaya çalışılır.

Dil arasında”
Susma gülüm artık susma
Bana bir el gibi bakma
Muhtaç olduğum o sözlerini
Saklama dudakla dil arasında
Sevdandan deliye dönmüş bu gönlüm
Kalmışım bulutla yer arasında
Gel artık gel ne olursun
Bırakma beni baharla kış arasında

Bana benzer”
Gönül verdim zalim sana
Hiç gün göstermedin bana
Dua ettim yaradana
Sonunda sen de benze bana
Ermeyesin muradına
Şıvan düşsün ocağına
Sen de bir gün kalasın da
Çekte sen de benze bana

Beter ol”
Yüzümdeki bu çizgiler
Gönlümdeki bu çileler
Senin eserin ey zalim
Dilerim benden beter ol

Garip yolcu”
Acımadın ey vicdansız ey kitapsız
Bendeki düşkün hale
Valla dünyaya gelse herkes gelse
Vermem seni başka bir kula
Diyar diyar arıyorum
Git belaya söyle beni
Ey benim anam beladır
Her günümüz beladır
Bu ne biçim sevdadır
Bu başıma beladır

Elimi kana bulama benim”
Elimi kana bulama benim
Yazımı kışa çevirme benim
Anam yaşlı babam hasta
Kardaşım yokki bize baka
Belalım benim sevdalım benim
Elimi kana bulama

Kalemin kırıldı”
Durma git buralar ikimize dar
Bir ömür sürecek hesabımız var
Kalleşçe sırtımdan vurup giden yar
Kalemin kırıldı bil bundan sonra

Olan olmuş ve aşık öznenin “sevgisi” nesnesini bulamamış, ona kavuşamamıştır. Bunun sorumluluğu, her zaman ve durumda aşık öznenin aleyhine çalışan “felek”e yüklenir. Kimi zaman “üzülmedim ki” denilerek avunulur, bir daha aşık olmama yeminleri edilir. İlahi adaletten söz edilerek, zalim sevgilinin cezasının eninde sonunda verileceğine inanılır. Sevilene tehditler savurabilen aşık özne, felek karşısında bu kadar “cesur” değildir. Şehri terk etmeyi düşünür ama isyan etmek ona göre değildir. Artık, Leylası olmayan Mecnun’un aşkı, “Yunus’un feyzaldığı yere doğru” yürümekte, “tasavvufa”, ilahi aşka göndermeler yapılmaktadır.

Buralarda”
Felek girdi aramıza,
Ayrıldım, kavuşamadım.

Felek”
Nice güzel sevdim nazlı edalı
Hiç birini bana yar ettirmedin

En iyisi gitmek bu memleketten”
Benim ol diyordum ellerin oldun
Bağrıma kızgın bir hançerin vurdun
Yaktın yüreğimi yaktın kavurdun
En iyisi gitmek bu memleketten

Benim hiçbir şeyim yok”
İsyan etmiyorum ama
Benim hiçbir şeyim yok

Üzülmedim ki”
Sanma sen gidince ben hep ağladım
Ne yas tuttum ne de kara bağladım
Bir gerçeği geç de olsa anladım
Kaderimdir dedim üzülmedim ki
Üzülmedim ki üzülmedim ki

Yalan sevgiler”
Bir daha kimseye kalbimi vermem
Bir daha sevmek yok oyuna gelmem
Kararlıyım artık sözümden dönmem
Yalan sevgilere gönlüm kapalı

İlahi adalet”
Artık inanmak bile içten değil bir sözüne yar
sen bilmesen de bu dünyada ilahi adalet var
birgün gelip senin de güvendiğin dağlara yağacak kar
unutma dünyada senden çok daha zalimler de var.

“Yürüyorum”
Karlı dağların ardından yara doğru yürüyorum
Yunusun feyzaldığı yere doğru yürüyorum hey
Yürüyorum yürüyorum yürüyorum yürüyorum

Tutunmak/Tutulmak/Tutmak

Korkularım”
bu hayat kavgası cana yetince
vurup duvarları yıkasım gelir
çaresizliklerim çaresiz kalır
bir anda dünyayı yakasım gelir

çaldılar gözümden uykularımı
sattılar en güzel dostluklarımı
korkular bekliyor yarınlarımı
bırakıp herşeyi gidesim gelir

