Perşembe, Aralık 03, 2015

Vaizeler ve Kadınlar



Ertuğrul Özkök, 31 Ekim 2013 tarihli yazısında, “Vaizi biliyordum da bir de vaizenin olduğunu daha geçen yıl öğrendim” dedikten sonra, Fatma Bayram’ın Bir Vaizenin Okumaları (2013) kitabını, bir vaizenin neler okuduğunu merak ederek satır satır okuduğunu, bu okumanın ona “sürprizlerle dolu güzel bir şaşkınlık” yaşattığını yazar. Bu güzel şaşkınlığa yol açan, Özkök ile Bayram’ın okuduğu kitaplar arasındaki kesişmedir. Özkök, kendi okuduğu birçok ismi Bayram’ın okumalarında görmeyi beklemediği için bu bir “sürpriz”dir, sonuçtan da memnun olduğundan aynı zamanda “güzel”dir.[1]

Bu kitaptan önce Bir Vaizenin Günlüğü‘nü (2010) yayımlayan Fatma Bayram, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunudur (1989) ve 1990 yılından beri Diyanet İşleri Başkanlığı'nda görevli bir vaizedir.[2] Sibel Eraslan için Bayram’ın vaize kimliğiyle kaleme aldığı günlük, “toplumsal olarak yaşadığımız değişimlerin sosyolojisini” göstermekte, “Türkiye modernleşmesinin, şehirleşmenin, okullaşmanın, kariyer algısının da dökümantasyonlarını” taşımaktadır: Başlarda, fotoğraf çektirmekten pek de hoşlanmayan, Anadolu’dan göç ettiği apartmanlara en alt katlardan yerleşen kesimlerin kızları, giydikleri robadan elbiseler içinde dua ezberlemenin yanı sıra İngilizce’yi de merak ederler, anaları okuma yazma bilmeyen bu kızlar, tüm itibarsızlaştırmalara rağmen, üniversiteye giderler, İlahiyat okurlar, meslekleri olan vaizeliği iftiharla yaparlar. [3]

1980’li yıllarda, üniversiteye giremeyen pek çok başörtülü kızın potansiyel mesleği olan vaizelik, geçen yıllar içinde cemaat gönüllülerine ya da bu işi diplomalarıyla destekleyen meslek erbablarına bırakılır. 2000’li yıllarda başlayan yeni vaize dalgası, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak çalışan kadın vaizelerdir. Yeni bir olgu olarak görülen bu kurumsal vaizeler, yazı ve kitaplarıyla vaaz kurumunu yeniden biçimlendirmeye çalışırlar. Bu vaize-yazarların üç önemli örneği, İstanbul Müftü Yardımcılığı görevini de yürütmüş olan Kadriye Avcı Erdemli, İstanbul Müftülüğünde Din Hizmet Uzmanı olarak çalışan Nevin Meriç ve Üsküdar Vaizesi Fatma Bayram’dır.[4]

Kadriye Avcı Erdemli Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra, 1993’te “İslam Aile Hukuku’nda Kadının Şahitliği” konulu tezi ile yüksek lisansını tamamlar. İstanbul’un birçok bölgesinde vaizlik yaptıktan sonra, 2006’da İstanbul İl Müftü Yardımcılığı’na atanır. Erdemli’nin; Feminizm’e İslam’ın Bakışı, Kadın Estetik Bakış Açısının Eve Yansıması, Hac’da Kadın, İslam’da Kadın gibi yayımlanmış araştırmaları bulunmaktadır.[5]

Nevin Meriç, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunudur. Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü Sosyoloji bölümünde yüksek lisans yapar. İstanbul Müftülüğünde Din Hizmetleri Uzmanı olan ve 1990'dan itibaren aylık dergilerde yazan Meriç'in ilk kitabı, tezi de olan Adab- ı Muaşeret kitapları Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi (1894- 1927) 2000 yılında basılır. Meriç’in, Gündelik Hayat ve Fetvalar, Fetva Sorularında Değişen Kadın Yaşamı, Değişen Kentte Dini Hayat, Dindar Bir Doktor Hanım Ayşe Hümeyra Ökten isimli kitapları bulunmaktadır.[6]




