“Yeni zamanlarda
modanın yarattığı Tarzlar- açgözlülükle silmeye ya da özünü dejenere etmeye
uğraş verdiği- eskinin göstergelerinden medet ummaktadır. Adeta “görünmez bir
el” edasıyla işleyen Tarz, kadınları femme fatale, erkekleri ise Don Juan koduyla
dizilemekten geri duramaz. Kimi zaman “Hiç Tarz Değilsiiin!” naralarıyla
bezenen ve algıyı iğfal etmekten başka hiçbir işlevselliği bulunmayan “burjuva moda
söylemi”, bir yandan inorganik dünyanın kadınlara sunduğu “mükerrer cezayı [her
fırsatta] hatırlatırken” (age, s.119), kadın kimliğini cicili bicili kombinlere
sıkıştırmakta ve patriyarkanın hastalıklı bakış açısını yeniden kurmaya hizmet
etmektedir.”
I.
Alamod ya da “moda olan”; sıklıkla tarzla “kombinlenen”. Kimi zaman “elegant” kimi zaman “paçoz/rüküş”…
Eğer ki, moda denen şey ‘Ben’e dair üst üste binen onlarca alt metni
dolayımlayan bir medyum ise, o halde Lukács’a atıfla bir “ikinci doğa[1]”nın
varlığından pekâlâ bahsedebilmekteyiz. Alabildiğine uzanan bir sembol
havzasının orta yerinde yeşeren bu simgesel doğa, kendisini “kendinde varlık”
olma iddiasıyla takdim eder. Oysaki “ikinci doğa” ne organik dünyadan kopuk, ne
de ondan bağışıktır. Aksine dolayımsızlığın doğası ile sembolik doğa arasındaki
ilişki “zoraki” bir koeksiztanstan (bir arada yaşama) başka bir şey değildir.
Bu ortakyaşarlığı zorakiymiş gibi sunan şey, ikinci doğa’nın
kendini takdim ederken işe koştuğu “yenilikçilik/farklılık/çağdaşlık” gibi
söylem varyantlarıdır. Bu doğanın “alamod” kalmakta ısrar eden kibirli
zamanları, kendisini “zamanın [yegâne] ölçütü” (Buck-Morss, 2009, s.117) olarak
ilan etmektedir. İçinde bulunduğumuz modernite uğrağı bu doğanın biteviye kat
ettiği ilerlemenin anlık birimlerinde vücut bulmaktadır. Anıları elinin ucuyla
iten şimdinin alamod özneleri, “anıların yokluğunu” (age, s.116) modernitenin
zaferi olarak görmekle huzur bulurlar. Geçmişin bu müstesna izleri, adına
“yenilik” denilen montaj ürünü cellâdın iradesine teslim edilir ve tarihin isli
yapraklarından silinir. Paradoksaldır ki, modernitenin “ilerlemeci”
politik-ideolojinin konsolidasyonuna dönük her silme harekâtı (“bu yılın
modası”/“son moda trendler” gibi geçmişle hesaplaşma adına güncelliğe ve mevcut
olana göndermede bulunarak), ikinci doğanın geçmişten devraldığı belleği ve bu
bellekle aktardığı göstergelerin yitip gitmesiyle sonuçlanmaktadır.
II.
Eski rejimin “münasip” gördüğü giyim-kuşam rejimi, “ilahi
takdirce düzen bulmuş bir evrenin yansıması ve kişinin bunun içindeki yerinin
bir göstergesiydi” (age, s.117). Eski rejimin “farklılaştıkça” statikleşen
giyim-kuşam kodları, (en azından) toplumsal bireylerin nesnel sınıf konumlarını
apaçık biçimde imlemekteydi. Eski rejimin madunları kamusal kaynaklardan ve
zenginlikten yoksun bırakıldıklarını bil(ebil)mekte, ama yine de yola devam
etmekteydiler. Dönemin ideologları mülksüzlerin kılık kıyafet “tercihlerini”
çarpıtmada çağdaşları kadar yaratıcı değillerdi. Ayrıca buna lüzum da yoktu.
