Cemal Bali Akal, pozitivist Georg
Jellinek’in (1851-1911) hukuk
yaklaşımının nasıl farklı bir pozitivizme tekabül ettiğini, bizatihi onun kuramına
başvurarak gösterdikten sonra, biyografisiyle de bağlantılandırır. Kısa da olsa
biyografiye yapılan bu atıf, okuyucunun merakını uyandıracak bir potansiyel de taşımaktadır.
Her şeyden önce Jellinek, “hukukun
devletle kavranacağına inanan ve tarihi her karşılaştırmalı yaklaşıma karşı
çıkan” bir pozitivist olsa da, “hukukla kendini sınırlayan devlet anlayışı ve
insan haklarını savunması” nedeniyle “ideolojik pozitivizm” etiketine sığmaz. Ayrıca
Jellinek, Akal’a göre, kuramının ötesinde, hayatıyla da “çizgi dışına çıkan”
bir kuramcıdır. Zira kendisine, kazandığı itibara rağmen antisemit saldırılar
yüzünden konumuna yakışır bir kürsü profesörlüğü verilmemiştir. Bunun yanında, militan
bir feministle evlidir, çocukları Nazi toplama kamplarına gönderilmiş ya da
gestapo elinde ölmüştür (Akal, 2017).
Gerçekten de Jellinek’e, Akal’ın da
belirttiği gibi, “Yahudi olması nedeniyle” kürsü profesörlüğü verilmemiş fakat o
bunun üzerine Viyana’dan ayrılmış ve bu statüyü Heidelberg Üniversitesinde elde
etmiştir. Ayrıca, 1910’da din değiştirip protestan olan ve 1911’de hayatını
kaybeden Jellinek, her ne kadar yaşamında “ayrımcılığa” maruz kalmış olsa da, Nazi
dönemine ve “soykırıma” tanık olmadığı gibi, çocuklarının akıbetini de
görmemiştir (Paz, 2012).
1883’te evlenen Georg ve Camilla
çiftinin 1884-1896 arasında altı çocukları olur, ikisi erken yaşlarda hayatını
kaybeder. Jellinek’in Theresienstadt
toplama kampına alınan çocukları Walter ve Dora sağ çıkmayı/hayatta kalmayı
başarır ancak küçük oğlu Otto, 1943'te, Gestapo'nun elindeyken gördüğü
muameleye bağlı olarak gelişen beyin iltihabının sonucu olarak hayatını kaybeder.[1]
Feminizm
Eş
Camilla Jellinek’in (Wertheim, 1860-1940) “feministliği”yse, 1900'de, yakın
arkadaşı Marianne Weber (Max Weber’in
eşi) tarafından kendisine yapılan, kadınlar için yasal koruma sağlanmasıyla
ilgili çalışması ve kendileriyle işbirliği yapması yönündeki davet üzerine
başlar. Bu çağrıyı büyük bir heyecanla kabul eden Camilla, bu yeni dönemi kendisi
için bir "ikinci yaşam" olarak nitelendirir. O dönem, 19.yy Alman feminist hareketine, 1894’te
kurulan ve burjuva kadın örgütleri bakımından bir şemsiye işlevi gören BDF
(Bund Deutsches Frauenvereine) önderlik etmektedir.[2]
Bir dönem Marianne Weber’in de başkanlık yaptığı örgüt, esas olarak, kadınların
ekonomik bağımsızlığı, eğitim reformu, çalışan kadınlar için barınma ve
rekreasyon merkezleri ile kreş konularına odaklanır. Weber’e göre kadınların
özgürlüğü ve özerkliği için hem kapitalizm hem de patriyarka engel teşkil etse
de, öncelik kapitalizmden ziyade patriyarkaya verilmelidir. Çünkü kadınların
üzerindeki erkek tahakkümü ve baskısından, kapitalist işyerinden daha çok
patriyarka sorumludur ve bu konudaki reform ve mücadele daha acildir (Winkler,
2009; Ngwainmbi,
2012).
1906'da Alman Kadın Dernekleri Federasyonu
(BDF) Hukuk Komisyonu'na seçilen Camilla, toplumsal ve hukuki sorunları olan kadınlara
hukuki danışmanlık ve destek hizmeti sağlar. Hukuk Bölümü’ne yapılan başvuruların
çoğu, alt sosyal sınıflardan, özellikle maddi ve manevi sıkıntı içindeki kadın garsonlardan
gelir. O zamanlar, kadın garsonlara düzenli olarak ücret ödenmemekte, onlar da,
yaşadıkları zorluklarla, kendilerini içkiye vererek başa çıkmaya çalışmaktadır.
