Al
Jazeera Türk, "Sol Ne Yapmalı?" başlığı altında bir
dizi röportaj yayımladı. Bu röportajlarda “sol”a yapılan
önerilerden öne çıkanı “yerli” olma. Son zamanlarda, belki
de “siyasal İslam”ın yükselişiyle de ilişkili biçimde,
“yerli olmama”nın “Batılı anlamda bir sol yok”
eleştirisinin önüne geçtiği görülüyor.
Sol
dosyası
Murat
Belge[1],
“bir toplumsal hareket olarak solun toplumda kendini var”
edememesini, “yerli” olamamasına bağlıyor. Belge’ye göre
Türkiye’de sol, “yerli” örgütlenmesini ve ideolojisini
üretemedi, “bunları üretmek için gereken sınıfsal
ittifaklarda çok yanlış adımlar attı”. Bu yanlış adımları
Belge, “Kemalist ve Alevilere” yaslanma “kolaycılığını”
seçme ve “Türkiye’de genelgeçer ideoloji olan “İslam”ı
dikkate almama olarak örneklendiriyor.
- Yani şunu
söylemek doğru mu: Türkiye’nin miili bir solu olmadı.
Yerli diyorum ben.
Milli lafının çağrışımlarından korktuğum için yerli
diyorum. Evet kendi toplumundan uzak.
- Niye yerli solu
olmadı peki? Teorik altyapısı mı yoktu, iyi okuyamadılar mı,
dinletemediler mi kendilerini, tembeller miydi? Bahsettiğiniz
ülkeleri inceleme fırsatları mı olmadı?
Okumuyorlardı, o
doğru. Okuyanlar okuduklarını iyi anlamıyordu. O da var. (…)
Sonuçta tercüme bir kitap, kötü çevrilmiş bir kitap olarak
kaldı sosyalizm.
- Bu yerlileşmeme
bir tarafı, İslam diyordunuz bir de…
O da yerlileşmemenin
bir parçası. Türkiye’de genel geçer ideoloji İslam. Sosyalizme
geçmek gibi, senin doğduğunda tevarüs ettiğin ideolojiden kopuşu
aslında İslam’la yapıyorsun. Kemalizmden sosyalizme geçmek zor
değil, seni daha çok durduran din. Onun için de bütün solcular,
adeta “memleketin sosyalist olmasını engelleyen güç
Müslümanlıktır” gibi bir algı ile yetişiyorlar. Ve sınıf
düşmanı Müslümanlardır diye bir anlayışı getiriyor bu. Ve
tabii bu daha Batı’ya yakın olan subaylarla beraber olmak kolay
ama Müslümanlarla birlikte olmak zor. Alevi kolaylığı. Bu da
yine solun bir şeyidir. Aleviler iyi insanlardır, birçoğu aydın
insanlardır. Ama yani zaten toplumda azınlık olan bir kesimle
çoğunluğun üzerine bir sosyalizm kuramazsın. Müslüman’a da
hakaret ediyorsun. “Sen gericisin” falan diye. Bu memleketin
nüfusunun bilmem kaçta kaçı bu adamlar. Bu kadar laf ettikten
sonra Müslümanlarla bir şey yapmana imkân yok. Sosyalistleri
ithal de edemiyorsan.
Garo
Paylan[2]
için Türkiye’de solun hatası, “Biz sınıf meseleleri ile
uğraşmalıyız, kimlik meseleleri bizi zayıflatır” düşüncesi.
Oysa “Büyük suçlara bakmadan, kimlik meselelerine bakmadan sınıf
meselesini hiçbir zaman öne alamayacağız”. Paylan, “kimlik
meselesi ile sınıf meselesini beraber yürütmek zorunda
olduğumuzu, ancak kimlik meselesini çözmeden hiçbir sınıf
meselesini öne alamayacağımızı” belirtiyor. Diğer bir husus
da solun, “devlet birilerini gadre uğratıyorsa, devletin değil
de gadre uğrayanın yanında olması” gerektiği. Bu bakımdan sol
geçmişte (28 Şubat), Paylan’a göre iyi bir sınav vermedi:
“Polis
birilerine su sıkıyorsa, kime sıktığına bakmazsınız. O zaman
tanklar yürütüldüğü zaman, biz tankların kime karşı
yürütüldüğüne baktık. Bakmamış olsaydık, o tanka karşı
biz solcular, bütün demokratlar olarak durabilseydik, o zaman sol
değerler adına bir birliktelik yakalayabilirdik.”
