“Sevgili Kızım Agi, ne vakit
beni düşünsen, şunu hatırlamalısın ki
eğer sevginin yolunu seçersen, yaşamın dengeli ve uyumlu olacaktır; ihtiyacın
olan sadece babana verilmiş şanstan biraz daha fazla şansa sahip olmak; o zaman
senin için her şey yolunda gidecektir… Son yıllarda olmuş her şeye rağmen,
inancımı kaybetmedim… Kötülük bir süre muzaffer olabilir, fakat en sonunda
zafer iyinin olacaktır. Her iyi kişinin bu nihai zafere çok küçük de olsa bir
katkısı olacaktır… Lütfen beni, arkadaşça ve keyifli bir biçimde hatırla.”
(Heller, 2006)
Bir
bomba patlar, “haber”imiz olur Ekranın
altında kayan yazıyla verilen “sıcak gelişme”de kurbanlar, önce, miktarı zaman
içinde artan/eksilen “sayı”lardan ibarettir. Soğurken “olay”, sayılara dahil
olan “ölü”lerin (yaralıların değil) hikayeleri yansır ekranlara. Ekranın hızına,
önceliklerine göre kurgulanan bu kısa ve görsel öyküler, çarpıcı olanı,
“dramatik/trajik” olarak nitelendirilebilecek detayları öne çıkarır.
İstanbul-Atatürk Havalimanı’nda gerçekleştirilen terör saldırısının “haber”
serüveni de (28 Haziran 2016) benzer bir seyir izledi; sayılarla başlayan
“kurban”lık, öykülerle devam etti. “Trajik” olan detaylarıyla bir kurbanın,
Tunuslu baba Fathi Bayoudh’un hikayesi, ulusal ve uluslararası medyanın
ilgisini/dikkatini çekti.
IŞİD’in
patlattığı bombalar nedeniyle hayatını kaybeden kurbanlardan biri olan Tunuslu
baba, IŞİD’e katılan oğlunu kurtarmak için Türkiye’de bulunuyor, olay anında,
Tunus’tan gelecek eşini karşılamak amacıyla havalimanında bekliyordu. Hikayeyi,
“oğul”un katıldığı bir örgütün düzenlediği saldırıda “baba”nın ölmesi dramatik
kılmış, böylece, diğer kurban hikayelerine oranla, Tunuslu babanın hikayesine medyada
daha ayrıntılı biçimde yer verilmiş olabilir.
“Al
Jazeera'nin AFP, Reuters ve Al Arabiya'dan derlediği habere göre İstanbul'da Atatürk Havalimanı'nda düzenlenen bombalı
saldırılarda hayatını kaybeden Tunuslu baba Tuğgeneral Doktor Fathi Bayoudh,
IŞİD'e katılmak için İstanbul'a gelen 30 yaşındaki oğlunu kurtarmak umuduyla
İstanbul'a geldi...[1]
El Arabiya’nın haberine göre; Tunus Üniversitesi’nde dersler de veren Bayoudh,
Bayoudh’un oğlunun daha önce İsviçre’de tıp okuduğu ve Suriye’ye Türkiye
üzerinden geçtiği aktarıldı.[2]
Farklı Tunus haber siteleri ve radyolar da Bayoudh'un Türkiye'de, oğlunu ikna
etmek için bulunduğu bilgisini veren güvenlik kaynaklarına atıfta bulundu.
Tunus hükümetine göre bugüne kadar 3500'den fazla Tunus vatandaşı IŞİD için
savaşmak üzere Suriye, Irak ve Libya'ya gitti.[3] “
Genellikle,
medyada izlenilen kurban hikayelerinin ne kadar “gerçek”le örtüştüğü, ne oranda
gerçeği yansıttığını bilme imkanı olmaz. Burada da, Tunuslu babanın hikayesiyle
ilgili olarak, böyle bir niyet güdülmüyor. Yalnızca, medyada yer alan
hikayeyle, bize sunulanla yetinilerek, nasıl bir hikayeyle karşı karşıya
olduğumuz, bu hikaye vesilesiyle/üzerinden nasıl bir tartışma yürütüldüğü/yürütülebileceği,
ilgi odağını oluşturuyor.
Baba
“Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü, kör oldum.
Yıkadılar, aldılar, götürdüler.
Babamdan ummazdım bunu kör oldum.”
Benim bir kere öldü, kör oldum.
Yıkadılar, aldılar, götürdüler.
