Salı, Mayıs 01, 2018

Şeyh Bedreddin ve Vâridât (2): “Vaktin Çocuğu”





“Bilmelisin ki, bulunduğun halde merhametini, şefkatini bütün canlılara-hayvanlara ve yaratılmışlara yaymalısın. Şu bitkidir, bu cansızdır, haberleri yoktur deme. Senin onlardan haberin olmasa bile, onların senden pekala haberleri vardır. Varlığı bulunduğu hal üzere bırak, ona Yaratan’ın kendisini var ederken merhamet ettiği üzere merhamet eyle. O esnada kendisinde fiilen bulunan şey/hale göre varlığa bakma! (Arabi, 2016)”
 
Gestalt psikolojik danışma kuramında, Zen-Budizm ve Varoluşçuluk’tan da etkilenerek geliştirilen “şimdi ve burada” yaklaşımı, geçmiş ve gelecek zaman yerine “şimdi”ye vurgu yapar (Topses, 2012). Bu yaklaşımda, şimdi ile gelecek arasındaki boşluk olarak tanımlanan “kaygı”nın daima gelecekle ilgili olduğu, şimdi ile arasındaki boşluğu insanların planlar yaparak beklentiler geliştirerek doldurmaya çalıştıkları, bugünü yaşamadıkları için kaygı yaşadıkları savunulur. Dolayısıyla kaygıyı azaltmak için önemli olan “şimdi ve burada” yaşayabilmektir (Dinç, 2014). Sûfilere göre de zamanın gerçeği “ân”, diğer bir ifadeyle içinde bulunulan zamandır. Geçmiş hatıradadır; geleceğe ulaşmak imkânı yoktur (Emiroğlu 2002’den aktaran Orhanoğlu, 2011).

Sûfî

Tasavvufta, geçmiş veya gelecek zaman yerine şimdiye önem atfedildiğini gösteren “vaktin çocuğu” kavramı, herhangi bir kişiye, tasavvuf dairesi dışındaki insana değil, sûfîye özgü bir niteliktir. Dolayısıyla tasavvuftaki “vaktin çocuğu” kavramı ile Gestalt psikolojik danışma kuramındaki “şimdi ve burada” kavramı, öncelikle, seslendikleri/muhatap aldıkları kimseler bakımından birbirinden ayrılırlar: İlki “sûfî”ye seslenirken, diğeri problem yaşayan insana yönelir. Aslında tasavvufun ve tasavvuf eserlerinin genellikle/çoğunlukla “dışarıdaki” insana hitap etmediği de söylenebilir. Örneğin Fütühat-ı Mekkiyye’de anlatılan nasihatlerin, “seyr-ü sülûk eden müride ve kemale ermiş kimselere fayda verecek hikmetli tavsiyeler” olduğu belirtilir (Arabi, 2016). Aynı şekilde Vâridât, “Ey Hak Talibi!” hitabıyla başlamakta ve bu sesleniş, eserin muhatabının sıradan insanlar (avam, halk) değil; her şeyin hakikatini, Hakk’ı/Mutlak Hakikati bilmek isteyen kişi olduğuna işaret etmektedir (Yananlı, 2016).

Bu yazının da konusu olan “vaktin çocuğu (ibn vakt/ibnü’l-vakt)” kavramı Vâridât’ta, benzer biçimde, “sûfi”ye özgü bir niteleme olarak karşımıza çıkar. Bu tamlamanın/ifadenin, orijinali Arapça olan Vâridât’ın Türkçe çevirilerinde, “vakit” yerine “gün” ve “zaman” sözcükleri, “çocuğu” yerine “oğlu” ve “adamı” sözcükleri tercih edilerek tercüme edildiği de görülmektedir:

Sûfî vaktin (zamanın/günün) çocuğudur (oğludur/adamıdır).”

