Ertuğrul
Özkök,
31 Ekim 2013 tarihli yazısında, “Vaizi
biliyordum
da bir de vaizenin
olduğunu daha geçen yıl öğrendim” dedikten sonra, Fatma
Bayram’ın
Bir
Vaizenin Okumaları (2013)
kitabını, bir vaizenin neler okuduğunu merak ederek satır satır
okuduğunu, bu okumanın ona “sürprizlerle dolu güzel bir
şaşkınlık” yaşattığını yazar. Bu güzel şaşkınlığa
yol açan, Özkök ile Bayram’ın okuduğu kitaplar arasındaki
kesişmedir. Özkök, kendi okuduğu birçok ismi Bayram’ın
okumalarında görmeyi beklemediği için bu bir “sürpriz”dir,
sonuçtan da memnun olduğundan aynı zamanda “güzel”dir.[1]
Bu
kitaptan önce Bir
Vaizenin Günlüğü‘nü
(2010) yayımlayan Fatma Bayram, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi mezunudur (1989) ve 1990 yılından beri Diyanet İşleri
Başkanlığı'nda görevli bir vaizedir.[2]
Sibel
Eraslan
için Bayram’ın vaize kimliğiyle kaleme aldığı günlük,
“toplumsal olarak yaşadığımız değişimlerin sosyolojisini”
göstermekte, “Türkiye modernleşmesinin, şehirleşmenin,
okullaşmanın, kariyer algısının da dökümantasyonlarını”
taşımaktadır: Başlarda,
fotoğraf çektirmekten pek de hoşlanmayan, Anadolu’dan göç
ettiği apartmanlara en alt katlardan yerleşen kesimlerin kızları,
giydikleri robadan elbiseler içinde dua ezberlemenin yanı sıra
İngilizce’yi de merak ederler, anaları okuma yazma bilmeyen bu
kızlar, tüm itibarsızlaştırmalara rağmen, üniversiteye
giderler, İlahiyat okurlar, meslekleri olan vaizeliği iftiharla
yaparlar.
[3]
1980’li
yıllarda, üniversiteye giremeyen pek çok başörtülü kızın
potansiyel mesleği olan vaizelik, geçen yıllar içinde cemaat
gönüllülerine ya da bu işi diplomalarıyla destekleyen meslek
erbablarına bırakılır. 2000’li yıllarda başlayan yeni vaize
dalgası, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak çalışan
kadın vaizelerdir. Yeni bir olgu olarak görülen bu kurumsal
vaizeler, yazı ve kitaplarıyla vaaz kurumunu yeniden
biçimlendirmeye çalışırlar. Bu vaize-yazarların üç önemli
örneği, İstanbul Müftü Yardımcılığı görevini de yürütmüş
olan Kadriye
Avcı Erdemli,
İstanbul Müftülüğünde Din Hizmet Uzmanı olarak çalışan
Nevin
Meriç
ve Üsküdar Vaizesi Fatma
Bayram’dır.[4]
Kadriye
Avcı Erdemli
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra,
1993’te “İslam Aile Hukuku’nda Kadının Şahitliği” konulu
tezi ile yüksek lisansını tamamlar. İstanbul’un birçok
bölgesinde vaizlik yaptıktan sonra, 2006’da İstanbul İl Müftü
Yardımcılığı’na atanır. Erdemli’nin; Feminizm’e
İslam’ın Bakışı,
Kadın
Estetik Bakış Açısının Eve Yansıması,
Hac’da
Kadın,
İslam’da
Kadın gibi
yayımlanmış araştırmaları bulunmaktadır.[5]
Nevin
Meriç, Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunudur. Ortadoğu ve İslam
Ülkeleri Enstitüsü Sosyoloji bölümünde yüksek lisans yapar.
