Salı, Aralık 16, 2014

Arzu Karcı ile röportaj


Son dönemlerinde ağırlıklı olarak resme yönelen ressam ve seramik-cam sanatçısı Arzu Karcı ile 21. yy'ın insan üzerindeki etkileri, huzur duygusu ve sanat birlikteliği ve tabii ki kediler üzerine bir sohbet.

İlişkilendiğimiz temel mesele “sanat ve politika arasındaki bağlantı” olsa da, “bu konuda ne düşünüyorsunuz?” gibi genel bir soru sormak yerine, bu konuyla ilgili olabileceğini düşündüğümüz daha spesifik sorularla başlayabileceğimizi düşünüyoruz. Örneğin, sizin internet sayfanızda “sanatsal görüş” başlığı altında ifade ettiğiniz hususlarla başlayabiliriz, sizin için de uygunsa?

Tabii ki uygun… Hatta bana bu konuda ifade imkanı verdiğiniz için de çok teşekkür ederim.



Orada, çağımızı (21.yy.) bir geçiş dönemi olarak nitelendiriyorsunuz. Bu çağda hatırlanması gerekenin, yani kaybedilenin, “insanın özü” ve “çocuk saflığı” olduğunu söylüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Mesela “çocuk saflığı” olarak belirttiğiniz durum bakımından, 19.yy  ya da 20.yy ile günümüz arasında ne fark var? Ne değişti size göre?

Tarihe baktığımızda iyi şeylerin yanında insanoğlunun yaptığı pek çok kötü şeyi de görürüz. Örneğin savaşları ele alalım, ki şu ya da bu sebeple birini ya da bir şeyleri öldürmek sanırım insanoğlunun yapabilecekleri arasında en kötüsü ve maalesef hiçbir zaman bitmedi savaş; tarih öncesi dönemler de dahil hiçbir zaman dilimi yoktur ki savaşsız geçsin. Şaşırmıyorum ben buna, zira evrim perspektifinden baktığınızda içinden çıktığı doğayla bile barışık yaşayamayan bir türdür insanoğlu… Günümüzde de bazı coğrafyalarda kelime anlamıyla savaşı görürken, bazı coğrafyalarda teknolojik, kültürel, ekonomik savaşlar yaşanmaktadır. Şu ya da bu biçimde savaşın var olduğu bir dünya düzeninde de, kendi çocukluk dönemlerimiz haricinde, bir “çocuk saflığı”ndan bahsetmemizin mümkün olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla orada bahsettiğim “çocuk saflığı”nı toplumsal manada kullanmadım. Oradaki “çocuk saflığı” bireyin kendisiyle ilgili, zira hepimiz çocuk olduk ve hepimizin böyle masum bir dönemi olmuştur. Ama önceliklerimizin değişmesiyle kaçınılmaz olarak derinlerde bir yerlere gizliyoruz o saflığı. Halbuki dünyanın daha güzel bir yer olabilmesi için o duygulara ihtiyacımız var ve ben biliyorum o duygular orada bir yerde aynı saflıkta bekliyor, hatırlanmak üzere…