Vaizelik

Vaizeler, vaizler gibi Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tespit edilen camii, konferans salonu, ceza ve tevkif evleri, çocuk ıslah evleri, güçsüzler yurdu, öğrenci yurdu, fabrika, hastahane ve benzeri yerlerde vaaz eden kişilerdir. Vaizeler irşad programlarında görev aldığı gibi, gerektiğinde seminer, panel, sempozyum gibi toplantılara katılır, konferans verebilirler; Kur’an Kursları ile hizmet içi eğitim kurslarında ders yapabilirler. Müftülüklerde haftanın belirli günlerinde telefonla veya halkla yüz yüze görüşmelerinde dini soruları cevaplandırırlar. Halka yönelik camii dersleri etkinliklerinde bulunurlar. Her ilde bulunan vaaz ve irşad kurulunda görev yapar, kurulacak irşad ekiplerinin çalışma programını hazırlarlar. Her ne kadar vaizelerin faaliyet alanları oldukça geniş ise de uygulamada daha yoğun olarak, camilerde bayanlara dini bilgiler anlatırlar. [7]

Vaizeler İlahiyat Fakültelerinden mezun olan bayanlardan, sınav yöntemiyle seçilmekte ve gereğinde yetiştirilmek üzere hizmet içi eğitim kurslarına tabi tutulmaktadırlar. Vaizeler arasında yüksek lisansını bitirmiş olanlar, doktora yapmış olanlar ve müftülük ihtisas kurslarını bitirenler vardır.[8]

Erdemli, vaizelerin, kadın oldukları için yaşadıkları sorunları, bazı müftüler ve kimi cami görevlilerinin olumsuz tutumları olarak belirtir: Bazı müftüler vaizeyi bir meslektaş, aynı sıralardan ve kültürden gelmiş bir arkadaş olmaktan çok, salt bir bayan olarak değerlendirmekte ve ayrımcılık yapabilmektedir. Bazı cami görevlilerinin olumsuz tutumlarının nedeni, kadınlara yönelik vaazları kendince gereksiz görmesi, bazan da mekanların kirlenmesinden korkmasıdır. “Kadınlar evine gitsin yemek yapsın, kocasına itaat etsin, cennete gider” diyen cami görevlileri müşahede edilmiştir. [9]

Diğer bir sorun olarak Erdemli, idareci pozisyonundaki kadın sayısının yetersizliğini gösterir: Her ne kadar ilahiyat mezunu bayanlar vaize veya Kur’an Kursu öğretmeni olarak görev yapsalar da; teşkilatlarda bayan idareciler bulunmadığından, erkek idareciler bayanların ihtiyaçlarına ve sorunlarına yabancı kalmakta, vaizelerin önüne plan-proje koyamamaktadırlar. [10]

Erdemli, dini de olsa hala bayanların eğitiminin gereğine inanmayan bir kitlenin varlığını gözlemler: Kadınlar namazını kılacak kadar dini bilsin, kocasına itaat etsin yeter anlayışı hala toplumumuzda ciddi bir yekün teşkil etmektedir. [11]

Kadınlar ve Cami

Mehmet Şevket Eygi, “Dini kadınlarla bozmak” başlıklı yazısında, Diyanet kadrolarına binlerce kadın müftü yardımcısı, kadın vaiz, kadın öğretmen tayin edildiğini, onların da ”feminist kesilerek, her işi bırakıp camiye kadın doldurmak için çırpındıklarını iddia eder. Ancak, onun sözlerinin aksine, kadın müftü yardımcılarının Türkiye genelindeki sayısı sadece 11’dir.[12] Bunun yanında Eygi, “Şimdi birkaç İslamcı Feminist camilerimizdeki o ismet, hicab, edeb, hayâ kafeslerini ve perdelerini çıkarttırıyor.” dedikten sonra “İslam Feminizmi sapıklıktır” ifadelerini kullanır. Kadriye Avcı Erdemli bu iddiayı, “Kadınlar kendilerini camilerden kopuk hissediyor. Feminizm, kadınların eğitim, hukuk ve miras gibi haklarını korumak ise sapıklık içermez. Feminizmin çıkış noktası hak aramaktır.” sözleriyle yanıtlar. [13]

Erdemli’ye göre, Hz. Peygamber zamanında caminin ana mekânında saf düzenine uygun olarak namazlarını kılan, camide cemaat olma duygu ve bilgisine erebilen kadınlara bugün Türkiye’de, bodrum katı ya da küçük yerler tahsis edilmiştir. Abdest alma mekânları da hiç düşünülmemiştir. Bu küçük yerler camiden kopuk odalar veya cami estetiğine uymayan perde ile ayrılmış mekânlar olup bu durum, namazlarının geçmesi gibi bir zaruret olmadıkça, kadınların camiye gelmemesinde de etkilidir. Kadınların fitne, fesat korkusu ve düşüncesiyle camiye gelmelerini hoş karşılamayanların ve karşı çıkanların görüşleri hiçbir delile dayanmaz.[14]

Nevin Meriç, yıllardır restore edilen bir camiye “artık kadınlara da yer ayırmışlardır” düşüncesiyle gittiğinde, cami görevlisinin “nereye, bugün camide kadınlara yer yok” sözleriyle karşılaşınca, “zihniyette bir gram iyileşme yok. Yaşanan yüzyılın bagajında dindar kadının kapı dışarı edildiği iki mekan bulunuyor. Başörtülü kadın üniversite kapısından, Cuma kılmak isteyen kadın cami kapısından.” diye yazar. [15]

Fatma Bayram da bu konuyla ilgili benzer duygular içindedir: Bir yere girdiğinizde oranın sahibi gibi davrananlar tarafından istenmeyen kişi olarak hissettirildiğiniz oldu mu? İşte ülkemizde ne yazık ki kadınların çoğu, sadece Ramazan'da değil, her ne zaman bir camiye girseler öyle hissettirilirler. Sadece cami ile ilgisi olanlar değil, çevredeki en ilgisiz kişiler dahi "ne işleri var burada" bakışıyla bakar. Cami dışında hiçbir kadınla konuşmakta sakınca görmeyenler camiye gelen bir kadına "kendilerini günaha sokmak üzere oradaymış" muamelesi yaparlar.[16]

Cinsellik

Cinsel ihtiyaçların bir ailenin huzurunda önemli bir yeri olduğunu vurgulayan Bayram’a göre: Beslenme ihtiyacı, barınma ihtiyacı, cinsel ihtiyaçlar, faal olma ihtiyacı ve dinlenme ihtiyacı biyolojik ihtiyaçlarımızdır. Bir evlilikte mutluluğun, huzurun en önemli garantisi sağlıklı bir cinsel hayattır. İkinci aşamada psikolojik ihtiyaçlar gelir. Sevmek, sevilmek, kabul edilmek, değer verilmek, başarılı olmak, saygı görmek yani adam yerine konmak psikolojik ihtiyaçlardandır. Son alarak da sosyolojik ihtiyaçlar vardır. Yani isteriz ki, dostlarımız, arkadaşlarımız olsun, bizi hatırlasınlar, toplumda bir yerimiz olsun, bir işe yarayalım isteriz. Geleceğimizden korkmayalım isteriz. Bayram’ın hanımlara öğüdü  biyolojik, psikolojik ve sosyolojik olan bu üç ihtiyacın ailenin içinde karşılanmasıdır. Aksi takdirde bu ihtiyaçlar dışarıda karşılanır: Eğer fertlerin hem biyolojik, hem psikolojik hem de sosyal ihtiyaçlarını biz karşılayamıyorsak o insanlar bu ihtiyaçlarını dışarıda karşılamaya çalışırlar. Çünkü bunlar ihtiyaç olmaktan çıkmaz. Bunlar bizim sürekli ihtiyaçlarımızdır.[17]

