Şarkıcının
Ölümü
Kırk
üç yaşında hayatını kaybeden Azer Bülbül’ün (Subutay
Kesgin, 1 Şubat 1969-7 Ocak 2012) “bir otel odasında ölü
bulunması” olayı, ölümün nerede ve nasıl gerçekleştiğine
ilişkin detaylara ilgi gösteren haberlerle duyuruldu.
"O
gece yine saat 01.00 gibi otele geldik. Azer saat 14.00 gibi
kalkardı. Biraz geç kalınca cep telefonuyla aradım. Cevap
vermeyince resepsiyona geçip otel görevlisine arattım. Ancak,
cevap vermeyince yedek anahtarla odasına girdim. Yorgan üstündeydi.
Hemen açtım yüzünü, morarma başlamıştı. Hemen ambulans
çağırdık. 112 görevlileri, ilk inceleme ardından kalp krizi
sonucu öldüğünü bildirdi. Zaten Azer’in ritm bozukluğu vardı.
İstanbul’a dönüşte bir kalp operasyonu geçirecekti. İlaç ya
da uyuşturucu kullandığı yönündeki iddialara ihtimal
vermiyorum. Azer Bülbül, 2 yıldır alkol bile almıyordu.
Savcılıktan çıkacak rapor bunu doğrulayacaktır."[1]
Yıldız
Tilbe, bir anısını paylaştı.[2]
Radikal'den
Ayça Örer, sanatçıyla 2009 yılında yaptığı röportajdan
alıntılar içeren bir yazı kaleme aldı:
Rivayetin
muhtelifliğine göre, karısı için ‘ayakları kokuyor’ diyen,
devrimcilere sempati duyan, sahnede selam verdikten sonra hiç
konuşmayan bir garip adamdı. “Müslüm dede oldu, artık baba
benim” diyecek kadar iddialıydı, biraz küskündü ve ikinci,
üçüncü sınıf yerlerde sahne almaktan gocunmuyordu. Çok büyük
şöhretlere ulaşıp, çok küçük paralara çalışmanın verdiği
mütevazılıkla uyuşturucu operasyonunu anlatırken, hayatının
özetini de anlatmış aslında. İpi bir ucundan yakalamaya
çalışıyordu: “Tükenmişlik, bunalım, hayatın bölümlerinden
birisi işte. O kadar insanın içinden geliyorsun odanda tek
başınasın, bu bir yalnızlık değil mi sizce?”[3]
Şarkıcının
ölümünün ardından, Ahmet Yıldız’ın (Azer
Bülbül bir sanatçı gibi yaşadı. Bakunin’in yanına göçtü,
8 Ocak 2012, oda.tv[4]) ve
Mustafa Kemal Erdemol’un (Dardayım
Aney,
13 Ocak 2012, sol haber[5])
birer yazıları yayımlandı. Yıldız’ın yazısı, daha çok
beğeni toplamış olmalı ki, 31 Temmuz 2015’te İzdiham[6],
Ocak 2016’da İştiraki’de[7]
aynen/yeniden yayımlandı.
“Kendini
bitirmenin ilmini yapmanın nasıl olduğunu görmek için Bülbül’e
bakmak” gerektiğini düşünen Erdemol’a göre “memlekette
çoğunluk Azer Bülbül gibi” yaşıyor, onun gibi “içinde
bulunduğu “dar”dan çıkmak için kılını kıpırdatmak
yerine, “feryat” etmeyi” seçiyordu:
Sonuçta
bu “damar” arabeskçi, kendi “damarının” ihanetine uğrayıp
gitti bu dünyadan. “Dardayım aney” diyen o büyük koro,
çabalarsa bir şeyler başaracağını hiç düşünmeden,
“başaramadım” diye çığlık atmaya devam edecek. Arabesk
budur işte. Sevenleri bağışlasın ama arabesk işte budur.
“Damardan” girer, damardan çıkar. Ama yolu asla “akıldan”
geçmez. Huzur içinde uyusun Azer Bülbül.
Erdemol’un
yazısındaki Azer Bülbül’ün yaşamı, şarkıları ve
dinleyicilerine dönük eleştirel ton, Yıldız’ın kaleme aldığı
yazıda “yoksulları tanımayan” “biz”lere, onları görünür
kılmayan “medya”ya yöneliyordu. Yıldız, Azer Bülbül’ü
“ötekilerin şarkıcısı” olarak nitelendiriyor, “sınıf
bilinci olmayan milyonlarca ezileni, yoksulu” temsil ettiğini dile
getiriyordu. Ona göre Bülbül, sistemin bir türlü ele
geçiremediği, düzenin bir parçası olmuş ve yoksulları kullanıp
satmış diğer bazı arabesk şarkıcılar gibi “uyum
göster(e)meyen” biriydi ve ezilenlere çaresizliğin bilincini
öğretiyordu:
Ezilenlere
çaresizlikten başka hiçbir şey önermiyordu. Onu dinleyenler
gerçekten çaresiz insanlardı. Ama çaresizliğin de bir bilinci
vardır. Çaresizliğin bilincini Azer Bülbül’den öğreniyorlardı.