İstanbul Müftülüğünde Din Hizmetleri Uzmanı olan ve 1990'dan
itibaren aylık dergilerde yazan Meriç'in ilk kitabı, tezi de olan
Adab-
ı Muaşeret kitapları Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi
(1894-
1927) 2000 yılında basılır. Meriç’in, Gündelik
Hayat ve Fetvalar,
Fetva
Sorularında Değişen Kadın Yaşamı,
Değişen
Kentte Dini Hayat,
Dindar
Bir Doktor Hanım Ayşe Hümeyra Ökten
isimli
kitapları bulunmaktadır.[6]
Vaizelik
Vaizeler,
vaizler gibi Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tespit
edilen camii, konferans salonu, ceza ve tevkif evleri, çocuk ıslah
evleri, güçsüzler yurdu, öğrenci yurdu, fabrika, hastahane ve
benzeri yerlerde vaaz eden kişilerdir. Vaizeler irşad
programlarında görev aldığı gibi, gerektiğinde seminer, panel,
sempozyum gibi toplantılara katılır, konferans verebilirler;
Kur’an Kursları ile hizmet içi eğitim kurslarında ders
yapabilirler. Müftülüklerde haftanın belirli günlerinde
telefonla veya halkla yüz yüze görüşmelerinde dini soruları
cevaplandırırlar. Halka yönelik camii dersleri etkinliklerinde
bulunurlar. Her ilde bulunan vaaz ve irşad kurulunda görev yapar,
kurulacak irşad ekiplerinin çalışma programını hazırlarlar.
Her ne kadar vaizelerin faaliyet alanları oldukça geniş ise de
uygulamada daha yoğun olarak, camilerde bayanlara dini bilgiler
anlatırlar. [7]
Vaizeler
İlahiyat Fakültelerinden mezun olan bayanlardan, sınav yöntemiyle
seçilmekte ve gereğinde yetiştirilmek üzere hizmet içi eğitim
kurslarına tabi tutulmaktadırlar. Vaizeler arasında yüksek
lisansını bitirmiş olanlar, doktora yapmış olanlar ve müftülük
ihtisas kurslarını bitirenler vardır.[8]
Erdemli,
vaizelerin, kadın oldukları için yaşadıkları sorunları, bazı
müftüler ve kimi cami görevlilerinin olumsuz tutumları olarak
belirtir: Bazı
müftüler vaizeyi bir meslektaş, aynı sıralardan ve kültürden
gelmiş bir arkadaş olmaktan çok, salt bir bayan olarak
değerlendirmekte ve ayrımcılık yapabilmektedir.
Bazı
cami görevlilerinin olumsuz tutumlarının nedeni, kadınlara
yönelik vaazları kendince gereksiz görmesi, bazan da mekanların
kirlenmesinden korkmasıdır. “Kadınlar evine gitsin yemek yapsın,
kocasına itaat etsin, cennete gider” diyen cami görevlileri
müşahede edilmiştir. [9]
Diğer
bir sorun olarak Erdemli, idareci pozisyonundaki kadın sayısının
yetersizliğini gösterir: Her
ne kadar ilahiyat mezunu bayanlar vaize veya Kur’an Kursu öğretmeni
olarak görev yapsalar da; teşkilatlarda bayan idareciler
bulunmadığından, erkek idareciler bayanların ihtiyaçlarına ve
sorunlarına yabancı kalmakta, vaizelerin önüne plan-proje
koyamamaktadırlar.
[10]
Erdemli,
dini de olsa hala bayanların eğitiminin gereğine inanmayan bir
kitlenin varlığını gözlemler: Kadınlar
namazını kılacak kadar dini bilsin, kocasına itaat etsin yeter
anlayışı hala toplumumuzda ciddi bir yekün teşkil etmektedir.
