“Yani
Taha’nın tezinde zekat İslam’ın asıl emirlerinden değil
geçiş sürecindeki ilga edilecek emirlerdendir. Zekat emrinin ilga
ettiği ayet ise şudur: “Size ne vereceğinizi
sorduklarında ihtiyacınızdan fazlasını cevabını verin.
(Bakara, 2/219)” Taha'nın, zekat ve mülkiyetle ilgili
fikirlerini dayandırdığı bu ayet asıl mesajı barındırmaktadır
ve bu ayet sosyalizmin mülkiyet konusundaki tarifidir.”
Zaman
zaman İslam ve Kapitalizm, İslam ve Liberalizm, İslam ve Özgürlük,
İslam ve Demokrasi tartışmaları gibi İslam ve sosyalizm
tartışmaları da yapılmakta.[1]
Türkiye’de, 1965 yılında Yön Dergisi
yayınlarından çıkan Garaudy'nin İslam
ve Sosyalizm kitabı
bu tartışmalarda odak noktasını oluştururken, 2012 yılında
İhsan Eliaçık[2]
ve Numan Kurtulmuş[3]
üzerinden konunun gündeme geldiği görülüyor.[4]
“Türkiye’de
Sol: Bir Varmış, Bir Yokmuş…” başlığıyla çıkan Tezkire
dergisinin 50.sayısı da (Eylül-Kasım 2014), “İslam, Sosyalizm
ve Türkiye” konusunu işleyen özel bir bölüme yer vermiş. Bu
bölümde, konuyla doğrudan ilgili üç yazı, Yasin Aktay,
Abdülaziz Kıransal ve Bahattin Cizreli tarafından kaleme alınmış.
Ayrıca, Sadreddin Celal’in 1923, Niyazi Berkes’in 1965 tarihli
yazıları da yer alıyor.
Aşağıda,
öncelikle, Tezkire dergisinde yayımlanan yazılardan yapılan
alıntılarla “ne söylendiği” aktarılacak, daha sonra kısa
bir değerlendirme yapılmaya çalışılacaktır.
Tarihsel
Süreç: Anti-komünist İslami sosyalizm
“İslami
sol” kavramı içinde geçen sol, daha çok yenilik, değişim ve
akılcılığı temsil etmektedir. Yine bu kavram dahilinde eşitlik,
özgürlük ve adalet çağrışımlarının anlaşılması da
mümkündür. İslami sol kavramının farklı bir heyecan
oluşturduğu kabul edilmekle birlikte; şimdiye kadar sadece
entelektüel zihinlerde heyecan veren bir düşünce olmaktan öteye
geçememiştir. Ayrıca solun tarihi seyri içinde İslam ile olan
ilişkisinden kaynaklanan dinsizlik ve hatta din düşmanlığı
çağrışımları yapması bu düşüncenin geleceği açısından
pek de umut vaat etmemektedir. Kavramın tarihsel süreci
incelendiğinde sistematik biçimde ilk kez, 1945 yılında
yayımlanan Faruk
Bercavi’nin
“İslam Sosyalizmi” kitabında ele alındığı görülmektedir.[5]
Arap
dünyasında özellikle iki dünya savaşı arasında İslami
muhalefet dilinin büyük ölçüde sosyalist söylemin etkisi
altında olduğu bilinir. Mısır’da bu yıllarda Müslüman
Kardeşler’in en önemli düşünürlerinden biri olan Seyyid
Kutub’un
İslam’da
Sosyal Adalet
isimli kitabı nominal olarak sosyalizm seçeneğini batılı bir
seçenek olarak fazla olumlamıyorsa da, içerik olarak İslam’ın
içinde bir sosyalist söylem arayışı olarak tebarüz etmiştir.
Yine Müslüman Kardeşler’in Suriye’deki en önemli isimlerinden
Mustafa
es-Sıbai’nin
İslam
Sosyalizmi
isimli kitabı da Kutub ile benzer görüşler ortaya koymuştur.[6]
Bu eserde aslında sosyalizmden hiçbir şekilde bahsedilmez. Aksine
baştan sona İslam anlatılır. Kitap büyük ölçüde Kutub’un
Sosyal
Adalet
isimli kitabını andıran temalar ve anlatımlarla doludur, ama
bunlara “İslam Sosyalizmi” ismi yakıştırılmaktadır.
