“Taksim Dayanışması'nın çağrısıyla biraraya gelen binlerce
kişi, ellerinde karanfillerle Taksim Meydanında buluştu. Gezi Parkı direnişinde
hayatını kaybedenlerin anıldığı buluşmaya polisin müdahalesi sert oldu.
İstiklal Caddesi'ne de giren polis daha sonra binlerce insanın ıslıkları ve
"Polis simit sat, onurlu yaşa" sloganları arasında caddeyi terk etti.”[1]
Haziran
2013’te protestocuların “polis”e hitaben söylediği, o günden sonra değişik
zamanlarda farklı muhataplara yönelik olarak da kullanılan bir slogan “simit
sat, onurlu yaşa”.
“Simit
sat, onurlu yaşa gazeteci! 18 Ekim 2013
Reklamcı
kardeş, simit sat, onurlu yaşa! 16 Ağustos 2015[3]
SOFİST!
SİMİT SAT ONURLU YAŞA! 27 Ekim 2015
'Zabıta
kağıt topla onurlu yaşa' 27 Şubat 2016
ŞAİR,
SİMİT SAT ONURLU YAŞA! 15 Mart 2016 “
Bu yazıda,
sloganın polisi muhatap alan versiyonu, sonrasında ortaya çıkan yankılarıyla
(yorum ve değerlendirmeler) birlikte ele alınmaya çalışılacaktır.
Aşağılama
Slogan
sözcüğü köken olarak, “savaş narası/çığlığı” anlamına gelen slaughghaien sözcüğüne dayanır. İyi bir sloganın
okunması, söylenmesi ve hatırlanmasının kolay olması gerektiği, bunun da “basit,
spesifik ve ritmik olmak” özellikleriyle sağlanabileceği ifade edilir (Al-Haq
ve Hussein, 2011). Politik sloganların, çok az bilgi verici değere sahip
olduğu belirtilmekte; esas olarak kitleyi eyleme sevk etme/provoke etmenin
hedeflendiği savunulmaktadır (Ojebode ve Oladapo, 2014).
Sabri Ülgener: “Slogan, aslında, bir savaş
nârası, bir hücum çığlığı demek! Ritim ve ton olarak yankılanışı akıl ve
mantık tarafına seslenişten daha güçlü ve sürükleyici…Slogan, bu haliyle, davaya
taraftar katmak veya hasım yaratmak noktasında paketlenip ileri sürülen kısa,
toplu ifade şekilleridir.”(Aydemir, 2006).
Muzaffer
Şerif, her toplumsal hareketin özgün bir slogan ürettiğini belirtir: “Hem ayağa
kalkan kalabalık karşı olduğu şeyleri toptan yargılar, hem de değişmez bir
şekilde yeni düzenin gözde değerlerini ifade eden sloganlar gelişir” (Orhan,
2010). Slogandaki eyleme sevk etmeye yönelik birlik, dayanışma ve güç
unsurlarını analiz eden Şerif, sloganın kendiliğindenliğine ve dinamizmine işaret
eder (Sherif, 1937). Hannah Arendt için sloganlar; dağınık ve farklı grupları
birbirine bağlayan, enformasyon ve kişilerarası iletişimin aktığı ve
karıştığı/kaynaştığı kanallardır. Böylece, toplumsal yapı ve kamusal alanın bir
parçası olarak sloganlar; iktidar ve otoriteyi, tikel grupların tikel
amaçlarının hizmetine koşar (Arendt, 1981).
Kimi
çalışmalarda politik sloganlar, “ikna”nın etkili bir aracı ve politik amaçları
ifade etme, politik bilinci yükseltme ve belirli kültürel tutumları organize
etme yollarından biri olarak görülür (Lahlali, 2014). Charles K. Atkins ve
Lawrence Wallack, sloganın kitlesel olarak benimsenmesi/yayılması için belli
niteliklere sahip olması gerektiğini öne sürerler. Bu niteliklerden birisi de
“karşılıklı etkileşimi sürdürebilme kapasitesi”dir.[4] Burada
geçen “karşılıklı etkileşim”, sloganın hedef kitlesiyle ilişkili olarak
okunmalıdır. Dolayısıyla sloganı haykıran kitle/grup içi dayanışmayı artırma,
söz konusu kitleyi eyleme sevk etmeyi temel alan slogan ile sloganı haykıranlar
dışındakileri etkileme amacı güden sloganın karşılıklı etkileşim tarafları
farklı olacaktır.