Bülbül şarkılarının sözleri, Açıkel’in “mazlum” yaklaşımındaki gibi, hem teslimiyet hem de iktidar arayışını yansıtmaktadır. Aşık/mazlum özne, ben-merkezlidir, alıngandır, kıskançtır ve tepkisini kaderci ve/veya kızgınlık/öfke biçiminde dışavurmaktadır. Özbek’in belirttiği “aşkın nihai denklem olması ve öznenin aşkı yaşamasını engelleyen acıların çaresi” olarak görülmesi hususunun, Bülbül’ün şarkıları için de geçerli olduğu söylenebilir. Burada, Yıldız’ın “teslim olarak direnme” veya “panzehir” kavramlaştırmaları yerine, “hayata tutunma” çabası olarak nitelendirmek belki daha uygun düşer. Zira, Mustan Dönmez’in vurguladığı gibi, şarkı sözleri “değişme/değiştirme”ye yönelik bir tutum sergilememekte, bu kapsamda Açıkel’in “savunma, karşı çıkma, eklemlenme” teziyle uyum göstermektedir.

Yalnızca şarkı sözleri dikkate alınıp, genel olarak arabesk müzik ve arabesk şarkıcılar bağlam dışı tutulduğunda, Özbek’in “şarkılardaki erkeksi etosun sınırları”nı “bulanık” görmesine itiraz edilebilir. Nitekim Bülbül’ün şarkılarında “cinsiyet sınırlarının aşıldığını ve kimliklerin iç içeliğini kabul etmek” zor görünmektedir. Kadın sevgiliyi aşkın bağımsız bir öznesi olarak değil de, erkeğin sevdasına itaat etmesi/uyması gereken bir nesnesi olarak kurgulayan, onu “vefasız, zalim, kalleş, fettan, kurnaz” sıfatlarıyla niteleyen Bülbül şarkıları, bir ölçüde toplumsal cinsiyet kalıplarını (kadının bağımlı, güçsüz, bakımdan sorumlu olması vb.) da yaymakta/çoğaltmaktadır. Bu şarkılarda nihai denklem olan aşk, erkek için/erkeğe dönük bir aşktır ve böyle kadını ikincil konumda tutan, aşk “nesnesi” olarak kuran anlayış, kadın cinayetlerini yapan erkeklerin ağırlıklı olarak “eski koca/eski sevgili” olduğu düşünülürse, günümüzün gerçekleriyle de örtüşmektedir. Acımasız dünyanın dertleriyle boğuşan erkekler, hayata bir yerden tutunmak için aşka sığınmakta, onlar için bir savunma mekanizması işlevi gören aşk, bazen kadınlara dünyayı “dar” etmektedir. Kendilerine “aşık olunma”nın lütfedildiği, aşık olunarak “ödüllendirilen” kadınlar, bu kendine aşık “aşk” ve kendini seven erkeklerce, “naz vb.” denilerek “nankörlük, vefasızlık”la suçlanıp tehdit edilmekte/cezalandırılabilmektedir. Bu ataerkil aşkla, “bela” ile aşkı yan yana getiren erkek egemen zihniyetle mücadelede, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini merkeze almayan bakış yeterli olmamakta, hatta kimi zaman odak eksenini kaydırarak bu eşitsizliği “meşrulaştırmak, hafife almak, üstünü örtmek, görmezden gelmek”le sonuçlanmaktadır. Ve belki de bu, arabesk şarkıların konfeksiyon atölyelerinde dinlenmesi veya “direniş” olarak görülüp görülmemesinden daha önemli bir meseledir.

Kaynakça
Açıkel, Fethi (1996). “Kutsal mazlumluğun” psikopatolojisi. Toplum Bilim. 70, 153-199.

Dukes, Richard L. vd. (2003) Expressions of love, sex, and hurt in popular songs: a content analysis of all-time greatest hits
R.L. Dukes et al. / The Social Science Journal 40 (2003) 643–650

Mustan Dönmez, Banu (2011). Katharsis fenomeninin arabesk özelindeki görünümü. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt:8 Sayı:2 Yıl:2011 [Bağlantıda]. 8:2. Erişim: http://www.insanbilimleri.com

Özbek, Meral, Arabesk Kültür: Bir Modernleşme ve Popüler Kimlik Örneği, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, S.Bozdogan; R.Kasaba (ed.), Tarih Vakfi Yayinlari, Istanbul, 1998, ss. 168-187.

Şenel, Onur, Problem Müzik Kavramı ve Bir Problem Müzik Türü
Olarak Arabesk. The Journal Of Academic Social Science. Yıl: 2, Sayı: 1, Mart 2014, S. 209-224

Yalçınkaya, Can T. Turkish Arabesk Music and the Changing Perceptions of Melancholy in Turkish Society