Babamdan ummazdım bunu kör oldum.”
Cemal Süreya
Haber
basına yansıdığında, Tunus’un Al-Mehdiye bölgesindeki Ksour Essef (Qusur Al-Safa) köyünde doğup büyüyen, Tunus
Askeri Hastanesi’nde pediatri bölüm başkanı olan Fathi Bayoudh’un (58) ölümü,
askeri yetkililerce de doğrulanır. Savunma Bakanlığı sözcüsü, babanın tatil
için yurt dışı izni aldığını, kendilerinde daha fazla bilgi bulunmadığını ve
diğer hususların kişisel bir konu olduğunu söyler.[4]
Bir askeri yetkiliyse, babanın, Tıp Fakültesi’nde okuyan kız arkadaşıyla
birlikte IŞİD’e katılmak için kaçan, Türkiye’de, Suriye sınırında gözaltına
alınan oğlunu ikna edip eve götürmek için mücadele ettiğini ifade eder.[5]
Yakınların/arkadaşların ifadelerine dayandırılan haberlere göre, baba, Tunus
Havacılık Akademisi’nde okuyan ve Suriye’deki IŞİD birliklerine katılmak için
evden kaçan, Türkiye’ye ulaştıktan sonra kendisinden haber alamadığı oğlunu
(Anouar) aramak için Türkiye’ye gitmiştir. İki aydır Türkiye’de oğlunu arayan
ve onu içinde bulunduğu durumdan kurtarmaya çalışan baba, havalimanında,
Tunus’tan gelen eşi ve kızını karşılamak için bulunmaktadır.[6]
Bayoudh’un
hikayesinin uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmesinde, kurbanın bir doktor
ve insancıl yanı olan bir kişi olmasnın etkili olduğu belirtilmektedir. 2011
Libya krizinde Fathi Bayoudh,Tunus’un güneyindeki bir mülteci kampında, 15.000
den fazla kadın, çocuk ve erkeğe yardım etmiştir. [7] Fransa’daki
Montpellier Üniversitesi’nde profesör olan Gannoun Facebook’ta Fathi için “kahraman
ve şehit bir baba” ifadelerini kullanır; iş arkadaşı Fathi’nin,birçok insani
görevlerde bulunduğunu ifade eder.[8]
Kendisiyle
yapılan bir röportajda anne (Sadia), eşi Fathi’yle birlikte, geçen yılın (2015)
sonlarında oğulları 26 yaşındaki Anouar’ın Irak’taki Işid’e katıldığını ve
sonra Suriye’ye geçtiğini, -diğer binlerce genç Tunus’lu gibi-, öğrendiklerini;
bunun aileyi adeta yıktığını, kendisinin Ekim ayından sonra iki kalp krizi
geçirdiğini, babanın, birkaç haftada 20 kilo kaybettiğini anlatır. Sadia’ya
göre oğlu, süreç içinde IŞİD’in bir canavar olduğunu anlamış/ifade etmiş (“They
were monsters”) ve cihatçılara karşı beslediği olumlu duyguları değişmiştir.
Son iki aydır babası, Türkiye’de, oğlunu eve getirmek için elinden gelen
herşeyi yapmış; ücretsiz izin alarak, Türkiye ile Tunus arasında mekik dokumuş,
oğlunun izini bulmaya çalışmıştır. Anouar, artık IŞİD’in bir parçası olmak
istemediğinden yüzünü rejim karşıtı ÖSO’ya çevirmiş, bu sırada Türkiye’de yakalanarak/tutuklanarak
cezaevine konulmuştur. Patlamadan önceki gün baba oğlunun alıkonulduğu
cezaevini bulmuş ve sevinçle eşine derhal Türkiye’ye gelmesini söylemiştir.[9]
"My
husband... did the impossible to save his son," Saida said. On the day
before the attack that claimed his life, Fathi finally received word that
Anouar was on Turkish soil. "He was extremely happy... and he asked me to
come quickly to Turkey," she said before sighing deeply. "On Tuesday,
he was at the airport to meet me."
Özetle,
Fathi Bayoudh, askeri bir hastanede pediatri bölümü başkanlığı görevini
yürüten, askeri bir hekimdir. Oğullarının IŞİD’e katılması, anne ve baba
üzerinde “yıkıcı” bir etki yapar, sağlık problemleri yaşamalarına neden olur.
