Freud temellerini attığı psikanaliz yaklaşımını “Kopernik’in getirdiği
devrimci ruhla eş değer görür. Ona göre bilinçli akıl ya da Ben, Descartes ve
takipçilerinin iddia ettiği üzere “kendi evinin gerçek sahibi” değildir
(Stokes, 2003, s.139). Kabul etmek gerekirse, Freud ortaya koyduğu düşünsel
çaba ve çığır açıcı nosyonlarıyla ne denli övünse azdır. Fakat bu onun
psikanaliz yaklaşımına getirilen kimi eleştirilerini savuşturmamaktadır. Aldığı
yergiler en az övgüler kadar yer tutmaktadır. Freudcu düşünceye getirilen kimi
eleştirilere geçmeden önce, yaklaşımını oluşturan çift katmanlı tipolojiye
değinmekte, olumlu dönütlerle karşılanılan bilimsel çabalarına selam durmakta
fayda var. Bu bağlamda, öncelikli olarak Freud’un çift katmanlı psikanaliz
düşüncesine eğilecek, ardından- Tura’nın deyişiyle, “dar kafalı” tutuculardan
(Tura, 2012, s.2)- Amerikalı psikolog Skinner’ın, Freud’un temel
argümanlarından bazılarına getirdiği yanıtlara yer vereceğim.
Yola Freud’la koyulmak gerekirse… Freud, psişik aygıtı “birinci topik”
ya da “topoğrafik görüş” adı verdiği şekliyle; “bilinç”, “bilinçaltı” ve
“bilinçdışı” olarak gruplandırır (Tura, 2012, s.56). Bilinç bir anlamda ego’nun
mental yaşantısının bir niteliğini imler, öte yanda
Bilinçaltı, dikkatimizi
yoğunlaştırmadığımız algılarımızı, bazı otomatik hareketlerimizi, fikir
çağrışımlarını, hatta üzerinde düşünmediğimiz halde bir anda olgunlaşmış olarak
bilinç alanında bulduğumuz fikirlerimizi vs. ilgilendirir. Bilinçdışı, toplum
tarafından kabul edilmeyen arzuların bastırılması ve tamamen bilinç alanının
dışında tutulması ile oluşur (age, s.53).
Bu noktada, her ne kadar verili sosyokültürel kodların başat etkenliği
söz konusu olsa da, birey’in subjektif bir bilinçlilik ve irade göstererek, düşünülmüş/spontan
fikirler kümesi ya da davranış biçimlerini bilinç dışına ittiğini belirtmekte
fayda var. Freud’un çift yüzeyli tipolojisini tanımlayan “ikinci topik” ya da
diğer bir deyişle “yapısal görüş” çerçevesinde psişik aygıt Id, Ben
ve Üst Ben’den oluşur” (age, s.59). Bunlardan Id, doğumla kazanılır ve “haz
ilkesi”yle sıkı sıkıya ilişkilidir. Id’in haz tatmini süreksiz, sınırsız,
yasaksız ve silopsist bir rasyonelle işler. O, biteviye haz peşindedir. Ben
yani ego ise “gerçeklik ilkesi”ne dayanmakta, “gücünü bastırmalar
sayesinde kaynağındaki seksüel ve saldırgan eğilimlerinden sıyrılmış,
“nötralize” bir libido’dan almaktadır” (age). Son olarak Üst Ben yani süper
ego, “Ben’in bir bölümünün kültürel faktörleri içselleştirmesi ile ortaya
çıkan ve gene geniş ölçüde bilinçdışı olan psişizma bölümüdür” (age, s.60).
Burada, çocuklara kültürel öğeleri ve toplumsal kuralları aşılayan, onları
içine doğdukları sosyokültürel formasyona uygun şekilde yetiştirerek sosyalize
eden kurum- ekseriyetle- ailedir. Ebeveynler, çocuğun mevcut değerler sistemini
özümsemesi, taşıması ve bu değerleri sonraki kuşaklara aktarması ile yeniden
üretilen ‘toplumsal çevrimin’ orta yerinde yer alırlar.
Freud’a kısmen değindikten sonra artık, onun çift katmanlı psişik
aygıtına ve bu doğrultudaki savlarına yönelik getirilen yergilere yer
verebiliriz. Freud’u yeren pek çok isimden biri olan Amerikalı psikolog ve dil
bilimci Burrhus Frederic Skinner, 1954 yılında kaleme aldığı “Critique of
Psychoanalytic Concepts and Theories” başlıklı makalesinde, Freud’un Batı
düşüncesi açısından ne denli müstesna bir yere oturduğunu şu şekilde ifade
etmiştir; “Freud’un Batı düşüncesine yapmış olduğu katkıların önem arz ettiği
açıktır. Bunu sebep-sonuç ilkesi olarak bilinen ilkenin insan davranışlarına uygulanması
şeklinde tanımlamak mümkündür” (Skinner, 1954, s.77) demiş ve ardından Freudcu
düşünceye dair getirdiği yergileri açımlamaya koyulmuştur. Hatırlanacağı üzere
Freud, “insanların doğumdan itibaren maruz kaldıkları toplumsal baskı
sonucunda, bazı arzularını bilinçdışında bastırılmasına neden olduğunu, bu
bilinçdışı arzuların kendisini dil sürçmesi, hatalı hareketler, rüyalar ve
nevrozlarda simgesel tarzda şekil değiştirerek gösterip, tatmin yolları
aradığına” (Tura, 2012, s.53) dikkat çekmiştir. Freud bu doğrultudaki
tahlillerinde kimi noktaları eksik, dolayısıyla da, askıda bırakmaktadır.
