Salı, Kasım 01, 2016

Babalar ve Oğullar: Fathi ve Anouar Bayoudh


“Sevgili Kızım Agi, ne vakit beni  düşünsen, şunu hatırlamalısın ki eğer sevginin yolunu seçersen, yaşamın dengeli ve uyumlu olacaktır; ihtiyacın olan sadece babana verilmiş şanstan biraz daha fazla şansa sahip olmak; o zaman senin için her şey yolunda gidecektir… Son yıllarda olmuş her şeye rağmen, inancımı kaybetmedim… Kötülük bir süre muzaffer olabilir, fakat en sonunda zafer iyinin olacaktır. Her iyi kişinin bu nihai zafere çok küçük de olsa bir katkısı olacaktır… Lütfen beni, arkadaşça ve keyifli bir biçimde hatırla.” (Heller, 2006)


Bir bomba patlar, “haber”imiz olur  Ekranın altında kayan yazıyla verilen “sıcak gelişme”de kurbanlar, önce, miktarı zaman içinde artan/eksilen “sayı”lardan ibarettir. Soğurken “olay”, sayılara dahil olan “ölü”lerin (yaralıların değil) hikayeleri yansır ekranlara. Ekranın hızına, önceliklerine göre kurgulanan bu kısa ve görsel öyküler, çarpıcı olanı, “dramatik/trajik” olarak nitelendirilebilecek detayları öne çıkarır. İstanbul-Atatürk Havalimanı’nda gerçekleştirilen terör saldırısının “haber” serüveni de (28 Haziran 2016) benzer bir seyir izledi; sayılarla başlayan “kurban”lık, öykülerle devam etti. “Trajik” olan detaylarıyla bir kurbanın, Tunuslu baba Fathi Bayoudh’un hikayesi, ulusal ve uluslararası medyanın ilgisini/dikkatini çekti.  

IŞİD’in patlattığı bombalar nedeniyle hayatını kaybeden kurbanlardan biri olan Tunuslu baba, IŞİD’e katılan oğlunu kurtarmak için Türkiye’de bulunuyor, olay anında, Tunus’tan gelecek eşini karşılamak amacıyla havalimanında bekliyordu. Hikayeyi, “oğul”un katıldığı bir örgütün düzenlediği saldırıda “baba”nın ölmesi dramatik kılmış, böylece, diğer kurban hikayelerine oranla, Tunuslu babanın hikayesine medyada daha ayrıntılı biçimde yer verilmiş olabilir.

“Al Jazeera'nin AFP, Reuters ve Al Arabiya'dan derlediği habere göre İstanbul'da Atatürk Havalimanı'nda düzenlenen bombalı saldırılarda hayatını kaybeden Tunuslu baba Tuğgeneral Doktor Fathi Bayoudh, IŞİD'e katılmak için İstanbul'a gelen 30 yaşındaki oğlunu kurtarmak umuduyla İstanbul'a geldi...[1] El Arabiya’nın haberine göre; Tunus Üniversitesi’nde dersler de veren Bayoudh, Bayoudh’un oğlunun daha önce İsviçre’de tıp okuduğu ve Suriye’ye Türkiye üzerinden geçtiği aktarıldı.[2] Farklı Tunus haber siteleri ve radyolar da Bayoudh'un Türkiye'de, oğlunu ikna etmek için bulunduğu bilgisini veren güvenlik kaynaklarına atıfta bulundu. Tunus hükümetine göre bugüne kadar 3500'den fazla Tunus vatandaşı IŞİD için savaşmak üzere Suriye, Irak ve Libya'ya gitti.[3]

Genellikle, medyada izlenilen kurban hikayelerinin ne kadar “gerçek”le örtüştüğü, ne oranda gerçeği yansıttığını bilme imkanı olmaz. Burada da, Tunuslu babanın hikayesiyle ilgili olarak, böyle bir niyet güdülmüyor. Yalnızca, medyada yer alan hikayeyle, bize sunulanla yetinilerek, nasıl bir hikayeyle karşı karşıya olduğumuz, bu hikaye vesilesiyle/üzerinden nasıl bir tartışma yürütüldüğü/yürütülebileceği, ilgi odağını oluşturuyor.

