Paul
(Daniel Auteuil), orta yaşlı, varlıklı, evli, başarılı bir
beyin cerrahı; Lou (Leïla Bekhti), sanat tarihi öğrencisi,
part-time barmenlik yapan, genç ve güzel bir kadındır. Orta-üst
sınıf bir yaşam tarzına sahip Paul’ü, bir barda karşılaştığı
Lou’nun çocukken geçirdiği apandisit ameliyatı dolayısıyla
teşekkür etmesi hem şaşırtır hem de bunu
inandırıcı bulmaz. O, böyle bir olayı hatırlamadığı
gibi bir beyin cerrahı olarak bir apandisit ameliyatı yapmış
olamayacağını da düşünmektedir. Bu nedenle, kendisiyle tekrar görüşmek
isteyen Lou’yu tersler.[1]
Lou
ile karşılaşmasından sonra Paul, göndericisi belli olmayan
kırmızı güller almakta, her gün ev ve işyerine gönderilen bu
hediyeler onu rahatsız etmekte, eşi Lucie'nin de (Kristin Scott Thomas) şüphesi giderek artmaktadır. Mark Kermode’ye göre,
günlük kırmızı gül gönderimi, görünüşte mutlu olan
evliliğin huzurunu tehdit eder ve gün geçtikçe Paul’ün huzursuzluğu öfkeye
ve şüphesi paranoyaya dönüşür.[2]
Peter Bradshaw, çiftin rahat, konforlu burjuva hayatlarının,
kimden geldiği bilinmeyen çiçekler tarafından bozulduğu yorumunu
yapmakta ve şunu sormaktadır: Paul birisi tarafından takip mi
edilmektedir, yoksa film, onun güzel bir kadınla yaşadığı, orta
yaş kriziyle bağlantılı olarak gelişen ilişkisiyle mi
ilgilidir?[3]
Yönetmen,
kendisiyle yapılan bir röportajda yukarıdaki yorumlara benzer
şeyler söylemektedir. Birçok sahne belirli klişeleri
göstermektedir. Güzel bir eş, güzel bir ev ve güzel bir bahçede
arkadaşlarıyla yemek yiyen bu insanlar mutlu görünmekte, fakat
Lou’nun karışmasıyla/müdahalesiyle anlaşılacağı gibi
aslında bu insanlar mutluluk içinde yüzmemektedir. Evli çift,
neredeyse hiç birbirleriyle konuşmamakta, hatta belki de cinsel
ilişkiye girmemekte, birbirlerine yabancılaştıkları bir ilişki
formunu sürdürmektedirler. Yönetmene göre o zaman şöyle bir
soru çıkar ortaya: Bunlar gerçek bir çift midir, gerçekten mutlu
mudurlar?[4]
Paul’ün,
eşiyle birlikte izlediği La Boheme operasının izleyicileri
arasında Lou’yu görmesiyle artan şüphesi, daha sonra bir
çiçekçide gördüğü Lou’ya saldırgan biçimde davranmasına
neden olur. Suçlamaları reddeden Lou, hesap soran bu saldırıyı
sakin kalarak savuşturur. Çiçekçide Lou’ya kaba/sert davranan
Paul sonraki bir sahnede Lou’dan özür diler ve bir şeyler içme
teklifi yapar. Böyle başlayan, yönetmenin (Philippe Claudel) daha
çok kısa sohbet sahneleriyle verdiği ilişkinin ilk diyaloğunda
Paul, Lou’ya, onu operada gördüğünü belirtir. Lou’nun tasdik
edip “evet, La Traviata” demesi üzerine Paul, operanın
ismini düzeltir, La Bohème olduğunu belirtir. Lou da, ismi
karıştırdığını, yanlış hatırladığını kabul eder.
“Dilber
Violetta” ve “Dikişçi Mimi”
Giuseppe
Verdi'nin bestelediği, Alexandre Dumas'nın Kamelyalı
Kadın romanını
temel alan La
Traviata operasında,
Alfredo’ya aşık olan, bir yandan da onu unutması gerektiğine
kendisini inandırmaya çalışan Violetta, verem hastasıdır.