Eski rejimin kamusal giyim formları yasalarla düzenlenmiş ve cezai
müeyyidelerle- iktidarın içselleştirmesi dolayısıyla uygulanmasa da- güvence
altına alınmıştı.
Yeni zamanlara gelindiğinde, “bırakınız yapsınlarcı”
düşüncenin ortaya attığı “Tarz ideolojisi”nin Eski rejimin yasal
düzenlemelerini ikame ettiği görülür. Tarz mefhumu artık iktidar asimetrilerinin
apaçıklaştığı anları gözden kaçıran sadık bir başucu mantralığına soyunmuştur.
Yeni zamanlarda modanın yarattığı Tarzlar- açgözlülükle silmeye ya da özünü
dejenere etmeye uğraş verdiği- eskinin göstergelerinden medet ummaktadır. Adeta
“görünmez bir el” edasıyla işleyen Tarz, kadınları femme fatale, erkekleri ise Don
Juan koduyla dizilemekten geri duramaz. Kimi zaman “Hiç Tarz Değilsiiin!”
naralarıyla bezenen ve algıyı iğfal etmekten başka hiçbir işlevselliği
bulunmayan “burjuva moda söylemi”, bir yandan inorganik dünyanın kadınlara
sunduğu “mükerrer cezayı [her fırsatta] hatırlatırken” (age, s.119), kadın
kimliğini cicili bicili kombinlere sıkıştırmakta ve patriyarkanın hastalıklı
bakış açısını yeniden kurmaya hizmet etmektedir. Buck-Morss’un da ortaya
koyduğu üzere, moda söylemiyle ittifak kuran kadın tipolojisi, sahip olduğu üretici
güçleri bastırmakta ve kendine tamamıyla “dışsal” bir mankeni taklit etme
yoluna gitmektedir (age, s.121). Böylesi bir taklit çabası doğrusu karşılıksız
değildir. Kadın, mankeni taklit edecek ve karşılığında “modern kadın özne” statüsü
ile ödüllendirilecektir. Böylelikle, kendi kimliğini hem kendisine hem de
çevresindekilere kabul ettirmiş ve onatmış olacaktır.
Burjuva modasının mevcut toplumsal formasyonu bina etme
noktasında pay sahibi olduğu açıktır. Onun eskiyi olumsuzlamaya ve “yeniyi
yenilemeye” dönük ısrarlı çabalarının “Organik doğayı taklit ederek gömlek
kollarını penguenin kanatlarına benzetme, meyve ve çiçekleri saç takıları
olarak tasarlama, şapkaları balık kılçıkları ile süsleme, dans ayakkabıları ve
şemsiyeleri tüylerle donatma” (age, s.120) benzeri hamlelerle cisimleşmektedir.
Öte yanda moda, getirmiş olduğu kullan at/eskitmeden at mantığıyla sermayenin
devir zamanının yinelenmesine çanak tutmaktadır. Yanı sıra, Pazar ilişkilerinin
yarattığı devir mantığının, moda trendleri yoluyla gündelik insani ilişkilere
doğru taşındığı da gözden kaçmamaktadır.
Erhan Özcan
Kaynakça
Buck-Morss, S. (2009). “Görmenin Diyalektiği, Walter Benjamin
ve Pasajlar Projesi”, İstanbul: Metis
Franklin, S. Vd. (2000). “Global Nature, Global Culture”,
London: Sage
(https://books.google.com.tr/books?id=ygZb7Wxv2LsC&pg=PA51&lpg=PA51&dq=Georg_Luk%C3%A1cs+second+nature&source=bl&ots=QZyz5Ru4UH&sig=u5_3y0ytO4pnyRhU0KBPLgd5CQQ&hl=tr&sa=X&ei=A0mVVOzJAYmvabv3gvgC&ved=0CCsQ6AEwAg#v=onepage&q=Georg_Luk%C3%A1cs%20second%20nature&f=false
adresinden erişilmiştir) 20.12.2014
[1] Lukács’ın
daha çok Hegelci bir kavrayışla ele aldığı “ikinci
doğa”, kendi öz yaratımı olan görüngü ya da deneyimlerin farkına varamayan,
yabancılaşmış ve şeyleşmiş bir öznelik haline tekabül eder (Franklin vd., 2000,
s.51).