Geçmişte, insani yardım kapsamında yürütülen çeşitli faaliyetlere de katılan
baba, ücretsiz izin alarak IŞİD’e katılan oğlunun peşine düşer, izini
bulduğunda sevinçle haber verdiği ve Türkiye’ye gelmesini istediği eşini
karşılamak için havalimanında bulunurken, patlayan bombaların hedefi olur. Uçakla
Türkiye’den Tunus’a getirilen ve askeri tören düzenlenen cenazesi, Tunus’un
güneyindeki doğup büyüdüğü kente defnedilir.
Oğul
Annesi
(Sadia) oğlu Anouar’ın Tıp okuduğunu ancak işsiz kaldığını, ayrıca hiçbir zaman
“dindar” bir müslüman olmadığını söyler. Hiçbir zaman düzenli ibadet etmemiş
ama dine karşı hep saygı duymuştur. Ekim ayında Anouar ailesine İsviçre’ye staj
için gideceğini söyler, fakat bir ay geçmeden telefonla arayarak Irak’ta
olduğunu ve IŞİD’e katıldığını bildirir. Daha sonra IŞİD hakkındaki fikirleri
değişir, babasından kendisini kurtarmasını ister. Babasına gönderdiği
mesajlarda IŞİD’i canavar olarak niteler ve onlardan korktuğunu belirtir.
Tunuslu yetkililer, Türkiye’deki konsolosluğun aileyle aralık ayından beri temasta
olduğunu ve Türkiye’nin, evine geri dönmesi için Anouar’ı serbest bırakmayı
kabul ettiğini açıklar. Annesine göre, oğul henüz babasının akıbetini bilmemekte
ve bir iki gün içinde, Cuma günü, Tunus’ta olacaktır. Anne, ana-babaları
uyararak, çocuklarını dikkatle takip etmelerini, cihatçı gruplara karşı uyanık
olmalarını belirtir ve kimsenin böyle bir problemden bağışık olmadığını hatırlatır.[10]
"My
son left Daesh (IS) because he wanted to escape and return to Tunisia. He found
out that they were monsters," she said. "He asked his father to
rescue him... He was very afraid of these people," she said. "In the messages he sent his father, Anouar
described them as monsters and would say that Daesh was a sham," she
said.”
Tunus Başsavcılığı
Sözcüsü Sufyan es-Suleyti (Sofiene Selliti), Anouar (Envar) ile kız
arkadaşının, haklarında çıkartılan ulusal ve uluslararası talep doğrultusunda
iade edildiğini ve Tunus Kartaca Uluslararası Havalimanı’nda yetkililer
tarafından teslim alındığını açıklar (1 Temmuz, Cuma). Sözcü ayrıca, emniyete
götürülen sanıkların, ‘terör örgütüne katılmak’ suçlamasıyla sorgulanmak üzere
mahkemeye sevk edildiklerini bildirir.[11]
Savcı, babasının ölümünü öğrenen Anouar’ın sinir krizi geçirdiğini, bunun
üzerine, cumartesi gecesi, askeri hastanenin psikiyatri servisine sevk edilmesi
emrini verdiğini ifade eder.[12]
Anouar,
sıkça, Tunus’taki iki camiye gittiğini, bunlardan birinin Nasr semtinde
olduğunu ve orada arkadaşlarının kendisini Suriye’deki IŞİD’e “insani yardım
(charity work)” amacıyla katılmaya ikna ettiklerini kabul eder. Eski
arkadaşlarından biri aracılığıyla IŞİD ile iletişim kurar ve onlar kendisini Suriye
ve Irak seyahatine ikna ederler. Grup, ona, Suriye’de bulunma amaçlarının İslam
dininin korunması olduğunu söyler. IŞİD’e, savaşta yaralananlara insani/tıbbi
yardım amacıyla çağrıldığını ifade eden Anouar, IŞİD’in kendisi ve kız
arkadaşından/eşinden (IŞİD, nikah kıydırmıştır) “cihat”a katılmaları ve
savaşmalarını istediğini, bunun üzerine bölgedeki bazı Suriyeli, Iraklı ve Tunusluların
yardımıyla kaçtığını iddia eder. Türkiye’den Tunus’a gönderilen Anouar’ın,
havalimanında (Tunus) tutuklanmaya direnmediği, bu süreçte tanık