Birahanelerde, kuytu kahvelerde, konfeksiyon atölyelerinde, ucu
bucağı belirsiz küçük sanayi sitelerinin rutubetli, beton
çatlaklarında sızıldayan bir ses o kadar umutsuzdu ki teslim
oluşu önererek aslında direnmeyi öneriyordu.
Özetle,
feryadı, “kılını kıpırdatmamanın” karşısına koymak
yerine, ondan “çaresizlik bilinci” ve “teslim olarak direnme”
çıkaran Yıldız’ın yazısı, belki daha olumlayıcı bir bakış
içeriyor olması/görülmesi nedeniyle, yeniden
paylaşılıyor/yayımlanıyor ve bu yazı üzerinden Azer Bülbül
yeniden hatırlanıyor/hatırlatılıyordu.
Bu
yazıda, Erdemol ve Yıldız’ın farklı bakış açılarını
hatırda tutarak, Azer Bülbül şarkılarında “sevgili”
temasına bakacağız. Bu yolda, önce arabesk müzik hakkında
söylenenlerle başlayıp, aşk ve toplumsal cinsiyet ile arabesk
şarkılar arasındaki ilişki üzerinden ilerleyecek ve Bülbül
şarkılarında “sevgili”ye dair neler söylendiğine
odaklanacağız.
Arabesk
Müzik
Yapılan
kimi çalışmalarda arabeskin, bir “problem müzik türü”
olarak algılandığı, -bu müzik ve dinleyenlerine ilişkin
tanımlamalara bakılarak- hem türe hem de dinleyicisine önemli
oranda “olumsuzluk” yüklendiği belirtilmektedir. Arabesk müzik
eleştirilerinde genellikle; eleştirel yetenekleri uyuşturma,
sorunları aşk olgusuna indirgeme, tüm suçu kadere yükleyerek
politik bilinci ve sorumluluğu köreltme, dinleyicilerini
umutsuzluğa ve alkole sürükleme argümanlarına dayanıldığı
görülmektedir. Rap ve metal müzikte olduğu gibi arabesk
şarkılarda da “şarkı sözleri”nin verdiği mesajlara
odaklanılmakta ve bu mesajların “olumsuz tavırlar ifade ettiği,
saçma ve belirgin bir konudan yoksun olduğu” iddia edilmektedir.
Diğer bir ifadeyle arabesk müzikte de daha çok sözlerle
ilişkilenen bir olumsuz ifade biçimi söz konusudur (Şenel, 2014).
Erdemol’un
yazısında izlerini gördüğümüz bu olumsuzlayıcı, arabesk
şarkılardaki temaları politik değil “melankolik” olarak gören
bakışın yanında, arabesk müziğe bir “karşı/alternatif
kültür” olarak yaklaşan çalışmalar da bulunmaktadır. Arabesk
müziği “bir karşı kültür imgesi” olarak konumlandıran Emek
Erez’e göre, “arabesk şarkıların felsefesi, egemen kent
kültürünün ortasından yükselen dayatmacı kültüre karşı
oluşan kendi özgün ve içsel acılarını, ait olamamayı,
yalnızlığı, işsizliği, uzaklığı, kavuşamamayı konu
edinir.” Bu müzik, üretim sürecinden dışlanmış, sorunlarını
yabancılaşmanın ve kaderciliğin dili olan arabesk diliyle ifade
eden insanlar için bir ifade biçimidir ve “acı, çatışma,
antogonizma halindeki birey arabesk müzik kültürü içerisinde
kendisini yeniden üretir.” Şarkılardaki isyan, umut, acı,
keder; umutsuzluk, mutsuzluk, tükenmişlik içindeki bireyin kendisi
için kullandığı bir panzehire dönüşür.[8]
Fethi
Açıkel’in “Türk-İslam Sentezi”ni incelediği makalesinde
“kutsal mazlumluk” için söyledikleri genel olarak “mazlumluk”
söylemine genelleştirildiğinde, arabesk müziği anlamak
bakımından farklı bir perspektif sağlayabilir. Bu bağlamda
mazlumluk/eziklik söylemi, bir “savunma, karşı çıkma ve
eklemlenme stratejisi” olarak ortaya çıkar. Açıkel mazlumluğu,
acı çeken öznenin, acısını mazoşistik biçimde seven ve bunu
baskıcı biçimlerde yeniden ancak bu sefer öteki üzerinde üreten,
“meşruluğu “acısından” menkul –Nietzscheci anlamda– bir
tinsel patoloji” olarak tarif eder ve bu söylemi dinsel
söylemlerden milliyetçiliğe, yurtseverlikten çevreciliğe,
sosyalist siyasetten ve feminizmden etnik söylemlere kadar pek çok
siyaset alanının kurucu ögesi olarak görür. Bu kapsamda,
mazlumluk-eziklik söylemleri kaba bir teslimiyet olarak değil de,
potansiyel bir iktidar istemi olarak değerlendirildiğinde,
güçsüz ve zayıf olma durumundan türemekle birlikte kendisi için
mutlak iktidarı amaç edindiği görülecektir (Açıkel, 1996).