Kuşkusuz sosyalizm ve İslam terkibinde İslam’ı çok daha fazla
ön plana çıkaran, hatta neredeyse bu terkibi İslam’ın
sosyalizme hiçbir şekilde ihtiyaç duymayacak kadar zengin
içeriğine gönderme yaparak kuran bir tür kendine-yeterlilik
söylemi göze çarpar.[7]
Sıbai, İslam’da millileştirmeyi (te’mim) İslam sosyalizminin
hayati bir yönü haline getiren birçok hüküm ve kurum bulunduğu
düşüncesindedir. Delil olarak da, “Üç
şey halkın mülkiyetindedir; su, otlar ve ateş”
hadisini gösterir. Bir başka rivayette tuz da bulunmaktadır.
Sıbai, bu maddelerin Peygamber dönemindeki çöl hayatında temel
ihtiyaçlar olduğunu ve bunların çoğaltılmasının mümkün
olduğunu söyler. Dolayısıyla günümüz için su, su arzıyla
ilgili bütün yapı ve vasıtaları; ateş, elektrik ve benzeri
enerji kaynaklarını; ot ve tuz gibi şeyler de modern hayatın
bütün vazgeçilmez ihtiyaçlarını içine alacak şekilde
genişletilebilir. Bu döneme mensup Emin
el-Huli,
Kur’an’daki servet ayetleri üzerinde yaptığı yorumlar
açısından İslami sol düşünce içerisinde doğal olarak yer
almıştır. Ona göre, Kur’an öyle bir zemin hazırlar ki, servet
tamamen kamu malı olsa, herkes ona ortak olsa ve bireysellik tamamen
ortadan kalksa, Kur’an bunda ne bir sakınca görür ne de buna
engel olur. Bu ifadelerine dayanarak Nasr
Hamid Ebu Zeyd
onun ilk İslam solcusu, gerçek bir sosyalist olduğunu söyler.
İslami sol düşüncesi daha derli toplu bir şekilde sunan ve bu
alanda ciddi ses getiren en önemli isim ise Hasan
Hanefi’dir.
Ona göre İslami sol, İslam’ın Marksist bir elbise içinde
sunulması değildir. Doğrudan sosyalizm kelimesini kullanmayan
Hanefi, ortaya konan değerlerin hepsinin bizzat İslam’dan ve
kültürden alındığını söyler.[8]
Kitlesel
destek bulduğu söylenemese de, bu kapsamda, Mısır’da Hasan
Hanefi ve Nasr Hamid Ebu Zeyd’in İslami Sol projelerinin yanında,
Cezayirli Abdullah
Larou’nun
çalışmalarından da bahsedilebilir. Larou’nun kitabında İslam
dünyasının açıkça bir Marx okumasına ihtiyaç olduğu
söylendikten sonra farklı Marx yorumlarına işaret edilerek Arap
dünyasına lazım olanın Althusser’in olgun Marx’ı değil
11.Tez’deki Marx olduğu savunulur. Bu, insanı motive eden, insana
kaderini değiştirmenin kendi elinde olduğunu hatırlatan,
dolayısıyla insanı hareket etmeye sevk edecek bir okuma olacaktır.
Bir başka okuma biçimi İran Devrimi esnasında oluşan İslam ve
sol buluşmasıdır. Bu buluşmalar Ali
Şeriati
gibi büyük bir sentez adamını ortaya çıkarmıştır. Ali
Şeriati’nin sadece siyasal duruşunun sol veya sosyalist öğeler
içermesinden söz edilemez, o aynı zamanda İslami bilgiyi
alabildiğine sol bir terminoloji içinde yeniden ve başarılı bir
biçimde ifade etmiştir. İnsanın Dört Zindanı olarak nitelediği,
insanı sınırlayan tarih, toplum, biyoloji, coğrafya gibi
sınırlara nihilistçe bir mahkumiyeti reddetmek ve insanın bir
özgürleşme ihtimalinin her halükarda var olduğunu, bunun da
aşkla
mümkün olduğunu ifade etmek, tabiidir ki onu salt sol bir
çerçeveye sığdırmayı da zorlaştırır.[9]
Bu
düşüncenin fazla tanınmamakla birlikte en önemli isimlerinden
birisi de, Sudan rejiminin irtidat gerekçesiyle idam ettiği Mahmud
Muhammed Taha’dır.
