“Aşk,
kadınların buluşudur dediğimde, bu aşkın olmadığı anlamına
gelmiyor; tersine, erkekler için de olmak üzere, aşkın var
olduğunu ama kadınlar ön ayak olmasaydı mevcut olmayacağını
varsayıyor. Yarı şaka yarı gerçek bu söz vasıtasıyla söylemek
istediğim, yalnızca erkeklerden oluşan bir insanlık aşkı hiçbir
zaman bulamazdı. Seks, savaş, para ve futbol her zaman yeterli
olurdu.”
André
Comte-Sponville: Cinsellik, Aşk ve Ölüm[1]
Eros
“Sevgi,
ama hangi sevgi?” diye soran Comte-Sponville, “üç (farklı)
sevgi tipi” ayrımı yapar bunları, Eros, Philia ve
Agape olarak adlandırır.
İlk olarak "eros" ile başlayan Comte-Sponville, bu sevgi
türünü, eros üzerine yazılmış en güzel kitap olarak
nitelendirdiği Platon’un Şölen kitabına referansla açıklamaya
çalışır. Eros, Antik Yunan’da cinsellik tanrısı değil aşk
tutkusunun tanrısıdır ve seks değil özel bir aşk tipidir:
Tutkulu aşk. Bu, Platon’a göre sevgidir ve Şölen adlı
yapıtında, Aristophanes ve Sokrates konuşmalarında olmak üzere,
iki farklı biçimde anlatılır. Aristophanes’in söylevine göre;
bizi birlikten ikiliğe, tamlıktan eksikliğe geçiren ilk
bölünmeden beri çılgınca eksik yanımızı arıyoruz. Sevgi;
sevdiğine (diğer yarısına) kavuşmak, onda erimek, iki ayrı
varlıkken bir tek olmaktır. Bu sevgi Comte-Sponville’e göre
dışlayıcıdır, zira herkes tanım gereği tek bir yarıyı
kaybettiğinden ancak bir kişiyi sevebilir. İkincisi nihai
aşktır çünkü insan bir kez yarısını buldu mu, hem yaşam hem
de ölümden sonrayı kapsayacak nihai bir sevgiyi bulmuş
demektir. Üçüncüsü, bizi tamamıyla tatmin
eden, eksikliğimizi giderip mutluluğa erdirecek bir
sevgidir bu. Son olarak bu sevgi, ilk bütünlüğü yeniden
oluşturan, ikiyken bir olma olanağı veren kaynaşmalı bir
sevgidir (s.35-40).
İnsanların
tüm deneyimi, Aristophanes’in sevgiye atfettiği dört temel
karakteristiği (dışlayıcılık, ebedilik, mutluluk ve
kaynaşma) reddeder: Aynı anda veya peşpeşe farklı birçok
kişiye aşık olmak, sevmek veya sevilmenin mutlu olmaya yetmemesi,
sevginin bitmesi, kaynaşmaya fiziken en fazla yaklaşan cinsel
birleşmede bile ikiliğin sürmesi (s.37-43). Sokrates’in
söylevinde ise sevgi, arzudur, arzu da yoksunluk. Sevgi
bütünlük değil eksiklik, kaynaşma değil arayış, tatmin olmuş
mükemmellik değil yiyip bitiren yoksulluktur. Sahip olmayan
arzulandığında duyulan üzüntüye Schopenhauer “acı” der.
Arzulanmış olana sahip olunduğunda, yani artık yoksunluk
olmadığında acı da yoktur ancak yoksunluk denen arzu da
olmadığından bu mutluluk da değildir. Bu ne acı ne de mutluluk
olan duruma Schopenhauer basit ve güçlü bir şekilde “can
sıkıntısı” der (s.46-54). Platon’un sevgi-mutluluk
paradoksunu aşmak için önerdiği iki yol vardır. Birinci çıkış
yolu, Eros’un sadece sahip olmayı arzulamadığı, aynı zamanda
ilelebet sahip olmayı arzuladığı yani sevginin özündeki
“ölümsüzlük” isteğine dayanır. İnsanoğlu ölümlü
olduğuna göre bu nasıl sağlanacaktır? Platon’un cevabı,
“üreme (çocuklar bırakma) ya da yaratma (yapıtlar bırakma)”
yoluyladır. Önerilen ikinci yol ise, kademe kademe bir sevgiden
diğerine, en kolay olan en basit sevgiden en nadir ve çok şey
gerektiren en yüksek sevgiye çıkmaktır. Platon’a göre sevginin
mantığı bizi, güzel bir vücuda duyulan kösnül (şehvete
dayalı) sevgiden, kendisinden Güzel (kendinde Güzel, mutlak
Güzel)’in sevgisi olan en arı sevgiye yükseltmektir
(s.57-62).