Buraya
kadar, hem Erdemol’ü hem de Yıldız’ı destekleyebilecek
yaklaşımların olduğu, arabesk müziği “problem müzik”
olarak görmenin yanında, ona “alternatif/karşı kültür”
çerçevesinde yaklaşılabildiği görülmektedir. Açıkel’in
“mazlumluk” perspektifinden yararlanıldığında arabesk, bir
savunma/karşı koyma stratejisi olduğu kadar, bir potansiyel
iktidar talebi ve eklemlenme stratejisidir, aynı zamanda. Bunun
yanında, genel olarak müzik ve dinleyici üzerindeki etkisi söz
konusu olduğunda, bir diğer önemli kavram da “katharsis”tir ve
aşağıda bu kavrama değinilecektir.
"Katharsis"
ve/veya "Uyarım"
Müzik,
gerginliğin azaltılmasına dayanan yaklaşıma göre (drive
reduction), ifade edilmesi zor duygular olan bunaltı, öfke
ya da düşmanlığın ifade edilmesi için bir imkan sağlayarak
dinleyicinin rahatlamasını sağlar. Bu yolla müzik, basıncı
boşaltarak patlamayı engelleyen bir vana görevi görmekte, dışa
vurumu zararsız bir şekilde gerçekleştirmekte ve kişiyi
rahatlatmaktadır. Heyecan transferi (excitation-transfer)
yaklaşımındaysa, kaynağı ne olursa
olsun
belli bir zamandaki psikolojik durumların daha sonraki bir zamana
taşınarak buradaki hisleri körükleyebilmesi esas alınır.
Örneğin metal ve rap müziğin sebep olduğu uyarım, mevcut
psikolojik durumları daha sonra yeniden canlandırarak antisosyal
davranışı (saldırgan veya depresif) destekleyebilir (Şenel,
2014).
Arabesk
şarkılarda sıkça geçen sözcükleri/kavramları kathartik
etkileri açısından inceleyen Banu Mustan Dönmez (2011), “acı”
ve “acıdan kaçış” olmak üzere iki kategori önerir. Buna
göre, “acı, aşk, ölüm, kahır, isyan vb.” sözcükler “acıyı
ifade eden sözcük” gurubuna; “kader, dinsel kavramlar ve çözüm
öneren (çare, derman, teselli, ilaç gibi)” kavramlarsa “acıdan
kaçışı ifade eden sözcük” gurubuna girer. Arabesk şarkı
sözlerinde yer alan karşı çıkışların çoğu ya Tanrıya ve
kadere yöneliktir veya felek denilen sanal bir kavram yaratılarak
deşarj yoluna gidilir. “Tanrı’ya direk olarak isyan etmek”
insanları korkuttuğu için, bu varlık (felek) duygusal boşalım
aracı olarak kullanılır. Başka bir deyişle, sanal olarak
yaratılan felek, arabesk türünde kullanılan kathartik bir
kavramdır. Mustan Dönmez, şarkı sözlerindeki karşı çıkışların;
“Tanrıya, kadere ve sanal olarak yaratılan feleğe değil de,
yönetim biçimine ve sosyal adaletsizliğe yapılsaydı ya da şarkı
sözlerinde halka çağrı ileten mesajlar bulunsaydı, başka bir
deyişle sorunların gerçek nedenleri ve gerçek çözümleri
aransaydı”, bu türleri “kathartik” değil, “protest”
olarak tanımlamanın daha doğru olacağını savunur.
Mustan
Dönmez’e göre (2011) kathartik süreci sağlayan “düğüm”
ve “çözümler”, ezgisel anlamda, tiz ve pes sesler ve makam
aracılığıyla kendini gösterir. Müzikte “gerginlik” “tiz”
seslerle ifade edilirken, gerginliğin yerini “rahatlama” ya
bırakması durumu “pes” seslerle ifade edilir. Özellikle Doğuya
ait müzik kültürünün bir parçası olan arabeskte, gerginliği
ifade eden sesler genelde duraktan tiz yönde uzaklaşırken,
gerginliğin yerini boşalıma, yani katharsise bırakan sesler,
“pes”leşerek durağa yaklaşır ve boşalımın tam olarak
gerçekleşmesiyle birlikte durakta son bulur. Ezgisel çizginin
tizliğinin ya da pestliğinin yanı sıra, kathartik etkiye yardım
eden diğer bir öğe de “makam”dır. Makamsal anlatım ve etki,
her ne kadar kişiden kişiye ve kültürden kültüre değişkenlik
gösterse de, özellikle Doğu müziğinin farklı bir versiyonu
olarak doğmuş olan “Türk arabeski”nin makamsal bir yapıya
sahip olduğu da göz ardı edilmemelidir.
