Perşembe, Mayıs 14, 2015

Al Jazeera Türk'ün "Sol" Dosyası: "Yerli Sol"



Al Jazeera Türk, "Sol Ne Yapmalı?" başlığı altında bir dizi röportaj yayımladı. Bu röportajlarda “sol”a yapılan önerilerden öne çıkanı “yerli” olma. Son zamanlarda, belki de “siyasal İslam”ın yükselişiyle de ilişkili biçimde, “yerli olmama”nın “Batılı anlamda bir sol yok” eleştirisinin önüne geçtiği görülüyor.

Sol dosyası

Murat Belge[1], “bir toplumsal hareket olarak solun toplumda kendini var” edememesini, “yerli” olamamasına bağlıyor. Belge’ye göre Türkiye’de sol, “yerli” örgütlenmesini ve ideolojisini üretemedi, “bunları üretmek için gereken sınıfsal ittifaklarda çok yanlış adımlar attı”. Bu yanlış adımları Belge, “Kemalist ve Alevilere” yaslanma “kolaycılığını” seçme ve “Türkiye’de genelgeçer ideoloji olan “İslam”ı dikkate almama olarak örneklendiriyor.

- Yani şunu söylemek doğru mu: Türkiye’nin miili bir solu olmadı.
Yerli diyorum ben. Milli lafının çağrışımlarından korktuğum için yerli diyorum. Evet kendi toplumundan uzak.
- Niye yerli solu olmadı peki? Teorik altyapısı mı yoktu, iyi okuyamadılar mı, dinletemediler mi kendilerini, tembeller miydi? Bahsettiğiniz ülkeleri inceleme fırsatları mı olmadı?
Okumuyorlardı, o doğru. Okuyanlar okuduklarını iyi anlamıyordu. O da var. (…) Sonuçta tercüme bir kitap, kötü çevrilmiş bir kitap olarak kaldı sosyalizm.
- Bu yerlileşmeme bir tarafı, İslam diyordunuz bir de…
O da yerlileşmemenin bir parçası. Türkiye’de genel geçer ideoloji İslam. Sosyalizme geçmek gibi, senin doğduğunda tevarüs ettiğin ideolojiden kopuşu aslında İslam’la yapıyorsun. Kemalizmden sosyalizme geçmek zor değil, seni daha çok durduran din. Onun için de bütün solcular, adeta “memleketin sosyalist olmasını engelleyen güç Müslümanlıktır” gibi bir algı ile yetişiyorlar. Ve sınıf düşmanı Müslümanlardır diye bir anlayışı getiriyor bu. Ve tabii bu daha Batı’ya yakın olan subaylarla beraber olmak kolay ama Müslümanlarla birlikte olmak zor. Alevi kolaylığı. Bu da yine solun bir şeyidir. Aleviler iyi insanlardır, birçoğu aydın insanlardır. Ama yani zaten toplumda azınlık olan bir kesimle çoğunluğun üzerine bir sosyalizm kuramazsın. Müslüman’a da hakaret ediyorsun. “Sen gericisin” falan diye. Bu memleketin nüfusunun bilmem kaçta kaçı bu adamlar. Bu kadar laf ettikten sonra Müslümanlarla bir şey yapmana imkân yok. Sosyalistleri ithal de edemiyorsan.

Garo Paylan[2] için Türkiye’de solun hatası, “Biz sınıf meseleleri ile uğraşmalıyız, kimlik meseleleri bizi zayıflatır” düşüncesi. Oysa “Büyük suçlara bakmadan, kimlik meselelerine bakmadan sınıf meselesini hiçbir zaman öne alamayacağız”. Paylan, “kimlik meselesi ile sınıf meselesini beraber yürütmek zorunda olduğumuzu, ancak kimlik meselesini çözmeden hiçbir sınıf meselesini öne alamayacağımızı” belirtiyor. Diğer bir husus da solun, “devlet birilerini gadre uğratıyorsa, devletin değil de gadre uğrayanın yanında olması” gerektiği. Bu bakımdan sol geçmişte (28 Şubat), Paylan’a göre iyi bir sınav vermedi: “Polis birilerine su sıkıyorsa, kime sıktığına bakmazsınız. O zaman tanklar yürütüldüğü zaman, biz tankların kime karşı yürütüldüğüne baktık. Bakmamış olsaydık, o tanka karşı biz solcular, bütün demokratlar olarak durabilseydik, o zaman sol değerler adına bir birliktelik yakalayabilirdik.” Ayrıca Paylan’a göre Türkiye’de sol, insanları, inançlarıyla, etnik kimlikleriyle uğraşmayacağına ikna etmek zorunda.