Nevin Meriç için de “insanın cinsel ihtiyacının meşru temeli aile birliğiyle sağlanır.”: Neslin devamı için de gerekli olan cinsellik aile hayatının en temel dinamiğidir. Kadın ve erkek olarak farklı süreçlerden geçen bireylerin cinselliğe karşı tutumları da değişik olmaktadır. Cinsel talep kadar, giderilme biçimi de evlilik hayatını etkilemektedir. Bu konuda sorun genelde; kadının erkek kadar talepkar olmaması ve erkeğin ihtiyacı farklı biçimlerde giderme talebidir. Durum ailelerde ciddi gerginliklere neden olmaktadır. Evlendikten sonra veya zaman içinde yaşanan cinsel sorunlar ailenin devamını tehlikeye sokan en önemli etkendir. Meriç, insan belli bir yaşa gelince cinselliğe karşı olumlu duyguların kazandırılması ve cinsel sağlığı koruyucu bilgilerin verilmesi gerektiğini savunur.[18] Pornografi için Meriç, toplumsal alanda birey eğitiminde ahlaki ve dini motivasyonu merkeze alan projeler geliştirmeyi, mahremiyet ve özel algısını öne çıkartarak desteklemeyi önerir.[19]

Zehra Yılmaz, yaptığı bir araştırma kapsamında görüştüğü İslamcı kadınların tamamının evlilik öncesi ilişkiyi onaylamadığını, biyolojik ihtiyacın bunu meşrulaştıramayacağını söylediklerini belirtmektedir.[20]

Aile ve Evlilik

Bayram, günümüzde evlenmenin giderek zorlaştığını, bunun bütün sorumluluğunun bekârların üzerine atılmasına karşı olduğunu söyler. İslam’da evlenme işi toplumun görevidir: Erkek nispeten evleneceği kişiyi kendi seçebilir, teklif edebilir ama bir kız evlenmek için ne yapabilir ki? Dinî açında bakarsak bir kız da evlenme teklif edebilir, hiçbir sakıncası yoktur ama hayatın gerçekleri açısından bakılınca öyle olmuyor. İki tarafı tanıyan herkesin sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Hatta evlilik müessesi aracı kurumlarını bile yadırgamıyorum. Bunun formu değişebilir, yapan kişi değişebilir. Hem ekonomik olarak hem de sosyal olarak konuya sadece tanışma açısından bakılmamalı, evlenebilecek kişi ile tanışıp ekonomik durumları el vermediği için evlenemeyen insanlarda var. Bu zorlukları giderme bakımından evlilik kurumunun devam etmesi toplumun görevidir. Bunu nasıl yapacaksa yapacak. [21]

Erdemli, çok eşlilik konusunda şöyle der: Bugünkü yasalarda da tek evlilik var ki, bu İslam'ın da ruhuna uygundur. [22]

Toplumsal Cinsiyet

Kadın-erkek eşitliğinin mümkün olamayacağını savunan Bayram, bunu hiçbir varlığın birbirine eşit olamayacağı tezine dayandırır ve “eşitliği bir tarafa bırakalım herkes kendi rolünü en güzel şekilde oynamaya çalışsın” önerisinde bulunur. Zira, ona göre, “kadın doğasında kendinden daha güçlü şeye sığınma ihtiyacı, bir kollanma ihtiyacı var”dır. “Bu onun eksikliğinden değil, Allah bizi o ihtiyaçta yarattığı için"dir. Bayram, ayrıca, Amerika'da yalnız yaşayan kadınların tacize uğramamaları için "Yalnız Yaşayan Kadınlara Tavsiyeler" adlı bir kitap okuduğunu belirterek, o kitapta yer alan tavsiyeleri şu şekilde sıralar: 1-Kapınıza erkek ayakkabısı bırakın. 2-Balkonunuza erkek çamaşırları asın. 3-Tek başına araba kullanan kadınlar için birkaç saniyede şişen erkek balonları satılıyormuş. Şişiriyorsunuz ve yan koltuğa bağlıyorsunuz ki dışarıdakiler orada bir erkek olduğunu sansın. Erkek cinsini önemsiz görmeyin. Kendisi yoksa ayakkabısı bile size fayda ediyor. Çamaşırı bile sizi koruyor.[23]