olduklarının/yaşadıklarının onu serseme çevirdiği; pişmanlık ve vicdan azabı
içinde olduğu belirtilir.[13]
Bir yoruma göre, Mauritania’da iki yıl tıp okuyan, daha sonra bu eğitim bırakıp
pilotluk kurslarına katılan Anouar, IŞİD’de sadece hekim olarak görev yapmış,
ön cephede olmamış ve asla kimseyi öldürmemiştir.[14]
Oğullar
Tunus hükümetine göre
bugüne kadar 3500'den fazla Tunus vatandaşı IŞİD için savaşmak üzere Suriye,
Irak ve Libya'ya gitmiştir.[15]
IŞD tarafından devşirilenlerin çoğunluğu kuzey Afrika’nın fakir/gelişmemiş
bölgelerinden; yalnızca küçük bir kısmıysa meslek sahibi/eğitimli kesimdendir.[16]
Oysa Anouar, Tunus’tan IŞİD’e katılan bir çok genç gibi, orta sınıftan, iyi bir
aileden gelme, iyi eğitimli ve meslek sahibi bir kişidir. Aynı lisede okuduğu
kız arkadaşıyla birlikte, IŞİD’e katılmak için Rakka’ya gitmiş, ana-baba,
oğullarını geri döndürmek için, Maghreb’teki tek STK olan RATTA (Rescue
Association for Tunisian Trapped Abroad) örgütünden yardım istemiş/almıştır. Rakka’da
neler yaşandı bilinmez ama baba oğlunu geri dönmeye ikna eder ve Anouar Suriye
sınırında Türk yetkililer tarafından yakalanır.[17]
Bir başka kaynağa göre Tunus’tan IŞİD’e
katılan yaklaşık 5.000 genç bulunmaktadır. Çocukları IŞİD’e katılan ailelere
yardım eden RATTA’dan Mohammed Iqbal Ben Rejab, Fathi’nin önemli kişilerle
bağlantı kurabilmesinin, oğlunun izini sürmesine/bulmasına imkan sağladığını
söyler. Ona göre, aynı durumdaki birçok aile maalesef bu imkandan ve devlet
desteğinden yoksundur: “Türkiye’ye
gidebilmek, oğullarını IŞİD’den ayrılmaya iknaya çalışmak için her şeyini feda
eden birçok ana-baba var. Kimisi masrafları karşılamak için evlerini satmış
mesela. Geçmişte Tunus güvenlik güçleri, savaşçıların ailelerini
etiketler/suçlardı. Bu vaka, bunun herkesin başına gelebileceğini, Bayoudh’un
oğlunun (Anouar) ülkenin elit kesiminden olması, sorunun “cahillik ve
yoksulluk”un ötesine uzandığını gösterdi. Kızı IŞİD’e katılan Olfa Hamrouni,
etiketlenmiş ve toplumdan dışlanmıştı ve fakir-imtiyazsız kesimden geliyordu.
Tunuslu yetkililer onun çocuğunu kurtarma çaba ve çığlığını görmezden-duymazdan
gelmişti.” Youssef Cherif, IŞİD’in Tunuslulara neden çekici geldiğini, eski
devlet başkanı Zine al-Abedine Ben Ali’nin tahrip ettiği Tunus kimliği
nedeniyle yaşanan “kimlik krizi”ne bağlar.[18]
Sonuç
olarak, Bayoudh’un hikayesi üzerinden, benzer durumda olan diğer ailelerin
dezavantajlı konumları, onların yeterli destek/yardım yardım görmedikleri ve
IŞİD’e katılımın “cahil ve fakir” kesimlerle sınırlı olmadığı hususları gündeme
taşınmaya çalışıldığı söylenebilir.
Babalar
Televizyonda yayımlanan bir kamu spotunda,
sigara içen babalar, birlikte eğlendikleri, spor yaptıkları çocuklarına ayak
uyduramaz, “hadi baba, sen yaparsın” diyerek yüreklendirilir ve sigara içmeyin
ki bu anları doya doya yaşayın mesajı verilir. Bir yazar, bu kamu spotunu şöyle
eleştirir: “Hadi baba… hadi baba diyerek nefes alamayan babalarını
zorlayan vurdum duymaz çocukları izleyince kalkıp bir sigara yakmak istiyorum.
Velev ki baba sigara tiryakisi bir kişidir. Ama çocuklarıyla birlikte ormanın
keyfini yaşarken, yürürken, bisiklete binerken, dans ederken onlarla birlikte
keyifli dakikalar yaşıyor. Ama bırakamadığı sigara nefesini zorluyor.
