Konsensüs
ve Sınıf Meselesi
Ulaş Başar Gezgin
Bianet’te yayımlanan, Özgecan Aslan cinayetini sosyal psikoloji
açısından incelediği yazısında, İslami medyanın çoğunun bu
tür olaylardaki maktülü/mağduru suçlama ve adil dünya inancı
üzerinden oluşan açıklama biçiminin bu olayda da tekrarlandığı,
Özgecan’la ilgili olarak şaşırtıcı bir konum almadıklarının
görüldüğü tespitinde bulunuyor. Bunun yanında, genel olarak
ortalama muhafazakar vatandaşın tutum alması da, giysisi vb.
nedeniyle (örneğin “o saatte orada ne işi vardı”),
mağduru/muhatabı suçlama, böylece cinayeti bireysel öğelere/özel
koşullara bağlayarak rahatlama biçiminde gerçekleşiyor. Yani
kendisi öyle yapmadığına/davranmadığına veya o koşulların
geçerli olduğu yerde bulunmadığına göre kontrolün kendisinde
olduğunu düşünüyor.[1]
Ancak bu konuda Gezgin’den farklı düşünenler de var. Onlara
göre, Özgecan Aslan cinayeti karşısında toplumun hemen hemen tüm
kesimleri benzer/ortak bir tavır sergiliyor. Cinayet, daha öncesinde
yaşanan benzer cinayetlerden farklı olarak toplumda büyük bir
infial yaratıyor ve bir konsensüsün oluşmasını sağlıyor. İşte
bu noktada, Fatmagül Berktay, son
yıllarda kadın cinayetlerinin inanılmaz ölçüde arttığı
gözlerimizin önündeyken, olması gereken infial ve protestonun
neden bu kadar geç kaldığının sorulması gerektiğini
belirtiyor. Ona göre bu sorunun cevabı, uğradığı şiddetten
gene kadını sorumlu tutan, kadına uygulanan şiddeti töre,
kültür, namus, "kadının yanlış hareketleri" vb.
gerekçelerle mazur görmeye, meşrulaştırmaya fazlasıyla hazır
olan erkek egemen zihniyetin, Özgecan Aslan cinayetinde
"meşrulaştırıcı" bir gerekçe bulamamasında saklı.
Çünkü
“Özgecan,
okuldan evine dönen (gecenin geç bir vakti de değil), giyiminde
kuşamında ve tecavüze direnmesinin ortaya koyduğu gibi
davranışında herhangi bir "yanlış" olmayan, ana
muhalefet partisi liderinin ifadesiyle "tertemiz" bir genç
kızdı! Yani toplumun "namus" normuna uygundu!”[2]
Yani, olayın özel koşulları ve mağdurun bireysel özellikleri,
meşrulaştırıcı gerekçe üretmeyi zorlaştırıyor. Bu duruma,
cinayetin “hunharca” işlenmesi ve olay sonrası Özgecan’ın
babasının “sevgi ve barış”ı vurgulayan açıklamaları[3]
da katkı sağlıyor.
Özgecan
Aslan cinayeti sonrasında, Tüsiad’dan YÖK’e, Saadet Partisi
İstanbul İl Kadın Kolları’ndan TGB İzmir-Selçuk Şubesi’ne,
birbirinden oldukça farklı çeşitli kurum ve kesimlerce cinayeti
kınayan açıklamalar yapılıyor.[4]
Mersin-Erdemli
Ülkü Ocakları Başkanlığı, Özgecan Aslan için dua okuyor ve
pasta hayrında bulunuyor.[5]
Fehmi Koru bu konsensüsü “millet” olmanın hatırlanması
olarak görüyor ve şöyle yazıyor: “Özgecan hunharca
katledildi; ama ölümüyle, galiba, bu topraklarda yaşayan bizlere,
aynı milletin birer unsuru olduğumuzu hatırlattı.”[6]
Mehmet Tezkan, bu “kılıf uyduramama”ya dayanan durumun
Türkiye’ye büyük katkı yaptığını ve bundan sonra hiçbir
hakimin eskisi gibi (neredeyse teşvik edici biçimde olan) kararlar
veremeyeceğini düşünüyor.[7]
Bu öyle bir konsensüs ki, Milliyet’in sanıklar hakkındaki detay
bilgi içeren haberlerinin, “katilleri aklama” olarak
sorgulanmasına neden oluyor.[8]
Belma Akçura ise, konsensüs’ten çok medyanın bölünmesinden
söz ediyor ve Milliyet gazetesinin söz konusu cinayette sadece
siyasilerin ve kamuoyunun tepkilerine yer vermeyerek psikologlarla,
hukukçularla, katilin ailesiyle de konuşarak söz konusu
cinayetlere neyin yol açtığını, bu tür cinayetlerdeki iyi hal
indirimlerini sorguladığını dile getiriyor.[9]
Bu konsensüs gerçekte neye tekabül ediyor? Kınamanın ötesinde,
olayın nedenleri ve benzerlerinin yaşanmaması için yapılması
gerekenlere dair bir uzlaşıya işaret ediyor mu? Cevap aranması
gereken bu sorular yazının devamında ele alınacak.