Oğlunun bir sosyete fahişesiyle (courtesan) yaşadığı aşkı
onaylamayan baba, Violetta’dan oğlunu bırakmasını ister ve onu
türlü gerekçelerle ikna eder. Violetta Alfredo'nun bir gün
kendisi için yaptığı fedakârlığı anlayacağını fakat bunun
bir anlam taşımadığını düşünmekte, Alfredo’yu ölene kadar
seveceğini söylemktedir (Violette: Alfredo,
Alfredo, di questo core non puoi comprendere tutto l’amore –
"Alfredo, Alfredo, kalbimde senin için aşkın ne kadar çok
büyük olduğunu hiç anlayabilemezsin"). Verem hastalığı
çok ağırlaşan Violetta, Alfredo'nun kolları arasında son
nefesini verir.[5]
Bestelerini
Giacomo Puccini'nin yaptığı 4 perdelik opera olan La
Bohème,
Henri Murger'ın yazdığı hikayelerin derlendiği Scènes
de la vie de Bohème
adlı esere dayanmaktadır. Birbirlerini ilk görüşte seven, bir
dikişçi kadın olan Mimi ile şair Rodolfo arasındaki aşk üzerine
odaklanan hikayede, Rodolfo Mimi'nin eline dokunur ve ona duygularını
"bu küçük el ne kadar soğuk" cümlesiyle başlayan
pasajla anlatır. Şair Rodolfo, hem Mimi'nin diğer erkeklerle flört
etmesini kıskanmakta hem de çok ağır verem hastası olan ve ölümü
yakın olan Mimi'ye bakamayacağını düşünmektedir. Kıza verecek
ne parası, ne eşyası, hatta ne de yiyeceği vardır. Mimi'yi,
kendisine daha iyi şartlarda bakacak birini bulabilmesi için terk
eder. Mimi ölmeden çift kısa bir süreliğine de olsa tekrar bir
araya gelir. Onu tekrar görünce neşelenen Mimi’ye arkadaşları,
ellerini ısıtıp sıcak tutması için bir el kürkü getirmişler,
gerekli ilaçları almışlar ve bir doktor çağırmışlardır.
Fakat arkadaşlarının bu destekleri veremden muzdarip Mimi'ye
yardım için yetersizdir. O, bir uykuya yatar gibi dalıp kendinden
geçer, perde Rodolfo'nun hıçkırıkları arasında kapanır.[6]
Filmde,
La Bohème operasından, Mimi'nin Rodolfo'ya kendini tanıtıp
yoksul hayatını açıkladığı “Sì, Mi chiamano Mimì”
parçasını duyarız. Bu parçada Mimi, kendisine Mimi diye
seslenilse de gerçek isminin Lucia olduğunu söylemekte, kısa
hayat hikayesini anlatmaktadır. Kanaviçeye güller, zambaklar
işlemekten hoşlanmakta, yalnız yaşadığı odadan, çatıları ve
gökyüzünü seyretmektedir.
Yes,
they call me Mimi,
but my true name is Lucia.
My story is short.
A canvas or a silk
I embroidery at home and abroad...
I am happy happy and at peace
and my pastime
is to make lilies and roses.
but my true name is Lucia.
My story is short.
A canvas or a silk
I embroidery at home and abroad...
I am happy happy and at peace
and my pastime
is to make lilies and roses.
I love all things
that have gentle sweet smells,
that speak of love, of spring,
of dreams and fanciful things,
those things that have poetic names ...
Do you understand me?
They call me Mimi,
I do not know why.
Alone, I make
lunch by myself.
I do not go to church,
but I pray a lot to the Lord.
