Son dönemlerinde ağırlıklı olarak resme yönelen
ressam ve seramik-cam sanatçısı Arzu Karcı ile 21. yy'ın insan üzerindeki
etkileri, huzur duygusu ve sanat birlikteliği ve tabii ki kediler üzerine bir
sohbet.
İlişkilendiğimiz temel mesele “sanat ve politika
arasındaki bağlantı” olsa da, “bu konuda ne düşünüyorsunuz?” gibi genel bir
soru sormak yerine, bu konuyla ilgili olabileceğini düşündüğümüz daha spesifik
sorularla başlayabileceğimizi düşünüyoruz. Örneğin, sizin internet sayfanızda
“sanatsal görüş” başlığı altında ifade ettiğiniz hususlarla başlayabiliriz,
sizin için de uygunsa?
Tabii ki uygun… Hatta bana bu konuda ifade imkanı verdiğiniz için de
çok teşekkür ederim.
Orada, çağımızı (21.yy.) bir geçiş dönemi olarak
nitelendiriyorsunuz. Bu çağda hatırlanması gerekenin, yani kaybedilenin,
“insanın özü” ve “çocuk saflığı” olduğunu söylüyorsunuz. Bunu biraz açar
mısınız? Mesela “çocuk saflığı” olarak belirttiğiniz durum bakımından,
19.yy ya da 20.yy ile günümüz arasında
ne fark var? Ne değişti size göre?
Tarihe baktığımızda iyi şeylerin yanında insanoğlunun yaptığı pek çok
kötü şeyi de görürüz. Örneğin savaşları ele alalım, ki şu ya da bu sebeple
birini ya da bir şeyleri öldürmek sanırım insanoğlunun yapabilecekleri arasında
en kötüsü ve maalesef hiçbir zaman bitmedi savaş; tarih öncesi dönemler de
dahil hiçbir zaman dilimi yoktur ki savaşsız geçsin. Şaşırmıyorum ben buna, zira
evrim perspektifinden baktığınızda içinden çıktığı doğayla bile barışık
yaşayamayan bir türdür insanoğlu… Günümüzde de bazı coğrafyalarda kelime
anlamıyla savaşı görürken, bazı coğrafyalarda teknolojik, kültürel, ekonomik
savaşlar yaşanmaktadır. Şu ya da bu biçimde savaşın var olduğu bir dünya
düzeninde de, kendi çocukluk dönemlerimiz haricinde, bir “çocuk saflığı”ndan
bahsetmemizin mümkün olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla orada bahsettiğim “çocuk
saflığı”nı toplumsal manada kullanmadım. Oradaki “çocuk saflığı” bireyin
kendisiyle ilgili, zira hepimiz çocuk olduk ve hepimizin böyle masum bir dönemi
olmuştur. Ama önceliklerimizin değişmesiyle kaçınılmaz olarak derinlerde bir
yerlere gizliyoruz o saflığı. Halbuki dünyanın daha güzel bir yer olabilmesi
için o duygulara ihtiyacımız var ve ben biliyorum o duygular orada bir yerde
aynı saflıkta bekliyor, hatırlanmak üzere…
Ancak “insan özü” dendiğinde durum biraz değişiyor. İnsanoğlu doğası
gereği sahip olmaya eğilimli şüphesiz ama Endüstri Devrimi sonrası kapitalizm
denen bir belaya çatıyor ki bu bağımlılık yaratan bir şey. Hatta bence tıpkı
sigara bağımlılığı gibi; bilirsiniz zararlarını ama verdiği keyif ya da yaptığı
bağımlılık nedeniyle bırakamazsınız da…
Kapitalizm de böyle bir şey, zararlı fakat kimi zaman insan egosunu beslediği için keyif verici kimi
zaman da boş olsa da umut dağıtarak bir anlamda bağımlılık yaratıcı. Bu
bağlamda 19 ve 20. yy’lardan günümüze
değişen çok da bir şey yok ama dönüşen şeyler var ki maalesef bunlardan
bazıları ciddi anlamda bizlere zarar veren olumsuz dönüşümler. 18.yy’ın sonuna
doğru buhar makinasının keşfiyle başlayan ve kapitalizmin ortaya çıkışına yol
açan Endüstri Devrimi sizlerin de bildiğiniz üzere yaşam biçimleri üzerinde çok
kuvvetli tesirleri olan bir devrimdi. Aslında di’li geçmiş zaman kullanmak
istemiyorum çünkü bu devrimin ve etkilerinin halen devam ettiğini düşünmekteyim.