Mustan
Dönmez, arabesk şarkılara katharsis, bir başka ifadeyle dinleyici
üzerindeki rahatlatıcı etkisi üzerinden bakmıştır. Aynı
şarkılara “uyarım” etkisi üzerinden bakıldığında farklı
sonuçlara ulaşılabileceği de düşünülebilir. Mustan Dönmez’in
ayrımına göre “kathartik” rahatlatırken, protest “gerçek
nedenler ve çözümler”le ilgilenmektedir. Böylece Mustan Dönmez,
kathartik olanı sahte neden ve çözümlerle rahatlatma olarak
görmekte ve olumsuzlayıcı eleştiride bulunmaktadır.
Arabesk
şarkılar genellikle aşk üzerinedir ve Bülbül şarkıları
incelenmeden önce bu konuda neler söylendiğine genel olarak
bakılması gerekmektedir.
Aşk
ve Toplumsal Cinsiyet
Şarkı
sözlerini inceleme nesnesi olarak ele alan çalışmalar 1950’li
yılların sonunda oldukça artmıştır. Bu çaba, o dönemde
araştırmacıların şarkı sözlerinde “aşkın anlamı ve
toplumsal cinsiyet ilişkileri”ni bulmasını/keşfini sağlarken,
günümüzdeki çalışmalar şarkı sözlerindeki “toplumsal
cinsiyet kalıpları”na odaklanır ve bu kalıpların
yayılmaya/çoğaltılmaya devam edildiğini bulgular. Popüler
şarkılarda aşkın nasıl ifade edildiğinin araştırıldığı
bir çalışmadaysa (Dukes vd., 2003), aşktan çok cinselliğin öne
çıktığı ve aşkın daha bireycil/bencil bir bakış açısıyla
işlendiği savunulmaktadır.
Arabesk
türünde aşk, genelde karamsar açıdan, başka bir deyişle
ulaşılamadığında verdiği acıyla ve ağır bir şekilde işlenir
(Mustan Dönmez, 2011). Orhan Gencebay şarkılarını inceleyen
Meral Özbek (1998), sözlerde ağır basan temanın aşk olduğunu
ve bütün diğer temaların ya aşkla ilgili sözler içinde
eridiğini ya da aşkın hükmü aracılığıyla dile getirildiğini
yazar. Yaygın aşk teması, sözlerin birinci tekil şahıs (ben),
sevgili (sen) ve bunların birleşmesinin (biz) dünyadaki benzersiz
önemi etrafında dönmesine yol açar. “Ben”, yalvaran taraftır,
sevgili olan ve çoğunlukla çok soyut bırakılan “sen”den
sevgi ve teselli dilenir. Fakat “sen”, mutluluğun yanı sıra
cefa, sevginin yanında aşağılanma, teselliyle birlikte ıstırap
da verebilir. Kendisini her zaman masum kişi olarak gören ben,
aşkını yaşamasına fırsat vermediği için ötekini suçlar.
Ancak, böyle karşılık görmeyen bir aşkın acısı bile bir
parça teselli vermektedir: Çünkü aşkın kendisi nihai
denklemdir, aşkı yaşama hakkını engelleyen bu dünyadaki
acıların çaresidir.
Özbek
için şarkılardaki erkeksi etosun sınırları bulanıktır:
Kabadayılık, bir tür kendine karşı kuşku duygusunu,
insanları toplumda saldırıya açık bir konuma iten baskın
“öteki”nin gözünde değeri düşen bir kişiliği
gizlemektedir. Dolayısıyla boynu eğik bir kişiliğin duygusal
hali bu erkekleri diğer dışlanmışlarla yan yana getirmekte, bir
bakıma cinsiyet sınırlarının aşıldığını ve kimliklerin iç
içeliğini kabul etmektedir. Ayrıca, arabeskle ilgili egemen söylem
“pasif”, “ezik” ve “feryat eden” gibi cinsiyet çağrışımlı
sıfatlarla doludur; bu da arabesk kültürünün duygusallığındaki
kararsızlığa işaret eder.
Açıkel’in
“mazlumluk yaklaşımından bakılırsa, mazlum özne,
ben-merkezlidir, alıngandır, kıskançtır ve tepkisini kaderci
veya kızgınlık/öfke biçiminde dışavurabilir: Ezik öznenin
sevgi gereksinimi o denli yüksektir ki en küçük bir ilgisizlik
dahi kırılgan yapısını tehdit eder. Kendine ve kutsal addettiği
şeylere karşı aşırı duyarlıdır, kıskançtır ve ihmal
edilmeye tahammülü yoktur. Çelişkili görünmekle beraber, bu
alınganlık abartılı özdeğer duygusunun bir sonucudur ve ezik
öznenin sevgi gereksinimi karşılanmadığında tepkisini
kırgınlığın yanısıra kızgınlık ve öfke şeklinde gösterir.