I stay all alone
there in a white room
and look upon the roofs and the sky
but when the thaw comes
The first sun, like my
first kiss, is mine![7]
Evlilik
Lucie,
gününü evde kocasını bekleyerek geçiren, bu sırada bahçeyle
ilgilenen ve bahçesini misafirlere açan, torununa bakan bir
büyükannedir.[8] Onun için
ev, fevkalade zarif, ormanla çevrili, güzel Lucie’yi (Kristin
Scott Thomas-) giderek huysuzlaşan ve uzaklaşan kocası Paul
(Daniel Auteuil) için tutan bir hapishane gibidir.[9]
Lucie’nin, evde bakmayıp yatırdığı hastanede ilgilendiği,
sıkça ziyaret ettiği kızkardeşi, Lucie’nin evini “camdan bir
tabut”a benzetmektedir.[10]
Paul
yerel bir hastanede çalışan, herkesin saygı duyduğu, emekliye
ayrıldığında yerine geçmesi için bir kadın doktoru yetiştiren
üst düzey bir cerrahtır. İşkolik olarak görülebilecek Paul,
evde misafirlere karşı giderek daha kaba davranmakta ve ortam
hoşuna gitmediğinde hemen ortadan kaybolmaktadır.[11]
Paul’ün üniversite yıllarından arkadaşı/meslektaşı olan ve
uzun zamandır Lucie’de gözü olan/kalan Gerard (psikiyatr),
Paul’e onun asıl sorunun, “çok şanslı olmak” olduğunu
söylemektedir.[12]
Bir
yoruma göre film, evliliğe, gittikçe soğuyan bir evliliğe
dairdir.[13] Tim Robey filmde,
uzun yıllardır evli olan, hayatlarının sonbaharındaki çiftin
ilişkilerinin teste tabi tutulmasını görür. Sonbahar çerçeveye,
düşmüş sarı yapraklar, sis ve çürümeye yüz tutmuş
meyvelerle girer. Açılış sahnesinde, çiftin zarif ahşap evinin
bahçesindeki masaya getirilen yazın son mahsulü çilek ile biz o
andan itibaren kış aylarına gireceğimizi anlarız. Robey, çiftin
konuşmayı kesip Paul’ün torununun etrafındaki yaprakları
havaya savurmasını, Lucie’nin eşinden şüphelenmesi ve
yaprakları toplayıp ateşe vermesini, aralarındaki ilişkinin
kötüye gittiğine dair metaforik bir anlatım olarak kabul eder.
Ona göre, “söylemeye gerek yok, çok da seks yapmıyorlardır.”[14]
Başka
bir değerlendirmeye göre film, kadın peşinde koşan koca ve onun
soğuk karısının portresinden daha çok, gençlik hayallerinin
solması üzerinedir. Gerard’ın yanlış iş seçtiğine dair
yakınmaları, Paul’ün öğrencilik yıllarında (Gerard ve Lucie
ile birlikte üç arkadaştırlar) Lucie için meşale taşıması bu
temayı tasvir eder.[15]
İlişki
Faslı
bir barmen ve daha sonra part-time fahişelik yaptığını
göreceğimiz Lou’nun, Paul’ü gizlice takip eden, evine-ofisine
her gün kırmızı güller gönderen kişi olup olmadığını
bilemeyiz. Haneke’nin Saklı
(Caché/Hidden) filmindeki teyp kasetleri gibi filmde sürekli
istenmeyen gülleri görürüz. La Bohème izlenirken Lou’nun
ağladığı sahnede o, tıpkı Saklı
filmindeki eşdeğer karakteri gibi davranmaktadır. Robey, filmin
nefes kesen orijinal bir düşüncesi, yeni sembolleri, gerçek-aktüel
bir draması olmadığını savunur.[16]
Ewan
Wilson, Haneke’nin filmiyle benzerlikleri yüzeysel olarak
nitelemekte, Kış
Gelmeden’in
daha fazla karakter merkezli bir film olduğunu ve istenmeyen
hediyelerin politik bir ajanda için kullanılmadığını öne
sürmektedir. Haneke’nin filminde geçmişin karanlık yanının
hatırlatılması merkezdeyken, bu filmde, haksız biçimde acı
veren bir ruhsal duruma sürüklenen ilginç bir karaktere
odaklanılır. Paul ve Lou’nun arasıdaki ilişki, basitçe bir
“eşi aldatma” hikayesi olmaktan çok, hem bir katarsis hem de
Paul ve ailesini uzun zamandır gizli tutulan sorunlara ve cerrahın
yeniden insani yanına zorlamak bakımından katalizör işlevine
sahiptir.[17]
Lou,
orta yaşlı bir adamın isteyebileceği her şeye sahip, güzel,
entelektüel (Sanat Tarihi okumaktadır), seksi fakat Paul’ün onu
fahişe olmakla suçladığı sahne düşünüldüğünde ahlaki
kodları olan genç bir kadındır. Kendine çok fazla soru sormadan
yaşayan Paul ile eşi Lucie arasında kurulan/işleyen
düzene/sisteme şoku getiren, bu çekici kadın olur. O, Paul’e
aşıktır veya onu sinsice takip eden biridir (ya da her ikisi).