Taha, “İslami Sol” düşüncesiyle ilgili en belirgin çıkışını,
Sudan
Anayasası’nın Esasları (1955)
eserinde, başkanlık sistemi ile yönetilen, federal, demokratik ve
sosyalist bir İslam devleti önerisi ile yapmıştır. Taha,
fikirlerini yaymak için konferanslar düzenler, ancak yönetimin
rahatsız olması nedeniyle bu konferanslar yasaklanınca gizli ev
toplantılarıyla çalışmalarına devam eder. Fikirlerini hayata
geçirebilmek için kurduğu Cumhuriyetçi Kardeşler örgütünü
adeta küçük bir Sudan toplumu olarak değerlendirir ve
fikirlerinin üyeler tarafından gündelik hayatta uygulanmasını
ister. Taha’nın örtünme, haremlik-selamlık, çok eşlilik
islam’ın temel şartlarından değildir ve kadın erkek
eşitsizliği her alanda giderilmelidir şeklindeki fikirleri Sudanlı
kadınları cezbeder ve harekete bağlar.[10]
Taha,
“bireyin özgürlüğü”nü ön planda tutar ve toplumu bireyin
kendini gerçekleştirmesi için bir araç olarak algılar. Bireyi
bir araç olarak gören ideolojileri, komünizm de dahil, ciddi
eleştirilere tabi tutar. Tahayyül ettiği İslami Sol düşünceyi,
“İslam Demokratik ve Sosyalisttir” adlı kitapta açıklayacağını
belirten ama buna ömrü yetmeyen Taha, sosyalizmi, en başta
insanların yeryüzünün zenginliklerini bölüşmesi olarak tarif
eder.[11]
Taha’nın
sosyalizm vurgusu taşıyan en önemli iddialarından biri zekat
ve mülkiyet
konusundadır. Ona göre bugünkü İslami yasaların mülkiyetle
ilgili bölümleri gerçek İslami hedefleri yansıtmamakta, ancak bu
yasalar aşamalı olarak müslümanları gerçek mülkiyet anlayışına
yaklaştırmaktadır. Bu nedenle Allah, insanlara mallarının belli
bir kısmını zekat olarak vermeleri karşılığında özel
mülkiyete geçici olarak izin vermiştir. Bu insanları sosyalizme
hazırlayan bir geçiş sürecidir. Yani Taha’nın tezinde zekat
İslam’ın asıl emirlerinden değil geçiş sürecindeki ilga
edilecek emirlerdendir. Zekat emrinin ilga ettiği ayet ise şudur:
“Size
ne vereceğinizi sorduklarında ihtiyacınızdan fazlasını cevabını
verin. (Bakara, 2/219)”
Taha'nın, zekat ve mülkiyetle ilgili fikirlerini dayandırdığı
bu ayet asıl mesajı barındırmaktadır ve bu ayet sosyalizmin
mülkiyet konusundaki tarifidir.[12]
Taha’ya
göre, Şura da temel bir İslam ilkesi değildir ancak
ikincil önemde ele alınabilir. Şura, demokrasi değildir. Ancak
ulusu demokratik olmaya hazırlayan olgun bireyin hukukudur. Taha’nın
tezinde demokrasinin temel ilkesi ayetlerle belirlenmiştir. “Haydi
öğüt ver; sen şimdi sırf bir öğütçüsün. Onların üzerinde
bir zorba değilsin. (Gaşiye, 88/21-22)” ayeti, Taha’ya
göre demokrasiyi emreden ve tarif eden ayettir.