Diğer bir
yaklaşıma göreyse sloganın, birincisi slogan metninde mevcut olana (fact),
ikincisiyse metinde olmayıp dışarıda bıraktığına/olumsuzladığına (negation)
ilişkin olmak üzere iki unsuru vardır. İkinci unsur (negation/olumsuzlama),
belirli nitelikleri/özellikleri ve insan gruplarını, canavarlaştırma ve kaçınılması
gereken bir konumla eşitleme anlamına gelir (Wander, 1984). Buna göre sloganın
her daim etkileşimden kaçındığı bireyler/gruplar olacaktır. Söz konusu kaçınmanın/dışlamanın
önemli bir göstergesi de, sloganlarda sıklıkla rastlanan “aşağılama/küçük
görme/küçük düşürme” ögesidir. Nitekim Arap Baharı olarak nitelendirilen
süreçte Tunus ve Mısır’da kullanılan sloganların (400 slogan) incelendiği bir
çalışmada, %12,5 oranıyla başat olan fonksiyonun/ifadenin “aşağılama/küçük
düşürme (humilitaion)” olduğu bulgulanmıştır (Al-Haq ve Hussein, 2011). Keza Türkiye’de yapılan bir çalışmada
polislerin eylemciler için “kibirli” sıfatını kullandığı, “simit sat, onurlu
yaşa” sloganını “küçümseme” olarak alımladıkları anlaşılmaktadır: “Asıl ezenler bu insanlar. Kendileri gibi
olmayanları bir şekilde ezmenin yolunu buluyorlar. Bizi nasıl küçümsediklerini,
görmeliydiniz”
“Milli ve dini ne varsa hepsi alerji yapıyor.
İyi baksalar polisin eylemler boyunca ‘ağaç’ olduğunu görecekler. Aç susuz,
uykusuz dikildik günlerce ve karşılığında ne onursuzluğumuz kaldı ne
faşistliğimiz. Kibirli insanlar aynı zamanda. Polisin şiddete başvurduğu denen
şey bu insanların aşağılayıcı kibrinin geçersiz kılındığı durumlarda ortaya
çıkan yıkıcılıktan başka bir şey değil.” [5]
Benzer biçimde özel güvenlik
görevlileri de aynı slogan için “işçinin yaşamını anlamayan, dışardan bakan bir
söylem.” ifadesini kullanmıştır: “Geçerliliği yok. İşçi emeğiyle
yabancılaşarak, onu satıyor. Bunu anlamak lazım.”[6]
Onur ve Emir Kulu
“Meksika’da
1999 yılında Zapatista, askerlere, üzerinde aşağıdaki ifade bulunan kağıtlarla
seslenir ve bu olay bir araştırmacıya “simit sat, onurlu yaşa” sloganını
hatırlatır. Şöyle yazmaktadır kağıtlarda: “Askerler, yoksulluk yüzünden
hayatlarınızı ve ruhlarınızı sattığınızı biliyoruz. Ben de fakirim, milyonlarca
kişi gibi. Ancak siz, bizi sömürenleri – Başkan Zedillo ve onun para babalarını savunduğunuz için, bizden daha da kötü durumdasınız” (Oklay, 2016).
Söz konusu sloganın ilk çıktığı
90′larda “Polis simit sat, onurlu yaşa, hedefimiz olma!” şeklinde olduğu ve
halka “biz sistemi uyarabilecek güçteyiz!” mesajı verildiği belirtilmekte;
küçük bir değişim geçirerek benimsenen slogandaki asıl meselenin “kolluğa
onurlu bir yaşam için rehberlik etmek değil, teşhir olmuş kolluğun yüzüne bunu
haykırmak” olduğu savunulmaktadır: “... esas olarak pratik içinde bu gerçeği
öğrenirken henüz polis şiddetine ve zorbalığına maruz kalmamış kitlelere
öğretmektir.”[7]
Bu yaklaşımda, aşağıdaki ifadeden de anlaşılacağı üzere, bizatihi “iş/meslek" ile “onur” arasında bağlantı kurularak bir değerlendirme yapıldığı görülmektedir.