Film, sonuna kadar bizden Paul ile özdeşleşmemizi ve Lou’nun
motivasyonlarını tahmin etmemizi ister. Sonundaysa Lou ile
özdeşleşerek kendimize, neden Paul’ün kendisini seven bir
kişiyi anlamak, içyüzünü ortaya çıkarmak için daha fazla çaba
sarf etmediğini, neden herkesin uzak durduğu bu tuhaf yabancıya
açılmadığı, onu deşmediğini sormamızı ister.[18]
Tedirgin
eden güller vasıtasıyla yaşanılan bu mesafeli/soğuk ilişkilenme
sürecinde Paul, eve giderken kullandığı mutat yolun kapalı
olması nedeniyle saptığı caddede Lou’yu müşteri beklerken
görür ve onun fahişelik yaptığını keşfeder. Onu arabasına
alır ve sohbet eder. Bu olayın ertesinde gerçekleşen bir
buluşmada Lou, Paul’e yatma teklifi yapmış, Paul bu öneriyi,
“neden böyle kötü şeyler söylüyorsun” sözleriyle
karşılamıştır. Teklifi reddedilen Lou şaşkınlıkla, “yatmayı
düşünmüyorsan neden benimlesin” diyerek ayrılır ve bir daha
Paul’ü aramaz. Bütün bunlar Paul’ün iş yaşamını
etkilemiş, bir ameliyat sırasındaki el titremesi nedeniyle
dinlenmesi için izin verilmiştir. Bu süreçte Lou ile tekrar
görüşmek, ona ulaşmak isteyen Paul, adresini bulabileceği
düşüncesiyle onun öğrencisi olduğunu söylediği üniversiteye
gider ve sanat tarihi bölümünün üç yıl önce kapandığını,
kayıtlarda Lou isminde bir öğrenci olmadığını öğrenir. Bu
ikinci keşiftir.
Hatırla
Ertesi
gün ameliyata girecek olan, bu ameliyat sırasında ölebileceği
ihtimalini öngören Madam Malek’in, doktoru Paul ile konuştuğu
sahne “hatırlama/tanık olma” üzerinedir. Tüm ailesini gaz
odalarında kaybettiğini söyleyen Malek, onların isimlerini tek
tek sayar ve kendisi öldüğünde bu isimlerin artık kimse
tarafından bilinmeyeceği/hatırlanmayacağını söyler. Bu
ihtimali düşünerek isimleri Paul ile paylaşmış, onun duymasını
istemiştir.
Ulaşmayı
çalıştığı Lou’nun bir izini arayan Paul, daha önce arkadaşı
Gerard’a muayene için geldiğini hatırlar ve Lou’nun adresini
hasta kayıtlarında bulur. Evine gittiğinde hasta ve bitkin bir
durumda olduğunu gördüğü Lou’nun da Malek ile benzer bir
isteği vardır Paul’den. Öleceğini düşünen Lou, müzikçalara
koyarak Paul’e dinlettiği kasedi saklamasını istemektedir.
Finale
doğru, polis aracılığıyla Lou’nun intihar ederek yaşamına
son verdiğini öğrenen Paul’e, aynı zamanda çok şanslı olduğu
söylenir. Zira Lou, yaşlı erkeklerin paralarını alan, sonra da
onları öldüren bir katildir. Polis, Lou’dan kalan eşyaları
gösterir ve istediğini alabileceğini belirtir. Önüne konulan
eşyalar arasında gördüğü müzik kasetini alan Paul oradan
ayrılır. Kış bitmiştir ve biz Paul ve Lucie’yi, bahçede aile
ve arkadaşlarıyla yemek yerken görürüz. Final sahnesinde, daha
önce Malek’in söylediği isimleri
hatırlayabildiğini/sayabildiğini gördüğümüz Paul, Lou’dan
kalan kasedi dinlemektedir.[19]
Şarkı
Mark
Kermode, bir tılsımlı anlatı aracı olarak müziğin kullanımına
dikkat çeker ve seyirciye kapanış şarkısını sonuna kadar
dinlemelerini tavsiye eder.[20]
Ewan Wilson’a göre de, filmin sonu belki belirsiz görülebilir,
ancak kapanış sahnesindeki şarkının sözleri ilginç göndermeler
içerebilir.[21]
The
Myosotis and the Roses,
they are flowers that say som'thing
but to love the Poppies
and only the Poppys.. one must be dummy!