Diğer bir konu,
Gezgin’in Özgecan Aslan cinayetinde en çok gözden kaçan nokta
olarak dikkat çektiği sınıfsal ve ekonomik boyut. Gezgin bu
konuda şunları yazıyor: “Ailesinin
asgari ücretli olması ve kızlarının bozuk olan cep telefonunu
tamir edememeleri başta olmak üzere, birçok sınıfsal olarak
yorumlanabilecek nokta bulunmakta. Belki bir telefon, hayat
kurtaracaktı; ama aile, AKP’nin yoksulluğa mahkum ettiği
ailelerden yalnızca biri. Dahası, okul arkadaşlarının
anlatımına göre , üniversiteden defalarca servis
sağlanması talep edilmiş; ancak üniversite yönetimi bu talebi
dikkate almayıp öğrencileri gerektiğince denetlenmeyen
minibüslere muhtaç duruma getirmişti. Yerleşkesi yerleşim
alanları dışında olan, hele ki özel olan bir üniversitenin
servis sağlaması gerekliydi. Belki bu, üniversiteye yeterince kâr
sağlamadığı için, geri çevrildi. Demek ki, bu cinayette, AKP
eliyle palazlanan neo-liberal üniversiterleşme anlayışının da
payı bulunuyor. Tarihsel olarak daha geriye gidersek, Adnan Menderes
döneminde başlayan otomobil-odaklı kentleşme pratiklerini burada
anabiliriz. Arabası olmayanlar, minibüse muhtaç ediliyor. Oysa,
güçlü bir toplu taşıma sistemiyle başka bir tablo ortaya
çıkacaktı.”[10]
Buna “kimlik” de eklendiğinde, “Özgecan,
yalnızca bir kadın değildir; Dersimlidir; Alevidir; yoksul bir
ailenin çocuğudur; neo-liberal düzenin üniversitelerinde güvenli
ulaşım hizmeti sağlanmamış bir psikoloji öğrencisidir.”[11]
Dolayısıyla, Gezgin’in vardığı sonuca göre, Özgecan Aslan
cinayeti, yalnızca bir kadın cinayeti değildir; aynı zamanda,
özel üniversitede okuyan Dersimli, Alevi ve yoksul bir psikoloji
öğrencisinin vahşice öldürülmesine karşılık gelir ve kadın
cinayeti olarak tekilleştirilmesi, demokratikleşme mücadelesinde
doğru bir hat olmayacaktır.[12]
Gezgin’in
yaklaşımı, sınıfsal, ekonomik boyutu hatırlatmaktan daha
fazlasını içeriyor, bu boyutu toplumsal cinsiyet eşitsizliğini
gölgede bırakacak biçimde öne çıkarıyor. Bu nedenle, aşağıya
bırakılmayarak öncelikle halleşilmeli. Bunun için, Gezgin’in
yazısında vurguladığı “ana neden ve
kolaylaştırıcı/hızlandırıcı neden” ayrımından
yararlanılabilir. Böyle bakınca, gerek Özgecan Aslan cinayeti
gerekse daha önce yaşanan benzerlerinde, yani kadın
cinayetlerinde, ana neden olarak ataerkiyi görmek, diğer boyutları
yan/tali nedenler almak, yani herşeyden önce başlangıç
noktasında/temelde uzlaşmak gerekiyor. Aksi takdirde, sınıf veya
genel demokratikleşme mücadelesinin bir bileşeni olabilen
toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi, bizatihi bu alan içine
kapatılarak/sınırlandırılarak ya erteleniyor ya da odaklanılması
gereken hedef elden kaçıyor. Özgecan Aslan ve diğer kadın
cinayetlerinde, sınıfsal, ekonomik ve kimlik boyutu, farklı
düzeylerde kolaylaştırıcı/hızlandırıcı rol oynasa da,
aslolan kadının statüsünü belirleyen patriyarkal sistem. Bunun
baştan kabul edilmemesi, “kadın hareketinin sınıfı böldüğü
tartışmalarına” geri dönüş sağlıyor ve hem kadınların
eşitlik mücadelesini hem de sınıf mücadelesini (kadın
hareketiyle ortaklığı) olumsuz etkiliyor.