Mazlum kendisinden başka herkesi ve her şeyi sorumlu tuttuğu,
mazlumluğunu sevdiği ve meşruiyetini kendi acıları üzerinden
söylemleştirdiği için ben-merkezlidir. Bu ben-merkezli narsistik
yapı içinde ezik özne, edilgenliğini sinik ve kaderci bir biçimde
dışa vurabileceği gibi, kırgınlık, yakınma, şüphe ve
alınganlık biçiminde de ortaya serebilir.
Sevgili
Azer
Bülbül şarkılarında[9] aşk,
elde olmayan/başa gelen, uğrunda harcanan emek ve zamanı
(özellikle gençliği) ziyan eden, sonrasında bir “yalan”
olduğu anlaşılan bir olgudur.
“Amansız
bir sevda”
Amansız
bir sevda geldi başıma
Yürek yandı gönül yandı ben yandım
Ziyan oldu aktı gitti boşuna
Ömrüm yandı dünyam yandı ben yandım
Yürek yandı gönül yandı ben yandım
Ziyan oldu aktı gitti boşuna
Ömrüm yandı dünyam yandı ben yandım
“Bir
güzele gönül verdim”
Bir
güzele gönül verdim
Ona canım ömrüm derdim
Gençliğimi aldı gitti
Perperişan etti beni
Ona canım ömrüm derdim
Gençliğimi aldı gitti
Perperişan etti beni
“Neye
yarar”
Cahil
ömrüm ey bir kuş gibi, uçtu gitti neye yarar?
Yazık oldu da gençliğime, boşa gitti neye yarar?
Yazık oldu da gençliğime, senle geçti neye yarar?
Yazık oldu da gençliğime, boşa gitti neye yarar?
Yazık oldu da gençliğime, senle geçti neye yarar?
Seven
özne her daim “masum”, Leyla’sı olmayan bir Mecnun’dur.
Kıymetini, onun sevgisine mazhar olan hiç kimse (aşık olduğu
kişi de, dostları da) bilmez/anlamaz.
“Ayrılık
ölümden zormuş”
Papatyalar
kadar saf ve temizdim,
“Bir
güzele gönül verdim”
Mecnun
misali düşsek de çöle.
Leylayı yolumuz buldu mu bizim.
Leylayı yolumuz buldu mu bizim.
“Borcum
bitmedi”
Sevmişim
sevdanın çok ötesinde
“ciğerparem”
Ben
çekerim bu sevdanın yasını
Ben çekerim ciğerparem sana ne
Ben dökerim gözlerinin yaşını
Ben ağlarım ciğerparem sana ne
Seni sevmek günahımdır suçumdur
Sen sevmedin ciğerparem sana ne
Ben çekerim ciğerparem sana ne
Ben dökerim gözlerinin yaşını
Ben ağlarım ciğerparem sana ne
Seni sevmek günahımdır suçumdur
Sen sevmedin ciğerparem sana ne
“Dayanamıyorum”
Kıymetimi
bilmediler
Dostu
sevdim dosta taptım
Kıymetimi bilmediler
Gözümden gam yaş akıttım
Bir gün gelip silmediler
Kıymetimi bilmediler
Gözümden gam yaş akıttım
Bir gün gelip silmediler
“Ona
yanarım”
Sırtımdan
vurdular isyan etmedim
Düşmanımı bile düşman bilmedim
Kime ne yaptım kime neyledim
Bir dost bulamadım ona yanarım
Düşmanımı bile düşman bilmedim
Kime ne yaptım kime neyledim
Bir dost bulamadım ona yanarım
Seven
için kendi duyguları önemlidir. Aşık özne, kendisi ve içindeki
bağlanmayı/bağlanacayı nesneyi arayan aşkı “gerçek” görür,
sevgiliden bu “sevdadan da öte” olan aşka “itaat” bekler.
Dağları delmeye hazır sevda, sırf bu niteliği nedeniyle bile
karşılık bulmayı hak etmektedir. Kaderin oyunu/alın yazısı
sayesinde aşkın nesnesi olan sevgilinin/sevilenin davranışlarıysa
“naz” olarak yorumlanır, sevmeme ihtimali
düşünülmez/kabullenilmez. Sevilen, sevgisini gizleyen, aşık
edip kaçan, “fettan, kurnaz” bir kadındır.
“Gece
mavisi gözlüm”
Geçiverdin
yanımdan, bir şey koptu canımdan,
Hiç çıkmadın aklımdan, gece mavisi gözlüm.
Hiç çıkmadın aklımdan, gece mavisi gözlüm.