Özetle
Taha, yeni İslami düzenin başlangıcının sosyalizmle olacağını,
Allah’ın insanları sosyalizme ve demokrasiye davet ettiğini ve
bunun için özel emirler gönderdiğini belirtir. Bunun için üretim
araçlarının ve kaynaklarının bir tek ya da birkaç kişiye
verilmesi yasaklanacaktır. Yönetim konusunda ise yeni İslami
düzenin başlangıcı demokrasi ile olacaktır. Bu süreç aslında
hukukun evrimini, ikincil Ku’ran metinlerinden yani Medeni
emirlerden orijinal metinlere yani Mekki emirlere doğru bir
gelişmeyi ifade eder. Fakat Taha, klasik İslam düşüncesinde
kabullenilmesi mümkün olmayan fikirler ortaya atmış, ileri
sürdüğü fikirler ciddi tenkitler almış, zaten yaşadığı
dönemde de bu fikirleri ile bağlantılı bir şekilde irtidat
hükmüne muhatap olarak idam edilmiştir.[13]
Bütün
bu örneklerden İslam ve solun da, dünyanın birçok yerinde belki
Hristiyanlık ve solun buluştuğundan daha fazla buluşmuş
olabildiği sonucuna ulaşılabilir.[14]
Ancak müslümanların kendi mücadelerinde komünizme ihtiyaç
duymalarını gerektiren bir durum da olmamıştır. Belki komünizme
rağbet etmelerini engelleyen bir durum budur. Diğer yandan, artık
dünyada batıya, kapitalizme, sömürgeciliğe, işgallere karşı
muhalefet için İslamcı dil çok daha organik, çok daha elverişli
görülüyor. Belki Nurettin Topçu’nun demek istediği şeyi
tersinden ifade ederek bir algı açısından anlamlı gelecek bir
cümle kurabiliriz: İslamcılık zamanımızın sosyalizmidir.[15]
Türkiye
Ömer
Laçiner, TC’nin kuruluşundan itibaren İslamcı çevrelerin
sol-komünist etiketi taşıyan/takılmış her fikre/öneriye
koşulsuz bir ret tavrı içine girmiş olmalarına ve komünizm
kavramının sadece mutlak, sistematik bir ateizm olarak değil,
modernleşmenin seküler karakterinin en bariz tezahürlerinin,
gelenekle en karşıt yönlerinin tamamını kapsayan bir içerikle
kullanılmasına dikkat çeker. Türkiye tarihinde belki sol cenahtan
gelen yaklaşımlara karşı bir reddiyeci tutum olmuşsa bile İslami
kesimin sol bir yorum teşebbüslerinin hiçbir zaman eksik
olmadığını kaydetmek gerekiyor. İlk başta akla gelebilecek
örneklerden biri Nurettin
Topçu
ve Hareket dergisi çevresinin Anadolu solu diye ifade edilen
yaklaşımlarında İslam’ın sol bir yorumunun denenmiş olması.
Topçu’nun Bahtiyar
Belde
başlıklı yazısının son cümlesi, “sosyalizm devrimizin
şeriatıdır” önermesiyle biter.[16]
Bu bağlamda hemen hemen aynı yıllarda; Hüseyin Hatemi’nin
“İslam Açısından Sosyalizm” adlı telif eseri (1967) ve Roger
Garaudy’nin “Sosyalizm ve İslamiyet” kitabının tercümesi
(1965) yayımlanır.[17] Ancak
hem Arap islamcılığında hem de Nurettin Topçu’nun
anti-kapitalist veya sosyalizan eğilimleri aynı zamanda, Tanıl
Bora’nın da dikkat çektiği gibi, hayli güçlü bir
anti-komünist vurguyla tamamlanır. Laçiner’i teyiden, özellikle
yirmili ve yetmişli yıllar arasında İslamcıların anti-komünist
vurguları gerçekten komünizm hakkında gerçek bir mülahazaya
dayanmamakta, komünizmin şahsında aslında reddedilenin Kemalist
modernleşme programının aşırı versiyonları olduğu göz ardı
edilmemelidir. Komünizmi Kemalizmin daha da radikal bir versiyonu
olarak algılayan halkın bu tecrübesi, komünizmin Türkiye’de
dindar insanlarla herhangi bir buluşma şansını baştan yok
etmiştir.[18]
Türkiye’de
sosyalizm ve Kemalizm arasındaki ilişkiyi, 20 sosyalist parti/örgüt
ve dergi üzerinden analiz eden Bahattin Cizreli, Türkiye sosyalist
solunun Kemalist modernleşme projesi ile ortaklığını
tartışmadığı ve demokratik mücadele şartlarına adapte
olamadığı sürece bir politik güce dönüşemeyeceğini iddia
eder.[19]
Roger
Garaudy ve Niyazi Berkes
Niyazi
Berkes, Yön dergisinin 140.sayısında (3 Aralık 1965) yayımlanan
Sosyalizm
ve İslamiyet Üzerine
başlıklı yazısında Roger Garaudy’nin kitabını ve bu kitap
hakkında E.Tüfekçi’nin savunusunu eleştirir, ileri sürülen
fikirlere katılmadığını belirtir. Hemen hemen ta baştan
itibaren aşağı sınıflar arasında, dini öğretilerin zamanına
göre ileri olsa bile toplumda meydana getirdiği sonuca karşı
isyan veya ihtilal hareketleri ve Ku’ran’ın öğretilerini
sorgulama, başka şekilde yorumlama eğilimleri başlamıştır.