Suçlu
Ne/Kim?
Özgecan
Aslan cinayetine karşı gösterilen genel anlamda bir ortak tepkiden
söz edilebilse de, cinayetin nedenlerine yönelik bir uzlaşının
varlığından bahsetmek imkan dahilinde değil. Dolayısıyla genel
tablo, yukarıda adı geçen konsensüsün, kınama düzeyinde
kaldığını gösteriyor. Bu tür cinayetlerin nedeni olarak
gösterilenlere bakıldığında ilk göze çarpan bir kutuplaşmanın mevcudiyeti. İki
karşıt görüşün uç noktalarından birisi laiklikten
uzaklaşma/gerici eğitim ve iktidarın dili/uygulamalarını sorumlu
tutarken[13]
diğeri ise tam aksine maneviyattan uzak olan laik yaşam tarzı ve
eğitimi cinayetlerin esas nedeni olarak gösteriyor.[14]
Kapitalizmi, tüketim kültürünü ve bireyciliği dinsel/ahlaki
değer bağlamında ele alan maneviyatçı yaklaşıma göre eğitim
kadar önemli olan diğer bir faktör de medya.[15]
Medyanın şiddet ve cinsellik konusundaki yayınları[16]
hatta çocukların ebeveyn kontrolü dışında ahlaksız sitelere
girmesine imkan veren internet özgürlüğü de bu konunun sorumlusu
olarak gösteriliyor ve merkez
medya ve CHP başta olmak üzere muhalefet partilerinin internet
yasasına ‘özgürlük’ adı altında karşı çıkarak ahlaksız
siteleri savunmasının Mersin’de yaşanan olayı ve
benzerliklerini tetiklediği ifade ediliyor.[17]
Arslan
Bulut, herkesin içinde bulunan şiddet dürtüsü ve bunu pekiştiren
iktidar söylem ve uygulamalarına dikkat çekerken[18]
Melih Aşık, iktidarın söyleminin de etkisiyle yaratılan kültürel
iklimin kadını tamamen erkeğin yönetimine bıraktığını dile
getiriyor: “Yedi
yaşındaki kız çocuğuyla evlenilebilir, diyenler...
Annesinin dizi göründüğünde tahrik olanlar... Hamile
kadınların sokağa çıkmasına karşı çıkanlar... Kadının
kahkaha atmasını iffetsizlik sayanlar... Kadın cinayetlerini
“namus cinayeti” kabul edip derhal “hafifletici nedenler”
bularak ceza indirimine giden yargıçlar bir yana... Bir ülkenin
cumhurbaşkanı, “Ben zaten kadın - erkek eşitliğine
inanmıyorum“ diyorsa... O ülkenin Maliye Bakanı, ülkedeki
işsizliğin büyüklüğünü “kadınların iş aramasına”
bağlıyorsa... Orman Bakanı kendisinden iş isteyen kadına,
“Evdeki işler yetmiyor mu?” diye sorabiliyorsa...
Eski Sağlık Bakanı, “Tecavüze uğrayan doğursun.
Gerekirse devlet bakar” şeklinde konuşabiliyorsa... Meclis İnsan
Hakları Komisyonu Başkanı “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran
tecavüz kurbanından daha masumdur“ diyebiliyorsa... Bir başka
bakan “Kız erkek öğrenci aynı evde kalmasın” diye
saçmalayabiliyorsa... Yaratılan kültürel iklim kadını tamamen
erkeğin yönetimine bırakıyor... Ona cinsel obje olarak bakılıyor.