Muhakkak ki olumlu etkileri oldu örneğin tıpta ve bilimde müthiş ilerlemeler
oldu çok kısa sürede ancak devrimin
neticesinde ortaya çıkan kapitalizmin giderek vahşileşmesi ve bu vahşi yapıyı
beslemek adına bir çeşit tüketim toplumu oluşturulması ya da kapitalizmin doğurduğu
bir garabet olan küreselleşmenin farklı kültürleri bir bakıma asimile etmesi gibi
her bir birey üzerinde direkt etkileri olan son derece olumsuz yan etkiler de
ortaya çıktı. Bu gibi olumsuzlukların da insanlar üzerinde ciddi psikolojik
yıkımlara yol açtığını düşünmekteyim. Hatta daha da öteye gideyim, zaman içinde
insanın kendisinin aslında tüketmek üzere kurgulanan bir ürün halini aldığını
düşünüyorum. Bu şekilde kendisi bir meta haline gelen insan, kaçınılmaz olarak duygu
dünyasını oluşturan özünden kopuyor, en azından bir kısmından. Burada kastettiğim
“öz”, dünyamızın kurgusundaki dualite gereği, kötü ve iyi pek çok duygunun
birlikteliğinden oluşuyor. Bu özde, iyi
ve kötü birlikte var olurken, mühim olan bu dengenin doğru kurulabilmesi. Günümüzdeki
sorun, özde var olması gereken bazı olumlu duyguların mevcut sistemle
uyuşamaması. Yani bir kan uyuşmazlığı var ortada. Var olmak için oyunu kuralına
göre oynamak gerekiyorsa, en az yaratılmış olan sistem kadar vahşi ve veya
acımasız olmak gerekiyor. Sonucunda bunu yapabilen de yapamayan da zaman içinde
türlü yıkımlar yaşayabiliyor. Bu noktada öze dönmek ve oradaki dengeyi yeniden
kurmak gerekiyor. Öze dönüşten kastım bu… Ve evet yüzyılımızın bir geçiş dönemi
olduğunu düşünüyorum, çünkü 200 yılı aşkındır sistem ve yan etkileriyle yaşayan
insanoğlunun mevcut koşullar sabit kaldığında bu yan etkilerle daha fazla
yaşayamayacağını ve bu nedenle ya mevcudun modifikasyonu anlamında ya da komple
yeniden yapılanma şeklinde bir değişim
ve dönüşüm süreci içinde olduğumuzu düşünüyorum.
Huzur duygusunun sizin için önemli olduğunu
görüyoruz, “sert söylemler yerine huzur duygusu” diyorsunuz. Hayatın güzel
yanlarını hatırlatmak, bu yolla düşündürmek ve huzur duygusunu bir anlık da
olsa uyandırmak istediğinizi belirtiyorsunuz. Resim veya farklı sanat
dallarındaki kimi sanatçılar ise, huzursuzluk duygusu ile sarsmak, düşündürmek
istiyorlar. “Huzur duygusu” ile “değişmek” arasında bir tezat olduğunu
düşünüyor musunuz? Bir başka deyişle, “huzurlu” hissetmek, insanı bir yönden de
“pasif” kalmaya - “katlanmayı” sağlarken aynı zamanda da ne kendini ne de içinde
bulunulan durumu değiştirmek için - hareketsiz kalmaya itmez mi? Bu konuda bir
şeyler söylemek ister misiniz?