You may be right, but here it is:
when I'll tell you
you'll understand.
The first time that I saw her
she was sleeping, half naked,
in the summer light
in the middle of a wheat field
And through the white corsage,
there, where her heart were beating
the sun, kindly,
was drawing a living flower:
Like a small Poppy, my soul... like a small Poppy.
That's very strange how your eyes are shining
In remembering the beautiful girl
They are so shiny this can't explain the Poppys...
You may be right, only here it is
when I took her in my arms
she gave me her beautiful smile
and then, without a word,
in the summer light
We loved... we loved..
And I pressed so much
my lips on her heart
that instead of a kiss
there was like a flower:
Like a small Poppy my soul, Like a small Poppy.
That's nothing else than an affair
Your little story and I swear
that she doesn't deserve a tear
neither this passion.. of Poppies!
Wait for the end, you'll understand:
Another loved her that she didn't love.
The following day when I saw her
she was sleeping, half naked,
in the summer light
in the middle of a wheat field.
But over the white corsage
Right at the heart’s place,
there were three drops of blood
that were shaping a flower:
Like a small Poppy, my soul... Like a small Poppy.[22]
they are flowers that say som'thing
but to love the Poppies
and only the Poppys.. one must be dummy!
You may be right, but here it is:
when I'll tell you
you'll understand.
The first time that I saw her
she was sleeping, half naked,
in the summer light
in the middle of a wheat field
And through the white corsage,
there, where her heart were beating
the sun, kindly,
was drawing a living flower:
Like a small Poppy, my soul... like a small Poppy.
That's very strange how your eyes are shining
In remembering the beautiful girl
They are so shiny this can't explain the Poppys...
You may be right, only here it is
when I took her in my arms
she gave me her beautiful smile
and then, without a word,
in the summer light
We loved... we loved..
And I pressed so much
my lips on her heart
that instead of a kiss
there was like a flower:
Like a small Poppy my soul, Like a small Poppy.
That's nothing else than an affair
Your little story and I swear
that she doesn't deserve a tear
neither this passion.. of Poppies!
Wait for the end, you'll understand:
Another loved her that she didn't love.
The following day when I saw her
she was sleeping, half naked,
in the summer light
in the middle of a wheat field.
But over the white corsage
Right at the heart’s place,
there were three drops of blood
that were shaping a flower:
Like a small Poppy, my soul... Like a small Poppy.[22]
Lou
öldüğünde, şarkıda anlatılan kadın gibi, yarı çıplak,
göğsünün/kalbinin altında üç kan lekesi bulunan bir vaziyette
bulunmuştur. Final sahnesinde, Paul’ün teybe koyup dinlediği
kasette Lou, işte bu şarkıyı söylemektedir.
Soğuk
Yönetmene
göre kamera, sessizlikleri, söylenmeyenleri yakalamak bakımından,
kaleme göre daha elverişlidir. Filmde karakterler, duygularını
ifade etmez, çok fazla dışavurmazlar. Böylelikle, izleyicinin
kendi duygularıyla, kendi yaşamıyla yüzleşmesi istenir, bu
sağlanmaya çalışılır.[23]
Filmde duygusal bir boşalma, katharsis sahnesi yoktur. Karakterler,
kaygılarını/sıkıntılarını, ancak doğrudan ifade etmeyi
yasaklayan bir toplumsal form olarak nezaket içinde ve nadiren
gösterirler, bunun yerine “kaçma”yı tercih ederler. Duygusal
gerilim patlama noktasına vardığında, bu, dışarıya değil
içeriye/içe dönük bir patlama olarak yaşanmaktadır.[24]
“Irkçı