Sol ne yapmalı ki bir iktidar alternatifi olabilsin?
Sol hep şunu söyler: “Biz sınıf meseleleri ile uğraşmalıyız, kimlik meseleleri bizi zayıflatır.” Bakın Türkiye’de herkesin biz hafızası var. Herhangi birine sorun, onun hafızası yok zannedersiniz ama vardır. Atası Balkanlardan gelmiştir, dedesi bir yerlerde öldürülmüştür, başına bir felaket gelmiştir. Herkesin bir bagajı var. Kiminin inanç ile ilgili bagajı var, kiminin etnik kimliği ile bagajı var. Kiminin yaşadığı ideoloji ile ilgili sorunları olmuş, devlet onu gadre uğratmış. Soykırımlar yaşanmış, varlık vergileri yaşanmış, o yaşanmış bu yaşanmış. Herkes bunu kimliği ile ilgili yaşamış. Ekonomik mesele ile ilgili değil. Sınıfsal mesele ile ilgili değil. Sınıfsal olarak biri devletin gadrine uğruyorsa bile bunu birincil meselesi yapmamış. Bu travmalara dokunmadan kimlik meselelerini çözmeden, sınıfsal meseleyi hiçbir zaman öne alamadık ve alamayacağız.
Bu eleştirileriniz Sosyalist Sol için de geçerli mi?
Evet kesinlikle geçerli. Büyük suçlara bakmadan, kimlik meselelerine bakmadan sınıf meselesini hiçbir zaman öne alamayacağız.
Burada sınıfsal olanı ıskalama riski yok mu?
Bakın şöyle bir şey var. Metal işçileri grev kararı aldı. Bunların hiç biri CHP’ye ya da HDP ye oy vermeyebiliyor. Gidiyoruz, 'niye AKP’ye veriyorsun' diye soruyoruz. İşçi, “adam en azından benim dinimle uğraşmıyor” diyor. Ekonomik mücadelede kimliği yakalıyoruz. Çünkü hepsinin sosyolojik kodlarında ait olmak istedikleri yerler var. Bunu bize sosyoloji bilimi söylüyor. Kimlik meselesi ile sınıf meselesini beraber yürütmek zorundayız. Bize sınıf meselesini öne almıyoruz eleştirileri geliyor. Hayır alıyoruz ama bu kimlik meselesini geriye atmak anlamına gelmiyor. Çünkü kimlik meselesini çözmeden hiçbir sınıf meselesini öne alamayacağız.

Bülent Uluer[3], Türkiye’de solun iktidar olamamanın ötesinde, iyi bir muhalefet olmayı da beceremediğini söylüyor. Bunun temel nedeni solun, Kemalizm’le, dolayısıyla devletle bağını koparmamış olması. Uluer’e göre şimdi yapılması gereken kimlik politikaları üzerine yoğunlaşmak. Bu kapsamda müslümanlık ve din konusuyla da ilgilenilmeli ve bilgi sahibi olunmalı. Bu iktidar getirmeyebilir ama çok başarılı bir muhalefet olmayı sağlayabilir.