Tasavvufta “ebu’l-vakt” kavramı kabaca vaktin üstünde olma, vakte hükmetme; “ibnü’l-vakt” kavramıysa vaktin tasarrufu altında olma anlamına gelmektedir (Yıldırım, 2015). Her iki kavram da, esas olarak tasavvuftaki “yaratmanın sürekli” olduğu fikri üzerinde yükselen “zaman” anlayışıyla yakından ilişkilidir (Orhanoğlu, 2011). Buna göre, Yaratıcı (Allah) her an yaratmakta, kâinat da daima tecelli ile her an yaratılmaktadır (Sunar 2003’ten aktaran Ulucan, 2009). Varlık âlemi ve insan, tasavvur dahi edilemeyen küçük bir zaman (ân) dilimi içerisinde sürekli olarak var olup yok olmaktadır. Bu, o kadar hızlı gerçekleşmektedir ki her şey sürekli varmış gibi gözükmektedir (Ulucan, 2009).

“Zaman”ı kâinattaki farklı ölçü birimlerine verilen mutlak bir ölçü ve düzen unsuru olması açısından Allah’ın bir tecellisi olarak gören İbn Arabî, bu ölçüye mutlak olarak “zaman” derken, “zaman”ın insana ve diğer varlıklara bakan yönünüyse “vakit” olarak adlandırır (Küçük, 2002). Vakitten kasıt insanın içinde bulunduğu zaman, yani geçmişle gelecek zamanların arasıdır (Kuşeyri, 2003’ten aktaran Yıldırım, 2015). Allah için “zaman”; ezeliyet, ebediyet ve zamansızlık anlamında bir gerçekliğe sahipken insan için zamanın gerçekliği, içinde bulunduğu “vakt”e aittir. Allah’ın sonsuz zamanındaki gerçeklik, varlığın şimdiki ânında yani “vaktinde” gizlidir. Zira insan ebediyetle ancak sahip olduğu ânda yani vakitte ilişki kurabilir. Sûfîler esasen “zamanı” insanın sonsuz, zamansız varlıkla irtibata geçmesindeki rolü ve mahiyeti açısından ele almışlardır. Bireyin reel olarak zamanın tümüyle bir ilişkisi olmadığını söyleyen sûfîler ferdin zamanla olan ilişkisini “onun vakti” şeklinde, genelde bireyin manevi gelişimi ile ilişkisi yönünden kula hakim olan o anki baskın psikolojik durum şeklinde tanımlamışlardır (Küçük, 2002).

Şimdi

Vâridât’ta, sûfinin “vaktin çocuğu” olduğu ifadesiyle başlayan paragraf, kavramın ne anlama geldiğini anlatan cümlelerle devam eder. İlk olarak vaktin çocuğu olmanın, geçmiş ve gelecek yerine şimdiye odaklanmak, geçmiş ve geleceğin baskısından kurtulmak anlamına geldiği belirtilir:

“Sûfi vaktini (zamanını) geçmiş hâlleri (geçmişte olup bitenleri) düşünmekle geçirmez (boşa harcamaz) ve onlar için üzülmez (tasalanmaz). Geleceği (gelecekte olacak hâlleri) de düşünmez (tasarlamaz) (Yananlı, 2016; Kanar, 2015; Ketene, 1990; Timuroğlu, 1982; Yener, 2017).”

Sûfîlere göre insanın çektiği acıların büyük bölümü, “zaman” ile kurulan yanlış (yanılsamalı) ilişkiden kaynaklanmaktadır. Reel olarak var olmayan geçmiş ve gelecek, insanın içinde olduğu “ân”ı hüzün ve endişelerle doldurur, ıstıraplı hâle getirir. Oysa vakit pratik olarak var olmayan iki yokluk (adem) arasında var olan bir gerçekliktir, dolayısıyla geçmiş ve gelecek varlığını şimdiye borçludur. Geçmiş ve gelecek üzerinde odaklanılması, “şimdi”nin elden kaçırılmasına yol açar. Bu nedenle sûfîler, kişinin dünle meşgul olmasını veya yarınla ilgili bir fikri kalbinden geçirmesini, “Hakk’tan perdelenme” şeklindeki bir dağınıklık olarak yorumlarlar. Bu konuda Mevlânâ şöyle der: “Geçmiş ve gelecek Tanrı’yı bizim gözümüzden saklar. Her ikisini de ateşe atıp yakın... Düşünüş, geçmişe ve geleceğe dairdir, bu ikisinden de kurtulunca müşkül hallolur.” İbn Arabî de, insanın elde edeceği ilahi tecellinin geçmişte veya gelecekte değil, içinde bulunulan ânda olacağını ifade eder (Küçük, 2002).