[11]
Kadınlar
ve Cami
Mehmet
Şevket Eygi,
“Dini kadınlarla bozmak” başlıklı yazısında, Diyanet
kadrolarına binlerce kadın müftü yardımcısı, kadın vaiz,
kadın öğretmen tayin edildiğini, onların da ”feminist
kesilerek, her işi bırakıp camiye kadın doldurmak için
çırpındıklarını iddia eder. Ancak, onun sözlerinin aksine,
kadın müftü yardımcılarının Türkiye genelindeki sayısı
sadece 11’dir.[12] Bunun
yanında Eygi,
“Şimdi birkaç İslamcı Feminist camilerimizdeki o ismet, hicab,
edeb, hayâ kafeslerini ve perdelerini çıkarttırıyor.” dedikten
sonra “İslam Feminizmi sapıklıktır” ifadelerini kullanır.
Kadriye
Avcı Erdemli
bu iddiayı, “Kadınlar kendilerini camilerden kopuk hissediyor.
Feminizm, kadınların eğitim, hukuk ve miras gibi haklarını
korumak ise sapıklık içermez. Feminizmin çıkış noktası hak
aramaktır.” sözleriyle yanıtlar. [13]
Erdemli’ye
göre, Hz. Peygamber zamanında caminin ana mekânında saf düzenine
uygun olarak namazlarını kılan, camide cemaat olma duygu ve
bilgisine erebilen kadınlara bugün Türkiye’de, bodrum katı ya
da küçük yerler tahsis edilmiştir. Abdest alma mekânları da hiç
düşünülmemiştir. Bu küçük yerler camiden kopuk odalar veya
cami estetiğine uymayan perde ile ayrılmış mekânlar olup bu
durum, namazlarının geçmesi gibi bir zaruret olmadıkça,
kadınların camiye gelmemesinde de etkilidir. Kadınların fitne,
fesat korkusu ve düşüncesiyle camiye gelmelerini hoş
karşılamayanların ve karşı çıkanların görüşleri hiçbir
delile dayanmaz.[14]
Nevin
Meriç,
yıllardır restore edilen bir camiye “artık kadınlara da yer
ayırmışlardır” düşüncesiyle gittiğinde, cami görevlisinin
“nereye, bugün camide kadınlara yer yok” sözleriyle
karşılaşınca, “zihniyette bir gram iyileşme yok. Yaşanan
yüzyılın bagajında dindar kadının kapı dışarı edildiği iki
mekan bulunuyor. Başörtülü kadın üniversite kapısından, Cuma
kılmak isteyen kadın cami kapısından.” diye yazar. [15]
Fatma
Bayram da
bu konuyla ilgili benzer duygular içindedir: Bir
yere girdiğinizde oranın sahibi gibi davrananlar tarafından
istenmeyen kişi olarak hissettirildiğiniz oldu mu? İşte ülkemizde
ne yazık ki kadınların çoğu, sadece Ramazan'da değil, her ne
zaman bir camiye girseler öyle hissettirilirler. Sadece cami ile
ilgisi olanlar değil, çevredeki en ilgisiz kişiler dahi "ne
işleri var burada" bakışıyla bakar. Cami dışında hiçbir
kadınla konuşmakta sakınca görmeyenler camiye gelen bir kadına
"kendilerini günaha sokmak üzere oradaymış" muamelesi
yaparlar.[16]
Cinsellik
Cinsel
ihtiyaçların bir ailenin huzurunda önemli bir yeri olduğunu
vurgulayan Bayram’a
göre: Beslenme
ihtiyacı, barınma ihtiyacı, cinsel ihtiyaçlar, faal olma ihtiyacı
ve dinlenme ihtiyacı biyolojik ihtiyaçlarımızdır. Bir evlilikte
mutluluğun, huzurun en önemli garantisi sağlıklı bir cinsel
hayattır. İkinci aşamada psikolojik ihtiyaçlar gelir. Sevmek,
sevilmek, kabul edilmek, değer verilmek, başarılı olmak, saygı
görmek yani adam yerine konmak psikolojik ihtiyaçlardandır. Son
alarak da sosyolojik ihtiyaçlar vardır. Yani isteriz ki,
dostlarımız, arkadaşlarımız olsun, bizi hatırlasınlar,
toplumda bir yerimiz olsun, bir işe yarayalım isteriz.