Ayrıca Paylan’a göre Türkiye’de sol, insanları, inançlarıyla,
etnik kimlikleriyle uğraşmayacağına ikna etmek zorunda.
Sol ne yapmalı
ki bir iktidar alternatifi olabilsin?
Sol hep şunu
söyler: “Biz sınıf meseleleri ile uğraşmalıyız, kimlik
meseleleri bizi zayıflatır.” Bakın Türkiye’de herkesin biz
hafızası var. Herhangi birine sorun, onun hafızası yok
zannedersiniz ama vardır. Atası Balkanlardan gelmiştir, dedesi bir
yerlerde öldürülmüştür, başına bir felaket gelmiştir.
Herkesin bir bagajı var. Kiminin inanç ile ilgili bagajı var,
kiminin etnik kimliği ile bagajı var. Kiminin yaşadığı ideoloji
ile ilgili sorunları olmuş, devlet onu gadre uğratmış.
Soykırımlar yaşanmış, varlık vergileri yaşanmış, o yaşanmış
bu yaşanmış. Herkes bunu kimliği ile ilgili yaşamış. Ekonomik
mesele ile ilgili değil. Sınıfsal mesele ile ilgili değil.
Sınıfsal olarak biri devletin gadrine uğruyorsa bile bunu birincil
meselesi yapmamış. Bu travmalara dokunmadan kimlik meselelerini
çözmeden, sınıfsal meseleyi hiçbir zaman öne alamadık ve
alamayacağız.
Bu
eleştirileriniz Sosyalist Sol için de geçerli mi?
Evet kesinlikle
geçerli. Büyük suçlara bakmadan, kimlik meselelerine bakmadan
sınıf meselesini hiçbir zaman öne alamayacağız.
Burada sınıfsal
olanı ıskalama riski yok mu?
Bakın şöyle bir
şey var. Metal işçileri grev kararı aldı. Bunların hiç biri
CHP’ye ya da HDP ye oy vermeyebiliyor. Gidiyoruz, 'niye AKP’ye
veriyorsun' diye soruyoruz. İşçi, “adam en azından benim
dinimle uğraşmıyor” diyor. Ekonomik mücadelede kimliği
yakalıyoruz. Çünkü hepsinin sosyolojik kodlarında ait olmak
istedikleri yerler var. Bunu bize sosyoloji bilimi söylüyor. Kimlik
meselesi ile sınıf meselesini beraber yürütmek zorundayız. Bize
sınıf meselesini öne almıyoruz eleştirileri geliyor. Hayır
alıyoruz ama bu kimlik meselesini geriye atmak anlamına gelmiyor.
Çünkü kimlik meselesini çözmeden hiçbir sınıf meselesini öne
alamayacağız.
Bülent
Uluer[3],
Türkiye’de solun iktidar olamamanın ötesinde, iyi bir muhalefet
olmayı da beceremediğini söylüyor. Bunun temel nedeni solun,
Kemalizm’le, dolayısıyla devletle bağını koparmamış olması.
Uluer’e göre şimdi yapılması gereken kimlik politikaları
üzerine yoğunlaşmak. Bu kapsamda müslümanlık ve din konusuyla
da ilgilenilmeli ve bilgi sahibi olunmalı. Bu iktidar getirmeyebilir
ama çok başarılı bir muhalefet olmayı sağlayabilir.
Türkiye’de
merkez ya da sosyalist solun muhafazakâr kesimleri ikna edemediğine
dair yaygın bir kanaat var. Buna katılıyor musunuz?
Türkiye’de
sosyalist hareketin Müslümanlık ve din konusunda bilgisi çok az.