Baba

“Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü, kör oldum.
Yıkadılar, aldılar, götürdüler.
Babamdan ummazdım bunu kör oldum.”
Cemal Süreya

Haber basına yansıdığında, Tunus’un Al-Mehdiye bölgesindeki Ksour Essef (Qusur Al-Safa) köyünde doğup büyüyen, Tunus Askeri Hastanesi’nde pediatri bölüm başkanı olan Fathi Bayoudh’un (58) ölümü, askeri yetkililerce de doğrulanır. Savunma Bakanlığı sözcüsü, babanın tatil için yurt dışı izni aldığını, kendilerinde daha fazla bilgi bulunmadığını ve diğer hususların kişisel bir konu olduğunu söyler.[4] Bir askeri yetkiliyse, babanın, Tıp Fakültesi’nde okuyan kız arkadaşıyla birlikte IŞİD’e katılmak için kaçan, Türkiye’de, Suriye sınırında gözaltına alınan oğlunu ikna edip eve götürmek için mücadele ettiğini ifade eder.[5] Yakınların/arkadaşların ifadelerine dayandırılan haberlere göre, baba, Tunus Havacılık Akademisi’nde okuyan ve Suriye’deki IŞİD birliklerine katılmak için evden kaçan, Türkiye’ye ulaştıktan sonra kendisinden haber alamadığı oğlunu (Anouar) aramak için Türkiye’ye gitmiştir. İki aydır Türkiye’de oğlunu arayan ve onu içinde bulunduğu durumdan kurtarmaya çalışan baba, havalimanında, Tunus’tan gelen eşi ve kızını karşılamak için bulunmaktadır.[6]

Bayoudh’un hikayesinin uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmesinde, kurbanın bir doktor ve insancıl yanı olan bir kişi olmasnın etkili olduğu belirtilmektedir. 2011 Libya krizinde Fathi Bayoudh,Tunus’un güneyindeki bir mülteci kampında, 15.000 den fazla kadın, çocuk ve erkeğe yardım etmiştir. [7] Fransa’daki Montpellier Üniversitesi’nde profesör olan Gannoun Facebook’ta Fathi için “kahraman ve şehit bir baba” ifadelerini kullanır; iş arkadaşı Fathi’nin,birçok insani görevlerde bulunduğunu ifade eder.[8]

Kendisiyle yapılan bir röportajda anne (Sadia), eşi Fathi’yle birlikte, geçen yılın (2015) sonlarında oğulları 26 yaşındaki Anouar’ın Irak’taki Işid’e katıldığını ve sonra Suriye’ye geçtiğini, -diğer binlerce genç Tunus’lu gibi-, öğrendiklerini; bunun aileyi adeta yıktığını, kendisinin Ekim ayından sonra iki kalp krizi geçirdiğini, babanın, birkaç haftada 20 kilo kaybettiğini anlatır. Sadia’ya göre oğlu, süreç içinde IŞİD’in bir canavar olduğunu anlamış/ifade etmiş (“They were monsters”) ve cihatçılara karşı beslediği olumlu duyguları değişmiştir. Son iki aydır babası, Türkiye’de, oğlunu eve getirmek için elinden gelen herşeyi yapmış; ücretsiz izin alarak, Türkiye ile Tunus arasında mekik dokumuş, oğlunun izini bulmaya çalışmıştır. Anouar, artık IŞİD’in bir parçası olmak istemediğinden yüzünü rejim karşıtı ÖSO’ya çevirmiş, bu sırada Türkiye’de yakalanarak/tutuklanarak cezaevine konulmuştur. Patlamadan önceki gün baba oğlunun alıkonulduğu cezaevini bulmuş ve sevinçle eşine derhal Türkiye’ye gelmesini söylemiştir.[9]

"My husband... did the impossible to save his son," Saida said. On the day before the attack that claimed his life, Fathi finally received word that Anouar was on Turkish soil. "He was extremely happy... and he asked me to come quickly to Turkey," she said before sighing deeply. "On Tuesday, he was at the airport to meet me."

