TRT Belgesel’de yayımlanan, yapım-yönetimi Gülşan Saru’ya ait Sıraç (2016) isimli belgeselin ikinci bölümündeki “mezarlık
ziyareti” sahnesi, son yıllarda
çeşitlenen ve yaygınlaşan “yavaş hareket (slow
movement)” akımıyla ilişki kurularak okunabilir. Bu sahnede, yerel kıyafetli
köylü kadınlar aralarında sohbet ederek ve oldukça “ağır” hareketlerle mezarlığa
yürümekte, hiç aceleye getirilmeden gerçekleşen bu ziyaret ritüeli yönetmen
tarafından da zaman kaygısı güdülmeden izleyiciye sunulmaktadır. Söz konusu
sahneyle slow movement akımı arasında
varsayılan/kurulan ilişki; telaş ve koşturmaca içinde geçen gündelik hayatın Carl Honoré’ye (2004) hatırlattığı Simon and Garfunkel şarkısında (The 59th Street Bridge Song) anlatılan “yavaşlık”la, bir başka deyişle slow
movement akımındakiyle birebir örtüşen bir “yavaş hareket”le karşı karşıya
olduğumuz anlamına da gelmemektedir ve bu yazı da “Bu yavaşlıklar arasında ne
fark var?” sorusundan hareket etmektedir.
Zamanın Ağırlığı
Osip Mandelstam’ın Ağırlık ve
Tatlılık Kızkardeştir şiirinde geçen “zamanın ağırlığını kaldırmak
kaygısı”na Charles Baudelaire’de de rastlanır. Baudelaire de bu kaygıyı
hissetmekte ve bu kaygıyla başa çıkmak için “sarhoş olma”yı önermektedir: “Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken
Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız. Ama
neyle? ... Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun...”
Mandelstam’ın şirinde, ağırlık ve tatlılığın bir aradalığı/birlikteliği
vurgulanır ve zamanın ağırlığı kadar tatlılığı da olduğu anlatılır. Böylece “kaygı”,
“ağırlık”tan ziyade “tatlı” yön öne çıkarılarak ortadan kaldırılabilecektir.
“Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir
hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz
azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya,
yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan,
konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen
verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen
köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına!.. Şarapla, şiirle ya da
erdemle, nasıl isterseniz...” (Baudelaire, Paris Sıkıntısı, 2006)
AĞIRLIK VE
TATLILIK KIZKARDEŞTİR
Ağırlık ve tatlılık kızkardeştir, aynıdır belirtileri
Ciğerotları ve yabanarıları ağır gülleri emerler;
İnsan ölür, soğur ısınmış kum,
Kara bir sedyede taşırlar bir gün önceki güneşi.
Ah, ağır petekler ve o tatlı ağlar,
Ağır bir taşı kaldırmak daha kolaydır tekrarlamaktan senin tatlı adını!
Tek bir kaygım var benim, altın bir kaygım:
Zamanın ağırlığını kaldırmak kaygısı…
Kara bir su gibi çekerim içime bulanık havayı,
Zaman pullukla sürülür ve gül çürüyüp toprağa döner;
Örülür iki sıralı bir çelenkte ağırlıkları ve tatlılıkları
Karışırken yavaş bir burgaçta ağır ve tatlı güller… (Osip MANDELSTAM, Fransa,
1891 – 1938, Türkçesi: Ataol Behramoğlu)
Baudelaire
ve Mandelstam için “zamanın ağırlığı”, “ölüm” düşüncesi/korkusuyla ilintilidir.
Zaman, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Ne İçindeyim Zamanın şiirinde, Gülten
Akın’ın deyişiyle “ağırlığından kurtarılmakta, yoka vardırılmakta”dır: “Ben, zamanın ne içinde ne dışındayım. Ona
eşdeşim çünkü. Kendimi bir yere bağlı duymuyorum, onun için ağırlığım yok.
Zaman gibi. Yaptığım iş, bir uçsuz bucaksızlıkta sessizliği öğütmek.
Sonsuzluğun simgesi mavilikte ağırlıksız olduğum için yüzmekteyim.” diyen ozan,
zamanı, yeri, ağırlığı, sesi yok etmekte. Sessizliği, sonsuzluğu,
ağırlıksızlığı egemen kılmaktadır. O, kökü kendi düşüncesinde olan bir
sarmaşıktır. Ama bu düşünce bilinen anlamda bir düşünce değil, bir sezgidir
ancak.”[1]
“Zaman”ı akış hâlinde, an’ı ise uçsuz bucaksız zamanın
içinde hususî bir bölüm olarak tasavvur eden Tanpınar; zamanın ne tam dışında
ne de tam içinde olan, uçsuz bucaksız zamanın muayyen bir parçasında kendine
çok özel bir yer bulur. Böylece dış âlemin ağırlığından kurtulan ve onu kendi
arzularına göre yeniden yaparak hükmetmeye de başlayan şair, artık kendi
kurduğu bir dünyadadır (Yıldız, 2000). Şiirin bütünü bir vazgeçmeyi, hareketsiz
bir teslim oluşu değil, kendi yarattığı bir “imge-dünya” içinde var olmayı
sürdürüşü anlatmaktadır (Korkut, 2005). Bir yoruma göre, Ne İçindeyim Zamanın şiirindeki
başka bir zamana geçme arzusu tasavvuftaki Tanrı’ya ulaşma, bir
gölgeden ibaret olan bu dünyadan kurtulma arzusundan çok farklıdır. Bu
yaklaşımda, Tanpınar'ın mistik bir tavır içinde olmadığı, şiirin kendisini
başlı başına bir cezbe kaynağı olarak gördüğü ve şiir hâlini yarı
uyanık bir uykuda yaşayıp tamamıyle beşerî kaynaklı bir sanat mistisizmine
bağlı olduğu iddia edilmektedir (Yıldız, 2000). Bunun karşısında, sürekli
Galata’daki Mevlevi Tekkesi’ne giderek bu kapıya hep yüz süren Tanpınar’ın Ne İçindeyim Zamanın şiirinin, şairin
hayatıyla da tutarlı/uyumlu olan “tasavvufi” bir şiir olduğunu savunan görüş
yer alır (Asna, 2015).
"NE İÇİNDEYİM ZAMANIN"
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüyâ rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgârda uçan tüy bile
Benim
kadar hafif değil.
Başım sükûtu öğüten
Uçsuz, bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında
yüzmekteyim.
Carl
Honoré’nin (2004) atıfta bulunduğu Simon
and Garfunkel şarkısında (The 59th Street Bridge Song) karşımıza çıkan, zamanın bizim dışımızda ve
“hız” temelli düzenlenişini kesintiye uğratma ve zamanı yeniden kendimize tabi
kılma çabasıdır. Bunun için, hızlı tempoda akan zaman/hayat yavaşlatılmalı,
kesintiye uğratılarak uzatılmalıdır. Şarkının sözleri, “yavaşlığa” olduğu
kadar, “yapacak işim yok, tutacak sözüm yok” sözleri de dikkate alındığında,
aynı zamanda “aylaklığa” övgü olarak da okunabilir. Koşturmaca ve telaş içinde
akan gündelik hayattan/zamandan, eğlenme amaçlı ve kendini iyi/harika hissettirecek
küçük şeylerle (kaldırım taşlarının tekmelenmesi, bir sokak lambası direğiyle
konuşulması ...) sıyrılıp, sabahın tatlılığı uzatılmakta, yeniden yaşama “sevgi”yle
bağlanılmaktadır. Baudelaire’de gördüğümüz “ölüme doğru hızla akan zaman”
kaygısı, “hızlı tempoda ve ölü gibi yaşanan zaman” düşüncesiyle yer
değiştirmiştir. Elde olmayan bu hızlı akıştan “keyifli” anlar “çalmak”
temasıyla şarkı, aşağıda göreceğimiz yavaş hareketin felsefesiyle de uyumludur.
The 59th Street Bridge Song (Feelin' Groovy)[2]
Slow down, you move too fast
You got to make the morning last
Just kicking down the cobblestones
Looking for fun and feelin' groovy
Ba da da da da da da, feelin' groovy
Hello, lamppost, what'cha knowin'?
I've come to watch your flowers growin'
Ain't'cha got no rhymes for me?
Doot-in doo-doo, feelin' groovy
Ba da da da da da da, feelin' groovy
I got no deeds to do
No promises to keep
I'm dappled and drowsy and ready to sleep
Let the morning time drop all its petals on me
Life, I love you
All is groovy
Slow down, you move too fast
You got to make the morning last
Just kicking down the cobblestones
Looking for fun and feelin' groovy
Ba da da da da da da, feelin' groovy
Hello, lamppost, what'cha knowin'?
I've come to watch your flowers growin'
Ain't'cha got no rhymes for me?
Doot-in doo-doo, feelin' groovy
Ba da da da da da da, feelin' groovy
I got no deeds to do
No promises to keep
I'm dappled and drowsy and ready to sleep
Let the morning time drop all its petals on me
Life, I love you
All is groovy
Yavaşlık
Cittaslow Türkiye sayfasında yavaş
yaşamak, “hayattan zevk alabilmek, sevdiklerimize ve kendimize zaman
ayırabilmek, hız için dünyaya zarar vermemek” olarak tarif edilir: “Arkadaşlarımızla yürürken kahve içmek
yerine oturmak ve onlara zaman ayırmaktır. Hayatın hızlı gidersek erken
varacağımız bir varış noktası yoktur, önemli olan hayatımızı nasıl
yaşadığımızdır, her geçen anın değerini bilmemizdir.”[3]
Sayfada yer alan Milan Kundera alıntısına göre “Yavaşlığın düzeyi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın düzeyi
unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma
arasında gizli bir ilişki vardır. Bir şeyi anımsamak isteyen kimse yürüyüşünü
yavaşlatır. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan
insan elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır.”
Milan Kundera
Slowness (1996) romanında, çok hızlı
gelişen şeylerin/olayların, kimsenin kendisi dahil hiçbir şey hakkında
emin/kesin olamayacağı bir durum yarattığını yazar: When things happen too fast, nobody can be certain about anything,
about anything at all, not even about himself. Yavaşlamayı savunanlara göre
hızlı olmak, meşgul, kontrollü, sinirli, analitik, yüzeysel, sabırsız, aktif,
niceliği niteliğe üstün tutan olmak; yavaşlıksa bunun tersi, soğukkanlı,
dikkatli, anlayışlı, sakin, sezgisel, telaşsız, sabırlı, düşünceli ve niteliği
niceliğe üstün tutan olmak anlamına gelmektedir (Honoré, 2004). Modern hayatın
yoğunluğu, karmaşası ve koşuşturması içerisinde insanlara zaman hep yetersiz
gelmekte ve modern insan daha fazla zamana sahip olabilmek adına sürekli hızlı
yaşamaktadır. Hâlbuki yavaş yaşam, insanların hayattan zevk alarak ve yaşadığı
anın farkında olarak hayatını devam ettirmesini öngörmektedir. Sadece serbest
zamanda değil, işte, evde, okulda kısacası hayatın her anında
gerçekleştirilecek yavaşlamanın, insanların hayattan doyum elde ederek
yaşamasını sağlayacağı iddia edilmektedir (Ünal ve Zavalsız, 2016).
1986 yılında İtalya’nın başkenti Roma’nın en işlek ve tarihi
meydanlarından olan Plazza di Spagnaʼda açılan bir McDonald’s’a karşı tepki
olarak ortaya çıkan Slow Food,
yavaşlık hareketinin başlangıcı olarak kabul edilir. İlerleyen süreçte Slow Food hareketini temel alan yeni
yavaş hareketler ortaya çıkmıştır: Yavaş yemek, yavaş işletmecilik, yavaş para,
yavaş turizm, yavaş seyahat, yavaş tasarım, yavaş okul, yavaş trafik, yavaş
seks. Slow Food hareketinin yemekten
haz alınacak şekilde tüketilmesi anlayışı, yeni ortaya çıkacak olan
hareketlerin de yönünü belirlemiştir. Dolayısıyla Slow Food’u takip eden ilk
akımlar da haz merkezlidir (Ünal ve Zavalsız, 2016; Ergüven, 2011).
Bugün en çok kabul gören yavaş hareketler, yavaş yemek ve
yavaş şehirdir. İtalyanca “citta” (şehir) ve İngilizce “slow” (yavaş)
kelimelerinden oluşan Cittaslow “Yavaş Şehir” anlamında
kullanılmaktadır. Cittaslow, 1999 yılında, küreselleşmenin şehirlerin dokusunu,
sakinlerini ve yaşam tarzını standartlaştırmasını ve yerel özelliklerini
ortadan kaldırmasını engellemek için Slow Food (Yavaş Yemek) hareketinden
doğmuş bir şehirler birliğidir ve üyelik esasına dayanır. Cittaslow
felsefesinde, yaşamın, yaşamaktan zevk alınacak bir hızda yaşanması
savunulmakta; şehirlerdeki yaşam kalitesini artırma ve şehirlerin franchise
şirketlerinin etkin olduğu tek düzeleşmesini ve Amerikanlaşmasını önlemek
amaçlanmaktadır.[4]
Yavaş hareketi, küreselleşmenin zenginle fakir arasındaki makası açtığı
eleştirisiyle yola çıkmış, ancak yavaş yemek de yoksulun değil, varlıklı kesimin
ulaşabildiği bir ayrıcalık olarak kalmıştır. Yavaş hareketinin farklı konulara,
farklı coğrafyalara, farklı kültürlere yayılması ve gelişmesi oldukça hızlı
gerçekleşmiş, yerelliği ön plana çıkarmak amacıyla yola çıkan slow hareketinin
kendisi de, küreselleşme ve modernleşmenin doğrudan çıktıları olan teknoloji,
mal ve hizmetlerin kullanılması ve dünya çapında kabul görmesiyle
küreselleşmiştir (Ünal ve Zavalsız, 2016).
Yavaş
hareketin felsefesinde, başlangıçtan itibaren “haz” temel ilke olmuştur (Carp,
2014). Hedonist olarak nitelenen çağımızda yavaş hareket, “haz/keyif” üzerinden
kendini pazarlar. Felsefesi, yapılan şeyleri doğru düzgün ve daha fazla zevk
alarak yapmaktır. İnsanları mutlu edecek şeylerin; sağlıklı, ekolojik,
toplumsal ilişkileri ve aile bağları güçlü ve sürekli koşturmaca içinde
olmaktan kurtulmuş bir ortamda yaşamak olduğu düşüncesini savunur/yayar (Honoré,
2004). Özetle “hızlı”nın karşıtı olarak “yavaş” yaşamak/yaşam tarzı; haz ve
keyif alma, bilinçli yaşam, faillik (agency)
ve anlamı zenginleştirmeyi kapsar ve yaşam kalitesi ve etiğine işaret eder.
Yavaş Yaşam’ın amacı yaşam kalitesini artırmaktır ve yaşam kalitesi, fiziksel,
maddi, toplumsal ve duygusal bakımdan iyi olma (wellbeing) olarak tanımlanmaktadır
(Zeestraten, 2008).
Bir toplumsal hareket olarak Yavaş hareketin,
sanayileşme öncesine dönme ya da kapitalizmi yok etme amacı gütmediği, bunun
yerine, doğru hız (tempo giusto), başka bir deyişle hızlı ve yavaş olma
arasında kurulacak bir “denge” arayışında ve kapitalizme “insani bir yüz”
kazandırma peşinde olduğu öne sürülmektedir. Yavaş Yemek kurucusu Carlo
Petrini, “erdemli küreselleşme (virtuous globalization)”den söz eder. Asıl meselenin,
bir yaşam tarzı olarak yavaşlamanın, bireysel bir tercih/çaba olmaktan çıkıp
kolektif bir talebe, dolayısıyla hareketten bir “yavaş” devrimine ne zaman
dönüşeceği olduğu ileri sürülür (Honoré, 2004). Bununla birlikte, literatürde
bir toplumsal hareket olarak nitelendirilen yavaş hareketle ilgili bir saha
çalışmasında katılımcıların örgütlü bir çaba içinde olmadıkları gibi, toplumsal
düzen ve kurumlarda değişim amacı da gütmedikleri bulgulanmıştır (Zeestraten,
2008).
Şimdi
Düşeni kaldır
Döküleni doldur
Ağlayanı güldür
Dar’da yalan söyleme…
Bergson’a göre gerçek süre insanın içsel
hayatıdır. İnsan aynı anda hem geçmişi, hem şimdiyi hem de geleceği
yaşayabilmektedir. İnsan belleği geçmişi, şimdiki zamana ya da ana taşımakta,
geçmiş her an bellek içinde var olabilmektedir. Böylece zamanın
kronolojik
yapısı kırılmaktadır (Yılmaz, 2011). “Sufilere
göre zamanın gerçeği ‘an’ yani içinde bulunulan zamandır. Geçmiş hatıradadır;
geleceğe ulaşmak imkânı yoktur. Önemli olan, en verimli şekilde ‘an’ı değerlendirmektir.
Buna göre sûfi, vaktin
oğludur (ibnü’l-vakt) (Orhanoğlu, 2011).
Sıraç
belgeselinin ikinci bölümüyle ilgili olarak TRT sayfasında şunlar yazar: “Sıraç köylerinde kimse "öldü..." demez, göçtü der
atalarımız. İnsanoğlu kuş misali bugün konar, yarın göçer. Kutsal gün
perşembeyi cumaya bağlayan gece. Eski takvime göre yeni gün. Kurt,
kuş cümle alem bırakır her şeyi, insanoğlu mu bırakmayacak? Yer gök duaya
durur, her can yaradana çağırır, hayırlı gündür perşembeyi cumaya bağlayan
gece. Lokmalar dağıtılır, ataların kabirleri ziyaret edilir, lokmalar
bırakılır kuşun, kurdun hakkı diye.”[5]
Belgeseldeki
kadınların mezar ziyareti sahnesindeki yavaşlığı, yukarıda anlatılan slow movement ile ilişkili değildir çünkü
“haz” ilkesinin yönlendirmesi altında değildir. Kadınlar ne hızlı tempoda akan
zamandan bir “keyif” anı çalmaya çalışmakta, ne de doğaya/çevreye ilişkin
“farkındalığı” artırmaya çabalamaktadır. Buradaki yavaşlığın içinde, “düşeni
kaldır, döküleni doldur, ağlayanı güldür, dar’da yalan söyleme” denilerek
özetlenmeye çalışılan bir hayata/zamana bakış bulunur. Tıpkı sufinin “an”ı
değerlendirmek anlayışının, Baudelaire’in şarap, şiir veya erdemle sarhoş olma
tavsiyesinin ve Tanpınar’ın yekpare geniş bir anda örülen imge-dünyasının “haz”
ilkesine dayanmadığı, aksine farklı da olsa belirli dünya görüşlerinden/hayata
ve zamana bakışa dair büyük resimden neşet ettiği gibi...