Bu büyük bir handikap yaratıyor. Bir solcu; Marks’ı, Engels’i,
Lenin’i tabii ki bilecek ama, Gazali’yi, İbn-i Rüşd’ü de
bilecek. Eğer bunları bilmiyorsanız, ben Kastamonuluyum,
Kastamonu’da hiçbir şey anlatamazsınız. Eğer bunlar hakkında
yorum yapacak kadar asgari bilgiye sahip değilseniz bizim köydeki
kahvelerde konuşsanız kimse sizi dinlemez. Bunları bilmek
mecburiyetindesiniz. Bunları bilmediğiniz, 'bunlardan bana ne'
dediğiniz takdirde, bu toplumda büyük bir kesim ile bağlantı
kuramazsınız
Sol’un çıkışı
kimlik politikalarında mı yoksa sınıf politikalarında mı?
Kimlik ve sınıfı
birbirinden ayırmayalım, kimlik ile de sınıf politikaları ile de
beraber yürüme şansımız vardır. Şunu bilmek gerekir ki,
toplumda her şey sınıfsal değildir. Siyahların sorunu sınıfsal
değildir, kadınların sorunu sınıfsal değildir, cinsel
tercihlerini muhtelif şekilde kullananların tercihi sınıfsal
değildir. Her şeyi sınıfa indirdiğiniz zaman hakikaten çok
daralırsınız. Diğer insanların haklarını da heba edersiniz. Bu
toplumda sorunu olan, yaşamını sürdürmekte güçlük çeken
herkesin sorununu kendi sorununuz yapmanız gerekiyor. Ancak böyle
çoğalabiliriz. Solun, hemen kazanma, iktidar olma iddiasından da
vazgeçmesi gerekiyor. Biz topluma bir proje sunalım, toplumun
içinde yaşayarak, onlarla beraber proje üretelim. Biz bir proje
üretip, 'bakın, size ne güzel reçete hazırladık, gelin yapalım'
dememeliyiz.
Kürşat
Bumin[4],
Türkiye’de solun olması gerektiği gibi bir tabanı (işçi
sınıfı) hiçbir zaman olmadığını, dolayısıyla sosyalizmin
“entelektüellere” kaldığını belirtiyor. Ayrıca “Türkiye’de
Müslüman bir nüfus var ve insanlar ezilseler de “bunlar
komünist, din düşmanı” diye baktı sola”. Solun da bunu aşmak
için çaba göstermediğini söyleyen Bumin için umut, özgürlükleri
esas alan Liberter Sol’da: “Liberalizmi,
ekonomik liberalizm olarak anlayıp tu kaka tasvir etmek eksik.
Liberalizm içinde politik liberalizm olarak tanımlayabileceğimiz
özgürlükler var, herkesin sahip çıkması gereken özgürlükler.”
Türkiye’de solun “bunların bizim kimliğimizle, inancımızla
sorunu yok” kanaati oluşturması gerekiyor. Ama bu da zor, çünkü
bu ülke sonuçta “milliyetçi”.
Solun
Türkiye’de başarılı olması için olmazsa olmaz koşul nedir
sizce?
Türkiye’de
özgürlükçü olmayan bir hareketin başarı şansı yok. Şimdiki
iktidarla özgürlük için mücadele edeceksiniz ama onun özgürlüğü,
bunun özgürlüğü diye ayorıma gitmeden bütün özgürlükler
için. Bir de yeni meseleler var artık. Eko-politika gibi. Solun ana
damarlarından birinin bu olması lazım. Eko-politikada hem siyaset
hem de kapitalizmle mücadele var. Eskiden olmayan kimlik vurgusu da
var artık. Eskiden sınıf temelli bakılıyordu, hangi sınıftan
olduğuna bakılıyordu kişinin ama çokkültürlülük diye bir şey
var artık. Demokrasi bunları düşünmeden olmaz. Sol bunları da
kucaklayıcı olmalı. Atomlaşmış bir toplum değil bu; ortak
iyiyi düşünürken, bireylerin otonomisine de sahip çıkan ve bu
zenginlikte ortak iyinin de olabileceğini dolayısıyla üretimin,
paylaşımının olabileceğini anlatan bir söylem. Türkiye’de
solun bütün bunları birleştirip bir mesaj vermesi gerek. Öyle
davranacak ki insanlarda, “bunların bizim kimliğimizle,
inancımızla sorunu yok” kanaati oluşturacak. Ama zor bir şey bu
tabii. Bu ülke sonuç olarak milliyetçi.
