Pazar, Mart 20, 2016

Umberto Eco ve Entelektüel




“Entelektüel” öncelikle, ölümü üzerine yapılan haberlerde de görüleceği üzere, Umberto Eco için sıklıkla kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkıyor.[1] Bu kavramın Türkçe haberlerde, “düşünür” veya “bilim adamı” sözcükleriyle karşılanması, belki de Türkiye’de “entelektüel ve aydın kavramları” üzerine yapılan tartışmadan kaynaklanıyor.[2] Bunun yanında Eco için “entelektüel” kavramını kullanan Türkçe haberlere de rastlanabiliyor. Örneğin Ferhat Ünlü (2013), Eco’nun gazete başlıklarına yansıdığı bir röportajı (Cansu Çamlıbel, “Dünyanın 1 Numaralı Filozofu”) hatırlatırken, “Entelektüellerin 1 Numarası!” alt başlığını kullanıyor.

ENTELEKTÜELLERİN 1 NUMARASI!
Umberto Eco deyince akla gelen bir başka gazete başlığı daha var. Hürriyet muhabiri Cansu Çamlıbel'in Eco ile İtalya'daki evinde geçtiğimiz günlerde yaptığı röportaj, gazetenin internet sitesinde 'Dünyanın 1 Numaralı filozofu Umberto Eco ile çok özel röportaj' manşeti ile lanse edildi. Şayet varsa ve kim olduğu biliniyorsa Ergenekon'un 1 Numarası'nı faş eder gibi 'dünyanın 1 numaralı filozofu' ilan edilmek, herhalde en çok Eco'nun tuhafına gitmiştir. Umberto Eco, siyasetten pek hazzetmeyen ve bu yüzden mümkün mertebe siyasi konularda konuşmaktan kaçınan bir yazar.”[3]

Konunun bir boyutu “bir entelektüel olarak Eco (Eco’nun entelektüelliği)” ise, diğer boyutu “Eco’nun entelektüeli”, diğer bir ifadeyle onun entelektüeller hakkında düşünceleri. İşte bu yazıda biz, Eco’nun “entelektüel” niteliğiyle değil, onun “entelektüeller”le ilgili söyledikleriyle/yazdıklarıyla ilgileneceğiz.

Kriz Çıkaran

Kemal Ulusaler (2009) Eco’nun “Entelektüel kriz çözmez, çıkarır” sözlerini aktardıktan sonra şu alıntıya yer veriyor: “Şu ikisini ayıralım: Entelektüelin yapması gereken düşünme çalışması bir yana, entelektüelin toplumsallığa katkısı bir yana. Örneğin, entelektüelin siyasi tavrı. Bir ara PSİUP’un bir konferansına katılmıştım, İtalyan Proleter Sosyalist Partisi. Gramsci’den gelen geleneğe sıkı sıkıya bağlıydılar. Oysa bence entelektüelin yeri İtalo Calvino’nun Ağaca Tüneyen Baron kitabında anlattığı yerdir. Adam ağaçların tepesine tüner, ama tünemesi etrafıyla ilgilenmediği anlamına gelmez. Ağaçların tepesinden her şeye karışır, katılır; örneğin Fransız Devrimi’ne.”[4]

Umberto Eco ile yapılan söyleşiye referans verilen bir başka kaynakta da bu “kriz” söylemi öne çıkıyor. Eco’ya göre, kozmos krizlerle ilerliyor ve doğal olan, sürekli kriz hali içinde olmak: “Buradan entelektüel tanımına geçen Eco bombayı patlatıyor ve entelektüellerin krizleri çözmeye değil çıkarmaya yaradığını öne sürüyor. Ona göre, daha önce ifade edildiği gibi, “Entelektüel, bir sıkışma durumunda, çıkış yolu gözükmeyen ve öylesine giden, olması gerekirken hiçbir şey olmayan bir düzende, bir kopma, kırma, ayırma işlemi yapan bir kişidir.” Müthiş bir tanım. “Bir kriz yaratmak, var olan bir hali eleştirip, bu değişmezlik tarlasına kuşku tohumları ekmektir.” Görülüyor, felsefi düzeyde kriz, gelişmenin motoru oluyor. Çünkü yine Eco’ya göre felsefe sorun yaratır ve cevabı olmayan sorularla ilgilenir.”[5]