İslam tarihi, İslamlığın birinci anlaşılışı ile ikinci
anlaşılışı arasındaki sürekli bir mücadelenin tarihidir. Bu
mücadelenin yaptığı ve bizi hala yanıltan en önemli değişiklik,
İslamlığın ikinci anlayışının batıl
olduğu, İslamlığın doğru olanının birinci anlayışının
temsil ettiği şekil olduğu tezinin üstün gelmesidir. İslam
tarihi ilerledikçe, ister sünni ister şii olsun bu tez
kuvvetlenmiş, her çeşit Batıni akımı ezilip yok edilmiştir.
Berkes, sosyalizmin ne müslümanı ne hristiyanı var dedikten
sonra, sosyalizmin İslamlığa aykırı olduğunu iddia etmediğini;
İslamlığın belirli şekilde anlaşılan bazı yanlarının
sosyalizme aykırı olmasının mümkün olduğunu ilave eder.
İslam’ın Marx’ı İbn Khaldun faslına gelince. İbn Khaldun’un
ne Descartes ne de Marx ile ilgisi veya onlara benzeyişi yoktur. İbn
Khaldun Montesquieu ayarında bir düşünürdür, önemli fikirleri
ve gözlemleri vardır, dünya düşün tarihimizde birinci safta
gelen bir yeri olduğundan da hiç şüphe yoktur. Ancak politik
doktrinde vahye dayanan devlet düzenini ideal devlet düzeni
saymaktan kendini kurtaramayan bir düşünürün bugünün
sosyalizmine vereceği bir şey yoktur.[20]
Sen
ile Ben
İhsan
Eliaçık bir röportajda, kendisine sorulan “İslam
ve sol bağlantısını nasıl görüyorsunuz?”
sorusuna şöyle cevap verir: “Bizim
anlattığımız sosyalizm değil. İslam sosyalizmi de değil.
Bilakis İslam’ın kendisi.”[21]
Eliaçık’ın sözleri, sosyalizm kavramını kullanmaktan kaçınma
ve İslam’ı kendine-yeterli bir bütün olarak görme bakımından
yukarıda aktarılan tarihsel süreç ile uyumludur. Genel olarak,
“İslami sol” kavramı içinde geçen sol, daha çok “sosyal
adalet”le ilişkili olarak anlaşılmaktadır. Bu ise,
“sosyalizm”den ziyade “sosyal demokrasi” ifadesinin daha
uygun düşeceği bir tartışma zeminine işaret eder. Öyleyse
neden “İslami sosyalizm” söylemi tercih edilmekte, tartışmanın
zemini sosyalizme kaydırılmaktadır? Yasin Aktay, yazısının
bölüm başlıklarından birisini, “İslamcılardan biat bekleyen
sol?” olarak koyar. Aktay, bir uzlaşı için yeni yollar arama
amacından söz etse de, kendisi de yazısında, tıpkı Nurettin
Topçu’nun “sosyalizm zamanımızın şeriatıdır” cümlesini
tersine çevirdiği gibi (İslamcılık zamanımızın
sosyalizmidir), biat meselesini de tersten okur ve solun İslam
karşısında boyun eğmesini, İslam’a biat etmesini savunmaya
doğru ilerler. Sosyalizm kavramının İslami ön ekiyle öne
çıkarılması, Berkes’in belirttiği “sosyalizmin ne müslümanı
ne hristiyanı var” argümanının boşa çıkarılması,
sosyalizmin içinin boşaltılması ve bir dinin sınırları içine
hapsedilmesi niyetinden mi kaynaklanmaktadır? Yani İslami sıfatıyla
sosyalizm ehlileşirilmeye-evcilleştirilmeye mi çalışılmaktadır?