Yerlilik
Murat
Belge’de çoğunluğu (müslümanları) dahil etmek için en
azından “gerici” gibi söylemlere başvurulmaması önerisi, Bülent Uluer’de
Gazali’yi, İbn-i Rüşd’ü okumaya/bilmeye doğru ilerliyor. Kürşat Bumin için, İslamı/müslümanları dikkate almak da yeterli
değil çünkü bu toplum milliyetçi. Yazarlarda ortak olan bir
husus İslam vurgusu ise, diğeri de Kemalizm, devlet ve CHP ile
bağları koparma gerekliliği. Bunu Haşmet Babaoğlu, aşağıda
okunacağı gibi, “katı modernlik ve aydınlanma”yı terk
edememe olarak ifade ediyor.
Bülent
Uluer’in
sözlerini “Gazali'yi bilmekten çok Gazali'den bugüne uzanan o
kültürel iklimi bilmek...” olarak okuyan Haşmet
Babaoğlu’nun
yazısının başlığı “Sol... Korkarım bir "çıkış"
yok!”.[5] Neden? Çünkü
Babaoğlu’na göre “Sol, Türkiye toplumunun kültürel köklerini
bilmiyor değil, bilmek istemiyor.” Şöyle ki, “Namaz kılan bir
adam gördüğünde secdeye değen alına değil, çoraplarının
tabanına bakıyor. Ezan onun için hayatın folklorik fon müziği;
hayatı nasıl şekillendirdiğini öğrenmek istemiyor. Durduğu
yeri (sol dünya görüşünü) yakınlaşmak için değil,
"yabancılaşmak" için bir imkân olarak görüyor. Bir de
sol entelektüeller var: Oturup İslam, Ortadoğu, Sünnilik üzerine
çalışıyor ve yazılar yazıyorlar. Ne için? Anlamak için mi?
Hayır! Bir kolonyalist gibi "tüketmek" için...
Öğrendiklerini Marksizmin, postmarksizmin falan kalıplarına
uydurup "abiler"inden aferin almak için...”
Babaoğlu’na göre “Problemin özü şu... “: “Bizim solun Kemalist kesimi de, ortodoks sosyalist kesimi de aynı "baba"nın çocuğu.
Yani "katı modernliğin" ürünü. Her iki kesim de "aydınlanma"yı terk edemiyor, "uykulu kitleleri mahmuzlayacak güçlere" ihtiyaç duyuyor. O yüzden politik çizgilerinde çekişseler bile gündelik hayatta anlaşıyorlar. İşte sonunda Murat Belge, Ömer Laçiner gibilerini de gördük. Sıkıştıklarında bir TKP'liden farksız laflar etmeye başladılar; Vatan Partililer gibi darbeye göz kırpar oldular. Toplumlar için ne anlama geldiğini bir türlü idrak edemedikleri dinin yerini gitgide naylonlaştırdıkları "vicdan" kavramıyla doldurmaya çalışıyorlar ki, izlemesi bile acıklı. Korkarım, buradan bir çıkış yok!” Sonra bir de bakıyorsunuz ki, kimi yazarlar tarafından, önce Murat Belge, sonra Selahattin Demirtaş, Kemalist ilan ediliyor.[6]
“Solun
İslamla sorunu mu var?” sorusuna Alper
Taş[7],
böyle bir problemin olmadığı, ancak dindar yurttaşların sola
dair böyle bir algısının olduğu yanıtını veriyor.
- Şöyle bir
algı var: Sol’un İslamla sorunu var. Böyle bir inanç var. Bunu
sol nasıl yenecek?
Solun İslam’la
problemi yok. Dindar yurttaşlarımızın sola dair algısı var.
Maalesef sol iktidar olduğunda din ve inanç manasında zorluk
çıkartacak algısı var. Şunu söylemek lazım. Biz uzaydan gelmiş
insanlar değiliz. Biz bu memleketin devrimcisiyiz. Bizim annemiz,
babamız belli. İbadetini yapan, çoğu solcunun ailesi öyledir.