Geleceğimizden korkmayalım isteriz.
Bayram’ın hanımlara öğüdü biyolojik, psikolojik ve
sosyolojik olan bu üç ihtiyacın ailenin içinde karşılanmasıdır.
Aksi takdirde bu ihtiyaçlar dışarıda karşılanır: Eğer
fertlerin hem biyolojik, hem psikolojik hem de sosyal ihtiyaçlarını
biz karşılayamıyorsak o insanlar bu ihtiyaçlarını dışarıda
karşılamaya çalışırlar. Çünkü bunlar ihtiyaç olmaktan
çıkmaz. Bunlar bizim sürekli ihtiyaçlarımızdır.[17]
Nevin
Meriç
için de “insanın cinsel ihtiyacının meşru temeli aile
birliğiyle sağlanır.”: Neslin
devamı için de gerekli olan cinsellik aile hayatının en temel
dinamiğidir. Kadın ve erkek olarak farklı süreçlerden geçen
bireylerin cinselliğe karşı tutumları da değişik olmaktadır.
Cinsel talep kadar, giderilme biçimi de evlilik hayatını
etkilemektedir. Bu konuda sorun genelde; kadının erkek kadar
talepkar olmaması ve erkeğin ihtiyacı farklı biçimlerde giderme
talebidir. Durum ailelerde ciddi gerginliklere neden olmaktadır.
Evlendikten sonra veya zaman içinde yaşanan cinsel sorunlar ailenin
devamını tehlikeye sokan en önemli etkendir. Meriç,
insan belli bir yaşa gelince cinselliğe karşı olumlu duyguların
kazandırılması ve cinsel sağlığı koruyucu bilgilerin verilmesi
gerektiğini savunur.[18]
Pornografi için Meriç, toplumsal alanda birey eğitiminde ahlaki ve
dini motivasyonu merkeze alan projeler geliştirmeyi, mahremiyet ve
özel algısını öne çıkartarak desteklemeyi önerir.[19]
Zehra
Yılmaz,
yaptığı bir araştırma kapsamında görüştüğü İslamcı
kadınların tamamının evlilik öncesi ilişkiyi onaylamadığını,
biyolojik ihtiyacın bunu meşrulaştıramayacağını söylediklerini
belirtmektedir.[20]
Aile
ve Evlilik
Bayram,
günümüzde evlenmenin giderek zorlaştığını, bunun bütün
sorumluluğunun bekârların üzerine atılmasına karşı olduğunu
söyler. İslam’da evlenme işi toplumun görevidir: Erkek
nispeten evleneceği kişiyi kendi seçebilir, teklif edebilir ama
bir kız evlenmek için ne yapabilir ki? Dinî açında bakarsak bir
kız da evlenme teklif edebilir, hiçbir sakıncası yoktur ama
hayatın gerçekleri açısından bakılınca öyle olmuyor. İki
tarafı tanıyan herkesin sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.
Hatta evlilik müessesi aracı kurumlarını bile yadırgamıyorum.
Bunun formu değişebilir, yapan kişi değişebilir. Hem ekonomik
olarak hem de sosyal olarak konuya sadece tanışma açısından
bakılmamalı, evlenebilecek kişi ile tanışıp ekonomik durumları
el vermediği için evlenemeyen insanlarda var. Bu zorlukları
giderme bakımından evlilik kurumunun devam etmesi toplumun
görevidir. Bunu nasıl yapacaksa yapacak.