İşini “İyi” Yapan

Eco’nun sözlerinden alıntı yapılan bir kaynağa bakıldığında, yazar entelektüeli “işini iyi yapan kişi” olarak tarif ediyor. Şöyle diyor Eco: Yeter! "Sözde entelektüeller"in çağı kapanmıştır! Bugün entelektüellerden beklenen; radikal biçimde değişen dünyanın, ekonomik krizlerin, gençlerin işsizlik sorunlarının da etkisiyle tüm meslek dallarındaki "uzmanlardan beklendiği gibi, işlerini İYİ yapmalarıdır! Fazlasına gerek yok! Felsefeciyse felsefe yapması beklenir... İlkokul öğretmeniyse çocukları iyi eğitmesi... Siyaset bilimiyle uğraşıyorsa kendi alanında yeni ve pratik çözümler getirmesi... Eğer şair veya yazarsa yazması... sadece İYİ yazması! Bunlar birçoklarının gerçekleştirmediği şeyler! Bugünün dünyasında varlıklarını sürdürmek ve maaşlarını hak etmek için entelektüeller boş yere "entelektüellerin" durumundan söz ediyorlar... Yazacak kitapları olmadığı için kitabın ölümünden söz ediyorlar... Roman yazmayı beceremediklerinden romanın ölümünden söz ediyorlar... Şiir yazacak hayal gücüne sahip olmadıkları için şiirin sonunun gelip gelmediğini tartışıyorlar... Köşelerinden hiçbir pratik ve somut çözüm üretmeksizin yıkıcı eleştiriler yapıyorlar... Sonunda da söyleyecek bir sözleri olduğu düşüncesiyle kendilerini tatmin olmuş hissediyorlar... Bu entelektüellerle işimiz yok... Onların varlıkları artık tamamen gereksiz."[6]

Yaratıcı Olan

Aynı kaynaktan devam edildiğinde, Eco’dan yapılan aşağıdaki alıntı, entelektüelin işini iyi yapmasının “yaratıcı olması” anlamına geldiğini gösteriyor: "Eğer entelektüel, el değil de kafa işçisiyse, bir banka kasiyeri veya bir vergi kaçakçısı da entelektüel sayılır... Yok eğer entelektüel dediğimizde, yaratıcı düşünsel işlevleri olan kişiyi anlıyorsak, yıllarca aynı dersi kendilerini bir kez olsun sorgulamadan anlatan üniversite profesörlerinin entelektüel olduklarından söz edemeyiz. Ama toprağı işlemek için en iyi ve yenilikçi yollar bulmak için kafa yoran bir çiftçi çok daha entellektüeldir...” [7]

Eco, entelektüele atfettiği “yaratıcı olmak” niteliğini, kendisiyle yapılan bir röportajda da benzer biçimde dile getiriyor: Eğer entelektüeli elleriyle değil beyniyle çalışan kişi olarak tanımlarsak, banka memuru bir entelektüel olarak kabul edilebilirken, Michelangelo entelektüel kategorisine giremez. Ve bugün, bilgisayarı olan/kullanan herkes bir entelektüel olur. Bu yüzden ben entelektüelin bir kişinin mesleği veya sosyal sınıfıyla ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bana göre entelektüel, yaratıcı biçimde yeni bilgi üreten herhangi biridir. Bir köylünün, yeni bir aşının yeni tür elmalar üretebileceğinin farkına varması, entelektüel bir etkinliktir. Oysa, Heidegger üzerine verdiği aynı dersi hayatı boyunca tekrarlayan bir felsefe profesörü bir entelektüel olarak değerlendirilemez. Entelektüel işlevin tek göstergesi, eleştirel yaratıcılıktır (mevcudu/yaptıklarımızı eleştirmek ve “yapma”nın daha iyi yollarını bulmak/icat etmek).[8]    
  