Türkiye’de merkez ya da sosyalist solun muhafazakâr kesimleri ikna edemediğine dair yaygın bir kanaat var. Buna katılıyor musunuz?
Türkiye’de sosyalist hareketin Müslümanlık ve din konusunda bilgisi çok az. Bu büyük bir handikap yaratıyor. Bir solcu; Marks’ı, Engels’i, Lenin’i tabii ki bilecek ama, Gazali’yi, İbn-i Rüşd’ü de bilecek. Eğer bunları bilmiyorsanız, ben Kastamonuluyum, Kastamonu’da hiçbir şey anlatamazsınız. Eğer bunlar hakkında yorum yapacak kadar asgari bilgiye sahip değilseniz bizim köydeki kahvelerde konuşsanız kimse sizi dinlemez. Bunları bilmek mecburiyetindesiniz. Bunları bilmediğiniz, 'bunlardan bana ne' dediğiniz takdirde, bu toplumda büyük bir kesim ile bağlantı kuramazsınız
Sol’un çıkışı kimlik politikalarında mı yoksa sınıf politikalarında mı?
Kimlik ve sınıfı birbirinden ayırmayalım, kimlik ile de sınıf politikaları ile de beraber yürüme şansımız vardır. Şunu bilmek gerekir ki, toplumda her şey sınıfsal değildir. Siyahların sorunu sınıfsal değildir, kadınların sorunu sınıfsal değildir, cinsel tercihlerini muhtelif şekilde kullananların tercihi sınıfsal değildir. Her şeyi sınıfa indirdiğiniz zaman hakikaten çok daralırsınız. Diğer insanların haklarını da heba edersiniz. Bu toplumda sorunu olan, yaşamını sürdürmekte güçlük çeken herkesin sorununu kendi sorununuz yapmanız gerekiyor. Ancak böyle çoğalabiliriz. Solun, hemen kazanma, iktidar olma iddiasından da vazgeçmesi gerekiyor. Biz topluma bir proje sunalım, toplumun içinde yaşayarak, onlarla beraber proje üretelim. Biz bir proje üretip, 'bakın, size ne güzel reçete hazırladık, gelin yapalım' dememeliyiz.

Kürşat Bumin[4], Türkiye’de solun olması gerektiği gibi bir tabanı (işçi sınıfı) hiçbir zaman olmadığını, dolayısıyla sosyalizmin “entelektüellere” kaldığını belirtiyor. Ayrıca “Türkiye’de Müslüman bir nüfus var ve insanlar ezilseler de “bunlar komünist, din düşmanı” diye baktı sola”. Solun da bunu aşmak için çaba göstermediğini söyleyen Bumin için umut, özgürlükleri esas alan Liberter Sol’da: “Liberalizmi, ekonomik liberalizm olarak anlayıp tu kaka tasvir etmek eksik. Liberalizm içinde politik liberalizm olarak tanımlayabileceğimiz özgürlükler var, herkesin sahip çıkması gereken özgürlükler.” Türkiye’de solun “bunların bizim kimliğimizle, inancımızla sorunu yok” kanaati oluşturması gerekiyor. Ama bu da zor, çünkü bu ülke sonuçta “milliyetçi”.
Solun Türkiye’de başarılı olması için olmazsa olmaz koşul nedir sizce?
Türkiye’de özgürlükçü olmayan bir hareketin başarı şansı yok. Şimdiki iktidarla özgürlük için mücadele edeceksiniz ama onun özgürlüğü, bunun özgürlüğü diye ayorıma gitmeden bütün özgürlükler için. Bir de yeni meseleler var artık. Eko-politika gibi. Solun ana damarlarından birinin bu olması lazım. Eko-politikada hem siyaset hem de kapitalizmle mücadele var. Eskiden olmayan kimlik vurgusu da var artık. Eskiden sınıf temelli bakılıyordu, hangi sınıftan olduğuna bakılıyordu kişinin ama çokkültürlülük diye bir şey var artık. Demokrasi bunları düşünmeden olmaz. Sol bunları da kucaklayıcı olmalı. Atomlaşmış bir toplum değil bu; ortak iyiyi düşünürken, bireylerin otonomisine de sahip çıkan ve bu zenginlikte ortak iyinin de olabileceğini dolayısıyla üretimin, paylaşımının olabileceğini anlatan bir söylem. Türkiye’de solun bütün bunları birleştirip bir mesaj vermesi gerek. Öyle davranacak ki insanlarda, “bunların bizim kimliğimizle, inancımızla sorunu yok” kanaati oluşturacak. Ama zor bir şey bu tabii. Bu ülke sonuç olarak milliyetçi.