[21]
Erdemli,
çok eşlilik konusunda şöyle der: Bugünkü
yasalarda da tek evlilik var ki, bu İslam'ın da ruhuna
uygundur. [22]
Toplumsal
Cinsiyet
Kadın-erkek
eşitliğinin mümkün olamayacağını savunan Bayram,
bunu hiçbir varlığın birbirine eşit olamayacağı tezine
dayandırır ve “eşitliği bir tarafa bırakalım herkes kendi
rolünü en güzel şekilde oynamaya çalışsın” önerisinde
bulunur. Zira, ona göre, “kadın doğasında kendinden daha güçlü
şeye sığınma ihtiyacı, bir kollanma ihtiyacı var”dır. “Bu
onun eksikliğinden değil, Allah bizi o ihtiyaçta yarattığı
için"dir. Bayram, ayrıca, Amerika'da yalnız yaşayan
kadınların tacize uğramamaları için "Yalnız Yaşayan
Kadınlara Tavsiyeler" adlı bir kitap okuduğunu belirterek, o
kitapta yer alan tavsiyeleri şu şekilde sıralar: 1-Kapınıza
erkek ayakkabısı bırakın. 2-Balkonunuza erkek çamaşırları
asın. 3-Tek başına araba kullanan kadınlar için birkaç saniyede
şişen erkek balonları satılıyormuş. Şişiriyorsunuz ve yan
koltuğa bağlıyorsunuz ki dışarıdakiler orada bir erkek olduğunu
sansın. Erkek cinsini önemsiz görmeyin. Kendisi yoksa ayakkabısı
bile size fayda ediyor. Çamaşırı bile sizi koruyor.[23]
Bayram,
“iş hayatındaki bir kadın; evi, çocukları ve işleri arasında
nasıl bir denge kurmalıdır?”, “Çok
basit. Çocuklarınızın size bir anne olarak daha fazla ihtiyaç
duydukları yaşlarda yoğun bir iş hayatı yaşamayarak… Bunu
organize edebileceğiniz bir meslek seçerek. Bir çocuk dünyaya
getirdiğinizde ona karşı sorumluluğunuzun birincilliğini içten
benimseyerek. Ve bütün bunları kendinize acıyarak değil, gerçek
bir işe yarama duygusu ve mutlulukla yaparak.” cevabını
verir.[24]
Erdemli’yse,
“İslam'da kadın ve erkek eşit mi?” sorusuna açık ve net
biçimde “Evet. Kadın ve erkek eşittir.” diye cevap
verir. Kadın- erkek eşit değil diyen müslümanlar, “haklar
konusunda değil, fiziksel yaratılış farklılığı konusunda”ki
eşitsizliği kastediyor olabilirler. Ona göre “Sadece Kur’an’ın
değil, geçmişteki semavi kitapların da ataerkil yorumları,
kadınların hak ve özgürlüklerinin aleyhinde sonuçlar
doğurmuştur.” [25]
Erdemli, kadınların haklarını aramalarının da İslam’a ters
olmadığını belirtir:
İslam dini geldiğinde kadınlara mülkiyet, miras, evlilik, boşanma, vasiyet etme, eğitim vs. medeni hakları verdi. O dönemde Batı’da hak arayışı bile mevcut değildi, hatta sonraki tarihlerde hak arayan kadınlar giyotinle öldürülüyordu. İslam, kadınlara hak vermiş ve kadınlar da haklarını aramıştır. Mesela, Havle binti Huveylit. Kocası ona o dönemin boşama şekillerinden biri olan zihar yapıyor. Kadın da çok mustarip oluyor. Hz. Peygamber’e soruyor, “Gençken benimle evlendi, yaşlanınca beni atıyor. Benim durumum ne olacak?” Peygamberimiz, “Bu konuda bana vahiy gelmedi” diyor. Sorularına yanıt arayışı devam ederken kadın en sonunda “Herkese gelince ayet geliyor, bana gelince susuyor. Ben de durumumu Allah’a arz ederim” diyor. Bunun üzerine dua ediyor ve Rabbimiz, bu olay üzerine indirdiği Mücadile (Tartışan Kadın) Suresi’nde kadın lehine düzenlemeler getiriyor. Dolayısıyla kadınların haklarını aramaları İslama ters bir durum değil. Olması gereken bir şey.[26]