bir film” değerlendirmesi yapılmasa da, beyaz orta sınıf
ailenin düzenini tehdit eden dışarıdaki ötekinin, etnik olarak
(Arap) seçiminin de tesadüfi olamayacağı düşünülmektedir. Bu
seçim, bu yoruma göre, beyaz orta sınıfın çok-kültürlülükten,
onu potansiyel olarak zarar verici etkileriyle algılamaktan doğan
korkusunu yansıtır. Final sahnesinde Lucie, Lou’nun şarkısını
dinleyen Paul’ün yüzündeki ifadeyi görürken gösterilir:
Korkudan
kaçış yoktur ve Lucie bunu bilmektedir.[25]
Peter
Bradshaw’ı, Claudel’in teorik olarak farklı ruh hallerini
çözmeye dair son denemesi ikna etmez. Tüm önemli soğuklar, ılık
ve hareketsizdir.[26] Todd
McCarthy, yönetmenin (Philippe Claudel) önemli bir özelliğinin,
edebi anlayışı olduğunu, şaşırtıcı neticeye/finale gidiş
hızlanmadan önce, yöntemli olarak bunun dramatik tohumlarını
ektiğini ifade eder. Claudel, on bir yıl cezaevinde yazma ve
edebiyat dersleri vermiş ve ilk uzun metrajlı, uluslararası alanda
başarılı olan filminde (I
Loved You So Long)
yine bir kadın üzerine odaklanmış bir yönetmendir ve Chabrol
gibi, burjuva karakterlerin günlük davranışlarını tasvir etmede
çok iyidir. Onların nasıl davrandıkları, düşündükleri, ne
yediklerine çok dikkat eder.[27]
Yönetmenin
Lou’yu, Paul için güzel bir yem/tuzak olarak tasarladığı,
Lou’nun, suçluluk duygusundan kurtulmak için intihar ettiği
yorumu yapılmaktadır. Madame Malek’in gaz odasında ölen
kardeşlerinin isimlerini kimsenin hatırlamayacağına dair korkusu
gibi, film hayata ve onun tüm acı tavizleri ve gündelik
memnuniyetsizliklerine tanıklık eder. Lou’nun söylediği şarkı
da kaybolan masumiyetin diğer bir ikonu olur. Bu orta sınıf çiftin
bahçesine ve onların "cam tabut" evi üzerinde alçalan
sis gibi, filmin merkezinde kasvetli bir karanlık vardır.[28]
Joyce
Glasser, filmin, belirsiz motivasyonları ve çok sayıda cevapsız
bıraktığı soruyla, yeterince geliştirilmemiş ilginç bir fikri
temel aldığını öne sürer. Filmde eksik olan gerilim çok geç
gelmekte, filmin sonunda ortaya çıkmaktadır. Lucie’nin hasta
kızkardeşinin evde/ yanında bakılması yerine hasteneye
yatırılması, Gerard’ın Lucie’ye aşık olduğunu söylemesi
buna rağmen Paul’ün onunla tenis oynaması, gelinin, çiftin
oğulları olan eşininin bir ilişkisi olduğundan şüphelenmesi
gibi olaylar arasında bağlantı kurmak zordur.[29]
Gelincikler
Yönetmen,
filmde izleyiciye, “böyle bir yaşam mı hayal etmiştik”
sorusunun yöneltildiğini öne sürmektedir. Bunun için seçtiği
karakter, işi “beyin” olan, hayatının “kış”ının
yaklaşmakta olduğunu hisseden ama yaşamı boyunca hiçbir zaman
sorular sormamış bir cerrahtır. Soru sormaya/sorgulamaya zamanı
da olmamıştır zira kıskanılacak bir toplumsal konum ve başarıya
sahiptir. Fakat insanın başarısı, bu tür göstergelerle (iyi iş,
güzel eş, güzel ev vb.) değerlendirilemez.[30]
Claudel ayrıca, melezleştirmeleri, polis kayıtlarına geçen ve
metafizik tonu olan öykülerle kesişen hikayeleri sevdiğini
anlatmakta ve bu filmde kullandığı belirsizlik öğesiyle,
özel/yakın bir ilişkiye odaklanan dramayı gerilim filmine
çevirdiğini söylemektedir. Çünkü yaklaşılan tehlikeyi kimse
bilemez/tahmin edemez.[31]
Claudel,
ana erkek karakter Paul etrafında kurduğu bir hikaye anlatmakta, bu
hikaye üzerinden burjuva yaşam tarzı ve değerlerin sorgulandığını
iddia etmektedir. Ancak, kriminalize ettiği Lou ve hatırlattığı
“tehlike” ile, varolan dengenin sürdürülmesinin en geçerli
yol olduğu düşüncesine de kapı aralamaktadır. Yönetmenin
söyledikleri bir yana, filmdeki üç kadın karaktere (Lou, Lucie ve
Doktor) odaklanarak, farklı bir bakış da geliştirilebilir.