Cinsellik
söz konusu olunca, başlarda Eros’a karşı hoşgörülü olan
Platon, yalnızca kösnül hazlara yönelen “bayağı Afrodit”e
karşı katı olduğu izlenimini verir. Şölen’deki hafif eleştiri
Yasalar’da bir tür püritanizme varır: Cinsel arzu, ölçüsüz
bir ateştir. Cinselliğe, aşkta hak ettiği yer verilmelidir. Çünkü
vücudun ısınması ve gevşemesi, türün ya da ulusun devam etmesi
gerekir. Ama bu doğaya uygun (eşcinselliği dışlar) ve evlilik
çerçevesinde olmalıdır. Schopenhauer’e göre, bedenin
ihtiyaçları temel olarak insanın hayatta kalması ve türün
üremesini hedefler. Cinsellik, bireyin değil türün, şimdiki
neslin değil gelecek neslin, mutluluğun değil bugünkü tabirle
genlerin hizmetindedir. Aşk, tür için (gelecek neslin niteliği)
en uygun birleşmeleri teşvik etmek için doğanın tuzağından
(hilesinden) başka bir şey değildir (s.135-152). Cinselliğin,
orgazm arzusu olan bir yanı vardır ve bu Platon’a hak vermeyi
sağlar. Ancak Platon’un hatası, yiyecek yoksunluğu olan açlık
ile yoksun olunmayan yiyecekten zevk alma gücü olan iştahı
birbirine karıştırmış olmasıdır. Appetitus, Spinoza’da
önemli bir kavramdır. Daha önemlisi Spinoza’da arzu yoksunluk
değildir (s.71). Comte-Sponville, Aristoteles ve Spinoza’da
bulduğunu düşündüğü çıkış yolunu önermeyi deneyecektir.
Philia
Comte-Sponville,
Philia isimli sevgi türünü açıklarken Spinoza’nın arzu
kavramına başvurur. Ona göre, Spinoza, sevginin arzu olduğu
noktasında Platon’la hemfikirdir ama arzunun yoksunluk olduğu
noktasında kesinlikle değildir. Spinoza’ya göre arzu insanın
özüdür ve yoksunluk değil, "güç"tür: Arzu ve
eyleme gücü, dolayısıyla da potansiyel veya fiili zevk alma ve
sevinç duyma gücüdür (s.75). Spinoza’daki conatus
sözcüğü genellikle arzu (desire) olarak tercüme edilir, ancak
eros olarak anlaşılması, çevrilmesi de mümkündür. Freud’un
eros’u cinsel arzu olarak tanımlamasından farklı olan Jung’un
yaklaşımı Spinoza ile benzerlik göstermektedir. Jung’a göre
eros ya da arzu, özellikle psikolojik farklılık ve entegrasyonu
sağlamak için, yaşam için genel bir iştahtır (Eugene Webb,
2006).
Comte-Sponville,
Spinoza’daki yoksunluktan ziyade güce karşılık gelen arzu
anlamındaki sevgi anlayışını, olanı-yaptığını-zevk
duyduğunu yani yoksun olmadığını sevme anlamına gelen
Philia sözcüğü ile adlandırır. Bu kavram, orgazmı değil
ötekini, gerçekten aşk yapmayı ve yapılan aşkı arzulamaktan
ibaret olan cinsel deneyimi anlamaya yardımcı olur. Her varlık
kendi varlığını sürdürmeye yönelir ve arzu (iştah, istek,
itki gibi insan doğasının tüm çabaları) bu eğilimin
kendisidir. Cinsel arzu (Spinoza’da Libido) bunun özel bir
durumundan başka bir şey değildir. Sekse duyduğumuz arzuyu
doğrulayan, seksin değeri değil, ona duyduğumuz arzudur (arzunun
öznelliği). Özellikle yoksun olduğumuz şeyleri arzuladığımızda
Platon haklıdır, olanı ya da yaptığımızı arzuladığımızda
ise Spinoza haklıdır (s.215-234).