Geçmiş ve gelecek özlemi veya kaygısından sıyrılıp sürekli “ân”ı tecrübe etmeye karşılık gelen “vaktin çocuğu” kavramı, aynı zamanda “hâl” kavramıyla da yakından ilgilidir (Orhanoğlu, 2011; Yıldırım, 2015; Küçük, 2002). Tasavvufta “makam”, ilahlıkta derin sübutu olan her şey anlamına gelirken, bu özelliği taşımayan, başka bir durumla birlikte gelip kaybolan da “hâl” olarak nitelendirilir (Arabi, 2017). Başka bir deyişle hâl; kulun iradesi dışında bir anda kalbine gelen, daimi olmayıp bir süre sonra değişen durum olarak kabul edilmektedir. Bu bakımdan sûfîler, hâlden hâle girer (telvîn) ve sonuçta renksizlik makamında sükunete ererek temkîn makamına ulaşma yolunda ilerlerler (Küçük, 2002).

Sûfi için önemli olan, en verimli şekilde “an”ı değerlendirmektir (Emiroğlu 2002’den aktaran Orhanoğlu, 2011). Bundan dolayı Sûfiler, ömrünün ve özellikle fiilen içinde bulunduğu vaktin kıymetini bilen kişilerdir (Orhanoğlu, 2011). Her vakit içinde o vakitte yapılması en uygun olan ibadetle meşgul olur, o vakit içinde kendisinden istenen şeyi yerine getirirler (Kuşeyri, 2003’ten aktaran Yıldırım, 2015).

Hakk

İbn Arabi, sûfîye “Her vakitte ve durumda bütün gayretini Hakk’a yaklaştıran işleri yapmak üzere harcamalısın.” nasihatında bulunurken, Hakk’a yaklaştıran işlerden kastının, o esnada ve hâlin diliyle Hakk’ın kişiye söylediği şeyler olduğunu ifade eder: “İçinde bulunduğumuz durum ve hâl neyi gerektiriyorsa ona göre Allah’a dönerken bizden istediği hususlarda bütün gayretimizi sarf ederiz. Bulunduğumuz hâl günah ve muhalefet hâli olursa, tövbe ve istiğfar ederek O’na döneriz. Hâlimiz Hakkın emrine uymak ve itaat etmek ise bu kez şükrederek ve Haz. Peygamber ile Allah’a itaat fiillerinde sürekli kalmak talebiyle O’na döneriz “ (Arabi, 2016).

Vâridât’a göre de sûfî, geçmiş ve geleceği düşünmek yerine, içinde bulunduğu anda Hakk’a yönelmekte, Hakk’a tabi olmaktadır. Bu arınma süreci/tabi olma, belirli bir adeti/geleneği/yolu izleme veya taklit etmenin gereği olarak gerçekleşmez. Diğer bir ifadeyle tabiyet, belirli bir yol veya yönteme değil, bizatihi Hakk’a, Hakk’ın isteklerine/istediklerinedir.

“Bunun yerine vaktini; teveccüh ve tasfiyeye, kalbini (kendini) arındırmaya, Allah’a (Tanrı’ya) yönelmeye sarf eder. Vaktini, şimdiki hâlde kendisine uygun ve gerekli (layık) olan şeyleri (Allah için gerekli olanları) düşünmekle geçirir (bugün yapılması gereken işlere yönelir). Sûfî, bir tarik (taklit yolu/ibadet yolu), bir adet (gelenek) tutmaz (seçmez), her vakit Hakk’a tabi olur. Hak’tan başka bir şeye bakmaz. Her zaman ve ne şekilde olursa olsun Allah’la birliktedir (Hakk’ın yanındadır) (Yananlı, 2016; Kanar, 2015; Ketene, 1990; Timuroğlu, 1982; Yener, 2017).”