Bizim istediğimiz gibi giyinen ve yaşayan kadınlar iyi... bizim
sözümüzü dinlemeyen kadınlar kötüdür... Onları cezalandırmak
meşrudur gibi bir hava yaratılıyorsa...
Özgecan’ı kimin, daha doğrusu hangi zihniyetin öldürdüğü açıkça belli değil mi?” [19] Bölünme tam da bu noktada, eleştirilerin iktidara yöneltilmesiyle ortaya çıkıyor. İktidarın bu kültürel ortamı destekleyen söylem ve uygulamalarını dikkate almasa da Emre Aköz, Ayşe Özyılmazel, Nihal Bengisu Karaca mağdurun/muhatabın bireysel özellikleri/olayın özel koşulları üzerinden (cilve, mini etek, cinsel açlık vb.) mazeret üretilmesi/meşrulaştırma çabalarına karşı çıkıyor.[20] Sevilay Yükselir ve Hilal Kaplan ise, bu olay üzerinden iktidarın hedef alınmasını eleştiriyor.[21] Hilal Kaplan, şunu demek o kadar zor mu diye soruyor: “Kadını bedenine indirgeyen, tecavüzü 'kirlenme', tacizi 'erkeğin elinin kiri', mağduru 'kuyruk sallayan' olarak konumlandıran yaklaşım pek çok farklı kesimde mevcut. Bu anlayışla mücadele etmek topyekûn hepimizin üzerine vazifedir.”[22]
Özgecan’ı kimin, daha doğrusu hangi zihniyetin öldürdüğü açıkça belli değil mi?” [19] Bölünme tam da bu noktada, eleştirilerin iktidara yöneltilmesiyle ortaya çıkıyor. İktidarın bu kültürel ortamı destekleyen söylem ve uygulamalarını dikkate almasa da Emre Aköz, Ayşe Özyılmazel, Nihal Bengisu Karaca mağdurun/muhatabın bireysel özellikleri/olayın özel koşulları üzerinden (cilve, mini etek, cinsel açlık vb.) mazeret üretilmesi/meşrulaştırma çabalarına karşı çıkıyor.[20] Sevilay Yükselir ve Hilal Kaplan ise, bu olay üzerinden iktidarın hedef alınmasını eleştiriyor.[21] Hilal Kaplan, şunu demek o kadar zor mu diye soruyor: “Kadını bedenine indirgeyen, tecavüzü 'kirlenme', tacizi 'erkeğin elinin kiri', mağduru 'kuyruk sallayan' olarak konumlandıran yaklaşım pek çok farklı kesimde mevcut. Bu anlayışla mücadele etmek topyekûn hepimizin üzerine vazifedir.”[22]
Uzmanların
görüşlerinde öncelik “kadına bakışın değişmesi”ne
verilirken, sanıklara verilen yetersiz cezalar ve uygulanan takdiri
ve haksız tahrik indirimlerinin etkisine de dikkat çekiliyor.[23]
Özgecan cinayetiyle yakından ilgilenen Rasim Ozan Kütahyalı,
konuyla ilgili beş yazı kaleme alıyor. Kütahyalı’nın
odaklandığı konu ise hukuki düzenleme ve uygulamadaki
aksaklıklar.[24]
Ayrıca, kadına yönelik şiddet konusunda, artmadı ama görünür
oldu[25]
veya kadına yönelik şiddet azaldı ama cinayetler arttı
argümanını kullananlar da bulunuyor. Nevzat Tarhan, "Eve
yaklaşmama" gibi cezaların sosyal kontrol sistemiyle
desteklenmediğinde öfkeyi artırdığını bunun da sonuçlarının
çok ağır olduğunu savunuyor.[26]
Ayşe Düzkan’ın da söylediği gibi, yine her yerde erkekler
konuşuyor, Özgecan olayında bile her erkek kendini savunmanın
aklamanın peşinde. Aslında erkeklere yapılan öneriler var,
konuşmak yerine biraz da susup dinlemeleri gerekiyor: “Bu
kadar kadınların sözünün kesildiği bir toplumda susmak bir
kibarlık meselesi değil. Toplumsal, politik bir anlamı var susup
dinlemenin. Ama bunun yerine, görüyorsun hep başroldeler.