Özetle, Fathi Bayoudh, askeri bir hastanede pediatri bölümü başkanlığı görevini yürüten, askeri bir hekimdir. Oğullarının IŞİD’e katılması, anne ve baba üzerinde “yıkıcı” bir etki yapar, sağlık problemleri yaşamalarına neden olur. Geçmişte, insani yardım kapsamında yürütülen çeşitli faaliyetlere de katılan baba, ücretsiz izin alarak IŞİD’e katılan oğlunun peşine düşer, izini bulduğunda sevinçle haber verdiği ve Türkiye’ye gelmesini istediği eşini karşılamak için havalimanında bulunurken, patlayan bombaların hedefi olur. Uçakla Türkiye’den Tunus’a getirilen ve askeri tören düzenlenen cenazesi, Tunus’un güneyindeki doğup büyüdüğü kente defnedilir.  

Oğul

Annesi (Sadia) oğlu Anouar’ın Tıp okuduğunu ancak işsiz kaldığını, ayrıca hiçbir zaman “dindar” bir müslüman olmadığını söyler. Hiçbir zaman düzenli ibadet etmemiş ama dine karşı hep saygı duymuştur. Ekim ayında Anouar ailesine İsviçre’ye staj için gideceğini söyler, fakat bir ay geçmeden telefonla arayarak Irak’ta olduğunu ve IŞİD’e katıldığını bildirir. Daha sonra IŞİD hakkındaki fikirleri değişir, babasından kendisini kurtarmasını ister. Babasına gönderdiği mesajlarda IŞİD’i canavar olarak niteler ve onlardan korktuğunu belirtir. Tunuslu yetkililer, Türkiye’deki konsolosluğun aileyle aralık ayından beri temasta olduğunu ve Türkiye’nin, evine geri dönmesi için Anouar’ı serbest bırakmayı kabul ettiğini açıklar. Annesine göre, oğul henüz babasının akıbetini bilmemekte ve bir iki gün içinde, Cuma günü, Tunus’ta olacaktır. Anne, ana-babaları uyararak, çocuklarını dikkatle takip etmelerini, cihatçı gruplara karşı uyanık olmalarını belirtir ve kimsenin böyle bir problemden bağışık olmadığını hatırlatır.[10]

"My son left Daesh (IS) because he wanted to escape and return to Tunisia. He found out that they were monsters," she said. "He asked his father to rescue him... He was very afraid of these people," she said. "In the messages he sent his father, Anouar described them as monsters and would say that Daesh was a sham," she said.”


Tunus Başsavcılığı Sözcüsü Sufyan es-Suleyti (Sofiene Selliti), Anouar (Envar) ile kız arkadaşının, haklarında çıkartılan ulusal ve uluslararası talep doğrultusunda iade edildiğini ve Tunus Kartaca Uluslararası Havalimanı’nda yetkililer tarafından teslim alındığını açıklar (1 Temmuz, Cuma). Sözcü ayrıca, emniyete götürülen sanıkların, ‘terör örgütüne katılmak’ suçlamasıyla sorgulanmak üzere mahkemeye sevk edildiklerini bildirir.[11] Savcı, babasının ölümünü öğrenen Anouar’ın sinir krizi geçirdiğini, bunun üzerine, cumartesi gecesi, askeri hastanenin psikiyatri servisine sevk edilmesi emrini verdiğini ifade eder.[12]