“Cemile”
Naz
usandırır derler
Yalan Cemile
Bin cefa çektirir
Sevdan Cemile
İnsaf eyle Cemile
Seni gidi şeytan seni fettan
Yalan Cemile
Bin cefa çektirir
Sevdan Cemile
İnsaf eyle Cemile
Seni gidi şeytan seni fettan
“Çıtkırıldım”
Baygın
baygın bakıyorsun
Yürekleri yakıyorsun
Aşık edip kaçıyorsun
Vay seni çıtkırıldım
Yürekleri yakıyorsun
Aşık edip kaçıyorsun
Vay seni çıtkırıldım
“Selma”
Biliyorum
çok kurnazsın
Sevdim seni yaramaz
Biliyorum benim Selmam
Başkasına yar olmaz
Sevdim seni yaramaz
Biliyorum benim Selmam
Başkasına yar olmaz
“Kız
Necla”
Gözlerimde
ışıksın
Bugün ne kadar şıksın
Saklama bunu benden
Sen de bana aşıksın
Bugün ne kadar şıksın
Saklama bunu benden
Sen de bana aşıksın
“Kimim
var”
Neden
avuttun beni ümit verdin bana
Anladım sevmeye niyetin yokmuş
Anladım sevmeye niyetin yokmuş
“Sana
yalan gelebilir”
Seni
nasıl sevdiğimi
Kalbin nerden bilebilir
Sen hiç aşık olmadın ki
Sana yalan gelebilir
Dudak büküp hor görmezsen
Sevdam dağlar delebilir
Sen hiç aşık olmadın ki
Sana yalan gelebilir
Kalbin nerden bilebilir
Sen hiç aşık olmadın ki
Sana yalan gelebilir
Dudak büküp hor görmezsen
Sevdam dağlar delebilir
Sen hiç aşık olmadın ki
Sana yalan gelebilir
Kimi
zaman kıskanılan sevilenin en karakteristik özelliği “vefasız”
olmasıdır. Sevilen, kendisini sevenin büyük aşkına karşılık
vermemiş, onu acılar içinde bırakmıştır.
“Kumralsın”
Dağıtma
saçlarını
Gizli örenler olur
Süslenip de dolaşma
Görüp sevenler olur
Gizli örenler olur
Süslenip de dolaşma
Görüp sevenler olur
“Ayrılık
ölümden zormuş”
Bende
herkes gibi bir zalim sevdim
“Alıştım”
Kimleri
sevdiysem vefasız çıktı
Bir candan sevene düşmedi şansım
Bir candan sevene düşmedi şansım
“Duygularım”
Neden
acep, neden acı, neden ihanet ?
“Haberin
yok”
Bağlamışsın
kollarımı
Çıkmaz ettin yollarımı
Ey vefasız ey dallarımı
Kırıyorsun haberin yok
Çıkmaz ettin yollarımı
Ey vefasız ey dallarımı
Kırıyorsun haberin yok
“Nazlana
nazlana”
Beni
ağlata ağlata
Gözlerimde yaş koymadın
Gençliğime doymadın
Ömrümü yedin doymadın
Gözlerimde yaş koymadın
Gençliğime doymadın
Ömrümü yedin doymadın
Kendini
“mazlum” olarak gören seven özne, önce sevdiğinden aşk
dilenir, aşkına karşılık bulmak ister. Bu olmayınca beddua
eder, olmadı tehditler savurur. Sevilenin, “kitapsız, vicdansız,
kalleş” sıfatlarıyla birlikte “kalemi kırılmakta”,
sevilene, sevenin “belalı” da olabileceği, “elini kana
bulayabileceği” hatırlatılmaktadır. Güzellikle elde edilemeyen
itaat, zora başvurma tehdidiyle kazanılmaya çalışılır.
“Dil
arasında”
Susma gülüm artık susma
Bana bir el gibi bakma
Muhtaç olduğum o sözlerini
Saklama dudakla dil arasında
Sevdandan deliye dönmüş bu gönlüm
Kalmışım bulutla yer arasında
Gel artık gel ne olursun
Bırakma beni baharla kış arasında
Susma gülüm artık susma
Bana bir el gibi bakma
Muhtaç olduğum o sözlerini
Saklama dudakla dil arasında
Sevdandan deliye dönmüş bu gönlüm
Kalmışım bulutla yer arasında
Gel artık gel ne olursun
Bırakma beni baharla kış arasında
“Bana
benzer”
Gönül
verdim zalim sana
Hiç gün göstermedin bana
Dua ettim yaradana
Sonunda sen de benze bana
Ermeyesin muradına
Şıvan düşsün ocağına
Sen de bir gün kalasın da
Çekte sen de benze bana
Hiç gün göstermedin bana
Dua ettim yaradana
Sonunda sen de benze bana
Ermeyesin muradına
Şıvan düşsün ocağına
Sen de bir gün kalasın da
Çekte sen de benze bana
“Beter
ol”
Yüzümdeki
bu çizgiler
Gönlümdeki bu çileler
Senin eserin ey zalim
Dilerim benden beter ol
Gönlümdeki bu çileler
Senin eserin ey zalim
Dilerim benden beter ol
“Garip
yolcu”
Acımadın
ey vicdansız ey kitapsız
Bendeki düşkün hale
Valla dünyaya gelse herkes gelse
Vermem seni başka bir kula
Diyar diyar arıyorum
Git belaya söyle beni
Ey benim anam beladır
Her günümüz beladır