Hayır, tam tersini düşünüyorum hatta. Çünkü dikkat edin “huzur
duygusunu uyandırmak” diyorum orada. Biz huzur duygusundan öyle uzağız ki
çevremizde o duygunun nasıl bir şey olduğunu hatırlayamayan pek çok insanın
olduğuna eminim ve bir kez huzurun nasıl bir şey olduğunu hatırladıklarında o
duyguyu tekrardan yaşamak isteyeceklerdir ve bunun için savaş vereceklerdir. Zaten
mevcutta, tam anlamıyla huzurlu olmak mümkün değil. Dolayısıyla kişi istiyorsa
o huzuru, pasif kalmak ne demek aksine onun için savaşacak… Eğer huzurluysanız
da zaten ortada katlanılacak bir şeyin olmadığının göstergesidir bu, yani
demekki her şey güllük gülistanlık! Tabii aptallık, cehalet ve huzurun
birlikteliği gibi bir durum varsa o zaman başka J Ayrıca ben de huzur başta olmak üzere güzel
duygulara ihtiyaç duyuyorum ve bir şekilde her şeyi dilediğim gibi
yaratabildiğim özgür alanıma çekildiğimde idealimdeki dünyayı yaratmak
istiyorum. Kaldı ki inanın bana herkes her şeyin az ya da çok farkında ve ortada
olan bir fenalığı tekrar tekrar sunmayı da bu yüzden çok anlamlı bulmuyorum ve
hatta o ince çizgi iyi ayarlanamazsa iyi niyetli edimlerin ve yaratıların ajitasyona
dönüşebileceğini bile düşünüyorum. Zaten herkes her şeyin farkındaysa, niye var
olanı tekrarlayayım? Ben olanı tekrarlamıyorum, olması gerektiğini düşündüğümü yaratıyorum…
Kedilerin ayrı bir önemi var sizin için.
Resimlerinizde de görülüyor. Esin kaynakları arasında sayıyorsunuz kedileri.
Mitolojiyi de. Kedileri doğanın en estetik parçası kılan ayrıcalık hakkında
neler söylemek istersiniz?
Evet, eski Türk mitolojisi ve kültürü, doğa, hayvanlar ve kediler esin
kaynaklarım arasında. Dediğiniz gibi kedilerin de ayrı bir önemi var benim
için. Çocukluğumdan beri hep kedilerim oldu, kendimi bildim bileli. Çoğu
insanın aksine onlarla çok iyi diyalog kurabildiğimi düşünüyorum. Diğer pek çok
canlının aksine kedi keşfedilmeyi bekler biraz. Çoğu zaman ilk adımı atmaz. Bu
nedenlerle biraz sabır işidir kediyle anlaşmak ve emek ve zaman ister genelde.
Sabreder de güvene ve saygıya dayalı o diyaloğu kurabilirseniz size sevgi dolu
dünyasının kapılarını açar ve inanın bana bu müthiş keyifli bir mükafattır!
Biçim anlamında ise gerçekten bir başyapıt olduklarını düşünüyorum. Bir
kere müthiş ince kurgulanmış bir oran-orantı ilişkisi söz konusu. Öyleki en
ufak bir oynamayı bile kabul etmiyor anatomileri. Bir nevi altın orana sahipler
sanki.
Ancak şunu da belirtmeliyim, genelde kediler özelinde ifade etsem de benim
esin kaynağım esasında tüm doğa ve tüm hayvanlar ve bana yaşattıkları o coşkulu
duygular! Öylesine yoğun bir sevgi duyuyorum ki onlara, bu sadece sanatıma
değil tüm yaşantıma etkide bulunuyor. Bununla bağlantılı olarak iki yıl önce
vicdani sebeplerle vejetaryen olmayı seçtim ve bunu bir yaşam biçimi haline
getirdim. Yani et yememenin yanı sıra hayvanlara zarar verilerek temin edildiğini
bildiğim hayvan parçaları içeren hiçbir ürünü kullanmıyorum. Dahası ilaç gibi
sağlığım için zorunlu olan ürünler hariç, hayvanlar üzerinde test edilen hiçbir
ürünü de almıyorum. Ayrıca vejetaryenliğimle ve tüketim karşıtlığımla bağlantılı
olarak, uzunca bir süredir daha doğal ve daha sade bir hayat sürdürmeye çalışıyorum. Hatta konuyla ilgili tecrübe ve bilgilerimi
aktardığım bir de kitap yazıyorum çünkü gördüm ki tüketim kültürünün yakın
dostu reklam sektörü kanalıyla bizlere dayatılan ürünler hem sağlığımıza, hem
doğaya, hem hayvanlara zarar veriyor. Birileri daha fazla para kazanacak diye
herkes ve her şey zarar görüyor. Halbuki hem sağlığımızı, hem doğayı, hem
hayvan dostlarımızı koruyabiliriz ve bu konuda bir kişiye bile ulaşabilirsem ne
mutlu bana…
Arzu Karcı’nın kişisel internet sayfası: