Açılım/Açmaz
Yeni İstanbul İmgesi başlıklı makalede Suner, Derviş Zaim’in gerilla tarzı
filmi Tabutta Röveşata’yı “agorafobi”
kavramıyla açıklar. Yazar’a göre agorafobi, kent mekanının boyutlarının
algılanamaması durumunda ortaya çıkar. İstanbul’u kentsel mekan olarak
ayrıcalıklı bir yere koyan film, izleyicisinde agorafobi yani dışarıda kalmaya,
içeri girememeye dair bir duygulanım yaratır. Bu korku, sınırların
belirsizliğiyle ilişkili olduğu kadar (2015); sınırları üreten, içerisinde
yüzergezer halde devinen, devinirken bu sınırları devindiren uyaranlardır da.
Bu uyaranları var edenlerse, verili bir durumda, davranış ve eylemlerini
karşılıklı olarak birbirine uyarlama eğilimi gösteren kentli insanlardır.
Kentin
kültürel uyaranların dolaşım ve müzakeresine alan açan yüzeyi; kapitalizmin
sakinlerine agorafobi yayan kentleriyle birlikte zora girer. Kapitalizmin mekanı,
boyutlarının genişliği ve sınırlarının belirginsizliğiyle kent insanına dehşet
salar. Kent mekanı ve kentsel formlar tüm ihtişamıyla yükselirken, enine
büyüyerek adeta masifleşir. Kentsel formlar küresel yüzey boyunca genişleyip yayılarak
tüm kente sinizm ve tehdit pompalasalar da, vakur, mağrur ve tehditkar
duruşları spekülatiftir. Kapitalizmin kentsel formları ve kent yüzeyi
derinlemesine kat ederek genişleyemez. Bu onu niyet edilen haliyle köklenerek
boy vermekten alıkoyar. Kapitalizmin kent mekanı ve kentsel formları
giydirildikleri agorafobik tözleriyle aslında diyalektiktirler de. Bu kent
imgesi dinleyicisine (ki her zaman fail olma potansiyeli taşır) dışarıda
kalmaya, içeriye girememeye dair öyküler de sunar. Yazarın Tabutta Röveşata filmi bağlamında söz ettiği gibi, kurulan agrofobik
ilişki/ler, kapitalizmin kentli insanın eline tutuşturduğu metnin,
tüm koordinatlarıyla birlikte istikrarsızlaştığı anlara gebedir. Bu
ilişkilerle birlikte muğlaklaştığı ve yerinden oynatıldığı oranda alışılageldik
anlam ve temsil yapıları zorlanmaktadır. Bu nedenle, kentli insanın kaygan bir
zemine çekilmesi içten bile değildir. Diğer bir deyişle, agorafobi potansiyel
olarak çatışmacı ve diyalektiktir. Onun çatışmacı karakteri bireysel olmaktan
çok, “bireylerin toplumsal varlık koşullarından doğan bir karşıtlıktır”.
Kapitalizmin kent mekanı ve kentsel formları kendi içerisinde tutarsız ve
eğretidir. Enine ve dikine yayılan kapalı devre projeleri, bir yandan
kapitlizmin varoluş koşullarını yeniden üretmeye yardımcı olsa da, kent
insanında tetikleyerek uyandırdığı esriklik ve kaygı halinin sunmuş olduğu anlam
demetlerinin algınmasını güçleştirdiği gözden kaçmaz. Agorafobik kent insanı
algı duvarına dayatılan hakikati, verili sınırlar içerisinde uslayarak anlam
vermekte yetersiz ve isteksiz gözükür. Duyduğu korku, panik ve kaçış eğilimi,
ontolojik güven duygusunu tehdit eden agorofobi unsuru kent mekanları ve
kentsel formları ile bu mekan ve formları var eden etik ve ideolojik
tasarımları yerinden etme potansiyeli taşır. Ana akım psikoloji biliminin
belirlenimi altında “sağlıksız” ya da ”hasta” bireyi niteleyen bir bileşenmiş
gibi kodlansa da, agorofobi, pekala alternatif bir kent projesine dönük olarak
(kısaca “kent hakkı” da denebilir) düşünsel ve duygulanımsal düzeyde
başvurulması gereken bir enstrüman olabilir.
Kaynakça
Suner,
A. (2015). “Hayalet Ev. Yeni Türk Sinemasında Aidiyet, Kimlik ve Bellek”, İstanbul:
Metis