Bu ne biçim sevdadır
Bu başıma beladır
Bendeki düşkün hale
Valla dünyaya gelse herkes gelse
Vermem seni başka bir kula
Diyar diyar arıyorum
Git belaya söyle beni
Ey benim anam beladır
Her günümüz beladır
Bu ne biçim sevdadır
Bu başıma beladır
“Elimi
kana bulama benim”
Elimi
kana bulama benim
Yazımı kışa çevirme benim
Anam yaşlı babam hasta
Kardaşım yokki bize baka
Belalım benim sevdalım benim
Elimi kana bulama
Yazımı kışa çevirme benim
Anam yaşlı babam hasta
Kardaşım yokki bize baka
Belalım benim sevdalım benim
Elimi kana bulama
“Kalemin
kırıldı”
Durma
git buralar ikimize dar
Bir ömür sürecek hesabımız var
Kalleşçe sırtımdan vurup giden yar
Kalemin kırıldı bil bundan sonra
Bir ömür sürecek hesabımız var
Kalleşçe sırtımdan vurup giden yar
Kalemin kırıldı bil bundan sonra
Olan
olmuş ve aşık öznenin “sevgisi” nesnesini bulamamış, ona
kavuşamamıştır. Bunun sorumluluğu, her zaman ve durumda aşık
öznenin aleyhine çalışan “felek”e yüklenir. Kimi zaman
“üzülmedim ki” denilerek avunulur, bir daha aşık olmama
yeminleri edilir. İlahi adaletten söz edilerek, zalim sevgilinin
cezasının eninde sonunda verileceğine inanılır. Sevilene
tehditler savurabilen aşık özne, felek karşısında bu kadar
“cesur” değildir. Şehri terk etmeyi düşünür ama isyan etmek
ona göre değildir. Artık, Leylası olmayan Mecnun’un aşkı,
“Yunus’un feyzaldığı yere doğru” yürümekte, “tasavvufa”,
ilahi aşka göndermeler yapılmaktadır.
“Buralarda”
Felek
girdi aramıza,
Ayrıldım, kavuşamadım.
Ayrıldım, kavuşamadım.
“Felek”
Nice
güzel sevdim nazlı edalı
Hiç birini bana yar ettirmedin
Hiç birini bana yar ettirmedin
“En
iyisi gitmek bu memleketten”
Benim
ol diyordum ellerin oldun
Bağrıma kızgın bir hançerin vurdun
Yaktın yüreğimi yaktın kavurdun
En iyisi gitmek bu memleketten
Bağrıma kızgın bir hançerin vurdun
Yaktın yüreğimi yaktın kavurdun
En iyisi gitmek bu memleketten
“Benim
hiçbir şeyim yok”
İsyan etmiyorum ama
Benim hiçbir şeyim yok
İsyan etmiyorum ama
Benim hiçbir şeyim yok
“Üzülmedim
ki”
Sanma
sen gidince ben hep ağladım
Ne yas tuttum ne de kara bağladım
Bir gerçeği geç de olsa anladım
Kaderimdir dedim üzülmedim ki
Üzülmedim ki üzülmedim ki
Ne yas tuttum ne de kara bağladım
Bir gerçeği geç de olsa anladım
Kaderimdir dedim üzülmedim ki
Üzülmedim ki üzülmedim ki
“Yalan
sevgiler”
Bir
daha kimseye kalbimi vermem
Bir daha sevmek yok oyuna gelmem
Kararlıyım artık sözümden dönmem
Yalan sevgilere gönlüm kapalı
Bir daha sevmek yok oyuna gelmem
Kararlıyım artık sözümden dönmem
Yalan sevgilere gönlüm kapalı
“İlahi
adalet”
Artık
inanmak bile içten değil bir sözüne yar
sen bilmesen de bu dünyada ilahi adalet var
birgün gelip senin de güvendiğin dağlara yağacak kar
unutma dünyada senden çok daha zalimler de var.
sen bilmesen de bu dünyada ilahi adalet var
birgün gelip senin de güvendiğin dağlara yağacak kar
unutma dünyada senden çok daha zalimler de var.
“Yürüyorum”
Karlı
dağların ardından yara doğru yürüyorum
Yunusun feyzaldığı yere doğru yürüyorum hey
Yürüyorum yürüyorum yürüyorum yürüyorum
Yunusun feyzaldığı yere doğru yürüyorum hey
Yürüyorum yürüyorum yürüyorum yürüyorum
Tutunmak/Tutulmak/Tutmak
“Korkularım”
bu
hayat kavgası cana yetince
vurup duvarları yıkasım gelir
çaresizliklerim çaresiz kalır
bir anda dünyayı yakasım gelir
çaldılar gözümden uykularımı
sattılar en güzel dostluklarımı
korkular bekliyor yarınlarımı
bırakıp herşeyi gidesim gelir
vurup duvarları yıkasım gelir
çaresizliklerim çaresiz kalır
bir anda dünyayı yakasım gelir
çaldılar gözümden uykularımı
sattılar en güzel dostluklarımı
korkular bekliyor yarınlarımı
bırakıp herşeyi gidesim gelir
Bülbül
şarkılarının sözleri, Açıkel’in “mazlum” yaklaşımındaki
gibi, hem teslimiyet hem de iktidar arayışını yansıtmaktadır.
