Pazar, Mart 13, 2016

Agorafobi, Kapitalizmin Kenti ve Mücadele



Açılım/Açmaz Yeni İstanbul İmgesi başlıklı makalede Suner, Derviş Zaim’in gerilla tarzı filmi Tabutta Röveşata’yı “agorafobi” kavramıyla açıklar. Yazar’a göre agorafobi, kent mekanının boyutlarının algılanamaması durumunda ortaya çıkar. İstanbul’u kentsel mekan olarak ayrıcalıklı bir yere koyan film, izleyicisinde agorafobi yani dışarıda kalmaya, içeri girememeye dair bir duygulanım yaratır. Bu korku, sınırların belirsizliğiyle ilişkili olduğu kadar (2015); sınırları üreten, içerisinde yüzergezer halde devinen, devinirken bu sınırları devindiren uyaranlardır da. Bu uyaranları var edenlerse, verili bir durumda, davranış ve eylemlerini karşılıklı olarak birbirine uyarlama eğilimi gösteren kentli insanlardır.
Kentin kültürel uyaranların dolaşım ve müzakeresine alan açan yüzeyi; kapitalizmin sakinlerine agorafobi yayan kentleriyle birlikte zora girer. Kapitalizmin mekanı, boyutlarının genişliği ve sınırlarının belirginsizliğiyle kent insanına dehşet salar. Kent mekanı ve kentsel formlar tüm ihtişamıyla yükselirken, enine büyüyerek adeta masifleşir. Kentsel formlar küresel yüzey boyunca genişleyip yayılarak tüm kente sinizm ve tehdit pompalasalar da, vakur, mağrur ve tehditkar duruşları spekülatiftir. Kapitalizmin kentsel formları ve kent yüzeyi derinlemesine kat ederek genişleyemez. Bu onu niyet edilen haliyle köklenerek boy vermekten alıkoyar. Kapitalizmin kent mekanı ve kentsel formları giydirildikleri agorafobik tözleriyle aslında diyalektiktirler de. Bu kent imgesi dinleyicisine (ki her zaman fail olma potansiyeli taşır) dışarıda kalmaya, içeriye girememeye dair öyküler de sunar. Yazarın Tabutta Röveşata filmi bağlamında söz ettiği gibi, kurulan agrofobik ilişki/ler, kapitalizmin kentli insanın eline tutuşturduğu metnin, tüm koordinatlarıyla birlikte istikrarsızlaştığı anlara gebedir. Bu ilişkilerle birlikte muğlaklaştığı ve yerinden oynatıldığı oranda alışılageldik anlam ve temsil yapıları zorlanmaktadır. Bu nedenle, kentli insanın kaygan bir zemine çekilmesi içten bile değildir. Diğer bir deyişle, agorafobi potansiyel olarak çatışmacı ve diyalektiktir. Onun çatışmacı karakteri bireysel olmaktan çok, “bireylerin toplumsal varlık koşullarından doğan bir karşıtlıktır”. Kapitalizmin kent mekanı ve kentsel formları kendi içerisinde tutarsız ve eğretidir. Enine ve dikine yayılan kapalı devre projeleri, bir yandan kapitlizmin varoluş koşullarını yeniden üretmeye yardımcı olsa da, kent insanında tetikleyerek uyandırdığı esriklik ve kaygı halinin sunmuş olduğu anlam demetlerinin algınmasını güçleştirdiği gözden kaçmaz. Agorafobik kent insanı algı duvarına dayatılan hakikati, verili sınırlar içerisinde uslayarak anlam vermekte yetersiz ve isteksiz gözükür. Duyduğu korku, panik ve kaçış eğilimi, ontolojik güven duygusunu tehdit eden agorofobi unsuru kent mekanları ve kentsel formları ile bu mekan ve formları var eden etik ve ideolojik tasarımları yerinden etme potansiyeli taşır. Ana akım psikoloji biliminin belirlenimi altında “sağlıksız” ya da ”hasta” bireyi niteleyen bir bileşenmiş gibi kodlansa da, agorofobi, pekala alternatif bir kent projesine dönük olarak (kısaca “kent hakkı” da denebilir) düşünsel ve duygulanımsal düzeyde başvurulması gereken bir enstrüman olabilir.
Kaynakça
Suner, A. (2015). “Hayalet Ev. Yeni Türk Sinemasında Aidiyet, Kimlik ve Bellek”, İstanbul: Metis