Perşembe, Kasım 13, 2014

“Dar Kafalı” Bir Psikolog Libidinal Enerjisini Freud'a Yatırırsa Ne Olur?



Freud temellerini attığı psikanaliz yaklaşımını “Kopernik’in getirdiği devrimci ruhla eş değer görür. Ona göre bilinçli akıl ya da Ben, Descartes ve takipçilerinin iddia ettiği üzere “kendi evinin gerçek sahibi” değildir (Stokes, 2003, s.139). Kabul etmek gerekirse, Freud ortaya koyduğu düşünsel çaba ve çığır açıcı nosyonlarıyla ne denli övünse azdır. Fakat bu onun psikanaliz yaklaşımına getirilen kimi eleştirilerini savuşturmamaktadır. Aldığı yergiler en az övgüler kadar yer tutmaktadır. Freudcu düşünceye getirilen kimi eleştirilere geçmeden önce, yaklaşımını oluşturan çift katmanlı tipolojiye değinmekte, olumlu dönütlerle karşılanılan bilimsel çabalarına selam durmakta fayda var. Bu bağlamda, öncelikli olarak Freud’un çift katmanlı psikanaliz düşüncesine eğilecek, ardından- Tura’nın deyişiyle, “dar kafalı” tutuculardan (Tura, 2012, s.2)- Amerikalı psikolog Skinner’ın, Freud’un temel argümanlarından bazılarına getirdiği yanıtlara yer vereceğim.
Yola Freud’la koyulmak gerekirse… Freud, psişik aygıtı “birinci topik” ya da “topoğrafik görüş” adı verdiği şekliyle; “bilinç”, “bilinçaltı” ve “bilinçdışı” olarak gruplandırır (Tura, 2012, s.56). Bilinç bir anlamda ego’nun mental yaşantısının bir niteliğini imler, öte yanda
Bilinçaltı, dikkatimizi yoğunlaştırmadığımız algılarımızı, bazı otomatik hareketlerimizi, fikir çağrışımlarını, hatta üzerinde düşünmediğimiz halde bir anda olgunlaşmış olarak bilinç alanında bulduğumuz fikirlerimizi vs. ilgilendirir. Bilinçdışı, toplum tarafından kabul edilmeyen arzuların bastırılması ve tamamen bilinç alanının dışında tutulması ile oluşur (age, s.53).
Bu noktada, her ne kadar verili sosyokültürel kodların başat etkenliği söz konusu olsa da, birey’in subjektif bir bilinçlilik ve irade göstererek, düşünülmüş/spontan fikirler kümesi ya da davranış biçimlerini bilinç dışına ittiğini belirtmekte fayda var. Freud’un çift yüzeyli tipolojisini tanımlayan “ikinci topik” ya da diğer bir deyişle “yapısal görüş” çerçevesinde psişik aygıt Id, Ben ve Üst Ben’den oluşur” (age, s.59). Bunlardan Id, doğumla kazanılır ve “haz ilkesi”yle sıkı sıkıya ilişkilidir. Id’in haz tatmini süreksiz, sınırsız, yasaksız ve silopsist bir rasyonelle işler. O, biteviye haz peşindedir. Ben yani ego ise “gerçeklik ilkesi”ne dayanmakta, “gücünü bastırmalar sayesinde kaynağındaki seksüel ve saldırgan eğilimlerinden sıyrılmış, “nötralize” bir libido’dan almaktadır” (age). Son olarak Üst Ben yani süper ego, “Ben’in bir bölümünün kültürel faktörleri içselleştirmesi ile ortaya çıkan ve gene geniş ölçüde bilinçdışı olan psişizma bölümüdür” (age, s.60). Burada, çocuklara kültürel öğeleri ve toplumsal kuralları aşılayan, onları içine doğdukları sosyokültürel formasyona uygun şekilde yetiştirerek sosyalize eden kurum- ekseriyetle- ailedir. Ebeveynler, çocuğun mevcut değerler sistemini özümsemesi, taşıması ve bu değerleri sonraki kuşaklara aktarması ile yeniden üretilen ‘toplumsal çevrimin’ orta yerinde yer alırlar.
Freud’a kısmen değindikten sonra artık, onun çift katmanlı psişik aygıtına ve bu doğrultudaki savlarına yönelik getirilen yergilere yer verebiliriz. Freud’u yeren pek çok isimden biri olan Amerikalı psikolog ve dil bilimci Burrhus Frederic Skinner, 1954 yılında kaleme aldığı “Critique of Psychoanalytic Concepts and Theories” başlıklı makalesinde, Freud’un Batı düşüncesi açısından ne denli müstesna bir yere oturduğunu şu şekilde ifade etmiştir; “Freud’un Batı düşüncesine yapmış olduğu katkıların önem arz ettiği açıktır. Bunu sebep-sonuç ilkesi olarak bilinen ilkenin insan davranışlarına uygulanması şeklinde tanımlamak mümkündür” (Skinner, 1954, s.77) demiş ve ardından Freudcu düşünceye dair getirdiği yergileri açımlamaya koyulmuştur. Hatırlanacağı üzere Freud, “insanların doğumdan itibaren maruz kaldıkları toplumsal baskı sonucunda, bazı arzularını bilinçdışında bastırılmasına neden olduğunu, bu bilinçdışı arzuların kendisini dil sürçmesi, hatalı hareketler, rüyalar ve nevrozlarda