Bayram, “iş hayatındaki bir kadın; evi, çocukları ve işleri arasında nasıl bir denge kurmalıdır?”, “Çok basit. Çocuklarınızın size bir anne olarak daha fazla ihtiyaç duydukları yaşlarda yoğun bir iş hayatı yaşamayarak… Bunu organize edebileceğiniz bir meslek seçerek. Bir çocuk dünyaya getirdiğinizde ona karşı sorumluluğunuzun birincilliğini içten benimseyerek. Ve bütün bunları kendinize acıyarak değil, gerçek bir işe yarama duygusu ve mutlulukla yaparak.” cevabını verir.[24]

Erdemli’yse, “İslam'da kadın ve erkek eşit mi?” sorusuna açık ve net biçimde “Evet. Kadın ve erkek eşittir.” diye cevap verir. Kadın- erkek eşit değil diyen müslümanlar, “haklar konusunda değil, fiziksel yaratılış farklılığı konusunda”ki eşitsizliği kastediyor olabilirler. Ona göre “Sadece Kur’an’ın değil, geçmişteki semavi kitapların da ataerkil yorumları, kadınların hak ve özgürlüklerinin aleyhinde sonuçlar doğurmuştur.” [25] Erdemli, kadınların haklarını aramalarının da İslam’a ters olmadığını belirtir:
İslam dini geldiğinde kadınlara mülkiyet, miras, evlilik, boşanma, vasiyet etme, eğitim vs. medeni hakları verdi. O dönemde Batı’da hak arayışı bile mevcut değildi, hatta sonraki tarihlerde hak arayan kadınlar giyotinle öldürülüyordu. İslam, kadınlara hak vermiş ve kadınlar da haklarını aramıştır. Mesela, Havle binti Huveylit. Kocası ona o dönemin boşama şekillerinden biri olan zihar yapıyor. Kadın da çok mustarip oluyor. Hz. Peygamber’e soruyor, “Gençken benimle evlendi, yaşlanınca beni atıyor. Benim durumum ne olacak?” Peygamberimiz, “Bu konuda bana vahiy gelmedi” diyor. Sorularına yanıt arayışı devam ederken kadın en sonunda “Herkese gelince ayet geliyor, bana gelince susuyor. Ben de durumumu Allah’a arz ederim” diyor. Bunun üzerine dua ediyor ve Rabbimiz, bu olay üzerine indirdiği Mücadile (Tartışan Kadın) Suresi’nde kadın lehine düzenlemeler getiriyor. Dolayısıyla kadınların haklarını aramaları İslama ters bir durum değil. Olması gereken bir şey.[26]

Meriç’e göre, kadın bedenini tanımlayan da erkek alimler yani insanlardır, bu da kadının bütün ibadet hayatını, sağlığını olumsuz anlamda belirlemekte ve etkilemektedir: Toplumsal cinsiyet rolleriyle şekillenen öğrenilmiş kimlik biçimleri kadın-erkek davranışlarını belirliyor. Birde yapısal faktörler, özgüven eksikliği, sosyal baskı mekanizmaları olunca kadınlar dışarıdaki dünya evimden daha sorunlu diye problemli hayatlarını devam ettiriyorlar. Ekonomik imkansızlıkları da dikkate almak gerekir. Bu ve benzeri bir çok gerekçe hanımları yaşadığı şartları yaşanır hale getirmenin yollarını aramaya itiyor, bu da daha çok ‘rüya’lar üzerinden kurgulanan bir yaşam tarzı olarak devam ediyor diyebilirim.[27]