Niyazi
Berkes’in “İslam’ın temel metinleri içinde sosyalizmle
uyumlu kavramlar aramanın tarihsel süreç içinde yenilgiye
uğradığı, İslam’ın egemen sınıflar ve çıkarlarıyla
eklemlenen anlayış biçiminin üstün geldiği” biçiminde
özetlenebilecek tezini, yazarların (Yasin Aktay ve Abdülaziz
Kıransal) İslam’ı sosyal adalet penceresinden yorumlayanlara
karşı gösterdikleri olumsuz tutum da destekler. Yazarlara göre bu
entelektüel bir çaba olarak kalmış, kitlesel bir etki yaratmamış,
çok fazla tenkite uğramıştır. Bir başka deyişle kabul
görmemiştir. Taha’nın göreli olarak daha kapsamlı olan modeli,
irtidat suçlamasıyla idamına neden olmuştur. Kıransal, Taha’nın
fikirlerini uzun uzun anlattıktan sonra bir paragrafta bütün
modeli mahkum eder, olumsuzlar. Taha’nın çok fazla
eleştirildiğini söyler, bu eleştirilere dair hiçbir bilgi vermez
ve hiç tartışmadığı bir yargıyla yazısını bitirir. Şöyle
der: “İslami sol düşünce Müslüman bireylerin ve İslam
toplumlarının sorunlarına çare üretmek gibi iyi niyetli
sayılabilecek bir çıkış yapmış görünse de Kur’an ve sahih
sünnet bağlamında değerlendirildiğinde Allah yapısı İslam’ı
beşeri ideolojilerle uzlaştırmak gibi bir çıkmaz sokakta
ilerlemektedir.” Aktay, İslamcılığın güçlü olduğu bir
konjonktürden hareketle, İslam’ın zaten sosyalizme ihtiyacı
olmadığı, artık dünyada batıya, kapitalizme, sömürgeciliğe,
işgallere karşı muhalefet için İslamcı dilin çok daha organik,
çok daha elverişli görüldüğünü öne sürer. Öyleyse sorun
nedir? Bu tartışma ne anlam ifade etmektedir?
İslamı
öne çıkarıp, İslam’ın temel metinlerinin sosyalizmin
özellikle mülkiyet konusundaki görüşleriyle uyumlu olduğunu
göstermeye yönelik çabalar, anti-komünist bir vuguya sahip
olsalar da, ayrı modeller geliştirmeye çalışsalar da,
müslümanların sosyalizme ve sosyalistlere bakışı ve karşılıklı
ilişkilenmelerini dönüştürmede önemli bir role sahip olabilir.
Bu potansiyel, nesnel bir kategori olarak İslam tasavvurundan
ziyade, inanan ve kendini müslüman olarak gören insanlarla
kurulan/kurulacak ilişki bakımından önem taşıyabilir. İslami
bir sosyalizm tasarısına yol açmak/ulaşmak amacı için değil,
sosyalizmin önüne engel olarak dikilen söylemlerle baş edebilmek
bakımından değerli olabilir. Böyle bir potansiyelin olmadığı
savunuluyorsa, tartışma neden özellikle "İslamcı"
olanlarca “olumsuzlayıcı” biçimde kapatılmaya
çalışılmaktadır?
Aktay’ın
Türkiye solunu/sosyalistlerini Kemalizmle özdeşleştirmesi,
Türkiye’deki anti-komünist reaksiyonun nedenlerini esas olarak
Kemalist uygulamalara (ezanın Türkçe okunması vb.) bağlaması,
İslam ve sosyalizmi bağdaştırma çabalarınının tarihine
bakışıyla tutarlılık göstermez. Bir öğenin konuyla ilgili bir
etkisinin olmasıyla, başat öğenin bu olduğunu savunmak aynı şey
değildir. İslami sosyalizmin dünyada politik bir güce
dönüşememesinin nedenleri olarak gördükleri hususları
Türkiye'ye bakarken dikkate almayan Aktay ve Cizreli’nin
yazılarındaki “Gezi” karşıtlığı, Aktay’da “Mahir
Çayan, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının da bütün eylemlerini
asker içinden aldıkları istihbarat ve lojistik desteklerle
yaptıkları da bugün biraz daha net biliniyor” iddiasına
varır.