Unutmayalım ki, babalar çocuklarından en az 25-30 yaş belki daha fazla yaşı
olan insanlardır.
Hangi sebeple olursa olsun. Bir baba keyifli bir zaman
yaşarken birden fenalaşıp nefes almakta zorlanıyorsa kravatını gevşetmeye
çalışıyorsa, bir ağaca yaslanıp veya elini dizlerine koyup dinlenmeye
çalışıyorsa “hadi baba sen yaparsın mı?” denir. Babası fenalaşan çocuklar
endişe duyup telaşlanmaz mı? Bir sağlık sorunu yaşanırken bisikletten bile
inmeden nefes almakta zorlanan babasına hadi baba diye seslenir mi? Durmadan
hadi baba… hadi baba…sen yaparsın diyen çocukları izledikten sonra “sigarayı
bırakın” sözleri insana diken gibi batıyor. İçimden “ey babalar daha çok sigara
için de böyle çocuklardan bir an önce kurtulun demek geliyor.”[19]
Birisi zihninde tikel
iyi bir kişi olmaksızın gerçekte iyi bir kişi hakkında yazamaz diyen Agnes
Heller için bu kişi babasıdır: “Bu kitapta hiçbir şey icat etmedim. Sadece
bana babam tarafından aktarılan izlek üzerine çeşitlemeler yazdım. (…) Babamın
mirasını aldım, onun üzerinde çalıştım ve çocuklarım Zsuzsa ve Yuri’ye
aktardım.”[20]
Heller, ahlaki deneyim ve bilgeliğin aktarımıyla ilgili olarak da şunları
belirtir: “Tüm pozitif bağlılıklarımızın bir mecburiyet olarak aktarılması ahlaki
deneyimin ve bilgeliğin aktarımının modern öncesi biçimidir. Bu geleneksel
toplumlarda kuraldı; ve inançla, samimiyetle, gönülden takip edildiğinde işe
yarardı. Fakat bugünlerde artık işe yaramıyor, hatta iyi niyetle ve içtenlikle
olsa bile. Bu tam da Turgenyev’in meşhur romanındaki babalarla oğullarının
hikayesinin özüdür.”
Heller’a göre
“kötülük”; yıkıcıdır (ahlaki kışkırtma olmaksızın), akıldışıdır, korku
kaynağıdır ve (bu arada) ayartıcıdır da, ya da en azından huşunun nesnesi ya da
öznesidir. Kötülük, bir vebadır, iktidardır ve bulaşıcıdır: “Kötülüğün
şeytani karakteri, çekim gücü her halükarda iktidarla bağlantılıdır. Bu siyasi
iktidar, bilgi iktidarı ya da karakter (istenç) iktidarı olabilir. Kötülük ve
iktidarın ortakyaşarlığını öngörmek için Hitler ve Stalin gibi kötülük dolu
iktidarların canavarca simgelerini düşünmek gerekmez. Kötücül düsturlarıyla bu
insanların “yeraltı”nı uyandırarak etraflarındaki her canlı varlığa zarar veren
insanlarla hepimiz karşılaşırız. Böylesi insanların bütün milletleri, ırkları,
toplumsal sınıfları mahvedecek konumda olup olmamaları ya da yıkıcı iktidarlarını
küçük çevrelerde kullanıp kullanmamaları sadece şansa bağlıdır. Kötülük sırf
iktidar olsaydı, ona kim direnemezdi ki? Ama kötülük aynı zamanda baştan
çıkarmadır; baştan çıkarmaya da sadece, iyilik düsturlarını inatla takip
ettikleri için kötülük düsturlarına asla kapılmayanlar karşı koyabilir. İyi
düsturlar olmaksızın, iyi huylu insanlar bile kötü düsturlara, tamamen kapılıp
gitmeseler bile, kanabilirler.(…) Kötülük düsturları farklı hayat
deneyimlerine, durumlara ve hüsranlara seslenir. Bir kötülük düsturu bir tür
insanı, bir başkası da başka türden bir insanı ele geçirir. Bir kişi kötülüğe
güçlü bir eğilim duyarken, kötücül düsturlar oluşturacak kadar bilgiç de
olabilir. Bir diğerinin ise kapılmak için tam tekmil bir kötülük vebasına
yakalanması gerekir. Doğru fırsat ortaya çıkmışsa, kötülüğün şeytani iktidarına
insanı şaşırtacak kadar az direniş gösterilir. Sıradan, “normal”, ortalama ve
dürüst insanlar kötülüğe boyun eğebilir ve ete kemiğe bürünmüş kötülük haline
gelebilirler. Thomas Mann’ın kısa hikayesi “Mario ve Sihirbaz” bu sorunun özüne
dokunmuştur; “Hayır” demek yetmez, çünkü sadece kötülüğü reddetmekle yetinenler
her zaman kötülüğün eline geçme tehlikesi içindedir. Tek etkili karşı çıkış,
bıkıp usanmadan iyicil düsturları onaylamak ve bu “Evet”e kayıtsız şartsız
yapışmaktır.”