Televizyonu bir açıyorsun, bu konuda bile konuşanların çoğu
erkek.”[27]
Berktay:
“Kadınları
özerk insan varlıkları değil de erkeklerin koruması altında
"sahip olunan" emanetler olarak görürseniz, kadına
yönelik şiddeti önlemeniz mümkün olmaz. Çünkü emanetçi,
kendi insafına kalmış "emanet"e her an hıyanet
edebilir, nitekim sürekli de ediyor! Kadına
yönelik şiddet, uzun süredir ülkemizin en yakıcı sorunlarından
biri. Çünkü bu şiddetin kaynağı, dünyanın başka yerlerinde
olduğu gibi ülkemizde de kadınlar ile erkekler arasındaki
toplumsal cinsiyet eşitsizliği; kadını aşağı, erkeği ise
üstün konumda gören, erkeği kadının toplumsal denetimiyle,
"namus bekçiliği" ile görevlendiren erkek egemen iktidar
ve zihniyettir. Kadına şiddetin yüksekliğinin diğer bir nedeni,
Türkiye’de halen bir "erkeklik krizi" yaşanması.
Bizimki gibi, kadın ile erkek arasındaki yöneten-yönetilen
ilişkisinin toplumdaki otorite ilişkisini simgelediği bir
kültürde, cinsel olan ile siyasal olan sıkıca ilişkili. Sürekli
egosu şişirilen erkeğin gücü ve kimliği de kadını denetleme,
onun itaatini sağlama gücüyle eşdeğer. Şiddetin en önemli
gerekçelerinden birini kadının "itaatsizliği"
iddiasının oluşturması da o yüzden.” [28]
Ne Yapılmalı?
Çözüm önerileri,
sorunun nedenleri olarak görülen hususlar bağlamında
geliştiriliyor, nedenler konusundaki bölünme çözüm önerilerine
de yansıyor. Tartışmanın bir ucunda laik ve bilimsel eğitim
diğer tarafında ise dinsel ve ahlaki değerlere daha fazla yer
veren bir eğitim ve medyanın kışkırtıcı ve ahlaksız
yayınlarından vazgeçmesi önerisi yer alıyor.[29]
Saadet Partisi İstanbul İl Kadın Kolları Başkanı Nagehan Gül
Asiltürk, idam cezasının geri getirilmesini istiyor ve daha önce
bu konuda düzenledikleri imza kampanyasını hatırlatarak,
yaptıkları uyarının haklılığının ortaya çıktığını
söylüyor.[30]
Kadınlara özel pembe otobüs (pembebüs), minibüslere imdat butonu
koyma önerileri yükseliyor.[31]
Özgecan Aslan
cinayeti en çok idam cezası üzerinden tartışılıyor. Bu
hayvanları asmak lazım diyen Sevilay Yükselir’e göre hiçbir
şey için değil belki ama bu suç için kesinlikle idam yasası
çıkartılmalı.[32]
Binali Yıldırım[33],
Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit[34],
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam[35],
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi[36],
Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya[37]
idam cezasının yeniden tartışılması gerektiğini belirtiyorlar.
Sedat Peker’e göre de cinsel suçlarda idam cezası şart.[38]
Ercan Güven için ise idam veya hadım etmek gerekmiyor. Güven,
katillerin cezasının cezaevindeki koğuş arkadaşları tarafından
verileceğini ima ediyor: “Ben
intikam isterim. Ama Devlet yapmamalı. İdam etmeye, hadım etmeye
Devlet adına karşıyım. Gerek yok zaten! Hatta, ağırlaştırılmış
müebbet verip tek başına hücreye de atmayın mümkünse. Koğuşta
ağırlayın sapık katillerimizi... Mahpushanede kan davasından,
namus belasından, kabadayılıktan, kaderden, sinirden yatan koğuş
arkadaşlarının müşfik ellerine teslim edin. Eminim, küserler,
darılırlar biraz üzerler o sapıkları!”[39]
AB
Bakanı Volkan Bozkır bir yandan idamın gündemlerinde olmadığını
söylerken diğer yandan da “Şayet
benim kızımın böyle bir olay başına gelseydi ben elime silah
alır, bunun cezasını kendim verirdim ve cezasına da katlanırdım,