“Bugün ise halkın artık gazdan, coptan, sudan
bıkması ve kitleselliğine güvenerek bir meydan okuması söz konusudur. Yoksa
kitlenin ne 90′lara dönme isteği ne de özlemi vardır; kaldı ki zaten haberi de
yoktur 90′lardan. Sonuç olarak kitle kendisi karşısında egemenin çıkarlarını
kollayanın onursuz bir iş yaptığını kabul etmiş ve o sloganla buluşmuş, daha
güçlü haykırmış, daha güçlü bir anlam kazandırmıştır.”[8]
Slogana ilişkin kimi
yorumlardaysa “onur” ve “emir kulu” arasında bağlantı kurulmakta, “emir kulu”
olmayla “onursuzluk” özdeşleştirilmektedir.
“Bütün bunları
maaşlarınızı için mi yapıyor, bu onursuzluğu yaşıyorsunuz? Koca bir fanusun
içinde birer deney faresi durumunda olduğunuzu göremeyecek misiniz? Biliyorum
ben buradan boşa ahkâm kesiyorum. “Polis simit sat onurlu yaşa” diyen
yurttaşlar da öyle! Emir kulu geldiniz, emir kulu gideceksiniz.
Utanmayacaksınız çocuklarınızın gözbebeklerinden ve aramıza karışıp bizimle
birlikte yaşama onursuzluğuna devam edeceksiniz.”[9]
Yukarıda, kişiyi “emir kulu”
olmaya iten bir faktör olarak değinilen “maaş” konusu, aşağıda, “kredi borcu”
ve “özel okulda çocuk okutmak” gibi “kişisel çıkar”lara doğru genişletilmekte,
bu çıkarları güdenlerle “derdi yaşamak/ölmek” olanlar arasında bir ayrıma gidilmektedir.
Mavi yakalı/beyaz yakalı veya temel ihtiyaç ve “lüks” addedilebilecek “çıkar”
arasındaki ayrımı esas alan bu değerlendirmede “emir kulu” ya da “onursuz”
olmak, “lüks” yaşam tarzının bir tazyiki sonucu olmakta, temel ihtiyaçların
benzer bir etkiye/sonuca yol açmadığı gibi bir yanılsamaya yol açılmaktadır.
“Muhabir: Ağabey, biz burada olan her şeyi anlatıyoruz. Ekrandaki yorumcularla
alandaki emekçileri karıştırmayın lütfen. Ben eleştirdiğin o cümleleri
kurmadım, kuramam. Köşe yazarı değilim, yorumcu değilim. Ben burada ne
görüyorsam onun haberini yaparım, onu anlatırım. Ayrıca kişisel olarak ne
düşünüyorum nereden biliyorsun? Sen benim görüşüm nedir biliyor musun?
Başkaları üzerinden bizi yargılama lütfen, haksızlık oluyor.
Vatandaş: Ya
bırak Allah aşkına! Ben sana sizin bir çözümlemenizi yapayım mı? Bir ev veya
araba kredisi çekmişsindir. Ya da özel bir okulda çocuk okutuyorsunuzdur.
Derdiniz bu. Bizim gibi ölmek, yaşamak değil. Başka yapacak iş de
bulamıyorsundur. Daha doğrusu ya işine geliyordur ya da borcundan kaçacak yerin
yoktur. “Ben paramı alayım da ne olursa olsun” diyorsundur. Vicdanını
rahatlatmak için de “ben öyle düşünmüyorum ama çalışmam gerek” diyorsundur. Ama
unutuyorsundur da sen Gezi Parkı olaylarında, “Polise simit sat, onurlu yaşa”
diye bağırdığını. Lütfen simit satın, onurlu yaşayın!”[10]
“Emir kulu”
olmayı profesyonel olmanın bir sonucu olarak gören bakış açısına göreyse çözüm
“acemilik”tedir. Buna göre profesyonel “işini sevmeden” yapmakta, duygularını
yitirmekte, bunun sonucu olarak “fahişeleşmekte”dir.