İslam dini geldiğinde kadınlara mülkiyet, miras, evlilik, boşanma, vasiyet etme, eğitim vs. medeni hakları verdi. O dönemde Batı’da hak arayışı bile mevcut değildi, hatta sonraki tarihlerde hak arayan kadınlar giyotinle öldürülüyordu. İslam, kadınlara hak vermiş ve kadınlar da haklarını aramıştır. Mesela, Havle binti Huveylit. Kocası ona o dönemin boşama şekillerinden biri olan zihar yapıyor. Kadın da çok mustarip oluyor. Hz. Peygamber’e soruyor, “Gençken benimle evlendi, yaşlanınca beni atıyor. Benim durumum ne olacak?” Peygamberimiz, “Bu konuda bana vahiy gelmedi” diyor. Sorularına yanıt arayışı devam ederken kadın en sonunda “Herkese gelince ayet geliyor, bana gelince susuyor. Ben de durumumu Allah’a arz ederim” diyor. Bunun üzerine dua ediyor ve Rabbimiz, bu olay üzerine indirdiği Mücadile (Tartışan Kadın) Suresi’nde kadın lehine düzenlemeler getiriyor. Dolayısıyla kadınların haklarını aramaları İslama ters bir durum değil. Olması gereken bir şey.[26]
Meriç’e
göre, kadın bedenini tanımlayan da erkek alimler yani insanlardır,
bu da kadının bütün ibadet hayatını, sağlığını olumsuz
anlamda belirlemekte ve etkilemektedir: Toplumsal
cinsiyet rolleriyle şekillenen öğrenilmiş kimlik biçimleri
kadın-erkek davranışlarını belirliyor. Birde yapısal faktörler,
özgüven eksikliği, sosyal baskı mekanizmaları olunca kadınlar
dışarıdaki dünya evimden daha sorunlu diye problemli hayatlarını
devam ettiriyorlar. Ekonomik imkansızlıkları da dikkate almak
gerekir. Bu ve benzeri bir çok gerekçe hanımları yaşadığı
şartları yaşanır hale getirmenin yollarını aramaya itiyor, bu
da daha çok ‘rüya’lar üzerinden kurgulanan bir yaşam tarzı
olarak devam ediyor diyebilirim.[27]
Kadına
yönelik şiddet konusunda Meriç şunları yazar: Geleneksel-
gündelik hayat cins bağlamında erkeğin hakimiyetini merkeze
almıştır. Erkek cinsi üzerinden şekillenen geleneksel gündelik
hayat güç-iktidar olgusunu merkeze alarak çevreyi tanımlamıştır.
Bu kabul ailede erkek-kadın ilişkisini mutlak anlamda erkeğin
talepleri çerçevesinde şekillenmesine neden olmuştur. Dini
talepler ve davranma biçimleri de dahil her durum 'erkeğin izni'ne
tabidir. Bu işleyiş aile ilişkilerinde hem ciddi gerginlik
alanlarına hem de din üzerinden yanlış çıkarsamalar neden
olmaktadır. Sürekli 'güç ve hakim olmak' güdüsüyle
yetiştirilen erkeğin aile olduktan sonra bunu gerçekleştirmek
için bir çok yanlış davranma biçimi geliştirdiği
görülmektedir. Kadının sosyal hayatta eğitim ve hareket alanını
kısıtlama üzerinden, kendi gücünü ortaya çıkarması hem
ailede ciddi sıkıntılara hem de kadının savunma mekanizması
geliştirerek karşı tavır alışlar geliştirmesine neden
olmaktadır.Kadına olumsuz değer atfeden geleneksel dini söylem de
etkili olmaktadır diyebiliriz. [28]
Bayram
da kadınların uğradığı şiddetten yakınmaktadır: Ümmetinin
kadınlarının günün her saatinde dayaktan, hakaretten,
istismardan, tecavüzden Allah'a sığındığını, her gününü
korku içinde yaşamaya çalıştığını görse Peygamberimiz acaba
ne yapardı? [29]
Direniş
Kadının
camideki yerine dair mücadeleyi önemli gören Yıldız
Ramazanoğlu şöyle der: Artık
kadınların kendilerini birinci sınıf hissetmesinin zamanı geldi.