Ulus
Baker, “aşkı cinsellik, yani bedensel tutkular nezdinde ele
aldığımızda ne olur?” diye sorar. Spinoza bu konuda çok
açıktır ona göre:"Sevgi aşırı olabilir". Bu, her
sevginin öncelikle bir bedenler karışımı, etki-tepki vaziyeti
olduğu anlamına gelmektedir. Bu etki-tepki ve karışım bireyin
vücudunun bütününü de, yalnızca bir kısmını da
etkileyebilir. Ama tutkular çoğu zaman vücudun belli bir parçasını
etkilerler ve cinsel organlarımızı etkilediklerinde "fiziki
aşk" ya da "erotizm" denilir bu tutkulara.
Organizmamızın belli bir yeriyle sınırlı kalan etki, başka
başka etkilenmelere yatırılacak güçlerimizin tek bir yerde
odaklanmış olmaktan dolayı engellendiği anlamına gelebilir.
Spinoza için bir tutkunun, bir duygunun -sevgi gibi olumlu da olsa-
"aşırı" olabileceği buradan çıkar (Baker II).
Marx
Comte-Sponville
kitabının bir yerinde Marx’a da değinir. Ona göre Hobbes ya da
Spinoza’daki conatus mantığı, yani her varlığın kendi
varlığında sürüp gitmeye, kendisini tehdit eden ya da karşı
gelene karşı çıkmak pahasına olabildiğince uzun ve iyi bir
şekilde var olmaya yönelen mantık, Marx’taki sınıf
mücadelesinin, Nietzsche’deki güç istencinin, dolayısıyla
yaşamın mantığıdır. Savaşın, politikanın ya da ekonominin
mantığı da budur. Cinsellik düşünüldüğünde, en azından
erkeğin mantığı da aynıdır. Güç mantığı: Her şey
güç ve güç ilişkisidir. Peki güç ve sevinç her şeye yeter
mi? Sevgi anlayışı daha ileriye sıçrayarak bu durumdan
kurtarabilir mi bizi? İşte burada Comte-Sponville, Spinoza’dan
ayrılıp Agape olarak isimlendirdiği sevgiyi anlatmaya başlar
(s.96-97).
Agape
Comte-Sponville’e
göre, Simone Weil, güç ve sevinç konusunda Spinoza’dan ayrılır.
Kötü sevinçler ve haksız güçler olduğundan güç ve sevinç
yeterli olmayacaktır. Doğanın gereği olarak, herkes yapabildiği
her yerde buyurur. Bunun istisnası “ilahi sevgi”dir,
yani gücünü azamide uygulamayı reddeden sevgi. Dolayısıyla geri
çekilen bu sevgi, ne “eros”tur ne “philia”. Gücünü
azamide kullanmaktan feragat eden (gücü olduğu halde kullanmaktan
kaçınan), kendisinden başka bir şeyin var olabilmesi için daha
az var olmaya razı olan ilahi bir sevgidir. Bir ateist
için ilahi aşk; yalnızca arzunun ve yoksunluğun (eros) şiddetini
azaltmakla kalmayıp, tek başlarına gücün ve sevincin çok güçlü,
istila edici ve neredeyse yayılmacı (philia) olabilmesini
zayıflatan “uysallık”, belki Doğuluların söyleyeceği
şekliyle merhamet, Simone Weil’ın tabiriyle geri
çekilme payıdır. Bu conatus’un tersine, diğerinin biraz
daha var olabilmesi için daha az var olmaya razı olmak, uysal ve
sevecen bir şekilde kendi kendini sınırlamaktır
(s.91-104).
AquinoluThomas’ın
“şehvani sevgi” dediği, ötekini kendi iyiliği için
sevmektir. İyiliksever aşk ise ötekini onun iyiliği için
sevmektir. İlahi sevgi, egodan kurtulmuş, egoizmin,
sahipleniciliğin, aidiyetin, sınırın olmadığı sevgidir.
Kabaca, annesinin memesini emen çocuğun sevgisi eros (alan, sahip
olmak ve muhafaza etmek isteyen sevgi), emziren annenin sevgisi
philia (veren, sevinç duyan ve paylaşan sevgi), komşu sevgisi ise
koşulsuz ve kayıtsız şartsız sevgi (agape) olarak
örneklendirilebilir. Sevgi nereden gelir? Comte-Sponville, seksten
ve kadınlardan diyerek yanıtlar bu soruyu. Cinsel itki olmasaydı,
arzu olmasaydı, sevgi de olmazdı. Ama cinselliğe eşlik eden ve
onu sınırlayan yasak olmadan da (ensest yasağı) olmazdı. Sevgi
seksten, dolayısıyla aileden ve yasadan gelir. Ve sevgi kadınlardan
gelir; sevgililerden önce ve daha fazla annelerden (s.106-119).