ama devletlerin reaksiyonlarının bu şekilde olmaması gerekir”
diyor.[40]
Bozkır’ın sözlerini köşesine taşıyan Güneri Cıvaoğlu,
“Cezasını ben verirdim” söyleminin ülkemizdeki pek çok
babanın yürekten fışkıran tepkisini yansıttığını ifade
ediyor.[41]
Ceza
hukukçuları idam cezasının getirilmesi ve hadım etmeye karşı
çıkarken, ağırlaştırılmış müebbetin de oldukça ağır ve dolayısıyla yeterli bir
ceza olduğunu hatırlatıyorlar.[42]
Ölüm cezasını hunharca işlenen suçlar bakımından istisnai
olarak savunan Ersan Şen’e göre, ancak bu aşamada, uluslararası
taahhütlerimiz, özellikle İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve
Anayasa hükümleri dururken, suç ve ceza siyasetinde radikal bir
değişikliğe gitmek suretiyle ölüm cezasının tekrar
getirilebileceğine inanmak mümkün gözükmüyor.[43]
Emine Ülker
Tarhan, kadınlara karşı cinsiyete dayalı şiddet kavramının
TCK'ya girmesi gerektiğini belirterek, buna yönelik bir kanun
teklifi hazırladıklarını, tekliflerinin, bu tür suçlarda
takdiri indirim hallerinin uygulanmaması, şartlı salıverme
hükümlerinin uygulanmaması ve cezanın en az 20 yılının hücrede
infazı gibi caydırıcı yöntemleri içerdiğini dile
getiriyor.[44]
Selahattin Demirtaş, kadına yönelik şiddetle ilgili özel
mahkemeler, ihtisas mahkemeleri kurulmasını teklif ederken[45],
Hasip Kaplan, Türkiye'nin hukuk devleti ve çağdaş ülke olmanın
gereğini yerine getirmesi gerektiğini belirterek, TBMM'de
grubu bulunan siyasi partilere ve bağımsız milletvekillerine, bu
tür alçakça ve canavarca, insanlığa karşı işlenen suçlarda
adaleti yerine getirmek için zaman aşımının kaldırılması,
infaz indirimi ve af olmaması, yargılamanın hızlandırılmasına
yönelik yasal düzenleme yapılması çağrısında bulunuyor.[46]
İkinci öğretim
ders saatleri için yeniden bir değerlendirme yapan YÖK[47],
kadına yönelik şiddetin ve istismarın önlenmesi adına
üniversitelerde yapılan çalışmaların bugünden sonra eskisine
göre kıyas kabul etmeyecek şekilde etkin ve sonuç üretici
faaliyetlerini artırarak sürdüreceğini ve bu faaliyetlerin
Yükseköğretim Kurulu tarafından da destekleneceğini kamuoyuna
duyuruyor.[48]
Ayşe Düzkan, ilk
olarak kadınların güçlenmesi gerektiğini, bu konuda yasalar ve
yasal önlemlerin önemli olduğunu, ikinci olarak da kadınların
nesneleştirilmesinin bitmesi lazım geldiğini, bu bakımdan medyaya
çok iş düştüğünü belirtiyor ve ayrıca, kadınların
kendilerini fiziksel olarak korumayı/savunmayı öğrenmesi, bir
şekilde bu güç dengesinin bozulması gerektiğini ilave
ediyor.[49]
Boks Federasyonu da, Özgecan Arslan'ın vahşice katledilmesinin
ardından "Sıra sana gelmeden kendini savunmayı öğrenmelisin"
sloganıyla bir proje geliştiriyor ve kadınlara ücretsiz kick boks
eğitimi verileceğini duyuruyor.[50]
Mahalleyi göreve çağıran teklifler, farklı
bir konuda ve muhalafet partilerinin yerel teşkilatları nezdinde de
olsa ilk karşılığını İstanbul Sarıyer’de buluyor. Polisin
tedbirlerini yeterli bulmayan MHP ve CHP teşkilatlarına mensup
kişilerce Bonzai’yle Mücadele Timleri oluşturulduğu haberi
basına yansıyor.[51]
Berktay, kadına
şiddeti önlemenin yolunun erkekleri hadım etmek, onlara elektronik
kelepçe takmak, cezaları arttırmak veya idam cezasından
geçmediğine, var olan yasaların uygulanmasının,
imzaladığımız uluslararası sözleşmelerin gereğinin
yapılmasının yeterli olduğuna işaret ediyor. Ama en önemlisi,