Cizreli'nin
analizinde, 20 sosyalist yapı Kemalizmle ilişkisi üzerinden dört
gruba ayrılır. Yazarın oluşturduğu tabloya bakıldığında,
"Kemalist düşünceden kopabilmiş sol" kategorisine giren
beş partinin (ESP, DHF, SDP, YSGP ve DSİP) bulunduğu; Kemalizmin
kısmi tesirinde kalan sol kategorisinde keza beş yapının (TKP
1920, Kaldıraç, EMEP, SODAP, SYKP) listelendiği görülür. Yani
incelenen yirmi oluşumun yarısında, Kemalizm çok da etkili
değildir. O zaman, Cizreli’nin “politik güce dönüşme”
şartını sağlayan belli bir sayıda parti/dernek/yapı olduğu
söylenebilir. Başarı ölçütü “kitleselleşme” ve
“Kemalizmden uzaklaşma” olarak konulduğuna göre, şu soru da
sorulmalıdır: Peki bu şartları sağlayanlar neden “politik güç”
oluşturamamaktadır? Bu, Kemalizmle ilişkisini sürdürenler
bakımından da geçerlidir. Aynı şekilde, Kemalizme bel bağlamak
politik güce dönüşmeyi neden sağlayamamıştır? Cevaplardan
önce belki, soruların doğru olup olmadığının tartışılması
gereklidir. Konu, düşünüldüğünden daha karmaşıktır ve geniş
kapsamlı soruşturmaları gerektirmektedir. Bu çaba, solun “İslamla
ve/veya müslümanlarla” nasıl bir ilişki kurması gerektiğine
ışık tutabilir.
“Böyle
batılıyız-doğuluyuz gibi uydurma ikileme ayrımları yaptıkça
toplumcu hümanizm olmaz. Çünkü eğer gerçekte Doğu ve Batı
insanlığın yüksek değerlerine bir şeyler katmışlarsa,
toplumcu hümanizm uğruna bunların ahenklendirilmesi işi kinler,
savaşlar ve sömürüler tarihinin mirası olan Sen-Ben yerine, Sen
ile Ben’i birleştirecek yeni bir insanlık anlamı, aracı ve
diyaloğu yaratılması işidir. Bu, ne sözde böyle bir şey güden
Protestan misyonerliği ile, ne tatlımsak Vatikan kararlarıyla, ne
Garaudy’nin bel bağladığı Katolik rahipleri ile Müslüman
hocalarını sosyalizm ortamına kazandırma umutlarıyla, ve ne de
modern doğuluların İslam dininin gerçekleri olduğu iddia edilen
geçmişte kalmış ve bugün darmadağın edilmiş inanç ve
eylemlerini yapma nefes aldırma talimlerine benzer çabalarla
diriltmeye uğraşmakla olacak şey değildir.”[22]
[5]
Abdülaziz Kıransal, İslam-Sol Sentezinin Tarihsel Arka Planı, ,
Tezkire, Sayı 50, 2014
[6]
Age.
[7]
Yasin Aktay, İbrahim Oğulları ile Hegel Oğulları Arasında
Siyaset ve Tarih, , Tezkire, Sayı 50, 2014
[8]
Kıransal, age.
[9]
Aktay, age.
[10]
Kıransal, age.
[11]
Age.
[12]
Age.
[13]
Age.
[14]
Aktay, age.
[15]
Aktay, age.
[16]
Aktay, age.
[17]
Kıransal, age.
[18]
Aktay, age.
[19]
Bahattin Cizreli, Çağdaş Sosyalist Solun Kemalist Kırılganlığı,
Tezkire, Sayı 50, 2014
[20]
Niyazi Berkes, Sosyalizm ve İslamiyet Üzerine, Yön, 1965
(Tezkire, Sayı 50, 2014)
[22]
Berkes, age.