Sonuç
Comte-Sponville
için, Spinoza’daki “güç” anlamındaki arzu (conatus)
kavramı, Platon’daki “yoksunluk” olarak arzu olan “eros”tan
ayrı, almaya değil vermeye dayalı bir sevgi türünü (philia)
açıklamak için elverişli görülür. Spinoza’daki yoksunluktan
ziyade güce karşılık gelen arzu anlamındaki sevgi anlayışı,
olanı-yaptığını-zevk duyduğunu yani yoksun olmadığını sevme
anlamına gelen philia sözcüğü ile adlandırılır. Bu kavram,
orgazmı değil ötekini, gerçekten aşk yapmayı ve yapılan aşkı
arzulamaktan ibaret olan cinsel deneyimi anlamaya yardımcı olur.
Her varlık kendi varlığını sürdürmeye yönelir ve arzu (iştah,
istek, itki gibi insan doğasının tüm çabaları) bu eğilimin
kendisidir. Cinsel arzu, bunun özel bir durumundan başka bir şey
değildir. Sekse duyduğumuz arzuyu doğrulayan, seksin değeri
değildir; ona duyduğumuz arzudur. Özellikle yoksun olduğumuz
şeyleri arzuladığımızda Platon haklı görülebilir, olanı ya
da yaptığımızı arzuladığımızda ise Spinoza haklıdır.
Comte-Sponville,
cinsellik ve aşk’ın ilişkisel kavranışı bakımından
Spinoza’daki arzu kavramını olumlamakta ama yeterli
görmemektedir. Ona göre Hobbes ya da Spinoza’daki conatus
mantığı, yani her varlığın kendi varlığında sürüp gitmeye,
kendisini tehdit eden ya da karşı gelene karşı çıkmak pahasına
olabildiğince uzun ve iyi bir şekilde var olmaya yönelen mantık,
Marx’taki sınıf mücadelesinin, Nietzsche’deki güç istencinin
dolayısıyla yaşamın mantığıdır. Sevgi anlayışı daha
ileriye sıçrayarak bu durumdan nasıl kurtarılacaktır? İşte
burada Comte-Sponville, Spinoza’dan ayrılıp Agape olarak
isimlendirdiği sevgiyi anlatırken Simone Weil’in düşünsel
dünyasına girer. Agape “ilahi sevgi”dir, gücünü azamide
uygulamayı reddeden, dolayısıyla geri çekilen bir sevgidir ve ne
eros ne de philia değildir.
Duyguların
dıştan belirlenmesi bağlamında bile olsa kapitalizme ve
yapı-duygu ilişkisini hiç dikkate almayan Comte-Sponville bireye
seslenir ve “gücün olsa da, sonuna kadar kullanma, sınırla”
der. Böylece kötülük bireylerden kaynaklanan ve düzenden
kaynaklanan yapısal köklere sahip olmayan bir şey haline gelir
(Mike Wayne, 2006). Ayrıca; ahlakın sevgi taklidi, nezaket ve
tüzenin (yasanın, hukukun) ise ahlak taklidi olduğunu söyledikten
sonra, taklit de olsalar, yani sevgiye dayanmasalar da, bunların,
suçluluk, barbarlık ve kabalıktan daha iyi olduğunu ekleyerek bir
ölçüde gerekliliğini kabul eder. Ancak bu "gereklilik",
gücü sınırlamaya, güçlü olanların güçlerini kullanmalarının
sınırlanmasına uzanmaz. Geri çekilme payı, sadece bireye yönelen
bir erdem çağrısı olarak kalır.
Halil
Çelik
KAYNAKÇA
Baker,
Ulus, (II), Spinoza’nın Etika’sının Sunuluşu,
http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=21,144,0,0,1,0
Özgen,
Mehmet Kasım, 2013, Spinoza’da Aşk Felsefesi, Beytulhikme An
International Journal of Philosophy, Cilt 3, Sayı 1, Haziran 2013
Webb, Eugene, Eros and The Psychology of World Views, Anthropoetics 12, no. 1 (Spring / Summer 2006)
Wayne,
Mike, Marksizm ve Medya Araştırmaları, Yordam, 2006
[1]
Çev. Canan Özatalay, İletişim, Birinci Basım, 2013, İstanbul
(Le
sexe ni la mort (Trois essais sur l'amour et la sexualité, Albin
Michel, 2012)