Halk

Buraya kadar, Vâridât’taki “vaktin çocuğu”na ilişkin anlatım, kavramın tasavvuftaki anlamıyla örtüşen/uyumlu bir seyir izler. Başka bir deyişle, “vaktin çocuğu” olarak sûfînin, geçmiş ve gelecek baskısından kurtulup vaktini ve bütün gayretini Hakk’a yaklaştıran işleri yapmak üzere harcayan kişi olduğu anlatılır. Ancak paragraf, daha sonra, “vaktin çocuğu olmak” ile “halk ile ilgilenmek“ arasında bağlantı kurarak devam eder. Buna göre, vaktin çocuğu olarak sûfînin her daim/vakit Hakk’a bakması/ilgili olması gerekmektedir, fakat sûfî bu sırada/aynı zamanda diğer insanlarla/halkla da ilgilenebilir ve bu bir çelişki olarak görülmemelidir. Zira sûfî, halkla ilgilenirken de, aslında Hakk’a yakın, Hakk’la birliktedir. Sûfînin gayreti diğer insanların gönüllerini hoş etme, Hakk’a karşı yumuşatma veya Hakk’a bağlamaya yöneliktir. Ameller niyetlere göre ölçüleceğinden, sûfînin halkla ilgilenmesi, vaktin çocuğu olmasına bir tezat teşkil etmez:

“Bazen gönüllerini Hak’ka karşı yumuşatmak (gönüllerini hoş etmek/gönlünü süslemek/gönüllerinin Allah’a bağlanması) için halk (insanlar) ile meşgul (alakadar) olup çaba harcarsa bile, bu sırada veya (ve belki/bazen de) her türlü işinde (uğraşısı sırasında, her hâl ve karında) Hakk’a (Tanrı’ya) yakınlık içindedir (Allah’la/Hak’la alakadar olur/bütünleşir/birliktedir). Her ne kadar bu iki iş (kişi/alakadarlık) arasında zıtlık (çelişki/fark) bulunursa da ameller (işler) niyetler iledir (niyet ile yapılır/niyetlere bağlıdır/niyetlerle ölçülür). Kısaca sûfî, vaktin çocuğudur (Yananlı, 2016; Kanar, 2015; Ketene, 1990; Timuroğlu, 1982; Yener, 2017).”

Vâridât’taki bu paragrafta, sûfînin vaktin çocuğu olduğu veya vaktin çocuğu kavramının ne anlama geldiğinden ziyade, sûfînin halkla ilgilenmesinin vaktin çocuğu olmasıyla çelişmediği izah edilmeye çalışılmaktadır. Barış Çoban (2007), bu paragrafta geçen “gönülleri Hakka karşı yumuşatmak için halkla ilgilenme” ifadesini, toplumun çıkarlarını savunan bir düşünüşü bir ideolojiyi toplumsala yaymak için topluma yakınlaşma olarak değerlendirir. Buna göre, öncü, bu bağlamda ermiş (dai) güncel terimlerle ajitasyon ve propaganda yapmak için toplumsalın içine giren bir örgütçü olarak görülebilir.

Neden sûfînin halkla ilgilenmesinin vaktin çocuğu olmasıyla çelişmediğinin gösterilmeye çalışıldığının yanıtı Vâridât’ta bulunmaz. Keza, sûfînin “ajitasyon ve propaganda” amacıyla halkla ilgilendiği iddiasına  Vâridât destek sunmaz. Böyle bir değerlendirmeye Çoban’ın (2007), bir tarihsel figür olarak Şeyh Bedreddin’i merkeze alarak ulaştığı düşünülebilir. Bununla birlikte, sûfînin halkla ilgilenmesinin tasavvuf bakımından aykırı bir durum teşkil etmediği de söylenmelidir. Örneğin İbn Arabi (2016), “cahile öğüt verip bilgi ve saadetini aramak üzere uyarmakla; gafile de kendisini gafletten uyandıracak öğütlerle hakkının verilmesini” tavsiye eder. Dolayısıyla Vâridât’ta, sûfî olmakla çelişen bir davranışın meşrulaştırılmaya çalışıldığını söylemek de güçtür.

İnsan

Vâridât’ta sûfînin herhangi bir geleneği taklit/takip etmeyip tabiyetinin Hakk’a olduğunun söylenmesi, tarikatı veya mürşid-mürid ilişkisini dışladığı anlamına gelmemektedir. Çünkü Vâridât’ta bu ilişkiye ve ilişkidekilere yönelik çok sayıda olumlayıcı ifade bulunmaktadır. Eserin, zaten, tasavvuf dairesi dışındaki insana değil, içeridekilere seslendiği de unutulmamalıdır.