Ancak “insan özü” dendiğinde durum biraz değişiyor. İnsanoğlu doğası gereği sahip olmaya eğilimli şüphesiz ama Endüstri Devrimi sonrası kapitalizm denen bir belaya çatıyor ki bu bağımlılık yaratan bir şey. Hatta bence tıpkı sigara bağımlılığı gibi; bilirsiniz zararlarını ama verdiği keyif ya da yaptığı bağımlılık  nedeniyle bırakamazsınız da… Kapitalizm de böyle bir şey, zararlı fakat kimi zaman  insan egosunu beslediği için keyif verici kimi zaman da boş olsa da umut dağıtarak bir anlamda bağımlılık yaratıcı. Bu bağlamda 19 ve 20.  yy’lardan günümüze değişen çok da bir şey yok ama dönüşen şeyler var ki maalesef bunlardan bazıları ciddi anlamda bizlere zarar veren olumsuz dönüşümler. 18.yy’ın sonuna doğru buhar makinasının keşfiyle başlayan ve kapitalizmin ortaya çıkışına yol açan Endüstri Devrimi sizlerin de bildiğiniz üzere yaşam biçimleri üzerinde çok kuvvetli tesirleri olan bir devrimdi. Aslında di’li geçmiş zaman kullanmak istemiyorum çünkü bu devrimin ve etkilerinin halen devam ettiğini düşünmekteyim. Muhakkak ki olumlu etkileri oldu örneğin tıpta ve bilimde müthiş ilerlemeler oldu çok kısa sürede  ancak devrimin neticesinde ortaya çıkan kapitalizmin giderek vahşileşmesi ve bu vahşi yapıyı beslemek adına bir çeşit tüketim toplumu oluşturulması ya da kapitalizmin doğurduğu bir garabet olan küreselleşmenin farklı kültürleri bir bakıma asimile etmesi gibi her bir birey üzerinde direkt etkileri olan son derece olumsuz yan etkiler de ortaya çıktı. Bu gibi olumsuzlukların da insanlar üzerinde ciddi psikolojik yıkımlara yol açtığını düşünmekteyim. Hatta daha da öteye gideyim, zaman içinde insanın kendisinin aslında tüketmek üzere kurgulanan bir ürün halini aldığını düşünüyorum. Bu şekilde kendisi bir meta haline gelen insan, kaçınılmaz olarak duygu dünyasını oluşturan özünden kopuyor, en azından bir kısmından. Burada kastettiğim “öz”, dünyamızın kurgusundaki dualite gereği, kötü ve iyi pek çok duygunun birlikteliğinden oluşuyor.  Bu özde, iyi ve kötü birlikte var olurken, mühim olan bu dengenin doğru kurulabilmesi. Günümüzdeki sorun, özde var olması gereken bazı olumlu duyguların mevcut sistemle uyuşamaması. Yani bir kan uyuşmazlığı var ortada. Var olmak için oyunu kuralına göre oynamak gerekiyorsa, en az yaratılmış olan sistem kadar vahşi ve veya acımasız olmak gerekiyor. Sonucunda bunu yapabilen de yapamayan da zaman içinde türlü yıkımlar yaşayabiliyor. Bu noktada öze dönmek ve oradaki dengeyi yeniden kurmak gerekiyor. Öze dönüşten kastım bu… Ve evet yüzyılımızın bir geçiş dönemi olduğunu düşünüyorum, çünkü 200 yılı aşkındır sistem ve yan etkileriyle yaşayan insanoğlunun mevcut koşullar sabit kaldığında bu yan etkilerle daha fazla yaşayamayacağını ve bu nedenle ya mevcudun modifikasyonu anlamında ya da komple yeniden yapılanma şeklinde  bir değişim ve dönüşüm süreci içinde olduğumuzu düşünüyorum.



Huzur duygusunun sizin için önemli olduğunu görüyoruz, “sert söylemler yerine huzur duygusu” diyorsunuz. Hayatın güzel yanlarını hatırlatmak, bu yolla düşündürmek ve huzur duygusunu bir anlık da olsa uyandırmak istediğinizi belirtiyorsunuz. Resim veya farklı sanat dallarındaki kimi sanatçılar ise, huzursuzluk duygusu ile sarsmak, düşündürmek istiyorlar. “Huzur duygusu” ile “değişmek” arasında bir tezat olduğunu düşünüyor musunuz? Bir başka deyişle, “huzurlu” hissetmek, insanı bir yönden de “pasif” kalmaya - “katlanmayı” sağlarken aynı zamanda da ne kendini ne de içinde bulunulan durumu değiştirmek için - hareketsiz kalmaya itmez mi? Bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?