“Emir kulları fütursuzca boşaltırlar biberi
halklarının üzerine. Sonra tabii ?biz de emir kuluyuz? derler. Maişet telaşı,
evin kredi borcu, çocukların okul masrafları büyüdükçe daha da köleleşirler,
köleleştikçe artar borçları. Pavyon patronu kapitalizm, borçlandırır da
borçlandırır. Her işini sevmeyen insan fahişeleşir, hadiseden zevk alamasa da,
iç ve dış müşterileri kaliteli muamelesiyle memnun etmeye çalışır. En eski
meslek, artık herkesin yükseleni oluverir. Oysa efendimizdir acemilik. Bu kadar
profesyonel olmaya, duygularını yitirmeye gerek yoktur belki de. Seni bu
hayattan çekip çıkaralım çevik, sen de simit sat, onurlu yaşa.”[11]
Bu yaklaşımda, “simit satma”nın
“acemilik/profesyonellik” bakımından ne anlama geldiği sorgulanmadığı gibi,
aşağıdaki örnekte görülebileceği gibi simit satmanın da bizatihi profesyonel bir
yönü olduğu, başka bir deyişle “iş” olduğu, acemice yapılacak bir “faaliyet”
olmadığı dikkate alınmamaktadır.
“OLGU KUNDAKÇI / BirGün - Şişli Cami'nin karşısında simit satan bir kadın, tezgâhının
camekânında 'Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü" yazılı bir diploma
asılı. Gazeteciliği nasıl bıraktığını anlatıyor: "Bu meslekte dürüst
kalarak var olamayacağımı düşündüm. Tarafsız haber yapmaya koşullar elverişli
değil. Yaptığım haberler birilerine dokunduğu için yayınlanmayınca kendime
başka bir yol çizdim. Gazeteciliği bırakan Ural, yıllar sonra tekrar sokağa
dönmesinin bir simit tezgâhıyla olduğunu söylüyor. Ancak, "Simit satıp
onurlu yaşamanıza da izin vermiyorlar, burada da yakanıza yapışıyorlar"
diyor. Başkasının adına olan simit tezgâhını Belediye'nin kendi üstüne bir
türlü aldırmadığını anlatan Ural geçtiğimiz günlerde zabıtalar tarafından
tacize uğradı ve savcılığa suç duyurusunda bulundu. Simit tezgâhı, diplomasıyla
birlikte zabıta tarafından kamyonet kasasına yüklenip götürüldü:
"Diplomamı almak için kamyonete yöneldiğimde zabıta bacaklarımdan tutup
çekti, sözle taciz edildim. Zabıtadan 10-12 erkek beni kamyonetin arkasındaki
minibüse bindirdi. Simit tezgahının peşinden gideceğimizi zannederken ayrı bir
yola saptık. Çağlayan Adliyesi'nin önünde minibüsten adeta atıldım. Git kime
şikâyet etmek istiyorsan et, dediler. Simit satsanız da sizi rahat
bırakmıyorlar."