Anouar, sıkça, Tunus’taki iki camiye gittiğini, bunlardan birinin Nasr semtinde olduğunu ve orada arkadaşlarının kendisini Suriye’deki IŞİD’e “insani yardım (charity work)” amacıyla katılmaya ikna ettiklerini kabul eder. Eski arkadaşlarından biri aracılığıyla IŞİD ile iletişim kurar ve onlar kendisini Suriye ve Irak seyahatine ikna ederler. Grup, ona, Suriye’de bulunma amaçlarının İslam dininin korunması olduğunu söyler. IŞİD’e, savaşta yaralananlara insani/tıbbi yardım amacıyla çağrıldığını ifade eden Anouar, IŞİD’in kendisi ve kız arkadaşından/eşinden (IŞİD, nikah kıydırmıştır) “cihat”a katılmaları ve savaşmalarını istediğini, bunun üzerine bölgedeki bazı Suriyeli, Iraklı ve Tunusluların yardımıyla kaçtığını iddia eder. Türkiye’den Tunus’a gönderilen Anouar’ın, havalimanında (Tunus) tutuklanmaya direnmediği, bu süreçte tanık olduklarının/yaşadıklarının onu serseme çevirdiği; pişmanlık ve vicdan azabı içinde olduğu belirtilir.[13] Bir yoruma göre, Mauritania’da iki yıl tıp okuyan, daha sonra bu eğitim bırakıp pilotluk kurslarına katılan Anouar, IŞİD’de sadece hekim olarak görev yapmış, ön cephede olmamış ve asla kimseyi öldürmemiştir.[14]

Oğullar

Tunus hükümetine göre bugüne kadar 3500'den fazla Tunus vatandaşı IŞİD için savaşmak üzere Suriye, Irak ve Libya'ya gitmiştir.[15] IŞD tarafından devşirilenlerin çoğunluğu kuzey Afrika’nın fakir/gelişmemiş bölgelerinden; yalnızca küçük bir kısmıysa meslek sahibi/eğitimli kesimdendir.[16] Oysa Anouar, Tunus’tan IŞİD’e katılan bir çok genç gibi, orta sınıftan, iyi bir aileden gelme, iyi eğitimli ve meslek sahibi bir kişidir. Aynı lisede okuduğu kız arkadaşıyla birlikte, IŞİD’e katılmak için Rakka’ya gitmiş, ana-baba, oğullarını geri döndürmek için, Maghreb’teki tek STK olan RATTA (Rescue Association for Tunisian Trapped Abroad) örgütünden yardım istemiş/almıştır. Rakka’da neler yaşandı bilinmez ama baba oğlunu geri dönmeye ikna eder ve Anouar Suriye sınırında Türk yetkililer tarafından yakalanır.[17]

Bir başka kaynağa göre Tunus’tan IŞİD’e katılan yaklaşık 5.000 genç bulunmaktadır. Çocukları IŞİD’e katılan ailelere yardım eden RATTA’dan Mohammed Iqbal Ben Rejab, Fathi’nin önemli kişilerle bağlantı kurabilmesinin, oğlunun izini sürmesine/bulmasına imkan sağladığını söyler. Ona göre, aynı durumdaki birçok aile maalesef bu imkandan ve devlet desteğinden yoksundur: “Türkiye’ye gidebilmek, oğullarını IŞİD’den ayrılmaya iknaya çalışmak için her şeyini feda eden birçok ana-baba var. Kimisi masrafları karşılamak için evlerini satmış mesela. Geçmişte Tunus güvenlik güçleri, savaşçıların ailelerini etiketler/suçlardı. Bu vaka, bunun herkesin başına gelebileceğini, Bayoudh’un oğlunun (Anouar) ülkenin elit kesiminden olması, sorunun “cahillik ve yoksulluk”un ötesine uzandığını gösterdi. Kızı IŞİD’e katılan Olfa Hamrouni, etiketlenmiş ve toplumdan dışlanmıştı ve fakir-imtiyazsız kesimden geliyordu. Tunuslu yetkililer onun çocuğunu kurtarma çaba ve çığlığını görmezden-duymazdan gelmişti.” Youssef Cherif, IŞİD’in Tunuslulara neden çekici geldiğini, eski devlet başkanı Zine al-Abedine Ben Ali’nin tahrip ettiği Tunus kimliği nedeniyle yaşanan “kimlik krizi”ne bağlar.[18]

Sonuç olarak, Bayoudh’un hikayesi üzerinden, benzer durumda olan diğer ailelerin dezavantajlı konumları, onların yeterli destek/yardım yardım görmedikleri ve IŞİD’e katılımın “cahil ve fakir” kesimlerle sınırlı olmadığı hususları gündeme taşınmaya çalışıldığı söylenebilir.