Kadına yönelik şiddet konusunda Meriç şunları yazar: Geleneksel- gündelik hayat cins bağlamında erkeğin hakimiyetini merkeze almıştır. Erkek cinsi üzerinden şekillenen geleneksel gündelik hayat güç-iktidar olgusunu merkeze alarak çevreyi tanımlamıştır. Bu kabul ailede erkek-kadın ilişkisini mutlak anlamda erkeğin talepleri çerçevesinde şekillenmesine neden olmuştur. Dini talepler ve davranma biçimleri de dahil her durum 'erkeğin izni'ne tabidir. Bu işleyiş aile ilişkilerinde hem ciddi gerginlik alanlarına hem de din üzerinden yanlış çıkarsamalar neden olmaktadır. Sürekli 'güç ve hakim olmak' güdüsüyle yetiştirilen erkeğin aile olduktan sonra bunu gerçekleştirmek için bir çok yanlış davranma biçimi geliştirdiği görülmektedir. Kadının sosyal hayatta eğitim ve hareket alanını kısıtlama üzerinden, kendi gücünü ortaya çıkarması hem ailede ciddi sıkıntılara hem de kadının savunma mekanizması geliştirerek karşı tavır alışlar geliştirmesine neden olmaktadır.Kadına olumsuz değer atfeden geleneksel dini söylem de etkili olmaktadır diyebiliriz. [28]

Bayram da kadınların uğradığı şiddetten yakınmaktadır: Ümmetinin kadınlarının günün her saatinde dayaktan, hakaretten, istismardan, tecavüzden Allah'a sığındığını, her gününü korku içinde yaşamaya çalıştığını görse Peygamberimiz acaba ne yapardı? [29]

Direniş

Kadının camideki yerine dair mücadeleyi önemli gören Yıldız Ramazanoğlu şöyle der: Artık kadınların kendilerini birinci sınıf hissetmesinin zamanı geldi. Tıpkı Peygamberimiz'in zamanında olduğu gibi. Bunun en önemli göstergelerinden biri kadının camideki yeri olacak.[30]

Dişil Dindarlık kitabının yazarı Zehra Yılmaz, “İslamcı kadınların kendi içlerinde toplumsal cinsiyet kavramını tartışmaya başladıklarını” öne sürmektedir. Ancak bunu açıktan yapmaları mümkün değildir çünkü toplumsal cinsiyet, cinsiyetin toplumsal olarak inşa edildiğini söyler ve bu İslam’la kökten çelişen bir konudur: İslamcı kadınlar da bunu kabul ettiler demiyorum ama bunu tartışmaya başladılar. Bunun yanı sıra kadın istihdamını, iktidarın ekonomi politikalarını ve bunun İslamcılık üzerine etkilerini de tartışmaktadırlar.

Yılmaz, şimdilik kadınların itirazlarına kamusal alandan başladığını, bunun yavaş yavaş özel alana doğru da gittiğini ve bunun kaçınılmaz olduğunu savunur. Ancak bu aynı zamanda kadınların dindarlaşmasında işleyen ikili bir süreçle de ilgilidir. Yılmaz’a göre kadın hareketi bağlamında dindarlık yer yer kadınları güçlendirirken, yer yer zayıflatır: Dindarlık dişilleşirken, aile bağlamındaki birçok konuda kadınlar, erkeklerle ortak bir diskur üretiyorlar. Bu diskur, çoğu zaman kadınları bağlayıcı ve özgürlüklerini kısıtlayıcı olabiliyor.

Yılmaz, görüştüğü kadınların neredeyse tamamının kadın erkek ilişkisini fıtrat ve tamamlayıcılık ilkeleri üzerinden açıkladığını ifade eder. Bunlar İslamcı kadınların kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi tanımlamak için başvurdukları kavramlardır. Kimi daha muhafazakâr erkekler “Aile kadınlardan, dışarısı erkeklerden sorulur” diyerek fıtrat mevzusunu kapatır. Kadınlarsa fıtrat ve tamamlayıcılık unsurunun kamusal alandaki iş bölümüne de yansıyabileceğini söylemektedir.