Tıpkı Peygamberimiz'in zamanında olduğu gibi. Bunun en önemli
göstergelerinden biri kadının camideki yeri olacak.[30]
Dişil
Dindarlık kitabının yazarı Zehra Yılmaz, “İslamcı
kadınların kendi içlerinde toplumsal cinsiyet kavramını
tartışmaya başladıklarını” öne sürmektedir. Ancak bunu
açıktan yapmaları mümkün değildir çünkü toplumsal cinsiyet,
cinsiyetin toplumsal olarak inşa edildiğini söyler ve bu İslam’la
kökten çelişen bir konudur: İslamcı kadınlar da bunu kabul
ettiler demiyorum ama bunu tartışmaya başladılar. Bunun
yanı sıra kadın istihdamını, iktidarın ekonomi politikalarını
ve bunun İslamcılık üzerine etkilerini de tartışmaktadırlar.
Yılmaz,
şimdilik kadınların itirazlarına kamusal alandan başladığını,
bunun yavaş yavaş özel alana doğru da gittiğini ve bunun
kaçınılmaz olduğunu savunur. Ancak bu aynı zamanda kadınların
dindarlaşmasında işleyen ikili bir süreçle de ilgilidir.
Yılmaz’a göre kadın hareketi bağlamında dindarlık yer yer
kadınları güçlendirirken, yer yer zayıflatır: Dindarlık
dişilleşirken, aile bağlamındaki birçok konuda kadınlar,
erkeklerle ortak bir diskur üretiyorlar. Bu diskur, çoğu zaman
kadınları bağlayıcı ve özgürlüklerini kısıtlayıcı
olabiliyor.
Yılmaz,
görüştüğü kadınların neredeyse tamamının kadın erkek
ilişkisini fıtrat ve tamamlayıcılık ilkeleri üzerinden
açıkladığını ifade eder. Bunlar İslamcı kadınların kadın
ve erkek arasındaki ilişkiyi tanımlamak için başvurdukları
kavramlardır. Kimi daha muhafazakâr erkekler “Aile kadınlardan,
dışarısı erkeklerden sorulur” diyerek fıtrat mevzusunu
kapatır. Kadınlarsa fıtrat ve tamamlayıcılık unsurunun kamusal
alandaki iş bölümüne de yansıyabileceğini söylemektedir.
Daha
güçlü bir dindarlığın geleceğini söyleyen Yılmaz’a göre,
kamusal alana çıkma ve dinin ihtiyaçlara göre yeniden
şekillenişine kadınların dahil oluşu, dindarları daha seküler
bir alana taşımaktan ziyade daha kuvvetli bir dindarlığı inşa
ediyor: İslamcı kadınlar “Eşit koşulları kendi aramızda
nasıl yaratabiliriz”e cevabı feminizmde değil, İslam’da
arıyorlar. Dolayısıyla dindarlığı zayıflatan değil,
dindarlığı, kadın yorumunun egemen olduğu, bence daha güçlü
bir biçimde, yeniden kuran bir söylemi sahipleniyorlar.