Babalar

Televizyonda yayımlanan bir kamu spotunda, sigara içen babalar, birlikte eğlendikleri, spor yaptıkları çocuklarına ayak uyduramaz, “hadi baba, sen yaparsın” diyerek yüreklendirilir ve sigara içmeyin ki bu anları doya doya yaşayın mesajı verilir. Bir yazar, bu kamu spotunu şöyle eleştirir: “Hadi baba… hadi baba diyerek nefes alamayan babalarını zorlayan vurdum duymaz çocukları izleyince kalkıp bir sigara yakmak istiyorum. Velev ki baba sigara tiryakisi bir kişidir. Ama çocuklarıyla birlikte ormanın keyfini yaşarken, yürürken, bisiklete binerken, dans ederken onlarla birlikte keyifli dakikalar yaşıyor. Ama bırakamadığı sigara nefesini zorluyor. Unutmayalım ki, babalar çocuklarından en az 25-30 yaş belki daha fazla yaşı olan insanlardır.
Hangi sebeple olursa olsun. Bir baba keyifli bir zaman yaşarken birden fenalaşıp nefes almakta zorlanıyorsa kravatını gevşetmeye çalışıyorsa, bir ağaca yaslanıp veya elini dizlerine koyup dinlenmeye çalışıyorsa “hadi baba sen yaparsın mı?” denir. Babası fenalaşan çocuklar endişe duyup telaşlanmaz mı? Bir sağlık sorunu yaşanırken bisikletten bile inmeden nefes almakta zorlanan babasına hadi baba diye seslenir mi? Durmadan hadi baba… hadi baba…sen yaparsın diyen çocukları izledikten sonra “sigarayı bırakın” sözleri insana diken gibi batıyor. İçimden “ey babalar daha çok sigara için de böyle çocuklardan bir an önce kurtulun demek geliyor.[19]

Birisi zihninde tikel iyi bir kişi olmaksızın gerçekte iyi bir kişi hakkında yazamaz diyen Agnes Heller için bu kişi babasıdır: “Bu kitapta hiçbir şey icat etmedim. Sadece bana babam tarafından aktarılan izlek üzerine çeşitlemeler yazdım. (…) Babamın mirasını aldım, onun üzerinde çalıştım ve çocuklarım Zsuzsa ve Yuri’ye aktardım.[20] Heller, ahlaki deneyim ve bilgeliğin aktarımıyla ilgili olarak da şunları belirtir: “Tüm pozitif bağlılıklarımızın bir mecburiyet olarak aktarılması ahlaki deneyimin ve bilgeliğin aktarımının modern öncesi biçimidir. Bu geleneksel toplumlarda kuraldı; ve inançla, samimiyetle, gönülden takip edildiğinde işe yarardı. Fakat bugünlerde artık işe yaramıyor, hatta iyi niyetle ve içtenlikle olsa bile. Bu tam da Turgenyev’in meşhur romanındaki babalarla oğullarının hikayesinin özüdür.