Slogandaki “onur” sözcüğünü hedef
alan bir yorumdaysa “simit satmak ile onurlu yaşamak nasıl aynı önermede
oluyor?” sorusu sorulur: “Tabi buradaki
simit satmak bir meslek değil, biliyoruz. Boşver parayı pulu diyor, aldığın
3000 liraya karşı devletin kiralık katilisin diyor. Stratejik olarak da polis
içerisinde bir yarılma hedeflediği, hiç değilse bir “acaba mı” belirsizliğine
sürükleme niyeti ile yola çıkan ya da aynı sonuçla ayıkan bir cümle olarak
görülebilir. Fakat “onurlu yaşa”nın bu önermeye katkısını bilmiyoruz. Sloganı
üreten ve tüketen insanların, en genel anlamda, yürüttükleri örgütlü mücadeleyi
gerekli ve doğru bulmakla beraber, bu söylemin tamamen kuru laf kalabalığından
ibaret olduğunun bir an önce ‘Basına ve Kamuoyuna’ diye başlamayan bir metin
ile duyurulmasına da oldukça iknayım. Onur, namus, haysiyet, söz ‘er’liği,
yiğitlik vb. kavramların gerçekle bağı o kadar zayıf ki, devletin faşizmine
karşı her öğlen “eylem yok mu bu akşam” diye soran kalabalığın hiç bir yerine
değemiyor.”[12]
Bu
yorumda, “kuru laf kalabalığı” ve “gerçekle bağı olmayan” bir kavram olarak
nitelendirilen “onur” kavramı, “kiralık katil” gibi daha somut bir atıfla yer
değiştirmekte, ancak “kiralık katil” olmakla “onur” arasında da ilişki
kurulabileceği dikkate alınmamaktadır. Oysa yukarıdaki değerlendirmelerde
“onur”, boş bir gösterene değil; kişisel çıkarların baskısıyla
“işin/mesleğin/amirlerin/emirlerin” kulu/kölesi, diğer bir ifadeyle
tereddütsüz/sorgulamadan uygulayıcısı olmaya göndermede bulunmaktadır. Dolayısıyla
ahlaki veya meslek etiğine ilişkin bir normdan ziyade bir “erdem”e
dayanılmaktadır. Böyle olunca meslek sahibi bireyden beklenen “doğru” davranma,
başka bir deyişle “ahlaki” tutum, “fedakarlık” yapılmasını gerektiren bir “erdem”e
dönüşmektedir. Bununla birlikte, “onur” erdeminin alımlanmasının yukarıdaki
yorumlarla sınırlı olmadığı, dolayısıyla yine de “soyut” bir referans olarak
kaldığı ve her şeyden önce bir “aşağılama” etkisi barındırdığı/yaratabileceği
gözden kaçmamalıdır.
Polis Akademisi
öğretim üyesi Doç. Dr. Ahmet Erkan Kocanın hazırladığı “Düzen ve Kargaşa
Arasında Toplumsal Eylem Polisliği-Polis Açısından Gezi olayları” başlıklı
çalışmada polislerin de eylemcilere “değer” temelli ve “ahlakçı” (ahlaki değil)
bir bakış açısıyla baktığı görülmektedir. Buradaki “ahlakçılık”la, genel ve
evrensel ahlaki normlar ve bu normların yorumu yerine, kendine ait dar ve belli
bir ahlaki bakış açısını dayatmak kastedilmektedir:
“Çalışmada,
üniversitede sosyoloji okumuş ve okul yıllarında sol grupların düzenledikleri etkinliklere
katıldığını belirten bir polis memurunun Gezi için söyledikleri şöyle yer
alıyor:“Bakıyorum da bunlar, çoluğu çocuğu olmayan, gelecek kaygısı duymayan
insanlar. Bu insanların memleketin değerleriyle sorunları var. Geziciler
aslında gerçekten de gezici insanlar. Gezmeyi tozmayı seven çalıp oynayan bir
halleri var. Vur patlasın çal oynasın bir dünya. Buralı değiller. Bizden
değiller. Milli ve dini ne varsa hepsi alerji yapıyor.”[13]
Nitekim atıf yapılan
değerler “demokratik değerleri” değil, belli bir dünya görüşünün/yaşam tarzının
değerlerini yansıtmaktadır: “Pek çoğuna
göre Gezi’ye katılanlar, ‘onlara benzemeyen’ veya ‘onların dünyasının dışında
olanları’ temsil etmekteydi. Konuşulmayan ama bilindiği hissettirilen bir
kurallar bütünü varmış ve eylemciler sadece yasalarda yazanları değil bu
kuralları da ihlal ediyorlarmış gibi bir histe olduklarını düşündürüyorlardı.