Yerlilik
Murat Belge’de çoğunluğu (müslümanları) dahil etmek için en azından “gerici” gibi söylemlere başvurulmaması önerisi, Bülent Uluer’de Gazali’yi, İbn-i Rüşd’ü okumaya/bilmeye doğru ilerliyor. Kürşat Bumin için, İslamı/müslümanları dikkate almak da yeterli değil çünkü bu toplum milliyetçi. Yazarlarda ortak olan bir husus İslam vurgusu ise, diğeri de Kemalizm, devlet ve CHP ile bağları koparma gerekliliği. Bunu Haşmet Babaoğlu, aşağıda okunacağı gibi, “katı modernlik ve aydınlanma”yı terk edememe olarak ifade ediyor.

Bülent Uluer’in sözlerini “Gazali'yi bilmekten çok Gazali'den bugüne uzanan o kültürel iklimi bilmek...” olarak okuyan Haşmet Babaoğlu’nun yazısının başlığı “Sol... Korkarım bir "çıkış" yok!”.[5] Neden? Çünkü Babaoğlu’na göre “Sol, Türkiye toplumunun kültürel köklerini bilmiyor değil, bilmek istemiyor.” Şöyle ki, “Namaz kılan bir adam gördüğünde secdeye değen alına değil, çoraplarının tabanına bakıyor. Ezan onun için hayatın folklorik fon müziği; hayatı nasıl şekillendirdiğini öğrenmek istemiyor. Durduğu yeri (sol dünya görüşünü) yakınlaşmak için değil, "yabancılaşmak" için bir imkân olarak görüyor. Bir de sol entelektüeller var: Oturup İslam, Ortadoğu, Sünnilik üzerine çalışıyor ve yazılar yazıyorlar. Ne için? Anlamak için mi? Hayır! Bir kolonyalist gibi "tüketmek" için... Öğrendiklerini Marksizmin, postmarksizmin falan kalıplarına uydurup "abiler"inden aferin almak için...”

Babaoğlu’na göre “Problemin özü şu... “: “Bizim solun Kemalist kesimi de, ortodoks sosyalist kesimi de aynı "baba"nın çocuğu.
Yani "katı modernliğin" ürünü. Her iki kesim de "aydınlanma"yı terk edemiyor, "uykulu kitleleri mahmuzlayacak güçlere" ihtiyaç duyuyor. O yüzden politik çizgilerinde çekişseler bile gündelik hayatta anlaşıyorlar. İşte sonunda Murat Belge, Ömer Laçiner gibilerini de gördük. Sıkıştıklarında bir TKP'liden farksız laflar etmeye başladılar; Vatan Partililer gibi darbeye göz kırpar oldular. Toplumlar için ne anlama geldiğini bir türlü idrak edemedikleri dinin yerini gitgide naylonlaştırdıkları "vicdan" kavramıyla doldurmaya çalışıyorlar ki, izlemesi bile acıklı. Korkarım, buradan bir çıkış yok!
” Sonra bir de bakıyorsunuz ki, kimi yazarlar tarafından, önce Murat Belge, sonra Selahattin Demirtaş, Kemalist ilan ediliyor.[6]

Solun İslamla sorunu mu var?” sorusuna Alper Taş[7], böyle bir problemin olmadığı, ancak dindar yurttaşların sola dair böyle bir algısının olduğu yanıtını veriyor.
- Şöyle bir algı var: Sol’un İslamla sorunu var. Böyle bir inanç var. Bunu sol nasıl yenecek?
Solun İslam’la problemi yok. Dindar yurttaşlarımızın sola dair algısı var. Maalesef sol iktidar olduğunda din ve inanç manasında zorluk çıkartacak algısı var. Şunu söylemek lazım. Biz uzaydan gelmiş insanlar değiliz. Biz bu memleketin devrimcisiyiz. Bizim annemiz, babamız belli. İbadetini yapan, çoğu solcunun ailesi öyledir. Yani Müslüman bir ülkenin devrimcisiyiz. Ne demek camileri yıkacak mıyız? Biz böyle bir şey yapar mıyız? Biz camilerin altındaki dükkânları yıkacağız. Din de gerçek özgürlüğüne ancak sol bir iktidarda kavuşacaktır. Çünkü bugün din özgür değildir. Bugün siyasal istismar ve sömürü aracı haline getirilmiştir. Tutsak kılınmıştır İslam. Bu tutsaklığı ortadan kaldıracak olan soldur.