Sevdiği
bir bohem tarafından hastalığıyla baş başa bırakılan yoksul
dikişçi Mimi’yi de, aşığı için aşkından vazgeçen sosyete
fahişesi Violetta’yı da verem, soğuk yakınlaşmayı tercih eden
aşık erkekler sayesinde öldürebilmiştir. Şarkıdaki, küçük
bir gelincik gibi üç kan lekesiyle ölü bulunan, sevmediği bir
erkek tarafından sevilen kadın, ya intihar etmiş ya da
öldürülmüştür. O şarkıyı söyleyen ve şarkıdaki kadın
gibi ölü bulunan Lou, polise göre kendini vurmuş, bu da
eleştirmenlerce suçluluk duygusu olarak yorumlanmıştır. Bu
yoruma göre Lou’nun suçluluk duymasına neden olan, Paul’ün
onun yatma teklifini reddetmesi midir? Paul, Lou’ya ne aşık gibi
yaklaşmış ne de sadece sekse dayalı bir ilişkiye yanaşmıştır.
Bunun Lou’yu, daha önce yaptıkları gibi Paul’ü de parasını
alıp öldürmek niyetinden vazgeçirdiği varsayılsa bile, bu
olayın onun geçmişte yaptıklarından suçluluk duymasına ve bu
duyguyla intihar etmesine nasıl neden olduğu sorusu ortaya çıkar.
Yoksa, Gerard’ın söylediği gibi, Paul’ün Lucie’yle
evlenmesini borçlu olduğu şans, onu ölümden de mi kurtarmıştır?
Lou
fahişeliği veya parası için adam öldürmeyi, tek başına değil
de bir erkek partneriyle birlikte yapıyorsa, belki de o partner
tarafından vurulmuş veya onun Paul’e bir zarar vermmesi için
kendini feda etmiştir. İzlediği La Bohème operasını La
Traviata olarak hatırlaması, kendisini Violetta’yla özdeş
görmesiyle ilişkilendirilirse, Lou, sevdiği için kendini feda
eden karaktere daha yakın görülebilir. Ancak bunlardan daha önemli
olan, operalar, şarkı ve filmdeki dört kadının da ölmüş
olmasıdır. Onlara böyle bir sonu hazırlayan, bu sona adım adım
gitmelerine yardımcı olanlar da, hikayeleri böyle kurgulayanlar da
erkeklerdir. Erkeklerin dünyasında kadınlar ya aşk uğruna
ölmekte ya da aşk adına öldürülmektedir. Kendi yazdıkları
hikayelerde erkekler ya fail olmakta ya da göz yuman, tanık olan
aktör rolünü oynamakta, onlar hatırladıkça ve hatırlattıkça
“küçük, nazlı gelincikler”i ölmeye devam etmektedir.
Diğer
iki kadın karakter de (Lucie ve doktor), erkek egemen dünyaya itaat
etmekte/uymakta, bu uzlaşı için verilen tavizlerin acısı kadar,
sağladığı nimetlerden de yararlanmaktadır. Bu dengeyi/düzeni
tehdit eden/bozan aktör olarak, sınırlarda yaşamaya itilen öteki
kadınlar seçilmekte, onlar ve tehlikeleri, elbirliğiyle
savuşturulmaktadır.
Öyleyse
hatırlayalım. Kamera da yakalayamaz bazen söylenmeyeni, sessizce
geçiştirileni. Mimi, kanaviçeye gül işlemeye, baharı, aşkı
düşlemeye devam ediyor. Şarkıda dendiği gibi, gül dururken aşkı
nasıl anlatabilir menekşeler. İşte böyle. Gülün kırmızısı
aşka, menekşeninki kana dairdir. Ve en çok kadınlara, menekşelere
yakıştırılır ölüm. Tanık olduk. Öyleyse unutalım.
[5]
http://www.operaturkiye.com/wp1/index.php/synopsis/verdi/la-traviata.html/
https://tr.wikipedia.org/wiki/La_traviata
,
http://classicalmusic.about.com/od/opera/qt/La-Traviata-Synopsis.htm
[6]
http://www.operaturkiye.com/wp1/index.php/synopsis/puccini/la-boheme.html/
https://tr.wikipedia.org/wiki/La_boh%C3%A8me
,
http://classicalmusic.about.com/od/opera-synopses-l-thru-z/qt/La-Boheme-Synopsis.htm
[26]
http://www.theguardian.com/film/2014/may/08/before-the-winter-chill-review