Öngören ve Söyleyen

Aynı röportajda Eco, entelektüelin “şimdi”ye değil, “geleceğe” dair söz söylemesine, öngören/önceden uyaran niteliğine değinir: “Bir tiyatroda yangın çıktığında, şair koltuğa çıkıp şiir okumamalı, herkes gibi itfaiyeyi çağırmalıdır. Entelektüelin işlevi önceden görmek ve uyarmaktır. Tiyatroya ilgi/dikkat gösterip eski ve tehlikeli olduğunu önceden söylemelidir. Entelektüelin sözü, peygamberlik işlevine sahip bir çağrı gibidir. Şimdi ne yapmamız gerektiği politikacıların işidir. [9]

Prospect gazetesinin “Dünyayı ben yönetseydim” bölümündeki soruya Eco şöyle cevap verir: “Böyle bir şeyin gerçekleşmesi ihtimali olmadığına göre, sadece hayali bir cevap verebilirim. Yaşlandıkça insanlıktan nefret etmeye başladım. Öyle ki, dünya üzerinde tam hakimiyetim olsaydı eğer, kimsenin işine karışmazdım. Bırak, kendi bildikleri yolla gidip kendilerini mahvetsinler. İnsanlar bizi seviyorlar, entelektüeliz, makaleler yazıyoruz, itiraz ediyoruz ama dünyayı değiştiremiyoruz. Bizler sadece empati siyasetine destek verebiliriz.[10]


Eleştiren

Guardian Live etkinliğinde Eco, “Ben bir filozofum; sadece hafta sonları roman yazıyorum ve filozof olarak gerçekle ilgileniyorum. Neyin gerçek olduğuna karar vermek çok zor olduğu için gerçeğe ulaşmanın kolay yolunun yalanları analiz etmekten geçtiğini” keşfettiğini söyler ve ekler: “Kamuoyunun yüzde ellisi, hatta daha fazlası yalanlarla şekilleniyor. Yalanların şantajına uğruyoruz. [11] [12]

Eco’ya göre günümüzdeki medyanın en büyük sorunu eleştiri ruhunun yok olması ve holdingler elinde toplanmasıdır. “Militan eleştirinin” yok oluşuna şahitlik ettiğimizi ifade eden Eco, “Gazetecilikte eleştiriyi rehabilite etmemiz ve kapsama alanını genişletmemiz gerekiyor, özellikle interneti de eklemeliyiz. Gazeteler bir iki sayfasını internet sayfalarını eleştirmeye ayırmalılar – hem dolandırıcıları, hem de güvenilir blogların işaretini vermeliler. Halkın zevkini belirlemek işinden vazgeçmemeliyiz. Gazeteler kritik filtre olabilir ve demokrat kalabilir.” ifadelerini kullanır.[13]

“Entelektüellerin tanımlanması güç bir kategori olduğunu biliyoruz. Oysa, ‘entelektüel işlev’i tanımlamak güç değildir. Entelektüel işlev, kendi hakikat kavramını, o hakikati yeterince yansıttığı kabul edilebilecek tarzda, eleştirel olarak ortaya koymasıdır. Herhangi bir kimse, kendi durumu üzerine düşünen ve bir biçimde bunu dile getiren toplum dışı bir kişi de entelektüel işlevi yerine getirebilir; buna karşılık, olaylara duygusal tepki gösteren, olayları düşünce süzgecinden geçirmeyen bir yazar bu işleve aykırı davranmış olur. Entelektüel işlevi yerine getirmeye karar vermek ahlaksal bir seçimdir (Eco, 2012’den aktaran Serdaroğlu, 2015).”