Bir kısmı ise ‘milliyetçi’ duygularla duygularını açıktan ‘aksi savunulmaz’ bir
vurguyla dile getiriyordu. ‘Biz’; yerli ve milli, dini ve ahlaki, memleketçi ve
devletçi bir içeriğe sahipken; ‘Onlar’ ise ‘yerli, milli ve dini değerleri güçlü
olmayan, ahlaki açıdan ‘sorunlu’ bu memleketin kaderiyle kendi kaderini ‘bir’ görmeyenleri
ifade ediyordu.”[14]
İletişim
“Bugünkü
polisleri, ‘80’lerin yahut ‘90’ların polisleriyle kıyaslamak mümkün değil.
Bugünkü, açık ara daha iletişim kurulabilir bir polis. Bugün bu polisle doğru
kurulacak bir iletişim bir çok beklenmedik olumlu sonuca yol açabilir.
Özellikle İstanbul’da polisle daha normal şekillerde de karşı karşıyaydık ama.
Çok kalabalıktık ve yaratıcılık sorunumuz yoktu. Polis o niyetle olmasa da
kitap okuyarak filan güzel ortalar da yaptı aslında. Kendimizi anlatmayı
deneyebilirdik. Bence çok iyi fikirdi. Küçük teşebbüsler oldu. Polise
börek dağıtmak olayı kibirliydi. İkramdan çok sahne şovu gibiydi. Ama muhtelif
çiçek vermeler, şakalaşmalar, kitle tarafından kurtarılan polisler oldu.” [15]
Yukarıdaki
alıntıda “doğru kurulacak bir iletişim”den söz edilmekte fakat bunun nasıl
olacağına değinilmemektedir. Anti-kapitalist Müslümanlar, 1 Mayıs kutlamalarına
katılma sürecini şöyle anlatırlar: “Çok geçmeden polis önümüze bir barikat daha çekiyor. Vazgeçmişler,
Eminönü’ne de yürütmeyecekler. “Yassak hemşerim yassak” diyorlar yani. Barikat
önünde konuşmalar başlıyor. Dua ediyoruz. Duamız bir şey hatırlatıyor, bir
kesişim alanı yakalıyor olabilir miyiz? “Polis simit sat onurlu yaşa” diyoruz.
“Siz de üç kuruş için zor şartlarda çalıştırılan emekçilersiniz, bugün sizin
hakkınızı arama günü, polise sendika hakkı” diye sesleniyoruz. Acaba
dokunabiliyor muyuz gerçekten? Evine döndüğünde söylediklerimizi hatırlayacak
olanı olur mu? Kim bilir, belki olur ama bu da bizim sorumuz olarak kalsın bir
kenarda. Antikapitalist Müslümanlar birkaç
adım atıyorlar ileriye doğru, atmalarına kalmadan polis yapıyor hamleyi,
özellikle grubun önündeki arkadaşlar yoğun gaz etkisinde kalıyor, birkaç
arkadaş ciddi şekilde fenalaşıyor. Grup birkaç adım geriledikten sonra yeniden
toplanıyor. Yine polisle karşı karşıyayız.”[16]
Özetle, polisle iletişim kurmaya, onları etkilemeye çalışmış, bu amaçla dua
etmiş, simit sat sloganının yanı sıra “polise sendika hakkı” gibi ifadelerde
bulunmuş, ancak, en azından o gün için istediklerini elde edememişlerdir.
“Lise ikinci sınıf öğrencisi 14 yaşındaki
B.F., 4 Ağustos 2013 tarihinde sabaha karşı Taksim’de polislere küfür ettiği,
“Polis onurlu yaşa simit sat” sloganı attığı gerekçesiyle gözaltına alındı… “Onurlu Yaşa Simit Sat”, Cumhuriyet, 5
Ağustos 2013, s.6.”[17]
Söz konusu
sloganın Anti-Kapitalist Müslümanlar tarafından “ikna” amaçlı kullanılması ve
başarısız olunması, sloganın böyle bir potansiyele sahip olup olmadığına
ilişkin bir fikir vermez. Ancak slogan ile seslenilen/muhatap alınan
grup/kitlede bir “yarılma” hedeflenmiş olsa da, bizatihi sloganda “onur” gibi
erdem değerlerine başvurulması belki de bu amacın önündeki en önemli engel
olarak karşımıza çıkar. Bununla birlikte, sloganın polisin orantısız şiddetine
karşı bir tepki/hamle olarak ortaya çıktığı dikkate alınırsa, slogandan daha
çok “polis şiddeti”ne odaklanılması gerektiği de unutulmamalıdır.
