Althusser “çağırma”yı- din ideolojisine referansla- dirimsel
bir döngü olarak imler ve çağıran Özne’yi (buna Mutlak Tin de diyebiliriz) bu
döngünün orta yerine mıhlar. Öte yanda, Mutlak Tin’in çağırdığı insan özne
aslında çağırılmadan evvelce de öznedir. Althusser zaten hep birer özne
olduğumuz için ideolojik tanıma ritüellerini durmaksızın yerine getirdiğimize (bunlar
tokalaşma, birini adıyla çağırma, ne olduğunu bilmesem bile sizin bir özel
isminizin olduğunu, bu sayede biricik bir özne olarak tanındığınızı bilmem vb.),
bu ritüelleri uygulamamız sayesinde somut, bireysel, başkasıyla karıştırılamaz
ve ikame edilemez özneler haline geldiğimize dikkat çeker (Althusser, 2014,
s.80). Çağıran Özne ve çağırılan özne arasında kurulan ilişki kendi içinde çift
yansımalıdır. Bir yanda, çağıran Özne’nin özne olarak çağırdığı insan özneler
Özneye tabi kılınmakta ve Özneyi tanımakta, diğer yanda, özne kılınan insan
özneler birbirlerini tanıyarak diğer öznelere özne kılınmaktadırlar. Özne
kılınan özneler arası ilişkiler ise her bir öznenin kendisini tanımasına/keşfetmesine
olanak tanımaktadır. Althusser’e göre öznelerin oldukları şeyi tanıyıp kabul
etmeleri ve buna uygun davranmaları koşuluyla, her şeyin yolunda gideceğine
yönelik ortak duyu yerleşikleşmiş ve yeniden üretilmiş olacaktır (age, s.88).
“Çağırma” kavramını kısaca açıkladıktan sonra, Althusser’in ideoloji
kavramına yönelik ortaya koyduğu düşünsel çabayı, çağdaşı Lacan’ın “Gerçek” okumasıyla
bir araya getirmenin ve benzerliklere dikkat çekmenin ilgi çekici olabileceği
kanısındayım. Buna göre;
1- Althusser ideolojiyi bireylerin kendi maddi varoluş
koşullarıyla kurduğu olarak savlamış
(age, s.69) ve maddi gerçeklik ile bir anlamda Lacan’ın “gerçek” (Real) adını
verdiği “Sembolik” düzene aktarılamayan neo-natal dil evrenine (bu Althusser’de
konuşma formları, söylem ve ideoloji olarak karşılık bulur) işaret etmiş olur,
2- Althusser’e göre bireyler maddi gerçekliğe dair
kavrayışlarını kendi hayali (imgelemsel) evrenlerinde kurarlar. Maddi
gerçeklik- Marx’ın ters yüze edilen görüngüler olarak kavradığı ideoloji
tanımından çok- onu ideoloji formunda tefekkür ederek, kendince anlamlandıran
ve gerçekliği bir nevi “olduran” insan öznelerin kendi imgelemsel faaliyetinden
başka bir şey değildir. Althusser, bu öngörüsüyle Lacan’ın “imgesel”ine
yaklaşmaktadır. Lacan’a göre imgesel, çocuk öznenin Anne’den ayrı bir varlık
olduğunu fark ettiği ve kendisini birey olarak konumlayarak ötekiyle arasına “hat”
çektiği evreye denk düşer. Bunun sonucunda, çocuk özne kendine ve ötekine dönük
bir kavrayış geliştirerek kendi öz bilincini keşfedecek ve dış dünyayı
anlamlandırmaya başlayacaktır,
3- Althusser’in çift yansımalı olarak tanımladığı “çağırma”
süreci ve özneleri çağırarak onlara özneliklerini bahşeden mutlak Özne
(ideoloji, söylem vb.), özne kıldığı özneler yoluyla görüngüleri
yapılandırmakta, anlam ve yorumsama ağlarını kurarak yeniden üretmekte, özneleri
içine çekerek onlara kurumsallaşan roller demetinden “uygun” roller sunmaktadır.
Bu bakımdan Althusser’in mutlak Özne’si Lacan’ın “Büyük Öteki” olarak kavradığı
dil ve kültürün sembolik düzenine benzemektedir.
Erhan Özcan
Kaynakça
Althusser, L. (2014). “İdeoloji ve Devletin İdeolojik
Aygıtları”, İstanbul: İthaki