YAVAŞ YAVAŞ GEÇTİM KALABALIKLARIN ARASINDAN
Yavaş yavaş geçtim
kalabalıkların arasından
bir deniz çarpması
gibi çoğalta çoğalta geçen
geçtiği yeri
yavaş yavaş çıktım
içimden. Dokundum
yavaş yavaş acıya,
kuvarsa, şiire
yavaş yavaş tarttım
suyu, anladım nedir ağırlık
kokular
coğrafya.
Eğildim sonra gövdeyi
tanıdım ve düzenini
gördüm sessizliğin
dümdüzlüğünü
gördüm yinelemedi
gördüğüm hiçbir şey
böyle yavaş yavaş
geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş
yavaş dışımı
böyle karıştım
kalabalıklara
kalabalıklaştım
böylece.
kül
Kaynakça
Carl Honoré,
In Praise of Slowness, HarperCollins e-books, 2004
Murat ÜNAL ve Y. Sinan ZAVALSIZ , Küreselleşme
Karşıtı Bir Hareket: Yavaş Hareketi, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları
Dergisi, Cilt 5, Sayı 4, 2016
Mehmet Han ERGÜVEN, CITTASLOW –
YAŞAMAYA DEĞER ŞEHİRLERİN ULUSLARARASI BİRLİĞİ: VİZE ÖRNEĞİ, ORGANİZASYON VE YÖNETİM BİLİMLERİ DERGİSİ, Cilt 3,
Sayı 2, 2011 ISSN: 1309 -8039 (Online)
Jana Carp, The Importance of “Slow” for
Liveable Cities, August 2014 (based on talks delivered in Milan and Genoa in
April 2014)
J. Zeestraten, Strolling to the beat of another drum: Living the ‘Slow Life’, Lincoln
University, Y.Lisans tezi, 2008
Saadettin YILDIZ, NE İÇİNDEYİM ZAMANIN, Edebiyat Güncesi,
Mart-Nisan 2000, S:15, s.40-45
Burçin ASNA, AHMET
HAMDİ TANPINAR’IN “NE İÇİNDEYİM ZAMANIN” ADLI ŞİİRİNDE İMGEYE DAYALI FELSEFİK
ÇIKARIMLAR, Siirt Üni. SBE Dergisi, Sayı 3, 2015
Ece Korkut, Şiir Dili ve Bir Çözümleme Örneği:
Tanpınar, “Ne İçindeyim Zamanın”, TÜRKBİLİG,
TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, 2005/9:
103-112
Hayrettin ORHANOĞLU, Aşk Mesnevilerinde Şimdiki Zaman Algısı, Divan
Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 6, İstanbul 2011, 149-176.
Hakan YILMAZ, HENRI BERGSON’UN ZAMAN KAVRAMINA YAKLAŞIMININ ÇAĞDAŞ
ANLATI SİNEMASINA
ETKİSİ, Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: XIII,
Sayı 2, Aralık-2011
https://www.academia.edu/30504650/Zaman%C4%B1n_A%C4%9F%C4%B1rl%C4%B1%C4%9F%C4%B1_ve_Yava%C5%9F_l%C4%B1k_Slow_Movement_
[3] http://cittaslowturkiye.org/
[4] 2009’da
İzmir’in Seferihisar ilçesinin Cittaslow birliğine kabul edilmesiyle,
Türkiye’de yavaş şehir hareketi başlamış ve Türkiye Cittaslow Koordinatörlüğü
kurulmuştur. 2015’de Artvin’in Şavşat ilçesinin de Cittaslow ağına katılmasıyla
Türkiye toplam 10 Cittaslow üyesi kente sahip olmuş ve dünya genelinde en fazla
Cittaslow üyesi olan dördüncü ülke konumuna gelmiştir. Bu sıralamada,
Cittaslow’un doğduğu yer İtalya 75 üye kent ile birinci sırada yer alırken,
Almanya ve Polonya 12 üyeyle ikinci, Güney Kore 11 üyeyle üçüncü sırada yer
almaktadır.
[5] http://www.trtbelgesel.net.tr/tr/main/programlar/belgeseller/8/sirac/536