Skinner’e göre Freud’un dil sürçmelerini mizah teknikleri ve sözlü sanatlar
bağlamında etkili biçimde çözümlediğini rahatlıkla iddia edebilmekteyiz. Fakat
bu çözümlemelerini, sözlü davranışları görüşlerin, hislerin ya da diğer içsel
olayların (inner events) ifade edilmesi gibi veçhelerle ilişkili olarak
değil de, salt kendi içerisinde çözümlediğini aynı şekilde iddia edememekteyiz
(age, s.82). Bir diğer deyişle Freud, dil sürçmelerini konuşma sürecinin
cereyan ettiği özgül bağlamdan ya da dinamiklerden yalıtmakta, konuşma ediminin
sahnelendiği doğal çevreyi ve dış faktörleri dikkatten kaçırmaktadır. Freud
buna ek olarak, sözel davranışları bağımsız bir değişken olarak da ihmal
etmektedir.
Freud, insan davranışlarının gelişimi açısından libido’yu ve libidonun
kat ettiği seyri temel parametre olarak varsayar. Buna göre,
Söz konusu evrelerde
libidonun yatırım tarzları ve nesnelerindeki farklılıklar bakımından
birbirinden ayrılır. Gelişimin nihai aşaması, libidonun “sosyokültürel” çevreye
uydurulması olacaktır. Oral dönemde erojen (cinsel bakımdan duyarlı) bölge
ağızdır, yani libido ağız yoluyla tatmin edilir. İkinci evre olan “anal”
dönemde ise libido dışkılama fonksiyonuna yönelmiş, bu yolla tatmin
aramaktadır. Anal dönemde nesne libidosu da gelişmeye başlamıştır. Anal dönemi
“fallik dönem” izler. Bu dönemin temel özelliği, nesne libidosunun giderek
ağırlık kazanmasıdır” (Tura, 2012, s.57).
Bir diğer deyişle libido, bireyin yaratıcı eylemlerini teşvik eden,
onun tüm yapıcı davranışlarının arkasındaki temel etkiyen, başat itici güçtür.
Aynı düzlemde,
Hepimiz belirli
davranışların belirli durumlarda- diğer durumlara oranla- daha yüksek
olasılıkla ortaya konacağını pekâlâ biliriz. Fakat bu olasılıkları açıklamaya
ya da değerlendirmeye dönük çabaların ne denli güç olduğunu da bir kenara not
etmeliyiz. Psikanalistlere göre belirli davranışlarımızın altında yatan dinamik
değişimlerin sebebi, bu davranışların ortaya konması noktasındaki olasılıklar
temelinde görülen değişimlerdir. Freud davranışı koşullandıran bu veçheleri
“libido”, “kateksis”, “uyarılma şiddeti”, “içgüdüsel ya da duygusal eğilimler”,
“mevcut psişik enerji miktarı” ve benzeri öğelerle açıklamaya çalışmıştır. Oysaki
bu olasılıkların hangi miktarlarda ortaya çıktığı sorusunu cevapsız
bırakmıştır. Çünkü bu bağlamda ortaya konan yorumlamalar, bilimin niceliksel
pratiklerine genel olarak uygulanamayacak türden yorumlamaları içermektedir
(Skinner, 1954, s.82-83).
Toparlamak gerekirse, Freud insan davranışlarını koşullayan, onları
eylemliliğe iten davranışsal değişimleri, belirli kavram setleri temelinde
açıklamaya çalışmıştır. Bunu yaparken belirli davranışların ne oranda ortaya
çıkabileceğine dair, daha çok ihtimaliyet konusu olan soruları bilinmezliğin
dayanılmaz hafifliğine terk etmiştir. Skinner’in bu minvalde dile getirdiği
görüşleri, Freud’un “kateksis” kavramını ele alarak da
somutlaştırabiliriz. Freud, kateksis kavramıyla libidinal enerjinin yatırıldığı
ya da kanalize edildiği objelere- dolayısıyla da doğuracağı fiziki eylemlere,
davranışlara- işaret etmektedir. Kurmuş olduğu bağıntı bir yanıyla farklılaşma
göstermeyen (genel-geçer) ve ölçümlenebilen öznel itkilere, diğer yanıyla, aynı
itkilerin yarattığı niteliksel duygu durumlarına (duygusal tepkilere) denk
düşmektedir. Buraya kadar herhangi bir eksik görülmese de, Freud’un bağıntısı
bizleri, bu itkilerin yaratacağı davranışsal dışavurumların bir ihtimaliyet
oranında ne denli gerçekleşebileceğine dair bazı faydalı ön deyilerden yoksun
bırakmaktadır.
Erhan Özcan
Kaynakça
Skinner, B. F. (1954). “Critique of Psychoanalytic Concepts
and Theories”, (http://www.mcps.umn.edu/assets/pdf/1_3_Skinner.pdf adresinden erişilmiştir) 08.11.2014
Stokes, P. (2003). “ Philosophy 100 Essential Thinkers”, Lion
Books: New York
Tura, M.S. (2012). “Freud’dan Lacan’a Psikanaliz”, Kanat:
İstanbul