Yani Müslüman bir ülkenin devrimcisiyiz. Ne demek camileri yıkacak
mıyız? Biz böyle bir şey yapar mıyız? Biz camilerin altındaki
dükkânları yıkacağız. Din de gerçek özgürlüğüne ancak sol
bir iktidarda kavuşacaktır. Çünkü bugün din özgür değildir.
Bugün siyasal istismar ve sömürü aracı haline getirilmiştir.
Tutsak kılınmıştır İslam. Bu tutsaklığı ortadan kaldıracak
olan soldur.
Hurşit
Güneş[8],
CHP’nin Batılı sol parti gibi olmasının mümkün olmadığını
anladığını, yapılması gerekenin bütün mağdurların hakkının
peşine düşmüş, adalet ve özgürlük arayışındaki bir solun
yaratılması olduğunu savunuyor.
"Türkiye’de
Batılı anlamda bildiğimiz sağ ve sol yok. Bütün mesele de
burada kilitli. Bugün sağ dediğimiz kesim, evet muhafazakârdır
ama sağ iktisadi politikalar nedeniyle değildir. Batı’da sağ
dediğimiz kesim liberaldir, özgürlükçüdür. Sol dediğiniz
kesim ise, CHP ile ilgili olarak söylüyorsanız, Batı sol
partilerinden farklı bir tarihi vardır. Biz Ulusal Kurtuluş
Savaşı'ndan geliyoruz. Alman Sosyal Demokrat Partisi ise bir işçi
hareketinden geliyor. Bu CHP’yi başlı başına farklılaştırıyor.
Tipik bir Batılı sol parti gibi olmamıza bugün imkân olduğunu
düşünmüyorum. Gerçi eskiden öyle olalım diyordum, ama şimdi
anlıyorum ki buna imkân yok. Öyle bir dünya da yok, öyle bir
emek örgütlenmesi de yok zaten.
Değişik bir
toplumsal yapıyla karşı karşıyayız bugün. Öyle 1950’lerde,
1960’lardaki gibi işçi ve işveren diye ayrılabilecek bir dünya
yok. Adaletsizlik artık sadece işçi ile işveren arasında değil.
Toplumun her alanında adaletsizlik var. Ben de toplumdaki bütün
mağdurların hakkının peşine düşmüş, adalet ve özgürlük
arayışındaki bir sol istiyorum."
Müslümanlar...
Tezkire
Dergisi’nin “Sol: Bir varmış bir yokmuş” başlıklı
sayısındaki yazılarda önerilenlerle Al Jazeera Türk’ün “Sol
ne yapmalı?” röportaj dizisindeki öneriler önemli ölçüde
benzeşiyor: Kimlik ve özgürlük eksenli bir politika. Haşmet
Babaoğlu’nun kullandığı “korkarım” sözcüğü, Kürşat
Bumin’in hatırlattığı “milliyetçi toplum” gibi,
Tezkire’deki yazılar da hem önerilerde bulunuyor hem de “ne
yaparsanız yapın olmaz” demeye getiriyor. Şimdilerde soldan,
liberalizmin, inanç-kimlik eksenli siyasetin sahiplerine biat
etmesi, “yerli”leşme tezi kullanılarak isteniyor. İçi
doldurulmayan bu tezde tek somut öneri Uluer’den geliyor:
Gazali’yi bilmek. Peki Gazali, İbn-i Rüşd ne kadar “yerli”
ve Türkiye’de “yaşayan İslam”da nasıl bir yeri var? Alper
Taş’ın dile getirdiği “dindar yurttaşların sola dair
algısı”nda, Al Jazeera Türk röportajlarında iddia edildiği
gibi sorun sadece soldan mı kaynaklanıyor? Haşmet Babaoğlu “çorap
tabanı” diyor da, niye “yırtık” sıfatını unutuyor? Yırtık
çorap tabanı, alnı secdeye değen için önemsiz bir ayrıntı mı?
Babaoğlu’nun alın ile çorap arasında kurduğu ilgi, sola dair
hangi algıyı sağlamlaştırmaya/beslemeye çalışıyor?