Entelektüel Eco/Eco’nun Entelektüeli

David Robey’e göre (1989) Eco, değişime yaptığı vurgu ve konformizm ile muhafazakarlığa düşmanlığıyla sol-kanatta yer alan, ancak İtalyan Komünist Partisi’ne de mesafeli duran bir entelektüeldir. Eco, kendisinin entelektüel görevinin politik olmaktan daha çok kültürel olduğunu düşünür ve bu bakımdan sosyalist veya komünistten ziyade, demokrat bir kişi olarak görülebilir. Ona göre demokrat, nüansları ve ayrımları gören/farkına varan ve çelişkileri kabul eden biridir. Marksizm her ne kadar onun düşüncesinde önemli bir etkiye sahip olsa da, onun sol-kanat pozisyonunun temel özelliği, görelilik (relativism) ve bireyciliktir. 1968 ve Gruppo 63 deneyiminin etkisiyle semiyotiğe ve bu yolla teorik/akademik alana yönelen Eco, edindiği yeni kavram ve prensiplerle, eski çalışmalarındaki fikirlerini genişletir ve düzeltir. Kendisine yöneltilen post-modern yakıştırmasına karşı Eco şunları söyler: “O da (Orhan Pamuk) benim gibi zaman zaman post-modern olduğu için takdir edilen, zaman zaman da benim gibi aynı gerekçeyle suçlanan birisi. Post-modern olmak ne demek ben de tam anlamıyorum ama işte bu yakıştırma başıma geliyor.[14]

Eco’nun entelektüeli, Antonio Gramsci’dekine benzer biçimde “bilişsel iştigal” üzerinden tanımlanmaz. Ancak benzerlik buraya kadardır. Gramsci entelektüele, toplumsal rol ve işlevi üzerinden yaklaşırken, Eco, entelektüel işlevin nitel yanına odaklanır ve onu “yaratıcılık” özelliğiyle tanımlar. Entelektüelin eleştirelliği de üretme/yeni şeyler söylemeyle ilgilidir ve Eco, hiçbir şey üretmeden, sadece üretilenleri/eserleri eleştirenleri “sözde entelektüel” olarak nitelendirir. Eco’nun yaratıcı, şimdi ile değil gelecekle ilgili, uyarıcı/öngörücü, kriz çözmeyen aksine kriz anında kuşku tohumları eken entelektüeli “söz”üyle toplumsala katılır, eylemek politikacıya bırakılır. “Gramsci geleneğinden gelen siyasi tavıra” karşı, ağaca tüneyip etrafıyla ilgilenen, ağacın tepesinden müdahale eden Eco’nun entelektüeli, bir entelektüel olarak Eco’yla paralel özellikler gösterir. Ağacın tepesinden her şeye karışır, başka bir deyişle hiçbir şeye katılmaz. Ne de olsa, aşağıdaki alıntıda söylendiği gibi, biraz aristokrat olmak gerekir.

“Le Monde: Bilgi’nin yazı yoluyla mı yayılacağını yoksa, hızlanma kültürü muhakeme kapasitemizi etkileyecek de, “internet” yoluyla mı olacak?
Umberto Eco: Bugün veya yarın, 
“manastır” kültürüne dönmek gerekecek- o zamanı ben herhalde göremeyeceğim, ölmüş olurum - :  “okumak” isteyecekler, belki taşrada, aynı Pensilvanyada Amiş’ ler gibi, ortaklık kültürünün, paylaşma kültürünün olduğu bir yerde toplanacaklar.  Orada, “kültür” olan alıkonulacak,  geri kalan, yüzeyde kalmaya terk edilecek.  Yeryüzünde, 6 milyar nüfusun hepsinin, 6 milyarının da entelektüel olmasını isteyemeyiz. Bu durumda biraz “aristokrat” olmak lazım.”[15]

Eco, entelektüellere dönük sistematik, bütünlüklü bir yaklaşım geliştirmemiştir. Entelektüeli “şimdi ne yapmalı?” sorusunun muhatabı yapmaması, kriz çözme ve şimdinin sorunlarına çare aramadan muaf tutması, Michel Foucault’nun spesifik entelektüelini çağrıştırır. Fakat, Gramsci’yle olduğu gibi, bu benzerlik bir yere kadardır. Bir romancı olarak Eco, entelektüelin kendi uzmanlık alanında kalmasını, işini iyi biçimde, diğer bir ifadeyle yaratıcı şekilde yapmasını ister. Ancak eser üretmeyip sadece eleştirenleri sözde entelektüel olarak nitelendirir, dolayısıyla, örneğin edebiyat eleştirisi gibi bir uzmanlık alanını dışlar. Öte yandan bir filozof olarak Eco, entelektüeli dünyayı değiştirmekten ziyade empatiye katkı yapmak misyonuyla görevlendirir. Bu misyon, ağacın üstüne tüneyip topluma belirli bir mesafeden, kuşbakışı bakma ve karışmayla ilgilidir. Entelektüel böylece her şeye karışabilmekte ancak bu doğrudan katılımı içermemektedir. Sonuç olarak Eco’nun entelektüelliği ve entelektüelleri birbirine koşut biçimde, başat olarak politik alandan uzak durma, kültür ve kültürel olanla ilişkilenmeyle belirlenmekte ve bu bağlamda kültürel olan ile politik olan arasındaki ilişkiyi ihmal etmektedir.

Kaynakça

Fatma SERDAROĞLU, Entelektüel Sanatçı İlişkisi ve Türkiye’de Entelektüelin Konumu, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 41/Güz 2015

David Robey, Introduction, The Open Work/Umberto Eco, Translated by Anna Cancogni, HARVARD UNIVERSITY PRESS, Cambridge, Massachusetts, 1989


EK: Paris Review
     
INTERVIEWER
You are one of the world’s most famous public intellectuals. How would you define the term intellectual? Does it still have a particular meaning? 
ECO
If by intellectual you mean somebody who works only with his head and not with his hands, then the bank clerk is an intellectual and Michelangelo is not. And today, with a computer, everybody is an intellectual. So I don’t think it has anything to do with someone’s profession or with someone’s social class. According to me, an intellectual is anyone who is creatively producing new knowledge. A peasant who understands that a new kind of graft can produce a new species of apples has at that moment produced an intellectual activity. Whereas the professor of philosophy who all his life repeats the same lecture on Heidegger doesn’t amount to an intellectual. Critical creativity—criticizing what we are doing or inventing better ways of doing it—is the only mark of the intellectual function.

INTERVIEWER
Are intellectuals today still committed to the notion of political duty, as they were in the days of Sartre and Foucault?
ECO
I don’t believe that in order to be politically committed an intellectual must act as a member of a party or, worse, write exclusively about contemporary social problems. Intellectuals should be as politically engaged as any other citizen. At most, an intellectual can use his reputation to support a given cause. If there is a manifesto on the environmental question, for instance, my signature might help, so I would use my reputation for a single instance of common engagement. The problem is that the intellectual is truly useful only as far as the future is concerned, not the present. If you are in a theater and there is a fire, a poet must not climb up on a seat and recite a poem. He has to call the fireman like everyone else. The function of the intellectual is to say beforehand, Pay attention to that theater because it’s old and dangerous! So his word can have the prophetic function of an appeal. The intellectual’s function is to say, We should do that, not, We must do this now!—that’s the politician’s job. If the utopia of Thomas More were ever realized, I have little doubt it would be a Stalinist society.

If culture did not filter, it would be inane—as inane as the formless, boundless Internet is on its own. And if we all possessed the boundless knowledge of the Web, we would be idiots! Culture is an instrument for making a hierarchical system of intellectual labor. For you and for me it is enough to know that Einstein proposed the theory of relativity. But an absolute understanding of the theory we leave to the specialists. The real problem is that too many are granted the right to become a specialist.[16]