kadınların kendilerinden başkasına emanet olmayan eşit
yurttaşlar olduğunu içine sindiren ve Türkiye’deki utanç
verici cinsiyet eşitsizliği uçurumunu kapamak için gerçekten
çaba harcayan bir siyasal iradenin varlığı.[52]
Berktay: “Toplumsal
cinsiyet eşitsizliği ve kadına şiddet, her toplumda görülüyor
ama dereceleri farklılaşıyor. Cinsiyet eşitliği açısından
daha ileri ülkelerde, kadına şiddetin varlığının daha az ve bu
konudaki toplumsal bilincin gelişmiş olduğunu ama en önemlisi
siyasal iradenin cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmak
konusunda gerçek bir çaba gösterdiğini görüyoruz. Maalesef
Türkiye bu tür ülkelerden biri değil. Ülkemizde kadınlar
hayatın hemen her alanında ayrımcılığa tabi tutuldukları halde
bu durumun değişmesi için pek az şey yapılıyor. Yapılanlar ise
ya sorunun kaynağından ziyade görüntüleriyle ilgili oluyor ya da
her şeyi ceza mantığıyla halletmeye meyyal olan devlet geleneğine
uygun biçimde cezai müeyyideleri arttırma çağrılarından ibaret
kalıyor. Oysa kadına yönelik şiddet, her alandaki toplumsal
cinsiyet eşitsizliğinin hem sonucu hem de en çarpıcı
göstergesidir. Çünkü eğitim, siyasete katılım, ekonomi
vb. alanlardaki sorunlar, olanca yakıcılığına karşın,
kadınların tümünü kapsamayabilir. Oysa şiddet, bütün
kadınların başı üzerindeki bir Demokles kılıcıdır. En
korunaklı sanılan, toplumun "namus" normlarına en çok
uyan kadınları da hiç beklenmedik bir anda ve yerde, en hunhar
biçimde vurabilir.”
Sonuç
Emniyet’in
açıkladığı verilere göre geçen yıl 118 bin 14 kadın, şiddet
gördüğü gerekçesiyle polise başvurmuş. Halen 24 bin 444 kadına
geçici koruma tedbiri uygulanıyor, şiddet mağduru 125 kadın ise
kimlik değiştirmiş.[53]
Yani şiddet de kadınların mücadelesi de devam ediyor. Özgecan
Aslan cinayetinin yarattığı gündem “infial” düzeyini aşamasa
da, Cihan Aktaş’ın yazısında[54]
da görüleceği gibi, soruna yönelik İslami kesim içindeki
indirgemeci ve klişe yaklaşıma bazı eleştirilerin de ortaya
çıkmaya başladığı görülüyor. Kadınların ne ile ve kiminle
mücadele edeceklerini, Kocaelili
kadınların düzenlediği eylemde kadınlara çağrıda bulunan genç
bir erkeğin sözleri açık biçimde gösteriyor: “Ben
de bir ananın evladıyım. Her erkeğin olduğu gibi bizim de bazı
ihtiyaçlarımız muhakkak var. Ama önemli olan bu ihtiyaçları
normal bir aile evladına, namusuna düşkün bir aile ferdine
yapılmasını kınıyoruz.”
[55]
Medyaya
gelince. Interpress’in araştırmasına göre; yazılı medyada
erkek şiddeti haberleri yüzde 22 artmış. Ancak bu haberlerin
nasıl verildiğine de bakılması gerekiyor.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti
(TGC) de Özgecan Aslan cinayetini haberleştirirken dikkat edilmesi
gereken etik kuralları hatırlatıyor [56]:
- Medya sahip olduğu güç ile toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yeniden üreten bir araç olmak olmamalı, cinsiyet ayrımcılığına dayalı şiddeti hiçbir biçimde meşru göstermemeli, dile özen gösterilmelidir.
- Saldırganın ifadesinden yararlanılarak hazırlanan metinlerin mağdur ve yakınları açısından yaralayıcı olabileceği göz önünde bulundurulmalı, failin değil mağdurun teşhir edilmesinden vazgeçilmelidir.
- İnternet haber sitelerinde vahşi cinayeti lanetlemeye dönük yorumlar da bile yine kadını hedef alan hakaretlerin yer alması engellenmeli, pornografik ve özendirici çağrışımlar yaratmamasına dikkat edilmelidir.