Yukarıda bahsedilen çalışmada
Koca şöyle bir tespitte bulunur: “Toplumsal olaylar, haksızlık
duygusundan hareket eden insanların adalet arayışı olarak karşımıza çıkıyor.
Polis ise yaptığı iş gereği toplumun
gerisinde kalmaya mahkûm durumda. Toplumsal hareketler, mevcut yasaların
yetmediğini söylerken, emniyet güçleri yetmediği söylenen kurulu yasalarla hareket
ediyor. Bu durum çatışma ortamını yaratıyor. Çatışmanın yaşanmaması için polisin
yasacı tutumdan, demokratik değerlere bağlı insan odaklı yapıya dönüştürülmesi gerekiyor.
Polis teşkilatının iç yapısı çoğulcu olmadığından, militer iç kültür hakim. Bu durum
halkın polisi dediğimiz yapıya ket vuruyor. Gezi, geleneksel polislik metodunun masaya
yatırılması gerektiğini göstermiştir.”[18] Dolayısıyla eylemci ve polis karşı karşıya
geldiğinde, hem eylemciden hem de ve öncelikle polisten beklenen, belirli
erdemlere sahip olmak değil, ortak/uzlaşılmış olana, diğer bir ifadeyle “demokratik
değerlere” riayet olmalı ve sloganlar bu hususa vurguyu içermelidir.
Kaynakça
Tuğçe
OKLAY, Language of Resistance: Social
Movements and Online Artivist Projects,
1st
International Conference in Contemporary Social Sciences - Rethymno, 10-12 June
2016, Crisis and the Social Sciences: New Challenges and Perspectives.
Muzafer Sherif, The Psychology of Slogans.,
Journal of Abnormal & Social Psychology,
New York, 1937
Kamil ORHAN,
“Modern Zamanlar” Filmi ve Dönemsel Bir Çalışma İlişkileri Yorumlaması, Çalışma
ve Toplum, 2010/1
P. Wander, The Third Persona: An Ideological
Turn in Rhetoric Theory, Central States
Speech
Journal 35:p 197-216, 1984
Hannah
Arendt, Totalitarianism Reconsidered., NewYork: Kennikat Press., p145, 1981
Özgür Kasım
Aydemir, Türkçede Sloganlaştırılan Dil Birliklerinin Toplum Dilbilimsel İşlev
Çözümlemesi Üzerine Bir Deneme, 2006, http://turkoloji.cu.edu.tr/DILBILIM/kasim_aydemir_slogan_toplumdilbilimsel.pdf
El Mustapha Lahlali, The Discourse of Egyptian Slogans: from ‘Long Live Sir’ to ‘Down with the Dictator’, Arab
Media & Society (Issue 19, Fall 2014)
Ayo Ojebode and Wole
Oladapo, THE POWER OF TRUTH-DRIVEN PROPAGANDA: A RHETORICAL CRITICISM OF
GOVERNOR AJIMOBI’S POLITICAL SLOGAN: ‘KI OYO LE
DA’A, AJUMOSE GBOGBO WA NI’, 2014, https://www.researchgate.net/publication/280075564
Fawwaz Al-Abed
Al-Haq ve Abdullah Abdelhameed Hussein, THE SLOGANS OF THE TUNISIAN AND
EGYPTIAN REVOLUTIONS: A
SOCIOLINGUISTIC STUDY, Issues in Political Discourse Analysis, Volume 4 Issue
1, 2011
[6] Güvenlik İşçileri: Tek ‘Düşman’ Var, O da Bu
Sistem, Ara 3, 2014, http://direnemek.org/2014/12/03/guvenlik-iscileri-tek-dusman-var-o-da-bu-sistem/