Vaktin çocuğu kavramı da, tasavvuf sistematiği içinde belirli bir anlama sahiptir ve yaratmanın sürekliliği, zaman ve hâl kavramlarıyla bağlantılıdır. Dolayısıyla anlamı, geçmiş ve gelecek zaman yerine “şimdi”ye odaklanmanın ötesine uzanmaktadır. Bu bakımdan, dairenin dışındakiler tarafından anlaşılması, anlamlandırılması ve hayata geçirilmesi önemli güçlükler barındırmaktadır. Fakat içeriye girme niyeti olmayan dışarıdaki, yer aldığı bütün içinde belirli bir anlama kavuşan kavramları devşirmek/bozmak/araçsal olarak kullanmak yerine, kavramların içeriğinden faydalanmayı tercih de edebilir. Böylece, içerikten aldıklarını kendi dairesinde belirli bir anlama kavuşturmak suretiyle, hayata geçirme/hayatına katma olanağına kavuşabilir. Zira “niyet işlerin ve varlıkların ruhudur; herkes için sadece niyet ettiği vardır (Arabi, 2016)”.           

Kaynakça

Ali YILDIRIM, Bir Tasavvuf Düsturu Olarak “Ân-ı Dâim”, “İbnü’l-vakt”,”Ebu’l-vakt” Düşüncelerinin Klasik Türk Şiirine Yansımaları, Akra Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi. Tuzla Belediyesi Kültür Yayınları, Sayı 7 Eylül- Aralık 2015. Ss145-155.

Barış Çoban, “Şeyh Bedreddin Hareketinin Manifestosu Olarak ‘Vâridât’”. Tarih, Ütopya, İsyan: Şeyh Bedreddin. (Der: B. Çoban). Su Y. İstanbul. Kasım 2007.

Cengiz Ketene, Vâridât (Tam Metin), Kültür Bakanlığı Yayınları 1267, 1990

Cemil Yener, Şeyh Bedreddin: Vâridât, Milenyum yayınları, İkinci Baskı, İstanbul 2017

Gürsen Topses, Davranışçı ve Varoluşçu–Hümanistik Psikolojik Danışma Kuramlarının Ayırtedici ve Örtüşen Nitelikleri, International Journal of New Trends in Arts, Sports & Science Education - 2012, volume 1 issue 3

Hayretti ORHANOĞLU, Aşk Mesnevilerinde Şimdiki Zaman Algısı , Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 6, İstanbul 2011, 149-176.   

H.Rahmi Yananlı (Hzr.), Vâridât Tercümesi ve Şerhi, Büyüyen Ay, İkinci Baskı, İstanbul 2016

İbn Arabi, Fütühat-ı Mekkiyye: Nefs Terbiyesinin Esasları, Tercüme: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, 4.Baskı, 2017

İbn Arabi, Fütühat-ı Mekkiyye: Tavsiyeler Kitabı, Tercüme: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, 2.Baskı, 2016

Mehmet DİNÇ, Gestalt ve Bilişsel Davranışçı Terapideki “Şimdi ve Burada” İlkesindeki Benzerlik ve Farklılıklar, Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi 3 (2014) 126-127 127

Mehmet Kanar, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Mahmud Vâridât, Tekin Yayınevi, İkinci Basım, İstanbul 2015

Mehmet ULUCAN, NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN ŞİİRLERİNDE VARLIK ANLAYIŞI, Fırat Ü. Sosyal Bilimler Dergisi 2009 19 (1)  

Osman Nuri KÜÇÜK, ZAMAN DÜŞÜNCESİNİN TASAVVUFÎ AÇILIMI, Tasavvuf, Ankara, 2002, sayı: 9,

Selahattin Döğüş, Şeyh Bedreddin ve Rumeli Gazileri, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı 18, 2005

Vecihi Timuroğlu, SİMAVNE KADISI OĞLU ŞEYH BEDRETTİN VE VÂRİDÂT, YAZKO, İstanbul 1982