simgesel tarzda şekil değiştirerek gösterip, tatmin yolları aradığına” (Tura, 2012, s.53) dikkat çekmiştir. Freud bu doğrultudaki tahlillerinde kimi noktaları eksik, dolayısıyla da, askıda bırakmaktadır. Skinner’e göre Freud’un dil sürçmelerini mizah teknikleri ve sözlü sanatlar bağlamında etkili biçimde çözümlediğini rahatlıkla iddia edebilmekteyiz. Fakat bu çözümlemelerini, sözlü davranışları görüşlerin, hislerin ya da diğer içsel olayların (inner events) ifade edilmesi gibi veçhelerle ilişkili olarak değil de, salt kendi içerisinde çözümlediğini aynı şekilde iddia edememekteyiz (age, s.82). Bir diğer deyişle Freud, dil sürçmelerini konuşma sürecinin cereyan ettiği özgül bağlamdan ya da dinamiklerden yalıtmakta, konuşma ediminin sahnelendiği doğal çevreyi ve dış faktörleri dikkatten kaçırmaktadır. Freud buna ek olarak, sözel davranışları bağımsız bir değişken olarak da ihmal etmektedir.
Freud, insan davranışlarının gelişimi açısından libido’yu ve libidonun kat ettiği seyri temel parametre olarak varsayar. Buna göre,
Söz konusu evrelerde libidonun yatırım tarzları ve nesnelerindeki farklılıklar bakımından birbirinden ayrılır. Gelişimin nihai aşaması, libidonun “sosyokültürel” çevreye uydurulması olacaktır. Oral dönemde erojen (cinsel bakımdan duyarlı) bölge ağızdır, yani libido ağız yoluyla tatmin edilir. İkinci evre olan “anal” dönemde ise libido dışkılama fonksiyonuna yönelmiş, bu yolla tatmin aramaktadır. Anal dönemde nesne libidosu da gelişmeye başlamıştır. Anal dönemi “fallik dönem” izler. Bu dönemin temel özelliği, nesne libidosunun giderek ağırlık kazanmasıdır” (Tura, 2012, s.57).
Bir diğer deyişle libido, bireyin yaratıcı eylemlerini teşvik eden, onun tüm yapıcı davranışlarının arkasındaki temel etkiyen, başat itici güçtür. Aynı düzlemde,
Hepimiz belirli davranışların belirli durumlarda- diğer durumlara oranla- daha yüksek olasılıkla ortaya konacağını pekâlâ biliriz. Fakat bu olasılıkları açıklamaya ya da değerlendirmeye dönük çabaların ne denli güç olduğunu da bir kenara not etmeliyiz. Psikanalistlere göre belirli davranışlarımızın altında yatan dinamik değişimlerin sebebi, bu davranışların ortaya konması noktasındaki olasılıklar temelinde görülen değişimlerdir. Freud davranışı koşullandıran bu veçheleri “libido”, “kateksis”, “uyarılma şiddeti”, “içgüdüsel ya da duygusal eğilimler”, “mevcut psişik enerji miktarı” ve benzeri öğelerle açıklamaya çalışmıştır. Oysaki bu olasılıkların hangi miktarlarda ortaya çıktığı sorusunu cevapsız bırakmıştır. Çünkü bu bağlamda ortaya konan yorumlamalar, bilimin niceliksel pratiklerine genel olarak uygulanamayacak türden yorumlamaları içermektedir (Skinner, 1954, s.82-83).
Toparlamak gerekirse, Freud insan davranışlarını koşullayan, onları eylemliliğe iten davranışsal değişimleri, belirli kavram setleri temelinde açıklamaya çalışmıştır. Bunu yaparken belirli davranışların ne oranda ortaya çıkabileceğine dair, daha çok ihtimaliyet konusu olan soruları bilinmezliğin dayanılmaz hafifliğine terk etmiştir. Skinner’in bu minvalde dile getirdiği görüşleri, Freud’un “kateksis” kavramını ele alarak da somutlaştırabiliriz. Freud, kateksis kavramıyla libidinal enerjinin yatırıldığı ya da kanalize edildiği objelere- dolayısıyla da doğuracağı fiziki eylemlere, davranışlara- işaret etmektedir. Kurmuş olduğu bağıntı bir yanıyla farklılaşma göstermeyen (genel-geçer) ve ölçümlenebilen öznel itkilere, diğer yanıyla, aynı itkilerin yarattığı niteliksel duygu durumlarına (duygusal tepkilere) denk düşmektedir. Buraya kadar herhangi bir eksik görülmese de, Freud’un bağıntısı bizleri, bu itkilerin yaratacağı davranışsal dışavurumların bir ihtimaliyet oranında ne denli gerçekleşebileceğine dair bazı faydalı ön deyilerden yoksun bırakmaktadır.
Erhan Özcan

Kaynakça
Skinner, B. F. (1954). “Critique of Psychoanalytic Concepts and Theories”, (http://www.mcps.umn.edu/assets/pdf/1_3_Skinner.pdf adresinden erişilmiştir) 08.11.2014
Stokes, P. (2003). “ Philosophy 100 Essential Thinkers”, Lion Books: New York
Tura, M.S. (2012). “Freud’dan Lacan’a Psikanaliz”, Kanat: İstanbul