Hayır, tam tersini düşünüyorum hatta. Çünkü dikkat edin “huzur duygusunu uyandırmak” diyorum orada. Biz huzur duygusundan öyle uzağız ki çevremizde o duygunun nasıl bir şey olduğunu hatırlayamayan pek çok insanın olduğuna eminim ve bir kez huzurun nasıl bir şey olduğunu hatırladıklarında o duyguyu tekrardan yaşamak isteyeceklerdir ve bunun için savaş vereceklerdir. Zaten mevcutta, tam anlamıyla huzurlu olmak mümkün değil. Dolayısıyla kişi istiyorsa o huzuru, pasif kalmak ne demek aksine onun için savaşacak… Eğer huzurluysanız da zaten ortada katlanılacak bir şeyin olmadığının göstergesidir bu, yani demekki her şey güllük gülistanlık! Tabii aptallık, cehalet ve huzurun birlikteliği gibi bir durum varsa o zaman başka J Ayrıca ben de huzur başta olmak üzere güzel duygulara ihtiyaç duyuyorum ve bir şekilde her şeyi dilediğim gibi yaratabildiğim özgür alanıma çekildiğimde idealimdeki dünyayı yaratmak istiyorum. Kaldı ki inanın bana herkes her şeyin az ya da çok farkında ve ortada olan bir fenalığı tekrar tekrar sunmayı da bu yüzden çok anlamlı bulmuyorum ve hatta o ince çizgi iyi ayarlanamazsa iyi niyetli edimlerin ve yaratıların ajitasyona dönüşebileceğini bile düşünüyorum. Zaten herkes her şeyin farkındaysa, niye var olanı tekrarlayayım? Ben olanı tekrarlamıyorum, olması gerektiğini düşündüğümü yaratıyorum…

Kedilerin ayrı bir önemi var sizin için. Resimlerinizde de görülüyor. Esin kaynakları arasında sayıyorsunuz kedileri. Mitolojiyi de. Kedileri doğanın en estetik parçası kılan ayrıcalık hakkında neler söylemek istersiniz?

Evet, eski Türk mitolojisi ve kültürü, doğa, hayvanlar ve kediler esin kaynaklarım arasında. Dediğiniz gibi kedilerin de ayrı bir önemi var benim için. Çocukluğumdan beri hep kedilerim oldu, kendimi bildim bileli. Çoğu insanın aksine onlarla çok iyi diyalog kurabildiğimi düşünüyorum. Diğer pek çok canlının aksine kedi keşfedilmeyi bekler biraz. Çoğu zaman ilk adımı atmaz. Bu nedenlerle biraz sabır işidir kediyle anlaşmak ve emek ve zaman ister genelde. Sabreder de güvene ve saygıya dayalı o diyaloğu kurabilirseniz size sevgi dolu dünyasının kapılarını açar ve inanın bana bu müthiş keyifli bir mükafattır!

Biçim anlamında ise gerçekten bir başyapıt olduklarını düşünüyorum. Bir kere müthiş ince kurgulanmış bir oran-orantı ilişkisi söz konusu. Öyleki en ufak bir oynamayı bile kabul etmiyor anatomileri. Bir nevi altın orana sahipler sanki.

Ancak şunu da belirtmeliyim, genelde kediler özelinde ifade etsem de benim esin kaynağım esasında tüm doğa ve tüm hayvanlar ve bana yaşattıkları o coşkulu duygular! Öylesine yoğun bir sevgi duyuyorum ki onlara, bu sadece sanatıma değil tüm yaşantıma etkide bulunuyor. Bununla bağlantılı olarak iki yıl önce vicdani sebeplerle vejetaryen olmayı seçtim ve bunu bir yaşam biçimi haline getirdim. Yani et yememenin yanı sıra hayvanlara zarar verilerek temin edildiğini bildiğim hayvan parçaları içeren hiçbir ürünü kullanmıyorum. Dahası ilaç gibi sağlığım için zorunlu olan ürünler hariç, hayvanlar üzerinde test edilen hiçbir ürünü de almıyorum. Ayrıca vejetaryenliğimle ve tüketim karşıtlığımla bağlantılı olarak, uzunca bir süredir daha doğal ve daha sade bir  hayat sürdürmeye çalışıyorum.  Hatta konuyla ilgili tecrübe ve bilgilerimi aktardığım bir de kitap yazıyorum çünkü gördüm ki tüketim kültürünün yakın dostu reklam sektörü kanalıyla bizlere dayatılan ürünler hem sağlığımıza, hem doğaya, hem hayvanlara zarar veriyor. Birileri daha fazla para kazanacak diye herkes ve her şey zarar görüyor. Halbuki hem sağlığımızı, hem doğayı, hem hayvan dostlarımızı koruyabiliriz ve bu konuda bir kişiye bile ulaşabilirsem ne mutlu bana…




Arzu Karcı’nın kişisel internet sayfası: