Harvey
kentsel mücadeleye dönük kuramsal tartışmasıyla kapitalizmin üreterek denetleye geldiği
“ortak alan”ları tanımlar. Harvey’e göre kentsel ortak alanlar, sadece belli
bir nesne, taşınmaz veya toplumsal bir süreç olarak değil, ama aynı zamanda
üzerinde toplumsal ilişkilerin kurulduğu ve sürdürüldüğü alanlar olarak
görülmelidir. Ortak alanlar sermaye birikimi açısından artık-değerin elde
edildiği, sermaye döngüsünün yeniden üretilerek güvence altına alındığı birikim
coğrafyalarını oluştururlar. Kentin ana arterleri ve/ya çeperleri (hala var ise
kır bölgesi) boyunca uzanan bu alanlar aynı zamanda, kentli nüfus içerisinde
yoğunlaşan kitlesel emek gücünün soğurulduğu alanlardır. Harvey’e göre
“kapitalizmin coğrafi tarihi” olarak kentsel mekanlar ve süre giden gaspına
karşı, tüm kent sakinleri şehri gönüllerine göre değiştirme ve yeniden icat
etme hakkı olarak “şehir hakkı” etrafında bir araya gelmeli; siyasal olanı
mikro düzeyde kuracak kentsel mücadeleler süratle var edilmelidir (2013).
“Kamu
yararı” göstereni altında konularak mutenalaştırılan ortak alanların, asıl hak
ve kullanım sahipleri olan kent sakinlerine iadesini talep eden bu mücadeleler;
örgütlenme pratikleri bakımından “yataycılık” adı verilen örgütlenme telosuna
sıkı sıkıya sarılmış gözükmektedir. Bir model olarak daha çok münferit düzeyde
gelişen, küçük ölçekli/dar yayılımlı (#Occupy Wall Street/Gezi Parkı
işgallerinde görüldüğü gibi büyük ölçekli ve geniş yayılımlı da olabilir)
kalkışmalarla cisim bulan yataycılık; temelde, merkezi, hiyerarşik, tepeden aşağı
şekillenen emir-komuta rasyonalitesinin reddini ifade etmektedir. Yataycılık,
Harvey’in yerinde tespitiyle, dallanıp budaklanarak rafine olmaktan çıkan
hareketler bağlamında açığa çıkan “ölçek” sorununa cevap üretemezken; parçalı,
yerellikler düzeyinde görülen direniş hatlarını birbirlerine eklemlemek
noktasında ise yetersiz kalmaktadır. Kuşkusuz ki, yataycılık anlayışı
bağlamında dile getirilen sorunlar Harvey’in işaretledikleriyle sınırlı değildir. Yataycılığın yarattığı
sorunları kavramsal bileşenleri üzerinden açımlamak zorunludur. Yataycılığın
kavramsal bileşkesi “lidersizlik” ve “otonom örgütlenme” retoriğinin etrafında
salınmaktadır. Bunlardan ilkine göre yataycılık anlayışı ile örgütlenen
hareketlerde, tekil hareket bileşenleri lider/öncü olma niyet ve maksadıyla
hareket içerisinde öne çık(a)mamakta; herkesin kendi içinde bir parça da olsa
lider olduğu kabul edilmektedir. Yataycılık bu yönüyle demokratik ve eşitlikçi
bir karaktere sahipmiş gibi dursa da, tekil hareket bileşenleri ya da gruplardan
hareketin işleyiş ve yeniden üretimi açısından önem taşıyan gündelik rutin ve
karar alma süreçlerinde, “sorumluluk alma/duyma” ve/ya “hesap verme” gibi
ahlaki ilkeleri hayata geçirmeleri beklenemez. Diğer yandan, lidersizlik
retoriği hareket bileşenleri arasında görülen çeşitli biyokapasite
farklılıkları ve/ya maddi kaynaklara erişim gibi yapısal dengesizlikler
dolayısıyla uygulanması güç bir ideal olmanın ötesine geçemez. Son olarak, bir
diğer veçhe olarak yataycılığın içini dolduran otonomi ise, hareket bileşenleri
açısından kendi tercihlerinde bulunan, aldıkları kararların sonuçları
bakımından kendilerinden sorumlu; “kendi
için birey”ler olmayı doğurmaktadır. Otonomi, bu yönüyle hareketler açısından özünde
karşılıklı özveri, fedakarlık ve sorumluluğa dayalı ilişkilerin kurulumunu güçleştirir.
Tüm sembolik ve/ya maddi pratikleriyle birlikte düşünüldüğünde, otonomi, sahici
bir birliktelik üzerinde yükselen ve kendi içinde konsolide olabilmiş kolektif
bir öznenin yaratılması ve yeniden üretilmesi önünde engel taşır.
Kaynakça
Harvey, D. "Asi Şehirler", İstanbul: Metis