Daha güçlü bir dindarlığın geleceğini söyleyen Yılmaz’a göre, kamusal alana çıkma ve dinin ihtiyaçlara göre yeniden şekillenişine kadınların dahil oluşu, dindarları daha seküler bir alana taşımaktan ziyade daha kuvvetli bir dindarlığı inşa ediyor: İslamcı kadınlar “Eşit koşulları kendi aramızda nasıl yaratabiliriz”e cevabı feminizmde değil, İslam’da arıyorlar. Dolayısıyla dindarlığı zayıflatan değil, dindarlığı, kadın yorumunun egemen olduğu, bence daha güçlü bir biçimde, yeniden kuran bir söylemi sahipleniyorlar.
Kadınlar, erkekler ve kadınlar için eşit dindarlık talep ediyorlar. Üstelik bunu erkeklerin dünyevi işlere kapılarak dinden uzaklaştığı argümanı üzerinden yapıyorlar.[31]

Olanak(sızlık)lar

Yılmaz'ın, sekülerleşme-dindarlaşma ayrımı üzerinden, İslamcı kadınların sekülerleşmediler aksine dindarlaşıyorlar iddiası/yorumu, sekülerleşmeme kısmı doğru kabul edilse bile sorunlu görülebilir. Zira Yılmaz’ın “dindarlığın zayıflamadığı” varsayımı, kendi başına dindarlığın daha da güçlenmesi olarak yorumlanamaz. Başka bir açıdan, en azından vaizeler üzerinden İslamcı kadınların yerleşik-dinsel ve geleneksel-dinsel kalıpları, yine din içinden argümanlarla sorguladıkları da söylenebilir. Bu, kadının Cami’deki yerinden, toplumdaki yerine doğru giden sorgulama elbette “din” içi bir çerçeve içinde/içinden yürütülüyor ve sınırları belirli. Fakat dinsel alana yönelik de olsa nihayetinde belli bir alandaki erkek egemenliğine cephe alındığı da gözden kaçmamalı. Yukarıda görüldüğü gibi kimi vaizeler (örn.Nevin Meriç) toplumsal cinsiyet kavramını kullanabiliyor. Ayrıca, vaizelerin lisans-lisans üstü eğitimleriyle, din harici düşünsel kaynaklardan da beslendikleri, okudukları-yazdıkları anlaşılıyor. Vaizeler, dindarlığı zayıflatmıyorlar ama, dinsel alan içindeki egemen erkek anlayışı ve egemen erkek figürleri (örn. Mehmet Şevki Eygi, Ali Bulaç) rahatsız edebiliyorlar. Yıllarca, "İslam kadınının özgürleşmesi fikrinin bir Batı oyunu olduğunu" yazan Bulaç’a verilen cevapta olduğu gibi, “patriyarkal düzen”den bahsedebiliyorlar.[32]

Vaizelere yöneltilecek eleştiri, örneğin Erdemli’nin cemevleriyle ilgili resmi söylemi aynen/olduğu gibi dillendirmesi üzerine olabilir.[33] Veya Bayram’ın “Bir insan imansız ama iyi olabiliyorsa, demek ki biz “iyi” konusunda bir kritere sahibiz ve o kriterde imanlı olma şartı yok. Öyle değil mi? “ sözlerine… Veya vaizelerden yukarıda alıntı yapılan onlarca söze… Ve bu eleştiriler din içinden-çerçevesinden yapılmak zorunda da değil. Sonuçta vaizeler meselesi gibi bu tartışma da, hem olanaklar hem de olanaksızlıklar içeriyor.



[6] Erişim: 2 Aralık 2015, http://nevinmeric.com/hakkimda.gbt
[7] Kadriye Avcı Erdemli, Türkiye’de Vaize Olmak, 30 Eylül 2014, https://bedirhaber.com/haber/turkiyede-vaize-olmak-13203.html
[8] Erdemli, age.
[9] Erdemli, age.
[10] Erdemli, age.
[11] Erdemli, age.