Hikayeye göre Anouar
Bayoudh, -Heller’ın işaret ettiği gibi-, “eğitimli, meslek sahibi” olmasına
rağmen kötücül olana kanar, ancak kötülük yolunda fazla ilerlemeden “kötücül
olan”ın “kötü” olduğunun farkına varırı ve uyanır; daha önce ana-babasına
“yalan” söyleyerek girdiği yoldan, yine onların yardımıyla çıkmaya çalışır.
Hikaye bize, bir yönüyle, kötüyü/kötücül olanı tanımanın ve karşı koymanın
güçlüğünü, böyle bir güçlük karşısında “yalan”a başvurmanın “kapılıp gitme”yi
nasıl mümkün kıldığını gösterir. Belki bu hikayenin “kanan/kandırılan”
karakteri için de yalanı meşrulaştıran cümle aynıdır: “İzin istesem vermezdiniz
ki!” Bu, “izin”i, “bilgi verme”ye indirgeyen bildik gerekçeyle, etik “norm”
çiğnenmiş; yola çıkmanın kapısıyla birlikte, başka “çiğneme”lerin de önü
açılmıştır. Buna rağmen baba oğlunun peşine düşer. Artık onun çabası, yalnızca
kendi oğlunu kurtarma sonucunu doğurmayacak, buna yönelik olsun veya olmasın,
oğlunun başkalarına verebileceği kötülüğü de önlemeye yarayacaktır. Böylece Fathi,
Heller’ın babasının yazdığı gibi, “iyiliğin zaferi”ne minik de olsa bir katkı
yaparak ayrılır bu dünyadan. Ölmek ya da ölmemek, işte bütün mesele bu, değil!
Bütün, mesele değil! Mesele, bütün değil!
[2] http://www.sozcu.com.tr/2016/dunya/tunuslu-general-fathi-bayoudh-oglunu-isidden-kurtarmak-icin-turkiyeye-geldi-ataturk-havalimanindaki-saldirida-hayatini-kaybetti-1297315/
[3] http://t24.com.tr/haber/ataturk-havalimanindaki-saldirida-olen-tunuslu-askeri-doktor-iside-katilan-oglunun-pesindeydi,347813
[4] http://english.aawsat.com/2016/06/article55353644/tunisian-brigadier-identified-among-ataturk-airport-victims
[6] http://english.aawsat.com/2016/06/article55353644/tunisian-brigadier-identified-among-ataturk-airport-victims
[7] https://www.alaraby.co.uk/english/society/2016/7/1/the-death-shaking-tunisia-and-re-imagining-the-is-recruit?utm_source=twitter&utm_medium=sf
[9] http://www.dailymail.co.uk/wires/afp/article-3670339/Tunis-father-IS-rescue-bid-dies-Istanbul-airport-attacks.html
[10] http://www.dailymail.co.uk/wires/afp/article-3670339/Tunis-father-IS-rescue-bid-dies-Istanbul-airport-attacks.html
[16] https://www.theguardian.com/world/2016/jun/29/doctor-killed-in-istanbul-attack-was-trying-to-retrieve-son-from-isis
[17] 17 Temmuz 2016, Educated and wealthy: The
jihadists of the middle class, http://www.srf.ch/kultur/gesellschaft-religion/gebildet-und-wohlhabend-die-dschihadisten-der-mittelschicht
[18] https://www.alaraby.co.uk/english/society/2016/7/1/the-death-shaking-tunisia-and-re-imagining-the-is-recruit?utm_source=twitter&utm_medium=sf
[19]http://www.yenihabergazetesi.net/index.php?option=com_content&view=article&id=18749:had-baba-sen-yaparsin-&catid=53:utkufer-arsan&Itemid=68
[20] Agnes Heller, Bir
Ahlak Kuramı, Ayrıntı, 2006