- Sorumlu bir anlayış benimsenerek şiddete uğrayan ya da risk altında olanlar, çözüm yolları ve yöntemleri konusunda bilgilendirilmeli, var olan kuruluş ve yardım hatlarının erişim bilgileri haberde yer almalıdır.
Medyanın
sadece haberleri veriş biçimi değil önemli olan. Kadının cinsel
meta olarak gösterilmesi de bir o kadar önemli. Bununla ilgili
olarak 5 Harfliler’de yayımlanan ve aşağıda aynen verilen yazı
konuya ışık tutuyor.[57]
Hurriyet.com.tr,
Türkiye’nin (Google.com, Google.com.tr, Facebook, Twitter ve
Youtube’un ardından) altıncı, dünyanın 328. en çok ziyaret
edilen sitesi. Şu an bir manşeti Özgecan Aslan’ın ailesine
atfen “Türkiye’yi ağlattılar”, ondan sonraki manşeti
“Türkiye ağlarken şoke eden karar: Cinsellik yaşadığı
için haketti“,
bir diğer manşeti “öfke dinmiyor” olan Hürriyet, #sendeanlat
etiketinde kadınların anlattıkları tacizi “Metrobüs’te kaç
defa…” başlığıyla pazarladığı ve daha 14 Şubat günkü
“liseli Ayşe yatağında ölü bulundu” haberini veriş
şekli için [Haberi genç kızın fotoğraf galerisiyle veren
diğerleri: Star, Milliyet, Cumhuriyet vs] tepki çekmesinin
ardından bugün anasayfasını hafif tutmuş:
Milliyet.com.tr, Türkiye’nin
(Google.com, Google.com.tr, Facebook, Twitter, Youtube ve Hurriyet’in
ardından) yedinci, dünyanın 351. en çok ziyaret edilen sitesi. Şu
an anasayfasında Özgecan Aslan cinayetiyle ilgili en az 11 haber
olan Milliyet de sayfanın geri kalanını ülkenin içinden
geçtiği bu acılı ve öfkeli dönemi dikkate alarak hafif
tutmuş:
Bizi
insan yerine koymayan şakalara ayıp olmasın diye ses etmiyoruz,
bizi insan yerine koymayan reklamları yapan şirketleri boykot
etmiyoruz, bizi insan yerine koymayan sitelere girmeye devam
ediyoruz, unutuyoruz, affediyoruz, büyütmüyoruz, genellemelere
karşı çıkıyoruz, kurunun yanında yaşı yakmıyoruz, köprü de
yakmıyoruz, rahatsızlık vermiyoruz, olayı büyütmüyoruz,
ortamın tadını kaçırmıyoruz, öyle demek istemediklerini
biliyoruz, aslında niyetlerinin öyle olmadığını biliyoruz,
herkesin böyle olduğunu biliyoruz, çok daha kötülerinin olduğunu
biliyoruz. Biz biliyoruz, biz anlıyoruz. Her zaman değilse de,
yeterince sık. Ama an geliyor, koku dayanılmaz bir hal alıyor.
[15]
http://www.sendika.org/2015/02/yeni-safak-yazari-ozgecan-aslan-cinayetinin-suclusunu-buldu-laikler/
[25]
http://www.diken.com.tr/hukukcu-hulya-gulbahar-devlet-ayakta-alkislamasi-gereken-kadinlari-yerlerde-surukluyor/
[26]
http://www.kackartv.com.tr/prof-dr-nevzat-tarhan-ozgecan-in-direnisi-kutsal-bir-direnisti/2553/
[27]
http://www.milliyet.com.tr/-en-iyi-erkek-susan-erkektir-/pazar/haberdetay/22.02.2015/2017411/default.htm
[29]
http://www.selcukpostasi.com/Haber/GuNCEL/Mucadelemizde-yasayacaksin-ozgecan-Aslan.aspx#.VOxb33ysWSo
[31]
http://www.diken.com.tr/sosyolog-nurullah-ardic-ozgecan-aslan-cinayetinden-faydali-sonuc-cikardi-kadinlara-ozel-pembe-otobus/
[45]
http://www.diken.com.tr/demirtastan-oneri-konuda-var-kadina-siddette-de-ozel-yetkili-mahkeme-kurulsun/