Aşık/mazlum özne, ben-merkezlidir, alıngandır, kıskançtır ve
tepkisini kaderci ve/veya kızgınlık/öfke biçiminde
dışavurmaktadır. Özbek’in belirttiği “aşkın nihai denklem
olması ve öznenin aşkı yaşamasını engelleyen acıların
çaresi” olarak görülmesi hususunun, Bülbül’ün şarkıları
için de geçerli olduğu söylenebilir. Burada, Yıldız’ın
“teslim olarak direnme” veya “panzehir” kavramlaştırmaları
yerine, “hayata tutunma” çabası olarak nitelendirmek belki daha
uygun düşer. Zira, Mustan Dönmez’in vurguladığı gibi, şarkı
sözleri “değişme/değiştirme”ye yönelik bir tutum
sergilememekte, bu kapsamda Açıkel’in “savunma, karşı çıkma,
eklemlenme” teziyle uyum göstermektedir.
Yalnızca
şarkı sözleri dikkate alınıp, genel olarak arabesk müzik ve
arabesk şarkıcılar bağlam dışı tutulduğunda, Özbek’in
“şarkılardaki erkeksi etosun sınırları”nı “bulanık”
görmesine itiraz edilebilir. Nitekim Bülbül’ün şarkılarında
“cinsiyet sınırlarının aşıldığını ve kimliklerin iç
içeliğini kabul etmek” zor görünmektedir. Kadın sevgiliyi
aşkın bağımsız bir öznesi olarak değil de, erkeğin sevdasına
itaat etmesi/uyması gereken bir nesnesi olarak kurgulayan, onu
“vefasız, zalim, kalleş, fettan, kurnaz” sıfatlarıyla
niteleyen Bülbül şarkıları, bir ölçüde toplumsal cinsiyet
kalıplarını (kadının bağımlı, güçsüz, bakımdan sorumlu
olması vb.) da yaymakta/çoğaltmaktadır. Bu şarkılarda nihai
denklem olan aşk, erkek için/erkeğe dönük bir aşktır ve böyle
kadını ikincil konumda tutan, aşk “nesnesi” olarak kuran
anlayış, kadın cinayetlerini yapan erkeklerin ağırlıklı olarak
“eski koca/eski sevgili” olduğu düşünülürse, günümüzün
gerçekleriyle de örtüşmektedir. Acımasız dünyanın dertleriyle
boğuşan erkekler, hayata bir yerden tutunmak için aşka
sığınmakta, onlar için bir savunma mekanizması işlevi gören
aşk, bazen kadınlara dünyayı “dar” etmektedir. Kendilerine
“aşık olunma”nın lütfedildiği, aşık olunarak
“ödüllendirilen” kadınlar, bu kendine aşık “aşk” ve
kendini seven erkeklerce, “naz vb.” denilerek “nankörlük,
vefasızlık”la suçlanıp tehdit
edilmekte/cezalandırılabilmektedir. Bu ataerkil aşkla, “bela”
ile aşkı yan yana getiren erkek egemen zihniyetle mücadelede,
toplumsal cinsiyet eşitsizliğini merkeze almayan bakış yeterli
olmamakta, hatta kimi zaman odak eksenini kaydırarak bu eşitsizliği
“meşrulaştırmak, hafife almak, üstünü örtmek, görmezden
gelmek”le sonuçlanmaktadır. Ve belki de bu, arabesk şarkıların
konfeksiyon atölyelerinde dinlenmesi veya “direniş” olarak
görülüp görülmemesinden daha önemli bir meseledir.
Kaynakça
Açıkel,
Fethi (1996). “Kutsal mazlumluğun” psikopatolojisi. Toplum
Bilim. 70, 153-199.
Dukes,
Richard L. vd. (2003) Expressions of love, sex, and hurt in popular
songs: a content analysis of all-time greatest hits
R.L.
Dukes et al. / The Social Science Journal 40 (2003) 643–650
Mustan
Dönmez, Banu (2011). Katharsis fenomeninin arabesk özelindeki
görünümü. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt:8
Sayı:2 Yıl:2011 [Bağlantıda]. 8:2. Erişim:
http://www.insanbilimleri.com
Özbek,
Meral, Arabesk Kültür: Bir Modernleşme ve Popüler Kimlik Örneği,
Türkiye’de Modernleşme ve
Ulusal Kimlik, S.Bozdogan; R.Kasaba (ed.), Tarih Vakfi Yayinlari,
Istanbul, 1998, ss. 168-187.
Şenel,
Onur, Problem Müzik Kavramı ve Bir Problem Müzik Türü
Olarak
Arabesk. The Journal Of Academic Social Science. Yıl: 2,
Sayı: 1, Mart 2014, S. 209-224
Yalçınkaya,
Can T. Turkish Arabesk Music and the Changing Perceptions of
Melancholy in Turkish Society