Kadınlar,
erkekler ve kadınlar için eşit dindarlık talep ediyorlar. Üstelik
bunu erkeklerin dünyevi işlere kapılarak dinden uzaklaştığı
argümanı üzerinden yapıyorlar.[31]
Olanak(sızlık)lar
Yılmaz'ın,
sekülerleşme-dindarlaşma ayrımı üzerinden, İslamcı kadınların
sekülerleşmediler aksine dindarlaşıyorlar iddiası/yorumu,
sekülerleşmeme kısmı doğru kabul edilse bile sorunlu
görülebilir. Zira Yılmaz’ın “dindarlığın zayıflamadığı”
varsayımı, kendi başına dindarlığın daha da güçlenmesi
olarak yorumlanamaz. Başka bir açıdan, en azından vaizeler
üzerinden İslamcı kadınların yerleşik-dinsel ve
geleneksel-dinsel kalıpları, yine din içinden argümanlarla
sorguladıkları da söylenebilir. Bu, kadının Cami’deki yerinden,
toplumdaki yerine doğru giden sorgulama elbette “din” içi bir
çerçeve içinde/içinden yürütülüyor ve sınırları belirli.
Fakat dinsel alana yönelik de olsa nihayetinde belli bir alandaki
erkek egemenliğine cephe alındığı da gözden kaçmamalı.
Yukarıda görüldüğü gibi kimi vaizeler (örn.Nevin Meriç)
toplumsal cinsiyet kavramını kullanabiliyor. Ayrıca, vaizelerin
lisans-lisans üstü eğitimleriyle, din harici düşünsel
kaynaklardan da beslendikleri, okudukları-yazdıkları anlaşılıyor.
Vaizeler, dindarlığı zayıflatmıyorlar ama, dinsel alan içindeki
egemen erkek anlayışı ve egemen erkek figürleri (örn. Mehmet
Şevki Eygi, Ali Bulaç) rahatsız edebiliyorlar. Yıllarca, "İslam
kadınının özgürleşmesi fikrinin bir Batı oyunu olduğunu" yazan
Bulaç’a verilen cevapta olduğu gibi, “patriyarkal düzen”den
bahsedebiliyorlar.[32]
Vaizelere
yöneltilecek eleştiri, örneğin Erdemli’nin cemevleriyle ilgili
resmi söylemi aynen/olduğu gibi dillendirmesi üzerine
olabilir.[33] Veya Bayram’ın
“Bir
insan imansız ama iyi olabiliyorsa, demek ki biz “iyi” konusunda
bir kritere sahibiz ve o kriterde imanlı olma şartı yok. Öyle
değil mi? “ sözlerine… Veya vaizelerden yukarıda alıntı
yapılan onlarca söze… Ve bu eleştiriler din
içinden-çerçevesinden yapılmak zorunda da değil. Sonuçta
vaizeler meselesi gibi bu tartışma da, hem olanaklar hem de
olanaksızlıklar içeriyor.
[3]
Sibel Eraslan, 6 Temmuz 2011,
http://www.furkanradyo.com/yazi_detay.php?Yazi_id=5176&yazar=20
[6]
Erişim: 2 Aralık 2015, http://nevinmeric.com/hakkimda.gbt
[7]
Kadriye Avcı Erdemli, Türkiye’de Vaize Olmak, 30 Eylül 2014,
https://bedirhaber.com/haber/turkiyede-vaize-olmak-13203.html
[8]
Erdemli, age.
[9]
Erdemli, age.
[10]
Erdemli, age.
[11]
Erdemli, age.
[15]
Nevin Meriç 18.5. 2012
[21]
Fatma Bayram ile röportaj, 1 Ağustos 2015,
http://www.nihayet.com/genel/genclere-neden-evlenmiyorsun-diye-sorulmaz/
[23]
Fatma Bayram, 13 Nisan 2008,
http://www.kanalahaber.com/haber/egitim/cinsel-ihtiyaclar-bir-ailenin-huzurunda-onemli-13756/
[26]
Kadriye Avcı Erdemli röportajı, 25 Haziran 2015,
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yasam/306977/Kadinlar_camiden_neden_uzaklasti_.html