Bu sömürü biçimi onlarda; alkolizmi ve fahişeliği teşvik etmekte, kaldıkları
evlerin sahipleri tarafından cinsel şiddete maruz kalmalarına yol açmaktadır. Camilla,
bu kronik sorunu, kadın garsonların barınacağı bir yurt/yatakhane kurarak
çözmeye çalışır. Kasım 1907'de açılan yurt, ona göre orada kalanların
psikolojisini daha da bozmuş, bu gerekçeyle 1909'un başında yurdu kapatan Camilla
bundan sonra kadınların garsonluk hizmetinin yasaklanmasını talep etmeye
başlamıştır. Bunun yanında, Camilla’nın odaklandığı diğer bir konu da, kürtaj
yasağının kaldırılmasıdır. Ayrıca Ceza Yasası reform tasarısı çalışmalarına da
katkıda bulunan Camilla, eşinin 1911'de ölümünden sonra artarak devam eden görevlerini/faaliyetini,
1933'ten sonra, yayın faaliyetleri dışında sonlandırmak durumunda/zorunda kalır.[3]
Asimilasyon
Zygmunt Bauman,
19.yy. Avrupasındaki ulus-devlet inşa sürecinin/asimilasyon vasıtasıyla homojen
ulus yaratma projesinin, 2.Dünya Savaşı ve Holokost (Holocaust) ile trajik ve
kanlı biçimde sonlandığını yazar. “Dışarıdakileri” içeriye almanın, “yabancı”ları
vatandaş yapmanın bir aracı kılınan, böyle bir vaat sunan asimilasyon, aslında
kimlikler arasındaki farklılıkları törpülemekten çok keskinleştirmeye hizmet
etmektedir. Azınlık mensubu, ne kadar gönüllü olarak ve içtenlikle asimile olsa
da, “şüphe”den ve “sahtelik” ithamından kurtulamaz. Özellikle Avrupa’daki entelektüel
Alman Yahudileri için de bu böyle olur. Entelektüel Alman Yahudileri, Alman
düşünürlerinden (Kant, Goethe gibi) yola çıkarak Alman kimliğini, milli bir
kimlik olmanın ötesine taşımak, diğer bir ifadeyle “evrenselleştirmek”
suretiyle benimserler. Bauman’a göre, bu evrenselleştirme Jellinek gibi,
rasyonalist hukuk okulunun temsilcilerinde/babalarında da görülmektedir
(Bauman, 2008). Gerçekten de liberal düşünceye derinden bağlı Jellinek’in
düşünce dünyasında, Kant ve Hegel kadar, Leibniz, Spinoza, Schopenhauer ve
Goethe’nin etkili olduğu ifade edilmektedir (Lagi, 2016).
“Hukuku
ulus-devletle sınırlayan tanımıyla” Jellinek’e göre, “hukukun ne olduğunu
öğrenmek isteyen, geçmişin ve hatta günün başka toplumlarına değil, Batı
devletlerine dikkatini vermelidir”. Jellinek, Roma Hukuku’nu bütünüyle gözden
çıkarmasa da geçerli bir hukuk tanımında ona bile gönderme yapmaya gerek
olmadığını hissettirir. Azınlık hakları başta olmak üzere insan haklarına önem
veren ve kendini-sınırlayan (self-limitation) devlet anlayışına sahip olan
Jellinek’in hukuk yaklaşımında biyografinin etkisi olduysa, öncelikle Bauman’a
kulak verilmeli, dolayısıyla “asimilasyon” tezi dikkate alınmalıdır. Zira haham
(rabbi) olan babasının farklı dinde olanlarla evlenme yasağı nedeniyle din
değiştirmesinden sonra Jellinek de, ölmeden bir yıl önce protestan olur. Fakat
aslında “protestan olamadığı/kabul edilmediği”, diğer bir ifadeyle Yahudi
geçmişinden kurtulamadığı, çocuklarına uygulanan muameleyle ortaya çıkar/kanıtlanmış
olur. Bütün bunları görmeyen/yaşamayan Jellinek’in düşünce dünyası, eğer daha
uzun yaşasaydı, nasıl bir seyir izlerdi diye düşünülebilir, fakat bunu öngörme
imkanı da bulunmamaktadır.
Kaynakça
Cemal Bali Akal, Hukuk Nedir?, Dost
Kitabevi, 2017
Zygmunt Bauman, Jews and Other Europeans, Old and New, jpr/policy
debate, June 2008
Sara Lagi, The Formation of a Liberal
Thinker: Georg Jellinek and
his Early Writings (1872 – 1878), Res
Publica. Revista de Historia de las Ideas Políticas, Vol. 19. Núm. 1
(2016): 59-76
Jilly M.
Ngwainmbi, Feminism and Feminist Scholarship in Academe:
Women’s
Struggle for Recognition continues in Sociology, Greener Journal of Social
Sciences, Vol. 2 (2), pp. 050-065, May 2012.
Celia Winkler, “Feminist Sociological Theory,” in
Historical Developments and Theoretical Approaches in Sociology, [Ed. Charles
Crothers], in Encyclopedia
of Life Support Systems (EOLSS), Developed under the Auspices
of the UNESCO, Eolss Publishers, Oxford ,UK, 2009
R. Y. Paz, A Gateway Between a Distant
God and a Cruel World: The Contribution of Jewish German-Speaking Scholars to
International Law (2012).