Salı, Aralık 30, 2014

BU TARZ BENİM (Mİ)?


“Yeni zamanlarda modanın yarattığı Tarzlar- açgözlülükle silmeye ya da özünü dejenere etmeye uğraş verdiği- eskinin göstergelerinden medet ummaktadır. Adeta “görünmez bir el” edasıyla işleyen Tarz, kadınları femme fatale, erkekleri ise Don Juan koduyla dizilemekten geri duramaz. Kimi zaman “Hiç Tarz Değilsiiin!” naralarıyla bezenen ve algıyı iğfal etmekten başka hiçbir işlevselliği bulunmayan “burjuva moda söylemi”, bir yandan inorganik dünyanın kadınlara sunduğu “mükerrer cezayı [her fırsatta] hatırlatırken” (age, s.119), kadın kimliğini cicili bicili kombinlere sıkıştırmakta ve patriyarkanın hastalıklı bakış açısını yeniden kurmaya hizmet etmektedir.”

I.
Alamod ya da “moda olan”; sıklıkla tarzla “kombinlenen”. Kimi zaman “elegant” kimi zaman “paçoz/rüküş”… Eğer ki, moda denen şey ‘Ben’e dair üst üste binen onlarca alt metni dolayımlayan bir medyum ise, o halde Lukács’a atıfla bir “ikinci doğa[1]nın varlığından pekâlâ bahsedebilmekteyiz. Alabildiğine uzanan bir sembol havzasının orta yerinde yeşeren bu simgesel doğa, kendisini “kendinde varlık” olma iddiasıyla takdim eder. Oysaki “ikinci doğa” ne organik dünyadan kopuk, ne de ondan bağışıktır. Aksine dolayımsızlığın doğası ile sembolik doğa arasındaki ilişki “zoraki” bir koeksiztanstan (bir arada yaşama) başka bir şey değildir.
Bu ortakyaşarlığı zorakiymiş gibi sunan şey, ikinci doğa’nın kendini takdim ederken işe koştuğu “yenilikçilik/farklılık/çağdaşlık” gibi söylem varyantlarıdır. Bu doğanın “alamod” kalmakta ısrar eden kibirli zamanları, kendisini “zamanın [yegâne] ölçütü” (Buck-Morss, 2009, s.117) olarak ilan etmektedir. İçinde bulunduğumuz modernite uğrağı bu doğanın biteviye kat ettiği ilerlemenin anlık birimlerinde vücut bulmaktadır. Anıları elinin ucuyla iten şimdinin alamod özneleri, “anıların yokluğunu” (age, s.116) modernitenin zaferi olarak görmekle huzur bulurlar. Geçmişin bu müstesna izleri, adına “yenilik” denilen montaj ürünü cellâdın iradesine teslim edilir ve tarihin isli yapraklarından silinir. Paradoksaldır ki, modernitenin “ilerlemeci” politik-ideolojinin konsolidasyonuna dönük her silme harekâtı (“bu yılın modası”/“son moda trendler” gibi geçmişle hesaplaşma adına güncelliğe ve mevcut olana göndermede bulunarak), ikinci doğanın geçmişten devraldığı belleği ve bu bellekle aktardığı göstergelerin yitip gitmesiyle sonuçlanmaktadır.     

II.
Eski rejimin “münasip” gördüğü giyim-kuşam rejimi, “ilahi takdirce düzen bulmuş bir evrenin yansıması ve kişinin bunun içindeki yerinin bir göstergesiydi” (age, s.117). Eski rejimin “farklılaştıkça” statikleşen giyim-kuşam kodları, (en azından) toplumsal bireylerin nesnel sınıf konumlarını apaçık biçimde imlemekteydi. Eski rejimin madunları kamusal kaynaklardan ve zenginlikten yoksun bırakıldıklarını bil(ebil)mekte, ama yine de yola devam etmekteydiler. Dönemin ideologları mülksüzlerin kılık kıyafet “tercihlerini” çarpıtmada çağdaşları kadar yaratıcı değillerdi. Ayrıca buna lüzum da yoktu. Eski rejimin kamusal giyim formları yasalarla düzenlenmiş ve cezai müeyyidelerle- iktidarın içselleştirmesi dolayısıyla uygulanmasa da- güvence altına alınmıştı.

Yeni zamanlara gelindiğinde, “bırakınız yapsınlarcı” düşüncenin ortaya attığı “Tarz ideolojisi”nin Eski rejimin yasal düzenlemelerini ikame ettiği görülür. Tarz mefhumu artık iktidar asimetrilerinin apaçıklaştığı anları gözden kaçıran sadık bir başucu mantralığına soyunmuştur. Yeni zamanlarda modanın yarattığı Tarzlar- açgözlülükle silmeye ya da özünü dejenere etmeye uğraş verdiği- eskinin göstergelerinden medet ummaktadır. Adeta “görünmez bir el” edasıyla işleyen Tarz, kadınları femme fatale, erkekleri ise Don Juan koduyla dizilemekten geri duramaz. Kimi zaman “Hiç Tarz Değilsiiin!” naralarıyla bezenen ve algıyı iğfal etmekten başka hiçbir işlevselliği bulunmayan “burjuva moda söylemi”, bir yandan inorganik dünyanın kadınlara sunduğu “mükerrer cezayı [her fırsatta] hatırlatırken” (age, s.119), kadın kimliğini cicili bicili kombinlere sıkıştırmakta ve patriyarkanın hastalıklı bakış açısını yeniden kurmaya hizmet etmektedir. Buck-Morss’un da ortaya koyduğu üzere, moda söylemiyle ittifak kuran kadın tipolojisi, sahip olduğu üretici güçleri bastırmakta ve kendine tamamıyla “dışsal” bir mankeni taklit etme yoluna gitmektedir (age, s.121). Böylesi bir taklit çabası doğrusu karşılıksız değildir. Kadın, mankeni taklit edecek ve karşılığında “modern kadın özne” statüsü ile ödüllendirilecektir. Böylelikle, kendi kimliğini hem kendisine hem de çevresindekilere kabul ettirmiş ve onatmış olacaktır.  

Burjuva modasının mevcut toplumsal formasyonu bina etme noktasında pay sahibi olduğu açıktır. Onun eskiyi olumsuzlamaya ve “yeniyi yenilemeye” dönük ısrarlı çabalarının “Organik doğayı taklit ederek gömlek kollarını penguenin kanatlarına benzetme, meyve ve çiçekleri saç takıları olarak tasarlama, şapkaları balık kılçıkları ile süsleme, dans ayakkabıları ve şemsiyeleri tüylerle donatma” (age, s.120) benzeri hamlelerle cisimleşmektedir. Öte yanda moda, getirmiş olduğu kullan at/eskitmeden at mantığıyla sermayenin devir zamanının yinelenmesine çanak tutmaktadır. Yanı sıra, Pazar ilişkilerinin yarattığı devir mantığının, moda trendleri yoluyla gündelik insani ilişkilere doğru taşındığı da gözden kaçmamaktadır.

Erhan Özcan           

                             

Kaynakça
Buck-Morss, S. (2009). “Görmenin Diyalektiği, Walter Benjamin ve Pasajlar Projesi”, İstanbul: Metis

Franklin, S. Vd. (2000). “Global Nature, Global Culture”, London: Sage




[1] Lukács’ın daha çok Hegelci bir kavrayışla ele aldığı “ikinci doğa”, kendi öz yaratımı olan görüngü ya da deneyimlerin farkına varamayan, yabancılaşmış ve şeyleşmiş bir öznelik haline tekabül eder (Franklin vd., 2000, s.51).