Hurşit Güneş[8], CHP’nin Batılı sol parti gibi olmasının mümkün olmadığını anladığını, yapılması gerekenin bütün mağdurların hakkının peşine düşmüş, adalet ve özgürlük arayışındaki bir solun yaratılması olduğunu savunuyor.

"Türkiye’de Batılı anlamda bildiğimiz sağ ve sol yok. Bütün mesele de burada kilitli. Bugün sağ dediğimiz kesim, evet muhafazakârdır ama sağ iktisadi politikalar nedeniyle değildir. Batı’da sağ dediğimiz kesim liberaldir, özgürlükçüdür. Sol dediğiniz kesim ise, CHP ile ilgili olarak söylüyorsanız, Batı sol partilerinden farklı bir tarihi vardır. Biz Ulusal Kurtuluş Savaşı'ndan geliyoruz. Alman Sosyal Demokrat Partisi ise bir işçi hareketinden geliyor. Bu CHP’yi başlı başına farklılaştırıyor. Tipik bir Batılı sol parti gibi olmamıza bugün imkân olduğunu düşünmüyorum. Gerçi eskiden öyle olalım diyordum, ama şimdi anlıyorum ki buna imkân yok. Öyle bir dünya da yok, öyle bir emek örgütlenmesi de yok zaten.
Değişik bir toplumsal yapıyla karşı karşıyayız bugün. Öyle 1950’lerde, 1960’lardaki gibi işçi ve işveren diye ayrılabilecek bir dünya yok. Adaletsizlik artık sadece işçi ile işveren arasında değil. Toplumun her alanında adaletsizlik var. Ben de toplumdaki bütün mağdurların hakkının peşine düşmüş, adalet ve özgürlük arayışındaki bir sol istiyorum."

Müslümanlar... 

Tezkire Dergisi’nin “Sol: Bir varmış bir yokmuş” başlıklı sayısındaki yazılarda önerilenlerle Al Jazeera Türk’ün “Sol ne yapmalı?” röportaj dizisindeki öneriler önemli ölçüde benzeşiyor: Kimlik ve özgürlük eksenli bir politika. Haşmet Babaoğlu’nun kullandığı “korkarım” sözcüğü, Kürşat Bumin’in hatırlattığı “milliyetçi toplum” gibi, Tezkire’deki yazılar da hem önerilerde bulunuyor hem de “ne yaparsanız yapın olmaz” demeye getiriyor. Şimdilerde soldan, liberalizmin, inanç-kimlik eksenli siyasetin sahiplerine biat etmesi, “yerli”leşme tezi kullanılarak isteniyor. İçi doldurulmayan bu tezde tek somut öneri Uluer’den geliyor: Gazali’yi bilmek. Peki Gazali, İbn-i Rüşd ne kadar “yerli” ve Türkiye’de “yaşayan İslam”da nasıl bir yeri var? Alper Taş’ın dile getirdiği “dindar yurttaşların sola dair algısı”nda, Al Jazeera Türk röportajlarında iddia edildiği gibi sorun sadece soldan mı kaynaklanıyor? Haşmet Babaoğlu “çorap tabanı” diyor da, niye “yırtık” sıfatını unutuyor? Yırtık çorap tabanı, alnı secdeye değen için önemsiz bir ayrıntı mı? Babaoğlu’nun alın ile çorap arasında kurduğu ilgi, sola dair hangi algıyı sağlamlaştırmaya/beslemeye çalışıyor?