Heller’a göre “kötülük”; yıkıcıdır (ahlaki kışkırtma olmaksızın), akıldışıdır, korku kaynağıdır ve (bu arada) ayartıcıdır da, ya da en azından huşunun nesnesi ya da öznesidir. Kötülük, bir vebadır, iktidardır ve bulaşıcıdır: “Kötülüğün şeytani karakteri, çekim gücü her halükarda iktidarla bağlantılıdır. Bu siyasi iktidar, bilgi iktidarı ya da karakter (istenç) iktidarı olabilir. Kötülük ve iktidarın ortakyaşarlığını öngörmek için Hitler ve Stalin gibi kötülük dolu iktidarların canavarca simgelerini düşünmek gerekmez. Kötücül düsturlarıyla bu insanların “yeraltı”nı uyandırarak etraflarındaki her canlı varlığa zarar veren insanlarla hepimiz karşılaşırız. Böylesi insanların bütün milletleri, ırkları, toplumsal sınıfları mahvedecek konumda olup olmamaları ya da yıkıcı iktidarlarını küçük çevrelerde kullanıp kullanmamaları sadece şansa bağlıdır. Kötülük sırf iktidar olsaydı, ona kim direnemezdi ki? Ama kötülük aynı zamanda baştan çıkarmadır; baştan çıkarmaya da sadece, iyilik düsturlarını inatla takip ettikleri için kötülük düsturlarına asla kapılmayanlar karşı koyabilir. İyi düsturlar olmaksızın, iyi huylu insanlar bile kötü düsturlara, tamamen kapılıp gitmeseler bile, kanabilirler.(…) Kötülük düsturları farklı hayat deneyimlerine, durumlara ve hüsranlara seslenir. Bir kötülük düsturu bir tür insanı, bir başkası da başka türden bir insanı ele geçirir. Bir kişi kötülüğe güçlü bir eğilim duyarken, kötücül düsturlar oluşturacak kadar bilgiç de olabilir. Bir diğerinin ise kapılmak için tam tekmil bir kötülük vebasına yakalanması gerekir. Doğru fırsat ortaya çıkmışsa, kötülüğün şeytani iktidarına insanı şaşırtacak kadar az direniş gösterilir. Sıradan, “normal”, ortalama ve dürüst insanlar kötülüğe boyun eğebilir ve ete kemiğe bürünmüş kötülük haline gelebilirler. Thomas Mann’ın kısa hikayesi “Mario ve Sihirbaz” bu sorunun özüne dokunmuştur; “Hayır” demek yetmez, çünkü sadece kötülüğü reddetmekle yetinenler her zaman kötülüğün eline geçme tehlikesi içindedir. Tek etkili karşı çıkış, bıkıp usanmadan iyicil düsturları onaylamak ve bu “Evet”e kayıtsız şartsız yapışmaktır.”  

Hikayeye göre Anouar Bayoudh, -Heller’ın işaret ettiği gibi-, “eğitimli, meslek sahibi” olmasına rağmen kötücül olana kanar, ancak kötülük yolunda fazla ilerlemeden “kötücül olan”ın “kötü” olduğunun farkına varırı ve uyanır; daha önce ana-babasına “yalan” söyleyerek girdiği yoldan, yine onların yardımıyla çıkmaya çalışır. Hikaye bize, bir yönüyle, kötüyü/kötücül olanı tanımanın ve karşı koymanın güçlüğünü, böyle bir güçlük karşısında “yalan”a başvurmanın “kapılıp gitme”yi nasıl mümkün kıldığını gösterir. Belki bu hikayenin “kanan/kandırılan” karakteri için de yalanı meşrulaştıran cümle aynıdır: “İzin istesem vermezdiniz ki!” Bu, “izin”i, “bilgi verme”ye indirgeyen bildik gerekçeyle, etik “norm” çiğnenmiş; yola çıkmanın kapısıyla birlikte, başka “çiğneme”lerin de önü açılmıştır. Buna rağmen baba oğlunun peşine düşer. Artık onun çabası, yalnızca kendi oğlunu kurtarma sonucunu doğurmayacak, buna yönelik olsun veya olmasın, oğlunun başkalarına verebileceği kötülüğü de önlemeye yarayacaktır. Böylece Fathi, Heller’ın babasının yazdığı gibi, “iyiliğin zaferi”ne minik de olsa bir katkı yaparak ayrılır bu dünyadan. Ölmek ya da ölmemek, işte bütün mesele bu, değil! Bütün, mesele değil! Mesele, bütün değil!  




                                   




[17] 17 Temmuz 2016, Educated and wealthy: The jihadists of the middle class, http://www.srf.ch/kultur/gesellschaft-religion/gebildet-und-wohlhabend-die-dschihadisten-der-mittelschicht


[20] Agnes Heller, Bir Ahlak Kuramı, Ayrıntı, 2006